Ölümsüzleri Anma Haftası Vesilesiyle Komünist Hareketin
İlk Ölümsüzleri Üzerine…
Açıklama: Bu makale tutsak bir yoldaşımız tarafından 2006 yılında yazılmış ve İşçi Köylü Gazetesi’nin 12-25 Ocak 2007 tarihli 65. sayısında; “Parti Ve Devrim Ölümsüzleri Anma Haftası Vesilesiyle, Türkiye Komünistlerinin İlk Ölümsüzleri Üzerine…” başlığıyla yayınlanmıştır. Makalenin yazıldığı tecrit koşulları nedeniyle sınırlı sayıda kaynağa erişim söz konusu olmuştur. Makale yeniden gözden geçirilmiş ve kimi eklemeler ve düzenlemeler yapılmıştır.
29 Ocak 2024
Bu yazımızda, ocak ayının son haftasının Ölümsüzlerini Anma Haftası olması nedeniyle, Türkiye Komünist Hareketi’nin (TKH) ilk ölümsüzlerine dair kısa bir değerlendirme yapmak amaçlanmıştır. Böylelikle bahsi edilen konuya ilişkin daha sonra yapılacak çalışmalara bir başlangıç olması hedeflenmiştir. Üzerine durulan ve araştırılan konunun TKH’nin tarihiyle birebir ilgili olması ve hiç kuşkusuz bu tarihin de oldukça “zengin” olması, beraberinde böylesi bir çalışmanın daha geniş ve kapsamlı bir biçimde ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Ancak biz bu çalışmamızda, bilinçli olarak meseleyi oldukça dar bir biçimde ele alacağız. Amacımız sadece Ölümsüzleri Anma Haftası vesilesiyle, TKH’nin tarihinde yaşanan ilk ölümsüzleri ve bu ölümsüzlerin nerede, nasıl ve hangi tarihte ölümsüzleştiklerini kısaca ortaya koymaktır. Daha geniş ve detaylı bir ele alış başka çalışmaların (hiç kuşkusuz ki gerekli) ürünü olacaktır.
Ülkemiz devrimci ve komünist hareketi tarihi deneyimi; aynı zamanda sınıf düşmanlarına karşı girişilen can bedeli mücadelede ölümsüzleşmeler, can alıp, can vermeler tarihi olduğunu göstermektedir bizlere. Diğer bir ifadeyle ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin uzun yılları bulan mücadele tarihi boyunca binlerce insanın, kanı-canı ve emeği üzerinden yükselmiş, içinde yenilgileri ve zaferleri barındıran şanlı bir tarihtir.
Başka bir ifadeyle ülkemiz devrimci ve komünist hareketi aynı zamanda “ölümsüzler” tarihidir de.
Bu hiç kuşkusuz ki, ülkemizdeki sınıfsal çelişkilerin keskinliğiyle alakalıdır. Türk hâkim sınıfları komünist hareketin ortaya çıkışıyla birlikte, bu “en can alıcı” ve gerçek sınıf düşmanlarına karşı, karşı-devrimci şiddeti, komploları, terör ve katliamları, provokasyonları uygulamaktan geri durmamışlardır. Türk hâkim sınıflarının, sermaye birikimleri olarak güçsüz oluşları, kendi dinamikleri üzerinden yükselmemeleri, dışarıda emperyalist sermayeye göbekten bağlı olmaları, içeride de feodalizmin kalıntılarından olan toprak ağalarının iktidara ortak olmaları, beraberinde onların “şiddeti, katletmeyi bir yönetme biçimi” olarak çok sık kullanmalarını getirmiştir.
Nitekim ülkemiz komünist hareketinin ilk ortaya çıkış tarihleri olan (daha önceki yıllarda başta Ermeni ve Rum devrimcilerin faaliyetleri dışında) 1920’li yıllarda, hâkim sınıflar ve onların temsilcisi Kemalistler eliyle, ilk elden komünist hareketin gelişimini engellemek ama öte yandan komünistlerin emekçi halk üzerindeki prestijinden yararlanabilmek için pragmatist bir politika gütmüşlerdir. Hakim sınıfların sömürge yapıya itiraz eden ve yarı sömürge yapıya açık olan kanadı bir yandan Kemalistler eliyle bu politikalarını hayata geçirirler diğer yandan ise Anadolu’da gelişen “Milli Mücadele”yi kendi sınıfsal çıkarları için şekillendirirler. En başından itibaren dönemin emperyalistleriyle anlaşma-uzlaşma yolu arayan bu klik, bir yandan örneğin Kürtlere çeşitli güvenceler verirken, diğer yandan ise “Milli Mücadele”nin komünistler önderliğinde verilmesini engellemek için dönemin Komünist Partisi’nin önderliğini bir komployla ortadan kaldırma politikası izlerler.
Neden Ocak ayının son haftası?
