2019 yılında yapılması gereken çoklu seçimlerin AKP ve MHP’nin kararıyla 24 Haziran 2018 tarihinde yapılmasına karar verildi. Türkiye’nin tek gündemi, şu anda 24 Haziran tarihinde yapılacak olan erken genel milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmış bulunuyor. Görünen o ki, AKP, Efrin işgalinin “rüzgarını” arkasına alarak seçimleri erkene alma çabasında başarıya ulaşmış durumda. Şunu en başta belirtelim; faşist ittifakın seçimleri erkene alma çabasının ve bu telaşın esas gerekçesi AKP’nin artık ülkeyi yönetemez duruma gelmesi, köşeye sıkışmasıdır. Kimsenin kuşkusu olmasın; hiçbir seçim egemenlerin bu krizine çözüm olamayacak, “yeryüzünün lanetlilerinin”/ezilenlerin yarattığı depremle ayaklarının altında sağlam sandıkları yer sarsılacak, sırça köşkleri, sarayları tuzla buz olacaktır! Söz konusu 16 yıldır iktidarda kalmayı becerebilmiş AKP iktidarı olsa da bu yasa değişmeyecek!
AKP’nin 16 yıllık iktidarı…
AKP’nin, 2002 yılında hükümet olduğunda estirdiği “eşitlik ve demokrasi” rüzgarı daha ilk yıllarında, kendi yüzündeki maskeyi havalara uçurmuş; AKP ülkeyi yönetebilme yetisini ancak baskı, sindirme ve katletme üzerine kurarak devam ettirebileceğinin bilinci ve pratiğiyle iktidarda kalabilmiştir. Ezilenlere ait tüm hakkaniyetli kavramları kendi çürümüş düzenine pelesenk eden AKP, örneğin parti programına aldığı “yolsuzluk, rüşvet ve yoksullukla” bırakalım mücadele etmeyi, en büyük yolsuzluğu yapma ve yoksulluğu derinleştirme konusunda rekor üzerine rekor kırmıştır.
Görece “çözüm süreci” dışında ırkçı ve şoven popülist söylemlerle, politikalarla varlığını teminat almaya çalışan AKP, yine bu politikalarıyla emekçi halkı kamplaştırarak halkın çelişkilerinin üzerini örtmeye, buradan nemalanmaya çalışmıştır. Açıktan Kürde, Ermeniye, Ruma düşman olduğunu sık sık dillendiren kodamanlarıyla, özelde Kürdün rızasını inşa etmek ve sömürücü-katliamcı vahşetini örtmek yüzüne taktığı İslam peçesiyle yola çıkan AKP, “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek dil” nakaratı eşliğinde iktidarı boyunca binlerce Kürdü katletmekten geri durmamıştı.
Kürt kentlerini yerle bir eden, Kürt ulusunun kazanımlarına düşmanlıkla işgal ve katliamlara her fırsatta hazır olan, Kürt kadınların ölü ve çıplak bedenlerini sergileyen, cinsel saldırılarla Kürt coğrafyasını “erkekçe sahiplenen”, Kürt gençlerinin bedenlerini panzer arkasında sürükleyerek Kürt halkına ne vaat ettiğini ortaya seren AKP, Türkiye Kürdistanı’nı açık bir hapishaneye çevirmiş durumdadır. Özellikle Kürt ulusal özgürlük hareketi ve onunla dayanışma içerisinde olan, Kürt meselesinde devletin karşısında konumlanan devrimci ve demokratik güçlerin Gezi İsyanı’nın ardından açığa çıkardığı enerjiyi somutladığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından düğmeye basan AKP, hiçbir kandırmacaya yer bırakmayacak biçimde tüm yumuşak söylemlerini geride bırakmış kan akıtıp, zulümle abâd olmaya çalışarak bu hapishanenin duvarlarını örmüştür. 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminin ardından OHAL’le birlikte; DBP’nin sahip olduğu 102 belediyeden 93’üne kayyum atanmış, 65 belediye eşbaşkanı ise tutuklanmıştır. AKP bu dönemde T. Kürdistanı illerinde 83 kez sokağa çıkma yasağı uygulamış, HDP’in 10 milletvekili tutuklu durumdayken, en az bir o kadar milletvekilinin de milletvekillikleri düşürülmüş, binlerce HDP üyesi ve faaliyetçisi ise tutuklanmıştır.
