Sadece açlık grevi eylemi değil (bu noktaya özellikle dikkat çekmek isteriz) esas olarak genç ve kadın yoldaşların -ve de elbette “ihtiyar” yoldaşlarımızın- özverili ve dinamik emeği üzerinden yürütülen kampanya ve elbette başta Batı Avrupa olmak üzere harekete geçen kitlemizin eylemleri ve yaratmış olduğu dayanışma, nasıl bir devrimcilik tahayyül ettiğimizin somut bir pratiğini sergilemiştir. Oldukça kısa sürede örülen ve örgütlenen kampanyamız, geçmişe yaslanan birikimiyle gelecekte nasıl bir konumlanış içinde olmamız gerektiğini göstermekle kalmamış emperyalizme, faşizme, feodalizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı Partizan’ın neyi temsil ettiğinin, nasıl çalışması gerektiğinin canlı, somut bir örneğini teşkil etmiştir.
Yürünmesi gereken yol budur!
Geleneği anda yeniden üretmek ve yeniden üretmek! Devrim ve devrimcilik iddiasıyla pratikte sürekli yenilenmek! Devrimciliğin olmazsa olmazı haksızlığa, gericiliğe baş eğmemek, tepki göstermek, haklılığın ve meşruluğun kazanacağına olan inançla güne ve saate sarılmak ve illa ki devrimci dayanışmayı, birlikte yürümeyi önemsemek!
Yaklaşık yarım asırlık bir geleneğe dayanarak, ondan beslenen ve andaki pratik duruşuyla onu yeniden üreterek tarih yazan bu pratik aynı zamanda önümüzdeki süreçte nasıl bir devrimcilik istenildiğini de göstermiş durumdadır. Politik olarak yaratıcı, sokak eylemlerine yönelen, militan ve gerektiğinde eylemlerin dozajını yükselten ya da düşüren, kitle ayağını önemseyen, kolektif mekanizmaları her durumda işleten ve en önemlisi de güncel politikayla beslenen politik devrimcilikten bahsettiğimiz bilinmelidir. Geçmişi tekrar etmeyeceksek ve yaşananlardan ders alacaksak bunu ancak böylesi pratik öz eleştiriyle yapabiliriz. Ve yapmalıyız da! Asya’nın bilge önderinin sözlerini revize ederek söylersek: “Politik tavır geliştirmeyenin, pratikte sözünü söylemeyenin söz hakkı yoktur.” Yoldaşlar sözlerini pratikte söylemiş ve karşılığını da almışlardır.
Bu kampanya bizlere Kaypakkaya yoldaşın en temel özelliklerinden biri olan pratikte devrimci olma ilkesini –kampanya vesilesiyle- tüm canlılığı ve elbette yaratıcılığıyla göstermiş oldu. Bu ilkeyi bıkmadan usanmadan anlatacağız. Çünkü bizleri –diğerlerinden- ayıran en temel özelliklerden biri bu ilkedir. İdeolojik duruş, ideolojik fark burada kendini göstermektedir. “Yok birbirinizden farkınız” sözüne en anlamlı yanıt bu noktada olacaktır. Bundan sonraki süreçte izlememiz ve sıkı sıkıya sarılmamız gereken ilke de bu olacaktır. Ne olursa olsun pratikte devrimci olmak! Tüm yetersizliklerimize, tüm olanaksızlıklarımıza, tüm eksiklerimize rağmen pratikte devrimci olmak!
Bu, bu kampanyada gösterilmiştir. Bu bir kazanımdır ve elbette üstüne yeni birikimler konularak sürdürülmesi gerekir.
Serbest bir çeviri ile ifade edecek olursak; K. Marks komünizmi geleceğe –bilinmezliğe- havale etmez. Onu bir ülkü olarak ele almayı kesinlikle reddeder. O, komünizmin somut olarak anda var olduğunu, rüşeym halinde de olsa bulunduğunu belirtir. Burada KP aracılığıyla –hadi en basitinden ifade edelim- kampanya vesilesiyle biraraya gelen yoldaşlar arasındaki paylaşım, dayanışma, emek vb. aracılığıyla yaşanan bir komünizmden –onun bir nüvesinden- bahsediyoruz. Ki bu aynı zamanda geleceği inşa etmenin, ülkemiz koşullarında DHD ve komünizmi inşa etmenin bir ön adımı olarak elbette kazanmanın adımı olarak değerlendirilmelidir.