Türk hâkim sınıfları komünistlerin “Milli Mücadele” içinde etkili ve giderek önderliği ele geçirebilecek bir güç olmalarını engellemek için; komünistlerin yurtseverliğinden de yararlanarak ustaca düzenlenmiş komplolara başvurmuşlar, Komünist Partinin saflarına (örgütsel tecrübesizliğinden de yararlanarak) kendi çıkarlarına hizmet edecek (ve eden) ajanlar yerleştirmekten tutun da, KP önderliğini alçakça bir komplo ile katletmekten geri durmamışlardır.
Ülkemiz komünist hareketinin ilk önderleri olma onurunu taşıyan, aralarında Türkiye Komünist Partisi Başkanı Mustafa Suphi ve Genel Sekreteri Ethem Nejat’ın da olduğu MK Delegasyonu’nu, ülkeyi çağırmışlar, “Milli Mücadele”de yer almak ve emperyalist işgalcilere karşı savaşmak için ülkeye gelen bu komünist kadrolar, Kemalistler tarafından 28-29 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında Karadeniz’de katledilmişlerdir. TKP heyetinde bulunan Maria Suphi yoldaş ise katledilmemiş alıkonulmuştur.
Kemalistlerle “anlaşarak”, meclisin davetiyle ülkeye gelen ve amaçları ülkeyi işgal eden emperyalistlerle savaşmak olan bu komünistler, önceden planlanmış bir komployla katledilmişlerdir. Bu komünistler aralarında M.Suphi, E.Nejat ve MK Delegasyonu’nda bulunan 15 komünist kadrodur. Maria Suphi yoldaş yıllar süren işkencelere maruz bırakılmış ve katledilmiştir.
TKH (Türkiye Komünist Hareketi) 10-15 Eylül 1920’de Bakü’de gerçekleştirdiği Türkiye Komünist Teşkilatları 1. Kongresi’nde (Kuruluş Kongresi); Anadolu’da emperyalist işgale karşı mücadele etmek için önderliği de dahil olmak üzere önemli oranda örgütsel gücünü “milli mücadele”ye katmak amacıyla aktarmak istemiş ve bunu gerçekleştirmek için de sınıf düşmanlarıyla ilişki geliştirmiştir. Komünistler tüm varlıklarıyla ülkenin emperyalist işgalden kurtuluşu için mücadele içine atılmak düşüncesi ve pratiği içindeyken, sınıf düşmanları ve onların temsilcileri Kemalistler, onları katletmenin düşüncesi ve pratiği içinde davranmışlardır.
Komünistler “Milli Mücadele” içinde yer almak için pratik adım atarken, emperyalizmle işbirliğine giren sınıf düşmanlarının esas amaçlarının kendilerini ortadan kaldırma olduğunu fark edememişler ve onların sözlerine güvenme hatasına düşmüşlerdir. Bu hata ise hem kendi hayatların mal olmuş, hem de TKH’nin geleceğinin uzun bir süre reformist-revizyonist bir batakta debelenmesine yol açmıştır. Komünist Partinin önderlerinin katledilmeleri KP’nin “Milli Mücadele”de belirleyici bir rol oynamasını, etkili olmasını ve hiç kuşkusuz ki önderliğini ele geçirme ve “Milli Mücadele”nin gerçek anlamda bir ulusal kurtuluş mücadelesi olmasını sağlama şanslarını ortadan kaldırmıştır. Ve en önemlisi de bırakalım “Milli Mücadele”yi, bu tarihten sonra Komünist Parti, hakim sınıflara yönelik bir iktidar mücadelesi vermekten çok onların politikalarını destekleyen ve onların politikalarına yedeklenen bir politik hat izlenmesine yol açmıştır. M.Suphi ve MK Delegasyonu’nun katledilmesinden sonra 1972 yılına kadar geçen süre içinde TKH reformist-revizyonist bir bataklık içinde, oldukça olumsuz bir politik hat izlemiştir.
Komünist partinin yeniden örgütlenmesi
24 Nisan 1972’de İbrahim Kaypakkaya önderliğinde TKP-ML’nin kuruluşu TKH’nin içine düşürüldüğü bu bataklıktan kurtulmasının da adımıdır. M.Suphi ve MK Delegasyonu’yla birlikte 15 komünistin Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına gömülmesiyle birlikte ülkemizdeki komünist fikirler de soğuk ve karanlık sulara gömülmek istenmiş ve bu amaç maalesef uzun bir zaman için gerçekleştirilebilmiştir.
Komünist hareket gömülmek istendiği bu karanlıklardan ancak yarım asır sonra genç bir komünistin önderliğinde reformizme ve revizyonizme karşı mücadele içinde geliştirilen, kitle mücadelesiyle beslenen, sınıf analizine dayalı tezlerle çıkartılabilmiştir. Karadeniz’de boğulmak istenen komünist fikirler, Kaypakkaya önderliğindeki genç komünistler tarafından 24 Nisan 1972’de Malatya-Kürecik’te TKP-ML’nin kurulmasıyla yeniden gün ışığına çıkartılmıştır.