16 yıllık AKP hükümeti döneminde en büyük darbelerden birini işçi sınıfı aldı. Tüm iş kollarında tam bir yıkım yarattı. 16 yıl içinde maden, inşaat, fabrika ve diğer iş kollarında 22 bin işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Taşeron işçilik en çok AKP döneminde arttı. AKP, özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi veren bir yasa teklifini geçen mayıs ayında Meclis’ten geçirdi ve böylece çalışma güvencesi tamamen ortadan kaldırıldı. İşsizlik en çok AKP hükümeti döneminde yaşandı. Şu anda resmi işsiz sayısı 7 milyonun üzerindedir. AKP’nin sendikalar üzerindeki baskılarından dolayı sendikalı işçi sayısında büyük bir gerileme söz konusudur. AKP, hükümet olduğundan bu yana 14 işçi grevini yasaklayarak, işçilerin toplu sözleşme hakkını da gasp etmiştir.
Çalışma alanlarından, sokaktan uzaklaştırılmaya; emeği, bedeni ve kimliği yok sayılmaya ve görmezden gelinmeye çalışılan kadınlar da AKP’nin iktidar yılları boyunca ciddi saldırılara maruz kalmış, sokakta elde ettikleri kazanımlar devlet eliyle ve diliyle törpülenmeye çalışılmış, AKP’nin hükümete geldiği 2002’den 2017’ye kadar geçen sürede 14 bin 293 kadın eşleri ve yakınları tarafından öldürülmesine karşın katil erkekler AKP’nin yargısı tarafından her seferinde adeta ödüllendirilmişlerdir. Nefret suçları ile LGBTİ+’lara hayatı dar eden AKP, diğer hükümetlere rahmet okutturacak şekilde çocuk düşmanı politikalarla da TC faşizmi içerisinde özel bir yeri olduğunu kanıtlamıştır.
Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, öğrenciler vd. kendisine biat ettiremediği kesimleri baskı altına alarak bu alanları da revize eden AKP’nin iktidarda olduğu sadece 2017 yılında kayda geçen 18 bin 507 insan hakları ihlali yaşanmıştır. “Terörle mücadele” adı altında devrim ve demokrasi mücadelesini baskılamaya çalışan TC faşizminin bu nadide sözcüsünün iktidarı boyunca hapishane sayısı giderek artmış ve 350’ye ulaşmıştır. Hapishanelerde 138 bin 235 hükümlü, 85 bin 216 tutuklu olmak üzere 223 bin 451 kişi kalırken, hapishanelerde anneleriyle kalan 658 de çocuk bulunmaktadır. 69 bin öğrencinin bulunduğu Türkiye hapishaneleri bu alanda dünyada birinci sıradadır. Yine AKP’nin 15 yıllık iktidarı döneminde (2002-2017) 2 bin 500’ün üzerinde tutsak hapishanelerde hayatını kaybetmiştir.
Köylülüğün ve tarımın tasfiyesi, özelleştirmeler, borçlar, cari açık, enflasyon derken ülkeyi yönetemez duruma gelen AKP, kendisine OHAL ve KHK’lerle kan pompalamakta, ayakta durmaya-kalmaya çalışmaktadır. Keza uzun zamandır gizlemeyi görece başardıkları ekonomik kriz son dönemde iyiden iyiye sırıtmaya ve “geçinemiyoruz” diyen işçi ve emekçiler canlarına kıymaya başladığından bu yana daha fazla hissedilir hale gelmeye başlamış, bu durum da ülke egemenlerinde paçalarının tutuşmasına neden olmuştur. Bu tablo, 2019 Sonbahar’ında planlanan seçimlerin 24 Haziran 2018 tarihine çekilme telaşına neden olmuş, faşist blok bunun duyurusunu iki günde yapıvermiştir. AKP, seçimi tek başına kazanamayacağını bildiği için de MHP’yi yanına almıştır. Bahçeli de, Meral Akşener ve ekibinin MHP’den ayrılmasıyla tek başına seçim barajını aşamayacağını bildiği için AKP’nın taşeron partisi olmaya karar vermiştir. Ancak MHP açısından bu yeni bir durum değildir. 2001 yılında erken genel seçimi isteyen aynı MHP, 2002 yılında da AKP’ye hükümet olma yolunu açmıştı.
