Yalnızlaşan Binyamin Netanyahu, Sarsılan İsrail Otoritesi ve Sahnelenen Ateşkes Oyunu…!
“Konuya dönersek, sonuç itibari ile freni çekilmezse bir çuval inciri telef edecek bir İsrail. Karşılıklı danışıklı bir dövüşün gelinen aşamada masada kimin daha fazla kazanacağı oyununa dönmüş durumda.”
25 Mayıs 2024
Kahire’de yapılan ateşkes görüşmeleri ne anlam taşıyor? Filistin’de ateşkes ve anlaşma mümkün olacak mı? İşgal ve savaşın yarattığı yıkım ve kayıplar nasıl telefi edilebilecek? Halkın yaşadığı bunca zulmün hesabını kim verecek?
İşgal edilen topraklardan İsrail çekilecek mi? Bağımsız ve özgür Filistin her şeyden önce “ateşkes anlaşmasına” oturan güçler tarafından tanınacak mı?
Onlarca soruyu arka arkaya sıralayarak bir çözüm pratiği çıkar mı? Bu, saf bir beklenti olur. Ortaya çıkan pratik yaklaşım ulusal ve emperyalist çıkarlar olacaktır.
Aslında Mısır’ın başkenti Kahire’de Mayıs başında Hamas heyeti, Katar, Mısır, ABD ve BM’nin garantör olarak katıldığı “ateşkes müzakereleri” sonuçsuz kaldı. Mart ayından bu yana devam eden görüşmeler sonuç vermediği gibi İsrail, katliam ve genişleyen işgal saldırılarına son vermedi. Hamas heyeti üç aşamalı ateşkes anlaşma metnini kabul etmesine karşın, İsrail’in tüm dünyanın gözü önünde ve de birçok devletin desteğini alarak 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü katliam ve genişletilmiş işgal saldırıları hız kesmeden devam etti. Öyle ki görüşmelerin yapıldığı tarihlerde Refah şehrine yönelik kara harekatını başlattı. Bu hamle aslında müzakereyi yürüten taraflara mesaj niteliğindeydi. İsrail bu işgal saldırısında esasen kaybeden taraf olmasının yanısıra dünya özgülünde yerlerde sürünen itibarını kurtarma peşindedir. Bunun için de zamana, silaha ve desteğe ihtiyacı var. İsrail Kahire’ye gitmemesine rağmen ABD’nin İsrail’den bağımsız müzakerelere katıldığını kimse söyleyemez. İşin özü “ben katılmadım ama benim adıma ABD orada bu süreci yürütecek”tir. Böylece oyunun dışında görünmesine karşın oyunun bir aktörü olarak yerini koruyacaktır.
Katliamla elde edemediğini masada elde edebilirse, bu müzakereyi onaylayacaktı. Ancak sahada kaybettiğini masada telefi edemeyeceğini gördü. “Kökünü kazıyacağım” naraları atan Netanyahu ve ırkçı-dinci bakanları, sonuç itibari ile dolaylı da olsa Hamas ile pazarlığa oturmak zorunda kaldı. Ateşkes görüşmeleri ve alınan kararlar İsrail’i pek de memnun etmedi. İsrail, otuz beş bin insanın ölümüne, seksen bine yakın insanın yaralanmasına ve bir ülkenin yüzde yetmiş beşini yerle bir ederek kendince bir sonuca ulaştı. Bu kendi adına başarıdır. Ancak İsrail Siyonizmi, Hamas ve on üç Filistinli direniş örgütünün direncini kıramadı. Başından beri sayıklayarak dillendirdiği Hamas’ın yok edilmesi, Gazze’nin küçültülmesi, Filistinlilerin Sina çöllerine sürülmesi, fiili durumun değiştirilmesi ve rehinelerin kurtarılması gibi hiçbir konu ve iddiasında “başarı” elde edemedi. Yaptığı katliamlar ile gelecekte yargılanmalarını sağlayacak yüzlerce somut savaş suçunu işlediler.
Netanyahu’nun stratejik hamlesi
Netanyahu, İsrail’de 2022 beridir başbakan. Aslında 1996-99’da ve yine 2009-2021 yıllarında başbakanlık yapmıştı. Bu anlamıyla hakkında çok sayıda soruşturma açılan bir burjuva siyasetçi. 7 Ekim öncesi kendisine yönelik ciddi protestoların geliştiği dönemdi. Aslında sonucu yargılama ile bitebilecek bir sürecin kendisini yaşama riski çok büyüktü. Bu anlamıyla 7 Ekim saldırısının nedeni ve sonuçları ile hizmet ettiği pratik süreci ve yol açtığı nedenleri bir kenara koyarsak adeta Netanyahu için can simidi olmuştur. Netanyahu bunca katliamı bir nevi kendi siyasi bekası için sürdürmek zorunda kaldı.