Ancak ne var ki komünist hareket açısından “acı bir tarihsel tekerrür” gerçekleşmiştir. Türk hâkim sınıflarının TKP’nin tekrar ayakları üzerinde dikilmesine, “İhtilalci Komünizmin Türkiye’ye uyarlanmış fikirlerine” saldırıları gecikmemiştir. Tüm ülke çapında KP’ye yönelik kapsamlı bir saldırı başlatmışlardır.
KP’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra Kaypakkaya 24 Ocak 1973 tarihinde Türk hâkim sınıflarının kolluk güçlerinin ellerine yaralı olarak tutsak düşmüştür. Bu tarih aynı zamanda. Kaypakkaya’nın 18 Mayıs 1973’te Amed Zindanında işkence ile katledilmesi sürecinin de başlangıcıdır. Kaypakkaya’nın yaralı olarak tutsak düşmesine neden olan bu çatışmada ayrıca Ali Haydar Yıldız ölümsüzleşmiştir.
Bu sürecin başka bir özelliği daha bulunmaktadır. Türkiye devrimci ve komünist hareketinin Mustafa Suphi’lerle birlikte esir edilen Maria Suphi sonrasında ilk kadın üyesi de 25 Ocak 1973 tarihinde ölümsüzleşmiştir.
Meral Yakar yoldaş kalmış olduğu bir parti evinde bir yoldaşının silahının kazayla ateşlenmesi sonucu yaralanmış ve yaralı olarak kaldırıldığı İstanbul Haydarpaşa Hastanesi’nde işkenceli sorgular sonucunda katledilmiştir.
Yine TKP-ML üyesi ve TİKKO komutanlarından Atilla Özkan, 18 Ocak 1976’da İstanbul’da kaldığı evin ihbar sonucu düşman tarafından sarılması sonucu yaşanan çatışmada son mermisine kadar çatışarak ölümsüzleşmiştir.
Kısacası ocak ayı TKH açısından hem M.Suphi ve 15 komünistin katledilmesi açısından, hem de daha sonradan yeniden ayakları üzerine dikilen Komünist Partinin ilk şehitlerinin verilmesi açısından tarihsel önemi olan bir süreçtir. Ocak ayının özellikle son haftası yaşanan bu tarihsel önemdeki olaylar, TKH’nin daha sonraki yıllardaki gelişimini doğrudan etkileyen gelişmelerdir.
Bu durum, sadece TKH için geçerli değildir. Ocak ayı aynı zamanda dünya komünist hareketinin önderliğinin de aramızdan ayrıldığı bir ay olması nedeniyle önemlidir. Dünya komünist hareketinin ölümsüz önderlerinden Lenin yine bu ayda aramızdan ayrılmıştır. Alman proletaryasının önderlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, 15 Ocak 1919 da katledilmişlerdir.
Görüleceği üzere ocak ayının son haftası ülkemiz ve dünya komünist hareketi açısından düşmana tutsak düşmelerin, ölümsüzleşenlerin yaşandığı bir zaman dilimidir. Bu özelliği ile ön plana çıkmaktadır.
Öte yandan gerek TDH ve TKH ve gerekse de dünya devrimci ve komünist hareketi saflarında mücadele ederken ölümsüzleşen milyonların varlığı tüm bu ölümsüzleşenleri birer birer anılmasını imkânsız kılmaktadır. Tüm ölümsüzlerin belli bir zaman diliminde ortak olarak anılması, eylemlerle selamlanması daha mantıklıdır. Bu zaman diliminin ise komünist hareketin tarihi açısından yukarıda değindiğimiz, tarihsel örneklerden kaynaklı olarak ocak ayının son haftası olması anlamlı olacaktır.
Nitekim tam da bu nedenle Proletarya Partisi’nin 1978 Şubat ayı başında Ankara-Kavaklıdere semtinde bir evde gerçekleştirdiği 1. Konferansı’nda her yıl Ocak ayının son haftasına rastlayan tarihlerin “Parti ve Devrim Şehitleri Anma Haftası” olarak ele alınması kararlaştırılmıştır. Bu tarihten günümüze kadarki geçen süre içinde bu hafta, Proletarya Partisi’nin 1. Konferansı’nda alınan bu karar doğrultusunda ele alınmakta gerek ülke çapında gerekse de yurt dışında Parti ve devrim mücadelesinde ölümsüzleşenleri anma etkinlikleri ve eylemleri gerçekleştirilmektedir.