24 Haziran seçimlerine “Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok refah” diyerek hazırlanan AKP’nin, şimdiye dek olan icraatlarındaki özgürlük, demokrasi ve refahın patronlar ve kendi kodamanları için olduğu ortadadır. Kuşkusuz bu dönem de egemen sınıfların çıkarına hizmet etmek amacıyla hareket edecek, yönetememe krizini seçimler nezdinde yaratmaya çalıştığı meşruiyet ile aşmaya çalışacaktır.
Bunun için de kapsamlı hazırlık içerisinde olduğu görülmektedir. Kaynağı belli olmayan yeni vaatler ve rüşvet paketleri hazırlayan AKP, halkımızın sırtından elde ettiği kaynakları, kaşıkla halkımıza lütfedecek, ancak bunu daha sonra kepçeyle almak kaydıyla yapacaktır. Tıpkı son birkaç seçimde koz olarak kullanılan “taşerona kadro” sözünün binlerce taşeron işçisi için işsizlik anlamına gelmesi gibi… Seçimler için hazırlanan rüşvet paketi açıklamasında yer alan “ülke ekonomisinin büyüme hızını desteklemek ve bu surette kalkınmasını devam ettirmek amacıyla dünyadaki ekonomik ve politik riskler ile yakın coğrafyamızda yaşanan bölgesel olayların vatandaşlarımız üzerinde oluşturması muhtemel etkisini bertaraf etmek ve müteşebbislerin iş ve yatırım kararlarına daha sıhhatli bir şekilde odaklanmalarına imkân sağlama” şeklindeki ifadeler egemenlerin seçim yatırımlarının altında yatan tek nedenin “seçimleri kazanmak” kaygısı olmadığını; dipten gelen dalganın, ayakları altındaki zemini sarstığını ve bundan duydukları korku olduğunu açığa vuruyor.
MHP’yi kendisine taşeron olarak tayin eden AKP açısından durum buyken diğer faşist sistem partileri de bu erken seçim vesilesiyle renklerini bir kez daha ortaya sermiş durumdalar. Bu seçimler hakim sınıf klikleri arasındaki çelişkilerin derinleştiği ve somutlaştığı bir dönem olmakta, klikler arası çatışmalar ittifaklar ile karşılık bulmaktadır. Bir yanda AKP-MHP, diğer yanda ise CHP, SP, DP, İYİ Parti… Klikler arasındaki bu çatışmada ortak aday bulma arayışı karşılık bulmamış, her partinin kendi adayıyla seçime girmeye karar verdiği ittifak bileşenleri bu ittifaklarını genel seçimler için sürdürmeye karar vererek baraj sorunsalını kendileri için sorun olmaktan çıkarmış ve barajı eşbaşkanlarını, vekillerini, belediye başkanlarını ve binlerce üyesini tutukladığı HDP’nin önüne bir engel olarak koyma konusunda AKP-MHP ittifakıyla ortaklaşmışlardır.
HDP de CHP’ye açık kapı bıraksa da faşist blokların tartışmaların dışında kalarak, klikler arasında bir tercihte bulunmamış ve kendi bağımsız adayı, Selahattin Demirtaş’ı cumhurbaşkanı adayı olarak kamuoyuna deklare etmiş bulunmaktadır.
Seçimlerde tavrımız
Mevcut düzende seçimlerin demokratik bir ortamda ve eşit koşullarda hiçbir vakit yapılamayacağı açıktır. OHAL altında, AKP’nin seçimi tek başına kazanmak için elindeki tüm olanakları kullanacağına da kimsenin kuşkusu yoktur. Seçim tarihi açıklanmadan önce tüm önlemlerini alan, “uyum yasası” adı altında seçim kanunlarında istediği değişikliği yapan AKP ve MHP, tüm şartları oluşturduktan sonra, seçimlerin erkene alındığını ve 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacağını açıklayarak bir oldu bittiye getirmeye çalışmakta, en başta cumhurbaşkanlığını ve ona bağlı olarak milletvekili çoğunluğunu kazanmayı arzulamaktadır.