Aşırı dinci ve sağcı bakanların hükümeti düşürme tehdidi, Netanyahu’yu yeniden yargılanma riski ile karşı karşıya bırakacaktı. Bunu önlemenin en iyi aracı ırkçı ve milliyetçi söylemleri ile “vatan” edebiyatı yapmaktı. Netanyahu ve kabinesinin yaptığı da buydu. Büyük İsrail, sınırların güvenliği, düşman ülkeler ile çevrili, ‘teröre’ karşı haklı mücadele, İsrail halkını korumakla görevliyiz gibi. İşgale, soykırıma kısacası diktatörlüğüne haklı gerekçeler üretmek; kurgular üzerinden iç ve dış düşman yaratmak vb. Bütün bu söylemeler vatan millet adına kendi ceplerini dolduran burjuva siyasetçilerin ortak söylemleridir.
İsrail yalnızlaşıyor mu?
Binyamin Netanyahu 7 Ekim’de arkasına aldığı sınırsız desteği yitirmeye başladı. Bunun birkaç önemli nedeni var. Birincisi İsrail’in ortaya attığı nedenler ve bu nedenlerin hepsinin altının boş çıkması. İşgal ve katliamın büyük oranda sivilleri hedef aldığı ve bunun dünya kamuoyu tarafından tepki ile karşılanması.
İkincisi her geçen gün meşruluk kazanan Filistin ulusal direnişi. Sessiz kalan birçok ülke iktidarları dipten gelen öfke ve protestolar karşısında teşhir olma korkusu yüzünden İsrail ile olan ticari bağlarını kısıtlamak veya durdurmak zorunda kaldılar. Türkiye bunun en somut sürecini yaşadı. Katliam süreci boyunca bağırıp çağıran iktidar mensupları aslında işgal ve katliamın başladığı tarihlerden bu son sürece kadar milyar dolarlık ihracat yaptıkları ortaya çıktı. TÜİK 2023 yılı itibari ile İsrail ile ihracat 5.4 milyar dolar olarak göstermiştir. Türkiye’de ihracat sıralamasında İsrail’in on üçüncü ülke olması önemlidir. İsrail’in katliam saldırısına verdiği desteklerin ortaya çıkması toplumsal karşılığı olarak yerel seçimlerde yaşadığı kaybın sonuçları ile karşılaştı. Kan kaybeden ve teşhir olan iktidar ticari anlaşmalarda geri adım atmak zorunda kaldı. Keza Almanya İsrail’in 2019-2023 yılları arasında silah ihtiyacının yüzde otuzunu karşılaması konum ve desteğin anlaşılması açısından önemlidir. İtalya, Kanada, Hollanda gibi ülkelerin bu katliam ve işgal saldırılarındaki payları hatırı sayılır düzeydedir. İsrail’in bu denli teşhir olmuşluğuna karşın Almanya’nın Filistin karşıtı tutumu ise dikkat çekicidir. Filistin bayraklarının yasak olduğu ve İsrail bayraklarının resmi devlet kurumlarına asılması, Nazi Almanya’nın gün yüzündeki siluetini göstermiştir.
Tüm bunlara rağmen başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde güçlü protestolar gerçekleşti. Süreç ilerledikçe bu protestoların baskısı belli oranlarda sonuç verdi. Keza ABD öğrenci eylemleri boyutlanarak ülke gündeminde yerini aldı. İsrail’de on binleri bulan protestolar teşhir olmuşluğu daha açık dillendirmiştir. Kısacası toplumsal baskı, mevcut egemen sınıfları önemli oranda rahatsız ederek ilişkilerin frenlemesini beraberinde getirmiştir. Suudilerin İsrail ile olan normalleşmesinin yeniden ortadan kalkması ve “Gazze’de işgalin son bulmadıkça normalleşme ve el sıkışma olmaz” diyerek sesini yükseltmesi bir nevi bu toplumsal baskıyı karşısına alamadıklarının sonuçlarıdır.
ABD, neden frene basma gereği duydu?