Komünist Partinin askeri örgütlenmesi ve ilk ölümsüzleri
Komünist Partinin ilk ölümsüzlerine değinirken onun ilk silahlı örgütlenmesine de değinmek gerekmektedir. Komünist Partinin kuruluşu sonrasında silahlı faaliyete bakış açısını ve bu örgütlenmeyi ele alışını bu makalede değerlendirmeyeceğiz. Ancak şu kadarını ifade edelim: Mustafa Suphilerin TKP’sinin Parti anlayışı, Cephe anlayışı vb. konularındaki eksik bakış açısı aynı zamanda silahlı mücadeleye bakış açısında da bulunmaktadır. Bu durum ise aslında yeni kurulan bir KP açısından o güne kadar oluşan teorik yeterlilik bakımından anlaşılabilirdir.
Türkiyeli komünistlerin Osmanlı-Rus Savaşı’nda Çarlık Rusya’sına esir düştükleri ve savaş esiri olarak Rusya’da gerçekleştirilen Bolşevik Devrimi’ne katıldıkları ve savaştıkları bilinmektedir. M.Suphi, 3. Enternasyonal’in 1. Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Bugün Rusya’nın birçok cephelerinde Sovyet iktidarını müdafaa için binlerce Türk Kızıl Muhafızda faal görev almıştır” demektedir. (1)
Osmanlı savaş esirlerinin Sovyet Devrimi’ne katılmaları, birçok çatışmada ve askeri harekâtta yer almaları doğallığında bu süreçte bazı kayıpların (ölümsüzleşenlerin) ve yaralanmaların, düşmana tutsak düşmelerin olduğunu da gösterir. Türkiye Komünist Teşkilatları’nın 10-15 Eylül 1920’de Bakü’de gerçekleştirdikleri 1. Kongre öncesi tarihlerde, Osmanlı savaş esirlerinin bir kısmının Bolşevik saflarda yer alması büyük oranda M.Suphi önderliğindeki komünistler tarafından örgütlenmiştir. Osmanlı savaş esirlerinin, Osmanlı devletinin çok uluslu yapısına uygun olarak çeşitli uluslardan (Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Boşnak vb.) oluşturduğu düşünüldüğünde Bolşevik saflarda “Enternasyonal Alay”a bağlı olarak oluşturulan bu silahlı kuvvetin sadece Türklerden oluşmadığı, Osmanlı devletinin çok uluslu yapısından hareketle çeşitli uluslardan oluştuğu açıktır.
Ve yine Osmanlı savaş esirlerinin Türkiyeli komünistler önderliğinde Bolşevik saflarda mücadele etmeleri, ölümsüzleşmeleri, yaralanmaları ve tutsak düşmeleri Türkiye Komünist Teşkilâtları’nın Kuruluş Kongresi’nin öncesine ait olduğundan ve bu kuvvetlerin “Enternasyonal Alay”a bağlı savaşmalarından kaynaklı, bu kayıpların Sovyet ölümsüzleri olarak, Sovyetlerin kurulması ve savunulması için mücadele edenler olarak tanımlanması daha doğru olacaktır.
Türkiye Komünist Teşkilâtları 1. Kongresi öncesinde M.Suphi önderliğinde TKP’nin kurulma çabasına paralel bir biçimde, Türkiye Kızıl Ordusu’nun da kurulma çabası içinde olunduğu görülmektedir. Hiç kuşkusuz ki kurulacak Türkiye Kızıl Ordusu’nun aslî görevi, TKP’nin politik yönelimi doğrultusunda, başlangıçta Anadolu’daki “Milli Mücadele”ye katılmak ve gerçek bir Kurtuluş Savaş yürütmektir.
M.Suphi’nin bu anlayış doğrultusunda daha TKP kurulmadan önce Türkistan’da yürüttüğü faaliyette Osmanlı savaş esirlerinden bir “Kızıl Askeri Kıta” oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir. (2) M.Suphi bu çalışmalarına Bakü’de gerçekleştirilecek olan Kuruluş Kongresi öncesinde buraya bu amaçla propaganda ve örgütlenme görevi ile Ahide Alimov’u yollamıştır. Ahit Alimov’un Bakü’deki görevi Osmanlı savaş esirlerinden bir “Komünist Kıtayı Askeriye” kurmaktır. (3)
M.Suphi’nin 27 Mayıs 1927’de Bakü’ye gelmesi ve burada Bakü Komünist Teşkilâtı’nı oluşturmasıyla beraber, Kızıl Askeri Kıtası’nın Türkiye Komünist Teşkilâtı’na (daha partileşmemiştir) bağlı olarak Askeri Şube aracılığıyla daha sistemli ve merkezi bir şekilde ele alındığını görmekteyiz.