AKP’nin 16 yıllık hükümeti döneminde, kendisi dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımaması, işsizlik ve geçinememenin giderek daha yakıcı bir sorun halini alması, her ay onlarca işçinin patronların kâr hırsına, onlarca kadının erkek egemenliğine kurban edilmesi, Kürtlerin düşman görülmesi, Alevilerin yok sayılması, azınlıkların baskı altında tutulması, eğitim-sağlık-ulaşım gibi temel ihtiyaçların niteliksizleştirilip yoksullar açışından ulaşılamaz hale getirilmesi, gericiliğin-cahilliğin popülerleştirilmesi vb. kitlelerin AKP’ye karşı tepkisini büyütmüştür. Bu öfke ve tepki ciddi bir kesimde “ne olursa olsun AKP gitmeli” ortak istemine dönüşmüştür. Bu talebi görmezden gelmemekle birlikte aynı zamanda hatırda tutmak da gerekir ki, AKP dışındaki diğer burjuva faşist partiler de, AKP’den özde bir fark taşımamaktadır ve taşımayacaktır. Açık ve net olarak söylemek gerekir ki, parlamento, faşizmin suratına örtülen “demokratik” bir peçedir ve köklü bir değişim, bir devrim gerçekleşmediği müddetçe de kısmi revizeler olsa bile böyle kalmaya devam edecektir.
Devrim uzun soluklu bir maraton koşusudur ve devrim mücadelesi tek bir hamleden ibaret de değildir. Bu uzun soluklu mücadelede, bazen soluk almak, bazen hızlanmak, bazı zamanlarda tempoyu düşürmek nihai hedefe ulaşmada mücadelenin tabiatına ters değildir. Nihayetinde taktiklerin toplamı stratejinin bütünlüğünü oluşturur. 24 Haziran erken seçimleri için tavrımız-taktiğimiz de bu gerçekliğe göre belirlenmeli ve hayata geçirilmelidir.
“Bazıları, demokratik haklar için mücadelenin işçileri, proletarya diktatörlüğü için mücadeleden saptırabileceğini söylüyor. Lenin’in bu meseleyle ilgili olarak neler söylediğini hatırlamakta yarar vardır. Demokrasi uğruna mücadelenin, proletaryayı sosyalist devrimden saptırabileceğine veya sosyalist devrimi arka plana iteceğine, örtbas edeceğine inanmak büyük bir yanılgı olurdu. Aksine tam bir demokrasiyi gerçekleştiremeyen sosyalizmin başarıya ulaşması nasıl imkansızsa, demokrasi uğruna çok yönlü, kararlı ve devrimci bir mücadele yürütemeyen proletaryanın da burjuvaziye karşı zafer kazanmak için hazırlanması imkansız.” (Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, s. 152)
Bugünün Türkiye’si tam da kitlelerin demokrasi uğruna AKP’den kurtulma talebinin yüksek sesle dillendirildiği bir iklim. Tam da bunun için “Kitlelerin hayati ihtiyaçlarına ve bugünkü gelişme aşamasında kitlelerin savaşma gücünün düzeyine uygun sloganları ve mücadele” (Dimitrov, age, s. 84) taktiklerini bulmalıyız. Bu doğru taktiği kitlelere açıklarken, aynı zamanda “Kitlelere, kendilerini kapitalist yağmacılık ve faşist barbarlık karşısında korumaları için, bugün ne yapmaları gerektiğini göstermeliyiz.” (Dimitrov, age, s. 84)
24 Haziran seçimlerine hızla yaklaştığımız şu günlerde demokrasi uğruna mücadele edenlerle birarada durmaya, egemenlerin halkı ittiği OHAL karanlığından çıkış için halkın kendine güvenini tazelemeye, yeniden biraraya gelerek faşizmin dağıtmaya çabaladığı demokrasi cephesini güçlendirmeye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın somutlaştığı adres ise bugün faşist ittifak bloklarının baraj altında bırakmaya çalıştığı, düşmanlığında ortaklaştığı, yan yana durmaktan imtina ettiği HDP olmaktadır. Bu adres bugün HDP ile seçimlerde demokrasi mücadelesini yükseltme ve güçlendirme amacı taşıyan Halkların Demokratik Kongresi’dir. Faşist ittifakların yüzünü daha geniş kitlelere teşhir edebilmenin; devrim ve demokrasi mücadelesine yüzü dönük emekçi kesimlerle buluşmanın yolu esasta bu seçimlerde iki ittifak olduğunu göstermek olmalıdır. Birincisi Cumhur ve Millet ittifakları, diğeri de ezilenlerin ittifakı!
