Açlık grevi ve ölüm orucu direnişi 26 Mayıs 2016 Pazar günü, direnişin öncüsü Leyla Güven 200. gününde iken sona erdi. Bu süreç içerisinde çok çeşitli dayanışma ve direniş örneklerini barındırıyor kuşkusuz. Daha önce SAG GÜNLÜĞÜ ismiyle beş bölüm şeklinde yayınladığımız anlatıların sonuncusu, tutsaklık koşullarından kaynaklı açlık grevinin bitişi sonrası ulaşsa da, bu günlükler direnişin bir parçası olarak anlam taşımaktadır. Günlüğün son bölümünü olduğu gibi yayımlıyoruz:
Leyla Güven’in yaktığı ve her bir direnişçinin, her bir feda eylemcisinin kor olup büyüttüğü direniş ateşi, tecridin kırılmasıyla birlikte tarihin sayfalarına, sönmeyecek bir meşale olarak kazındı. Zafer direnenlerin oldu ve bir kez daha direnişle güzelleştik… Zaferin kutlu haberi bizim koğuşta da gözyaşları arasındaki gülen mutlu gözlerle karşılandı. Sloganlarımızı en kararlı ve güçlü seslerimizle haykırdık…
Yoldaşın 68 gün sonra ilk yiyeceği olan mamayı ellerimizle hazırladık ve ilk kaşığını da ben verdim. Öyle güzel ve tarif edilemez bir andı ki, bence bunu anlatmaya kelimeler yetmez. Tabii biraz da espriye vurduk ve yoldaş ağzını açmayıp bebek taklidi yapmaya başlayınca ben de burnunu tutup ağzını açtırmakla tehdit ettim… Sonuç; elbette ben kazandım ve mamayı yedi. Ne diyelim, löp löp et olsun…
SAG sonrası ilk açık görüş gününü geride bıraktık, oldukça heyecanlı ve mutluyduk. Görüşün o kısıtlı zamanı içerisinde, en çok SAG’cıların sağlığı, yapılan ilk müdahalelerin yetersizliği ve kısıtlı imkanlarla neler yapılabileceği gibi konuları konuştuk. Bunun dışında yüzler hep gülüyordu, nasıl gülmesindi ki, zafer elbette güldürür yüzleri…
İdare ilk günden beri diyet yemekler getiriyor, fakat özellikle ileri günlerinde olan SAG’cıların ilk elden o yemekleri tüketmeleri mümkün değildi. Başlangıçta sıvı ve kademeli olarak katıya geçiş yapacakları bir programa göre gidilmesi gerekiyor. İlk günler, daha önceden hasta bir tutsaktan kalan mamalar ile idare ettik. Dört direnişçiye üç paket mama! Mamalar bitince -ki iki gün anca yetti- bebe bisküvisi ve idarenin verdiği bebek mamasıyla devam ettik. Süt tüketemedikleri için bebe bisküvisini de çayla yapıyoruz. Vitamin alabilmeleri için kuru üzümden hoşaf ve elimizde olan tek meyveyle, elma püresi hazırlıyoruz. Bir süre daha bunları yapmaya devam edeceğiz.
Artık yavaş yavaş katı gıdalara geçiyoruz, porsiyonlar düşük ama sık aralıklarla yiyorlar. Yoldaş artık peynir tüketebiliyor, bunun dışında da sadece sıcak suyla iyice sıvılaştırdığımız patates püresinden ufak ufak yemeye başladı. Gelen hasta yemeklerinden lapa pirinçleri ayırıp çorda da yapıyoruz. Yarından itibaren yoldaşın porsiyonlarını da biraz arttıracağız. Kesinlikle yasak olduğu için, hazırladığımız her şey tamamen tuzsuz. Bu yaklaşık bir ay sürecek. Aksi halde iç organlara zarar vermesinin yanı sıra vücudu balon gibi şişiriyormuş. Ölüm orucu gazisi arkadaşla birlikte her gün için bir beslenme planı çıkartıyoruz, zamanla porsiyonların miktarı artacak ve yemek araları uzayacak.
SAG’cılara uygulanan iki günlük serum takviyesi bittikten sonra, kan tahlillerini daha yeni yaptılar! Devlet aklı işte ilk yapması gerekeni, son yapıyor ve bu çoğu zaman da bilinçli oluyor zaten! Neyse ki tahlillerde önemli bir sorun çıkmadı. Vitaminlerde belli bir düşüş var fakat bu gayet normalmiş. Doktor, beslendikçe, zaman içerisinde oranlar artacaktır demiş. B1 kullanımına 3-4 ay kadar daha devam etmeleri gerekiyor. Yoldaşın durumu da gayet iyi, epeyce toparlandı. Bunda, eylem süreci boyunca gayet sistemli bir şekilde, hiçbir şeyi atlamadan tüketmesi ve yapılması gerekenleri yapmasının da büyük etkisi var…
Bugün ağırlaştırılmış müebbet olan bir kadın yoldaşın mektubunu aldık. O kadar güzel yazmış ki; okudukça hücrelerde kalan devrimcilerin, hele ki böylesi süreçlerde neler hissettiğini daha iyi anladık, biz de hissettik. Mektup yollayan yoldaş SAG eylemcisi diğer yoldaşla aynı kampüste kalıyor. Tutsak Partizanlar olarak tüm hapishanelerde sürece destek için on günlük açlık grevine girilmişti. Bundan dolayı süreç bittiğinde o da AG’de olduğu için hastaneye götürülenler arasındaymış. Orada görebildiği, sorabildiği her kanaldan SAG’cı yoldaşın durumunu öğrenmeye çalışmış; gayet iyiymiş, herhangi bir sıkıntı yaşamamış. Tabii yoldaş bu bilgiyi iyice teyit ettikten sonra da bize yazmış… Her ikisinden de iyi ve güzel haberler almak bizleri de çok mutlu etti. Bir kez daha mesafelerin ayrı düşürdüğü yoldaşlarımızı yanı başımızda hissettik.