12 Haziran 1920 tarihinde Türkiye Komünist Teşkilatı Bakü Bürosu’nca kaleme alınan bir raporda, Kızıl Asker Kıtası’nın mevcudiyetinin 250’yi aştığı belirtilmektedir. (4) Ve bu askeri örgütlenme M.Suphi’nin ifadelerine göre: “Her teşekkül eden askeri kıtanın bir kumandanlığa merbutiyeti (bağlılığı, bn.) lûzumuna nazaran bu kıtanın da Onbirinci Kızıl Ordu Kumandanlığına merbutiyeti” sağlanmıştır. (5) M.Suphi’nin bu ifadelerinden, Türkiye Komünist Teşkilatı’na bağlı olarak oluşturulan Kızıl Asker Kıtası’nın Sovyet Onbirinci Kızıl Ordu Komutası altında, ona bağlı olarak teçhizatlandırıldığını ve faaliyet yürüttüğünü öğrenmekteyiz.
TKP’nin Birlik Kongresi’nin hemen öncesinde yürütmüş olduğu bu askeri örgütlenme faaliyeti; komünistlerin Anadolu’daki “Milli Mücadele” ye katılımı için başta Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olmak üzere Sovyet topraklarında seferberlik ilan ettikleri ve bu seferberlik sonucunda ise kurulmuş olan bu askeri kıtanın “Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı”na dönüştürüldüğü ve alayın mevcudunun 700’e ulaştığına tanık olmaktayız.(6)
Komünist Partinin örgütlediği bu askeri kuvvetin Anadolu’ya nakledilmesi Kemalistler tarafından engellenmek istenir. Komünistlerin Anadolu’da başlayan “Milli Mücadele” için seferberlik ilân ederek asker toplamaları ve silahlı bir güç oluşturmaları; “Bizim adama ihtiyacımız yok, silâh ve cephaneye ihtiyacımız var” gerekçesi ile durdurulmak istenir.
TKP’nin Birlik Kongresi’ne sunduğu raporda M.Suphi, Kemalistlerin bu engelleme çabaları ve hali hazırda oluşturulan “Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı”nın Anadolu’ya gönderilmesi hususunda şunları söylemektedir:
“Birinci Alay’ın mevcudu az müddetle tezayüt ile yedi yüze karip bir hale geldiği ve seferberlikle muvaffakiyetiyle devam ettiği sıralarda Moskova’daki Anadolu Elçiliği’nin Vekili olan İbrahim Tali Bey’in On Birinci Ordu Kumandanı ve Merkezi Heyet ile mülakatında ‘Türkiye’nin adama ihtiyacı yoktur, ancak esliha ve cephaneye ihtiyaç vardır’ yolunda baki olan ifadesi üzerine ordu kumandanlığı tarafından seferberliğin durdurulması hususundaki istikrara tarafımızdan cevabı muvafakat verilerek seferberlik durdurulmuştur. Böylece 15-20 bin kişilik müsellah bir kuvvetin müstevlilerine gönderilmesinden, maahaza Anadolu kıyamcılarıyla arada bir suitefehhüm vücuda getirmemek maksadıyla sarf-ı nazar olunmuş ve mühim bir fırsat elden kaçırılmıştır. Şimdiki halde mevcudu bine yaklaşan Alay’ın iki haftaya kadar Anadolu’ya sevki hazırlıklarıyla uğraşılmaktadır.” (7)
M.Suphi, “Anadolu’daki isyancılarla bir sorun yaşamamak için seferberlikten ve böylece Anadolu’ya on beş yirmi bin kişilik silahlı bir kuvvetin gönderilmesinden vazgeçildiğini” belirtmektedir. Gerek M.Suphi önderliğindeki komünistlerin, Kemalistlerin silahlı güç oluşturmalarını engellemek isteyen bu tavırları karşısında “sorun çıkarmamak” için seferberliği durdurmalarının ve böylece tarihsel bir fırsatı kaçırmalarının altında yatan değerlendirmenin nedenlerini ortaya koymanın ve gerekse de bu somut örnekten hareketle komünistlerin silahlı mücadeleye/kuvvete bakış açılarındaki eksik ve hatalı yaklaşımlarını ortaya koymanın başka bir değerlendirmenin konusu olduğunu ifade ederek M.Suphi’nin aynı raporunda bahsini ettiği “şimdiki halde mevcudu bine yaklaşan alayın iki haftaya kadar Anadolu’ya sevki hazırlıklarıyla uğraşılmaktadır” ifadeleri ile açıkça belirttiği konu hakkında gerçekten de bir hazırlık yapıldığını belirtelim.