Bu sebeple 24 Haziran seçimlerinde yer alacağımız ittifak HDP, destekleyeceğimiz Cumhurbaşkanı adayı ise Selahattin Demirtaş olacaktır.
Erken seçim, sadece erken seçim değildir!
7 Haziran 2015 seçimlerinden de hatırlanacağı üzere bu ülkede; özellikle de Kürt ulusal özgürlük hareketinin kazanımlarının arttığı, devrimci ve yurtsever öznelerin daha güçlü yan yana gelişlerinin yaşandığı son dönemlerde yaşanan seçimlerde meselenin esası asla “oy vermek, daha çok oy vermek” olmadı. Kuşkusuz AKP, sadece 7 Haziran seçimlerinde 400 milletvekilini kazanamadığı için ülkeyi kana bulamadı. Giderek katılımların yoğunlaştığı seçimler, iktidarın meşruiyet krizine çözüm bulma adresi olarak işlev gördürülmek istenen zamanlar olduysa da son yıllarda yaşanan seçimlerde egemenler istediklerini alamadılar.
Aksine yan yana gelen devrimci, yurtsever ve demokratik özneler seçimleri egemenlerin teşhiri ve halk nezdinde meşruiyetlerini krize sokan bir hale büründürerek yer yer kazanımlar elde ettiler. Buralardaki kazanımlar; mecliste, yerellerde işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, kadınların, LGBTİ+ların, çocukların sözünü söyleyebileceği alanlar yarattı. Egemenleri “Çökertme” ismindeki kanlı plana iten de bu kazanımların halk nezdinde yarattığı kendine güven olgusu oldu. Bu yüzden faşizmin en korkunç halleriyle saldırıya geçtiler, demokratik nefes alma kanallarını tıkayarak halkı ve mücadeleci özneleri nefessiz bırakmak istediler.
Bugün halkımızın, devrimci ve yurtsever öznelerin bu kazanımlara, morale, kendi gücüne güvenini tazelemeye, nefes almaya, karanlığı parçalama gücünü toparlamaya ihtiyacı vardır. Kuşkusuz bugün bu bir bütün seçimlerle giderilebilecek bir ihtiyaç da değildir. Ancak seçimler bu ihtiyacı karşılarken elimizdeki araçlardan biridir! Ülkede çelişkiler yoğunlaşıp faşizmin karanlığına karşın kitleler bu şekilde yönetilmek istemediğini yüksek sesle dillendirirken bu kaosun karşılık bulduğu her alanda devrimci ve yurtsever güçlerle yanyana durarak bu kaostan faydalanmak halkımızın çıkarınadır. “Devrimi kesin olarak başarıya ulaştırmamızı ve kitleleri yanlış yola saptırmamamızı sağlamak için, gerçek düşmanlarımıza saldırmak üzere gerçek dostlarımızla birleşmeye dikkat etmeliyiz” diyen Mao yoldaşın (Seçme Eserler, Cilt 1, s.11) bu sözlerinin bugünkü karşılığı 24 Haziran seçimlerinde alacağımız tutum olmalıdır. 16 Nisan referandumunda “HAYIR” platformunda birleşen güçler olarak, 24 Haziran seçimlerinde de aynı platform etrafında bir araya gelmeli, faşizme meydan okunmalıdır.
Bizler seçimlere HDP ile kuracağımız ittifak ile gidecek, Selahattin Demirtaş’ın adaylığını destekleyeceğiz. Kurtuluşun parlamentoda, parlamenter sistemde olmadığını esas alan demokratik devrim perspektifimizden taviz vermeden, buna uygun bir propaganda ile “Cumhuriyet hangi kılığa girerse girsin, isterse cumhuriyetlerin en demokratiği olsun, eğer bir burjuva cumhuriyeti ise, eğer toprağın, fabrika ve işletmelerin özel mülkiyeti varsa ve özel sermaye tüm toplumu ücret köleliğinde tutuyorsa, yani eğer parti programımızın ve Sovyet Anayasası’nın belirttiği şeyler yerine getirilmiyorsa, o zaman bu devlet bazılarının diğerlerini ezmesi için bir makinedir. Ve biz, bu makineyi, sermeyenin iktidarını devirmek zorunda olan sınıfın eline vereceğiz.” (Lenin, Proletarya Diktatörlüğü, İnter Yayınları, s. 25)
Partizan
7 Mayıs 2018