Öğle saatlerinde yine SAG’cılara üzüm hoşafı hazırlıyorduk ki, çok yakın bir tarihte tahliye olacağım haberini aldım. Haberin etkisiyle gözlerim doldu ve ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Tek düşündüğüm; ben yoldaşlardan nasıl ayrılacağım? sorusuydu! Elim üzümlerin içerisinde, hem soyuyorum hem ağlıyorum. Tabii arkadaşlar hemen dalga geçmeye başladılar; gözyaşı tuzluymuş da, SAG’cıların tuz kullanması yasakmış, ya hoşafın içine kaçarsaymış, mış mış da muş muş..! Şaka bir yana da; ya SAG bitmeden tahliye olsaydım? Ya yoldaşları öyle bırakmak zorunda kalsaydım? Gerçekten büyük bir çöküntü yaşardım, düşünmek bile istemiyorum! Neyse ki böyle bir şey olmadı ve şimdi en azından biraz toparlandığını göreceğim, biraz daha çok vakit geçirebileceğiz.
Bu sabah; porsiyonlar arttı, bu yüzden yoldaş iki tane de yiyebilir şeklinde düşünerek kahvaltıda, geceden kalma sahur yumurtasını ona verdim. Saat 10.00 gibi onlara taze yumurta da geliyor. Meğer iki tane yumurta yiyemiyormuş! Tabii ben bunu öğrenince bir üzüldüm, bir kötü oldum… Sonra gün içerisinde, yoldaş gidip planlamayı yaptığımız, ölüm orucu gazisi arkadaşla konuşmuş; tahliller sonucu çıkan protein eksikliğini gidermek için elimizde olan tek besin kaynağı olan yumurtayı günde iki taneye yükseltmişler. Böylece taze olanını da yiyebildi. Bunu öğrenen ben de durur muyum? Hemen yaptığıma gerekçe bulmuşçasına, “benim içime doğmuş zaten yoldaş, bak taze taze de yedin” şeklinde konuşmaya başladım, ama tabii bunlar yine de eleştirilmemi engelleyemedi…
Tahliye olacağım günün yakın olması sebebiyle diyet süreci sürmesine rağmen sıkı ve hızlı bir çalışma programına giriş yapmak zorunda kaldık. Sanırım bu hapishanenin kapısından kafamda bir adet huniyle çıkacağım, çünkü beynim aşırı yüklemeye dayanamayabilir diye korkuyorum..!
İki gündür kapalı olan hava sonrası güzel bir güne uyandık. Önceden kararlaştırdığımız ve akşamdan hazırlık yaptığımız üzere koğuşça, hep birlikte, zafer kutlaması için avluda kahvaltı yapacaktık. Sabah hazırlıkları ile birlikte sosisleri kızarttık, peynirleri sosladık vs. derken, kahvaltı şölenimiz başladı. Vejetaryenlere, SAG’cılara ve biz fani insanlara ayrı ayrı özenildi. Kahvaltı sonrası olmazsa olmaz sohbetler ve kahkahalar avluyu inletti. Yan koğuş bizi gece gündüz uyutmadığından, intikam alırcasına, sabah sabah eğlence yaptık avluda.
Her bir anımda içimde hem bir coşku, hem de tarif edilemez bir burukluk var… yoldaşlarımı, buradaki kadınları arkamda bırakıp gitmek düşüncesi sanki tüm enerjimi söküp alıyor içimden. Biliyorum çok özleyeceğim ve asla unutmayacağım, hele ki bu SAG direnişi sürecini… Böylesi süreçlerdeki paylaşımlar, anılar nasıl unutulabilir ki?
Bugün aylar sonra koğuşta pasta yapıldı. Yani kutlamalarımız henüz bitmiş değil, parça parça her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Pasta yapımını da, SAG’cılar da yiyebilsinler diye bu güne kadar beklettik. Gerçi kola içemediler ama olsun, onu da biz onların yerine içiverdik ne olmuş yani?
Daha 3-4 ay kullanmaları gereken B1 vitamini için on gün kadar önce dilekçe yazmış olmamıza rağmen, eczanelerde bulunamıyor denilerek, temin edilmiyor. Elimizdekiler de bitmek üzere ve bu da bizi kaygılandırıyor..!
Günler ilerledikçe biz de birlikte daha çok vakit geçirebilmek ve aynı zamanda da çalışmaları yetiştirebilmek için müthiş bir koşuşturmaca içerisindeyiz. Birlikte, hücremizde güzel bir kahvaltı yapmayalı uzun zaman oldu… Yoldaş da artık birçok şeyi tüketebilmeye başladı. Madem öyle yoldaş yoldaşa güzel bir kahvaltı yapalım dedik. E tahin-pekmezimiz de var, daha ne olsun ki?
Bayram tatili sonrası, revirde kan tahlilleri tekrar yapıldı. Toparlanma ve kan değerlerinin yükselmesi zaman alacak gibi görünüyor. Hiçbir zafer bedelsiz kazanılmıyor. Avukatların ve ailelerin Öcalan ve İmralı Zindanındaki diğer arkadaşlarla yaptıkları her görüşme, en ufak bir hak kazanımının bile büyük direniş ve bedellerle kazanıldığını gösteriyor. Devrim mücadelesi de bu değil mi?
Tutsak Partizan
Bitti