Soykırım Çalışmalarının Güncelliği
“Soykırıma uğramış olan Ermenilerin önemli bir bölümü Müslümanlaşmış, Türkleşmiş, Kürtleşmiş ve Araplaşmıştır. Asimile edilemeyenler belli başlı birkaç kilisenin ataerkil, heteroseksist sınırlarına hapsedilmiştir. Bu durumda soykırımla ilgili çalışmalar yürütmek daha da çetrefilli hale gelmiştir.”
12 Mayıs 2024
Ermeni Soykırımı, Ortadoğu’da burjuvazinin kendini bir sınıf olarak inşa etmeye başladığı döneme denk gelir. Feodal bir sistem üzerine kurulmuş olan Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali ile gücünü artıran yeni ekonomik sisteme direnememekte ve çeşitli değişiklikler yapmak zorunda kalmaktaydı. Ancak çoktan emperyalist aşamaya geçmiş olan batılı kapitalistlerin hızına da yetişemiyordu. Yeni dünya düzeni Osmanlı Devleti’nin zengin ve stratejik topraklarından sadece hammadde ihtiyacını karşılamakla kalmayacaktı. Sermaye ihracını da buradan doğru artıracaktı. Nitekim Osmanlı Bankası’nın asıl işlevi tam da bu olmaktaydı.
Soykırım tam da böylesi bir süreçte Türk burjuvazisinin kendi zeminini güçlendirmesi için planlandı ve uygulamaya konuldu. Çoğunlukla bu konuda Almanya’nın rolünden söz edilse de Fransa ve İngiltere’nin soykırımdaki rolü küçümsenemeyecek derecede büyüktü. Kapitalist-emperyalist sistemin bu konudaki rolünü anlamak soykırımın sebeplerini ve sonuçlarını anlamak açısından oldukça önemlidir.
Ortadoğu’da burjuvazi, feodal düzene karşı iktidara gelmekteydi ve bunun için de egemenler açısından soykırım en elverişli yöntemdi. Komprador bir burjuvazi olarak doğan Türk burjuvazisi, bundan sonraki varlığına da böyle devam etti. Ermeni Soykırımı ile başlayan hikayesi, onlarca farklı katliam ve soykırımla devam etti. Egemen sınıflar böylece faşizmi de soykırım ve asimilasyon politikalarını da sınamaktaydılar ve ihtiyaçları olduğunda kendi ülkelerinde de uygulayacaklardı. Zira birkaç on yıl sonra Ermeni Soykırımı’nın planlandığı Almanya topraklarında çok daha farklı koşullarda ve biçimlerde kapsamlı bir soykırım başladığında buradaki deneyim önemli bir pusula oldu faşizm açısından. Daha sonra Afrika’da ve diğer ülkelerde de Ermeni Soykırımı’nın deneyimlerinden epeyce faydalanıldı.
Ancak bunun ötesinde soykırımın Ortadoğu’daki etkisi oldukça büyük oldu. Hristiyan olan bütün ulusları etkileyen ama nicelik anlamıyla en ağır biçimde Ermenileri vuran bu soykırımın başlangıcı “Yarın Doğuda sosyalist bir Ermenistan yükselecek” diye haykıran Paramazların idamı oldu.
Soykırımın ardından yıllarca bu durum yeni inşa edilmekte olan komprador Türk burjuvazisine karşı koz olarak da kullanıldı. Pazarlıkların konusu yapıldı. Fransa gibi ülkeler sanki soykırımda hiçbir rol oynamamışcasına, soykırımın ekmeğini yememişcesine hareket etti. Bugünkü Rojava ve Suriye topraklarına sürülen, yetimhanelerden devşirilen binlerce ucuz iş gücünü kendi topraklarına nasıl götürdüklerini, modern köleliğin en ağır koşullarında nasıl sömürmeye devam ettiklerini hiç anlatmadılar. Suriye topraklarında yaptıklarını anlatmadıkları gibi sahte bir din kardeşliği üzerinden “yardım” görüntüsü altında nasıl bir sömürü sistemi inşa ettiklerini de anlatmadılar! Osmanlı, Suriye’den çıkmak zorunda kaldığında Osmanlıları taşlayarak kurtuluşlarını kutlamak isteyen Arapları ve Kürtleri, Osmanlı zulmü biter bitmez yeni bir zulüm altında nasıl sömürdüklerini anlatmadıkları gibi.
Bugün Türkiye bunun bir benzerini Filistin’e yapıyor. Herkesin gözleri önünde yalan söylenmeye devam ediyor. Bu yalan tıpkı Ermeni Soykırımı’nda olduğu gibi imkanlara erişmekten mahrum olan çaresiz Filistin halkını inandıramasa da zorla ikna ediyor. Bugün Fransa, soykırımı tanıyan ilk ülkelerden birisi olarak bir şekilde Ermeni ulusunun gönlüne taht kurdu ama o dönem soykırımdan kaçmak zorunda olan Ermenileri nasıl ucuz iş gücü olarak kullandığından asla bahsetmedi. Adıyaman’da katliamdan kurtulup Suriye çöllerindeki yetimhanelerde büyüyen ve buradan da çalışmak için Fransa’ya giden, Fransa’da Marksizm’le tanışınca düşmanı çılgına çeviren bir komünist olan Misak Manuşyan’ın Fransa Devleti tarafından bizzat katledilmesi artık önemsiz. Çünkü onun naaşı Panteon’a nakledildi. Oysa Fransa Devleti, Misak’ı oraya getirten soykırımın mimarlarındandır. Hem Osmanlı topraklarında sürdürdüğü sömürgeci politikalar nedeniyle hem de soykırım sürecinde yaptıkları ve yapmadıkları nedeniyle.