19 Eylül 1920 tarihinde M.Suphi, Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı’nın Anadolu’ya gönderilmesi konusunda K.Karabekir’e yolladığı mektupta “Rusya’da kalmış olan esirlerimizin Türkiye’ye izamı için ehemmiyetle çalışılmaktadır. Keza esirlerden mürekkep bir kıtayı askeriye teşkil edilip silah ve cephane ve her türlü levazımatla teçhiz edilmiştir. Bu kıtayı askeriye Nahçivan Tarikiyle Anadolu’ya kariben gönderilecek ve K. Karabekir ordusu emrine verilecektir” denilmektedir. (8)
Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı’nın Anadolu’ya gönderilmesi konusunda, MK’ya bağlı, Askeri hücre içinde de çalışmalar yapılmaktadır. Bu doğrultuda “28 Eylül 1920 tarihinde Askeri Hücrenin tecdid-i kayıt muamelesi icra edilmiş ve yoldaşların birer birer isimleri okunarak aleyh ve lehlerinde söylendikten sonra reye konulmuş ve şu netice hâsıl olmuştur” denilerek, askeri hücrenin üyelerinin isimlerinin teker teker okunduğunu ve haklarında değerlendirme yapıldığı ifade edilmektedir. (9)
Bu hazırlıkların bir yönünü Kızıl Nişancı Alayı’nın Anadolu’ya gönderilmesi oluştururken, diğer yanını ise gönderilecek askeri kuvvetin Türkiye’de nasıl çalışması gerektiğine dair bir anlayışın oluşturulması çabasıdır.
Bu konuda 11 Ekim 1920 tarihinde aralarında Merkez Komite üyesinin de olduğu 4 kişiden oluşan bir komisyonun bir araya gelerek toplantı yaptıklarını ve Kızıl Nişancı Alayı’nın Anadolu’da nasıl bir faaliyet yürüteceğine dair bir zabıt tuttuklarını görmekteyiz. (10)
TKP, Anadolu’da sürdürülen “Milli Mücadele”yi katılınması için 14 Ekim 1920’de Türkiye Kızıl Birinci Nişancı Alayı’nı Bakü’den yola çıkartır. Alay Bakü’den Zengezur’a hareket eder. Buradan ise Nahçivan yoluyla Anadolu’ya geçilmesi planlanmaktadır. Ancak Alay Zengezur’da, o süreçte Ermenistan’a hâkim olan Taşnak güçleriyle çeşitli çarpışmalara girmek zorunda kalır. Kara Kilise’de yaşanan çatışma sonucunda Türkiye Komünistleri ilk ölümsüzlerini verirler. Yaşanan muharebede Kızıl Alay’a bağlı 11 kızıl asker ölümsüzleşir, 20 kadar hafif yaralı verilir. Bu gelişmeler ve zorlu doğa koşulları karşısında Kızıl Alay Anadolu’ya ilerlemesini durdurur ve geri çekilmek zorunda kalır. Kızıl Alay’ın çatışmaya girmesinin bir nedeni de o süreçte Bolşeviklerle, Taşnak güçleri arasında yaşanan çatışmalardır. Bolşevikler Türkiye Kızıl Alayı’nı Taşnak güçleriyle yapılan bu çatışmalarda yardım güç olarak konumlandırmak zorunda kalırlar.
Yaşanan tüm bu gelişmeler, 17 Kasım 1920’de yapılan MK toplantısında tartışılır. Yaşanan son çatışmayı ve alayın son durumunu anlatmak için Alay vekili olarak Yakup ve Mesrur (Server) katırlar.
Mesrur toplantıda; Alay’ın Bakü’den ayrıldıktan sonra yaşananları detaylandırarak anlatır. Sözlerini kayıpların verildiği çatışmaya getirerek şunları ifade eder; “O vakte kadarki muharebelerde biz hırpalanmamıştık, bu muharebede epeyce hırpalandık. Beş on kadar şehit, 25 kadar mecruh verdik.”(11)
Mesrur ayrıca anlatımında, “(B)ütün Alay efradı bir neferimiz kalıncaya kadar harp edeceklerini söylüyorlar. Fakat ihtiyaçlarının teminini istiyorlar. Mesela bir yarası olsa, yaralandığına acımıyor. Yarasını saracak bir sargı bezi bulunmadığına müteessir oluyorum ve hepimizi müteessir ediyor” ifadeleriyle Alay’ın ihtiyaçlarından ve Kızıl askerlerin moral durumundan bahseder. (12)
İki gün sonra yani 19 Kasım 1920 tarihinde tam katılımla gerçekleştirilen MK toplantısında, Alay’ın yaşadığı ve gerçekleşen çatışma, bu kez de Alay kumandanının açıklamalarıyla bir kez daha değerlendirilir. Alay kumandanı, Alay’ın faaliyeti ile ilgili daha önceden MK’ya rapor geldiğini belirterek, eksik kalan bazı noktalara değinir.