İşin özünde artık İsrail-ABD çıkarlarını ve stratejik planlarını tehlikeye atmaya başladı. Başından beri İsrail’in en güçlü destekçisi durumunda ABD olmuştur. Her türlü ihtiyacı ve askeri malzemeyi sunmuştur. Biden “Siyonist olduğunu ve İsrail’in savunmasına bağlı kaldığını” söylemişti. Aynı zamanda ABD senatosunda güçlü bir siyonist lobinin olduğunu herkes biliyor. Buna rağmen gelinen aşamada İsrail’e söylemde de olsa dur diyen ve silah yardımını durdurma açıklamaları yapan bir ABD var. Bunun göstermelik bir söylem olduğu (ki silah sevkiyatı sürüyor) açık olsa da ABD’nin ilk başlardaki tavrından geri durması dikkat çekicidir. İlk neden, ABD’deki başkanlık seçimleri olsa da, ABD’nin, özellikle Çin ve Rusya’nın pazar alanlarındaki gelişimini engellemek, Arap ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri önlemek ve İran’ın etki alanını daraltmak hedefini güdüyor. Bunu da esasta Arap ülkeleri ile kurduğu ve de kuracağı ilişkilerin devamında geçmektedir.
Suudi Arabistan ile yapılan stratejik anlaşmalar, Mısır ile yakalanan olumlu ilişkiler sonucu İsrail ve Arap ülkeleri arasında 7 Ekim öncesi ciddi olumlu adımlar atılmıştı. Gazze’nin genişletilmiş işgali ve özellikle Refah operasyonu Araplar ve Mısır açısından kırmızı çizgiye dönüştü. Mısır açıktan müdahaleden söz ederken, Suudi’ler ilişkilerin devamını işgalin durdurulmasına endekslediler. ABD uzun dönemdir uğraştığı ve şimdi yakaladığı bu olumlu stratejiyi İsrail’i dizginleyerek sürdürmek istiyor.
Ateşkes görüşmelerinde yer almasının diğer bir nedeni ise emperyalist ABD’nin ne kadar barışı istediği görüntüsüdür. Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren değil de barışın savunucusu olmaya soyunmuş bir ABD görüntüsü verilmek isteniyor. Nereden tutarsanız tutun her taraf sahtekarlık kokuyor.
Konuya dönersek, sonuç itibari ile freni çekilmezse bir çuval inciri telef edecek bir İsrail. Karşılıklı danışıklı bir dövüşün gelinen aşamada masada kimin daha fazla kazanacağı oyununa dönmüş durumda. ABD bir şekli ile İsrail’i dizginleyecektir. İsrail yenilmedim edası ile uygun bir zemin bulduğunda bu ateşkese uyacaktır. Aksi taktirde tüm destekçilerini yok sayarak bu işgali sonuçlandıramayacaktır.
İşgalin tek ve en büyük mağduru Filistin halkıdır
Ödediği bedeller, yaşadığı travmalar ve yitip gidenlerin yanında on binlerce sakat insanın geride kaldığı tarihsel bir katliamın çığlığı hala devam ediyor. İsrail bu katliamı bir süre daha devam ederek işlediği savaş suçları ile birlikte anılacaktır. Ardından dünyanın temkinleri adı altında ateşkese uyacak ve aldıkları ile yetinecektir. Kadın ve çocuk rehineler bırakılacaktır. Bunu başarı olarak İsrail iç kamuoyunda kullanarak zafer diye anlatacaktır. İşlediği insanlık suçları perdelenecektir. Sonuçta tek ve en büyük mağdur Filistin halkı olacaktır. Yıkarken kazananlar, yaparken de kazanmanın hesabını yapacaklardır. Daha vahim olan ise bu suçları tarih yargılamadığı müddetçe yeni İsrailler ve yeni Netanyahular’ın çıkacağıdır. Nitekim bu suçlara sessiz kalındığı içindir ki bugün Kürt ulusal özgürlük hareketi gerillalarına karşı kimyasal silahlar kullanılıyor. Bir işgale, katliama sessiz kalındığı içindir ki Rojava toprakları her gün bombalanıyor. Savaş suçları suçluları ile beraber yargılanacakları o tarihsel kesit bir gün insanlığa nasip olacaktır. Bunun yolu ise haksız savaşlara, işgallere ve ilhak girişimlerine karşı, haklı savaşları destelemek, devrimci savaşları büyütmekten geçiyor.