Ermeni Soykırımı sadece Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri değil bütün milliyetlerden Ortadoğu halklarını derinden etkilemiştir. Bu derinden etkileme, duygusal bir yaranın açılması değildir. Halk kitleleri genel olarak böylesi duygusal yaralardan çok bu olayların maddi sonuçlarından etkilenirler. Soykırım, bir bölgenin dilini, dinini, kültürünü, yaşam biçimini ve neredeyse her bir şeyini kökten değiştirmiştir. Burjuvazinin milleti ve dini değişmiş daha da önemlisi bu burjuvazi artık devlete hakim hale gelmiştir. Soykırımla birlikte şehirlerde yaşayan işçi sınıfının da dini ve ulusu değişmiştir. Müslüman halk daha öncesinde işçi sınıfı içerisinde çok küçük bir kesimi oluştururken artık işçi sınıfının tamamına yakını Müslümanlardan oluşur hale gelmiştir.
Soykırım, o dönemde yaşanıp o yıllarda donup kalmamıştır. Bugün soykırımın en büyük simgelerinden olan nar taneleri gibi, Ermeniler dünyanın dört bir tarafına dağılmıştır. Bütün bu etkiler hala devam etmektedir. Özellikle Ortadoğu’da halkların başına bela olan komprador Türk burjuvazisinin politikaları gün geçerek daha da derin yaralar açmaktadır.
Soykırımdan sonra soykırım üzerine belki binlerce çalışma yapılmıştır. Ancak bu çalışmaların neredeyse hiçbirisi soykırımı doğru şekilde tahlil edememiş ve kısıtlı kalmıştır. Bu çalışmalara öncülük eden fikirler genelde burjuva ve küçük burjuva fikirler olmuştur. Bu nedenle de Ermeni Soykırımı’nı metafizik anlamıyla büyük bir yara, insanlık tarihinde bir utanç vb. biçimlerde ele alıp konunun dramatik yönüne odaklanmış ve Ermenilerin duygularını suistimal etmeye devam etmiştir. Zira Rojava Devrimi’nin ardından da defalarca Ermenilerin örgütlenmesi denenmiş, varolan imkanlara rağmen bu başarılamamış, başlatılan çalışmalar hızlıca sönümlenmiştir. Proleterya partisinin öncülüğüne kadar, asimile edilmiş Ermenileri biraraya getirilebilecek bir irade ortaya konamamıştır.
Bugün soykırım politikalarının bertaraf edilmesi tüm bu nedenlerle oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Soykırımın sonuçlarını tersine çevirecek bir iradeyi ortaya koyabilmek hem Ortadoğu’da komprador burjuvazinin temellerine darbe vurmak anlamına gelecektir hem de devrime uzanan yeni aydınlık yolların açılabilmesini sağlayacaktır. Soykırım çalışmaları yalnızca etnik ve kültürel çalışmalar gibi sınırlara hapsedilemeyecek kadar sınıfsaldır. Bu anlamıyla etnik ve kültürel çalışmalar askeri-politik bir hatla birleştirilmediği sürece anlamsız kalmaktadır. Dünyada Ermeni Soykırımı üzerine çalışan yüzlerce STK, örgütlenme vb. bulunmaktadır. Ancak niyetlerinden bağımsız olarak bu çalışmaların büyük bir çoğunluğu kendilerine öncülük eden fikirlerin sınıfsal gerçekliği nedeniyle soykırımı doğru tahlil edip onu tersine döndürecek politikalar üretememektedir.
Soykırıma uğramış olan Ermenilerin önemli bir bölümü Müslümanlaşmış, Türkleşmiş, Kürtleşmiş ve Araplaşmıştır. Asimile edilemeyenler belli başlı birkaç kilisenin ataerkil, heteroseksist sınırlarına hapsedilmiştir. Bu durumda soykırımla ilgili çalışmalar yürütmek daha da çetrefilli hale gelmiştir. Ancak çetrefilli olduğu kadar zenginliklerle de doludur. Ermenileri bir millet olarak yalnızca tek bir devlete ve kiliseye, ataerkil ve heteroseksist sınırlara, Ermenice’yi de neredeyse yalnızca doğu lehçesine bağlamaya çalışan anlayışlara kafa tutarcasına bir ulus olarak Ermenilerin bütün bu tekçi zihniyetten fazlası olduğunu da ortaya çıkarmaktadır.
Elbette bu çalışma, önemi ve potansiyeli bağlamında çeşitli düşmanlara ve rakiplere de sahip bir çalışmadır. Faşist TC, zaten ilk andan itibaren Ermeni ulusu ile ilgili çalışmaları hedef tahtasına oturtmaktadır. Bunun nedeni temellerini bu soykırım ile atmış olmasıdır. Bununla birlikte soykırımla ilgili çalışmaları küçük burjuva temellerde ele alan, milliyetçiliğin ve ataerkinin sınırlarına hapseden, kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışan anlayışlar da soykırımın hesabının gerçek anlamıyla sorulabilmesinin önüne geçmektedirler. Ermeni Soykırımı’nı tersine çevirecek politikalar ancak proleter düşünceler öncülüğünde doğru biçimde şekillenebilir. Zira bu hesabın doğru biçimde sorulması, bölge halklarının başına bela olan komprador Türk burjuvazisinin alaşağı edilmesi demektir.