Alay kumandanı, Alay’ın MK’ya bağlılığını ifade ederek, ölümsüzleşenlerin ölmeden önce, MK’ya selam söylediklerini aktarır: “Merkezi Heyet bu efradı son neferine kadar kendinin bilmelidir. Ölüm esnasında can verirken son söz olarak Merkezi Heyet’e selam söyleyiniz diyorlar.” (13)
Merkez Komitesi, Alay’ın Anadolu’ya geçememesi, gerçekleşen çatışmada kayıp ve yaralıların verilmesi, üstelik Alay’ın muharebede konumlandığı yerin stratejik bir yer olması karşısında; Alay’ın Nahçivan yolu üzerinde savunma konumunda kalması veya geri çekilerek, istirahat etmesi ve ihtiyaçlarını karşılaması için, Kızıl Ordu nezdinde gerekli yerlere başvurulması kararını alır. (14)
Kızıl Alay’ın Anadolu’ya gönderilmesi ve “Milli Mücadele”ye katılması çabasına rağmen, yaşanan çatışma, kayıp ve yaralıların verilmesi nedeniyle gerçekleşen gecikme, o sırada Büyük Millet Meclisi ile diyalog halinde olan M.Suphi tarafından kaleme alınan bir mektupta ifade edilir.
Mektupta ayrıca yukarıda değindiğimiz MK toplantılarında tartışılan ve karar altına alınan bazı noktalara da göndermeler yapıldığı görülmektedir.
M.Suphi’nin Kasım 1920 tarihli mektubunda şu bilgiler bulunmaktadır: “Fırkamız tarafından Anadolu harekâtına yardım olmak üzere teşkilinden daha önce malûmat verdiğimiz Türk Kızıl Alayı Merkezi Heyet azasından Mehmet Emin Yoldaşın kumandası altında takriben 3 hafta evvel Nahçivan tariki ile Kazım Karabekir Paşa emrine gönderilmiş ise de, bu sırada Şark Cephesinin tecavüze geçmesi, Taşnakların Nahçivan yolunu kapatmalarına sebep olarak askerin Anadolu’ya nakli mümkün olmamıştır. Ancak alayımız kerûsid’den başlayarak Pazar Çayı’na doğru yaptığı harekât muvaffakiyetle neticelenmiş ve düşman kuvvetinin büyük zaiyatına sebep vermiştir, askerlerimizden 11 zayiat 20 kadar hafif yaralı vardır. Halen kış şiddetle sürmekte olduğundan, askerlerimiz Agram’a istirahata çekilmiştir. Delican istikametiyle gönderilmesi için lazım gelen mesdi sarf olunmaktadır.” (15)
Görüleceği üzere hem Mesrur’un 17 Kasım 1920’de gerçekleştirilen toplantıda ifade ettiği “beş on kadar şehit” ifadeleri, hem de M.Suphi’nin Kasım 1920 tarihli mektubunda değindiği “11 zayiat” verilmesi bilgisinden hareketle Türkiye Komünistlerinin ilk ölümsüzlerinin, Komünist Parti’nin Anadolu’daki “Milli Mücadele”ye katılması için örgütlediği ve yola çıkardığı Kızıl Alay’ın, Anadolu’ya geçişi sırasında Taşnak güçleri ile girdikleri çatışma sırasında verildiği anlaşılmaktadır.
TKP’nin ve TKH’nin ilk ölümsüzlerinin Ekim-Kasım 1920 tarihleri arasında Kara Kilise’de Taşnak güçleri ile yaşanan çatışma sırasında ölümsüzleşen Kızıl Alay mensubu 11 Kızıl Asker olduğu anlaşılmaktadır. Bu kızıl askerlerin kimlikleri konusunda elimizde bir bilgi bulunmamaktadır. Ölümsüzleşen bu kızıl askerlerin, Osmanlı-Rus savaşında esir düşmüş askerlerden olduğu bilinmektedir. Bu askerlerin kimlikleri daha detaylı bir arşiv çalışmasıyla netleştirilebilir.
Ve Maria Suphi
Öte yandan komünist hareketin ilk ölümsüzlerinden biri olarak Maria Suphi’nin de adı zikredilmelidir. Uzun yıllar boyunca M.Suphi ve 15’lerden bahsedilirken, Anadolu’ya davet üzerine gelen ve katledilen TKP Delegasyonu içinde Maria Suphi de bulunmaktadır.
Rusya’da 1905 ve 1917 Devrimlerine katılmış enternasyonalist komünist Bolşevik kadın devrimci. TKP kayıtlarında ismi “Meryem” olarak geçirilmiş olan Maria, TKP kurucularından ve ilk Merkez Komite Başkanı Mustafa Suphi yoldaşla tanıştıktan sonra TKP’ye katılmış ve 1921 Ocak ayında Mustafa Suphi ve 14 yoldaşıyla birlikte Kars’tan Türkiye’ye giriş yapmıştı. Bu 16 komünist, Trabzon’a kadar Kemalist rejim tarafından kışkırtılmış halk tarafından protesto ve provokasyonlara maruz kalmışlardır. Maria ise bu provokasyonlara ek olarak yol boyunca tacize de uğramıştır.
28-29 Ocak 1921 gecesi Yahya Kemal ve beraberindekiler tarafından bir motora bindirilen Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Karadeniz açıklarında dövülerek, silah dipçileriyle katledilerek denize atıldılar. Maria Suphi burada katledilmedi ancak yoldaşlarının linç edilerek katledilmelerine tanık oldu ve ölümüne kadar sürecek işkence ve tecavüzlerle daha büyük bir cezaya çarptırılmıştı.
Motordan zorla indirilerek Trabzon’a getirilen Maria, Çömlekçi Mahallesi’nde bir eve kapatılarak “ganimet” olarak Yahya Kaptan’a verildi. Maria’nın bundan sonrasındaki yaşamı için çeşitli kaynaklarda çeşitli bilgiler yer almakla birlikte neticede bu yaşamın işkence, tecrit ve tecavüzle dolu olduğunu ve Maria’nın hiçbir zaman umudunu yitirmeden direndiği bilgisine sahibiz.
Maria Suphi, kadınların uğradığı “sessizlik suikasti”ne dair ülkemiz topraklarındaki en önemli ve çarpıcı örnektir.
Maria’nın bu süre içinde direndiği ve kaçmak için çeşitli yollara aradığı anlaşılmaktadır. Bir süre sonra, Kâhya tarafından Rizelilere “hediye” edilen Maria bir oturak âlemi sırasında katledilmiştir. Kesin ölüm tarihi hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.
Bu tarihsel gerçekler bizlere bir kez daha göstermektedir ki; TKP kurulur kurulmaz ilk önce 11 Kızıl Asker ardından Karadeniz’de de 15 komünistin katledilmesi ve Maria Suphi’nin esir edilmesiyle, daha ilk adımlarında karşı devrimci şiddet ve teröre maruz kalmıştır. Bu tarih aynı zamanda devrimci ve komünist hareketin, daha önceki Ermeni ve Rum devrimcilerin miraslarıyla birlikte kanlarıyla ve canlarıyla temeli atılmış bir tarihtir.
Coğrafyamız devrimci ve komünist hareketinin üzerinde yükseldiği zemin böylesi bir temeldir. TKH böylesi bir tarihsel temel üzerinden yükselmektedir. Komünist Parti’nin bu ilk ölümsüzlerinin anılması ve kavgalarının, ideallerinin bugün yaşatılması ve uğruna canlarını verdikleri nihai zafere ulaşılması için daha fazla çalışılması boynumuzun borcudur.
Dipnotlar:
1- İzvestia (Moskova), 6 Mart 1919, Protokoli Kongresov Kommünistiçeskava İnternatsionala, Perviy Kongress Kominterna (Mart 1919) Moskova, 1933, s. 246 Aktaran: Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve M. Suphi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997, syf:46, Dipnot:148)
2- TKF’nin Birinci Kongresi, syf: 26. aktaran. Age. s. 77. Dipnot: 271
3- TKF’nin Birinci Kongresi, s. 33. aktaran. Age. Syf.116. Dipnot: 161 ve M. Suphi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşlar; Sosyalist Yayınları, İstanbul 1992, s. 109-110)
4- Azerbaycan Cumhuriyeti; F.1, Op.1. D.98, L.S aktaran Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve M. Suphi; Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997. s. 177. Dipnot: 165
5- TKP’nin I. Kongresi, Aktaran Age, s. 116, Dip not: 166, Mustafa Suphi Yaşamı, Yazıları ve Yoldaşları, Sosyalist Yayınları, İstanbul 1992, s. 110
6- TKP’nin I. Kongresi; s. 33; Aktaran Age; s. 117; Dipnot 116 [Bu anlamıyla bu askeri örgütlenme günümüzde Komünist Partisi’nin önderliğinde savaşan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) erken dönem örgütlenmesidir.]
7- TKP’nin I. Kongresi; Syf 34; Aktaran Age; s.121; Dipnot 183 ve Age, s. 110
8- Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi (ATASE) A.1/4282, K1. 588,
D.118/36, F.27. Aktaran Yavuz Aslan, TKP’nin Kuruluşu ve Mustafa Suphi; Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1977; s. 123; Dipnot 186)
9- “28 Eylül 1920 tarihinde Askeri Hücrenin Tecdid-i Kayıt Muamelesi Protokolü; TKP MK 1920-21 Dönüş Belgeleri-1; Çeviren Yücel Demir; TÜSTAV Yayınları; İstanbul Mart 2004; s. 58-59
10- “11 Teşrinievvel 1920 Tarihinde Toplanan Dört Kişiden Mürekkep Komisyonun Müzakeratını Müşir Zabıt Namesidir”, Age, s. 93-94
11- “Numara 23 17 Teşrinisani 1920-Bakü” Age; s. 177
12- “Numara 23 17 Teşrinisani 1920-Bakü” Age; s. 178
13- “19 Teşrinisani 1920 Bakü” Age; s. 191
14- “19 Teşrinisani 1920 Bakü” Age; s. 192
15- Hamit Erdem, Mustafa Suphi, Bir Yaşam-Bir Ölüm, Sel Yayıncılık; İstanbul 2005; 2. Baskı; s. 133