Buradan hareketle diyebiliriz ki; yaşamında devrimci-komünist ilkeleri barındırmayan, bir eli proletaryada bir eli burjuvazide olan, bir ayağı düzen içinde bir ayağı dışında olan, çemberin içinde yer almayı bir sorun olarak görmeyen ama devrimcilik iddiasından da vazgeçmeyen, kendi kişisel yaşamında devrimciliğin, komünizmin ilkelerini barındırmayan ya da bunu var etme çabası içinde olmayan hiçbir örgüt ya da birey devrimi gerçekleştiremez, gelecekte komünizmi inşa edemez. Olsa olsa onu ülküleştirir, tumturaklı sözler söyleyerek, görünürde en keskin devrimci ama pratikte buna uygun yaşamayarak devrimi ve komünizmi bilinmez bir geleceğe havale eder. Örgütlü (ya da örgütsüz) bir bireyin iç sıkıntısı, düş kırıklığı, iki arada bir derede olma halidir bu! Ve son derece diyalektiktir. Çünkü yaşam, partiler, birey, madde vb. ikiye bölünür ve bir yanımız proletarya bir yanımız burjuvazidir. Ya da bir yanımız günlük güneşlik bir bahar günü diğer yanımız boran fırtına! Bir yanımız bataklık –bireyci, umutsuz- diğer yanımız kolektif, dayanışma, kendine, sınıfa ve halka güven…
Bu türden sallantılı ruh haline, düş kırıklıklarına, hayalciliğe devrimcilikte yer yoktur. Somut şartların somut tahlili Leninist ilkesinin bu kadar sık telaffuz edilmesinin bir nedeni olmalı değil mi? Bütün yetmezlik, eksiklik ve elbette bütün zaaflarına rağmen pratikte devrimci olmayan ve bu ilkeyi hayata bakışında ve duruş anında uygulamayan, buna çaba göstermeyen her devrimci yenilmeye, çemberin içinde kalmaya, düş kırıklıklarına mahkum olur. Yaşam sevincini kaybeder, ağız dolusu kahkaha atmak yerine ya konum koltuk hesabı yapar ya da yoldaşlarının arkasından dedikodu…
Bu nedenle bir devrimci içinde bulunduğu koşullarda devrimi ve komünizmi sürekli var etmek, Kaypakkaya yoldaşın ifadeleriyle bayatı atıp tazeyi almak, kirli gömleği çıkartıp temiz gömleği giymek sürekli devrimcileşmek görevi ile karşı karşıyadır.
Bu iki aylık kampanya sürecimizin de göstermiş olduğu gibi yarım asra yaklaşan bir tarihsel birikimden hareket eden Partizanların pratikte devrimci duruş sergilediklerinde, devrimci reflekslerini ortaya koyduklarında kazanım elde ettiklerine tanık oluyoruz. Bu pratik devrimci duruş gösterildiğinde her türden gerici saldırı püskürtülebilmekte ve aynı zamanda bizi biz yapan devrimciliğin olmazsa olmazı örgütlü duruş, paylaşım, dayanışma vb. kendini yeniden üretmektedir. Dolayısıyla bu duruş korunduğu ve yeniden üretildiği müddetçe Partizanların kazanamayacağı hiçbir muharebe yoktur. Kimi taktik yenilgiler alınsa bile bu duruş korunduğu müddetçe bu yenilgiler yol üzerindeki büküntüler olacaktır sadece. Üstelik çıkarılacak ders ve deneyimler gelecek muharebeler için kazanç olarak kaydedilecektir.
Bu noktada ideolojimize güven, politik duruşumuza güven, örgütlü gücümüze güven başarmanın en önemli adımıdır. Her muharebenin kazanılacağı yanılgısı içinde olmamalıyız. Bu idealist bir yaklaşım olur. Ancak bilimsel olan, Mao’nun ifadeleriyle “halkın mücadelesine inanmak”, olası muharebelerde yenilgi alınsa bile gelecek muharebeleri kazanmak için bundan gerekli dersleri çıkarmaktır. Partizanların yaklaşımı daima bu olmalıdır. S. Beckett’in dediği gibi “… gene dene, gene yenil, daha iyi yenil”.
Kolektifimiz bir kez daha darbeci tasfiyeci saldırı ile karşı karşıya kaldı. Tüm çaba ve yer yer gereğinden fazla toleranslı davranmamıza rağmen bu bölünmeye engel olamadık. Bu noktada tabanımıza, halkımıza özeleştiri borcumuz vardır.
Çünkü hiç kimsenin halkın umudu ve kanı-canı üzerinden anlam kazanan değerlere hoyrat yaklaşma hakkı yoktur. Biz bunu engelleyemedik! Bölen bildiğini okudu! Şimdi de buna ideolojik bir hat oluşturmaya çalışıyorlar. Elbette meselenin ideolojik bir yanı var. Ama bugün yoldaş olmayı beceremeyenler hiç değilse devrimci kalmakta ısrar etmeli, halkın ve devrimin güçlerini böyle hoyratça kullanmaktan yer yer düşmana hizmet eden pratiklerden derhal vazgeçmelidir. Bunun kimseye –en çok da kendilerine- faydası yoktur. İki çizgi mücadelesi –ne kadar yapılabildiyse- yapılmaya çalışılmış, bu çabadan bir sonuç alınamamıştır. Artık yeni şeyler söyleme zamanıdır. Geride bıraktıklarımızla uğraşacak ne zamanımız ne de lüksümüz vardır. Sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir ve sorunlarımız çok derin ve kapsamlıdır. Sürekli aynı sorunlarla karşılaşmak enerji ve emeğimizin büyük bir kısmını bu sorunlara ayırmak zorunda kalmak bize bir şeyler anlatmalıdır. Bu nedenle başından beri biz meseleyi basitçe ve tek başına “darbe”, “hizip” vb. şeklinde ele almadık. Tek başına böyle ilan edip buradan kendimize varlık zemini oluşturmaya çalışmak, sorunumuzu fazlaca basitleştirmek olurdu. Yapanlar yapıyor ve bunun sonuçlarını da görüyoruz. Kısa vadeli kazanımlar Pirus zaferidir. Pratikte devrimci duruş içinde olma, ilkelerimizi bir de buradan değerlendirme ise doğru olandır. Doğru sorular soran, doğru yanıtlara daha yakındır. Biz doğru sorular sorma peşindeyiz. Aynı sorunlar karşısında aynı soruları sorup farklı sonuçlar beklemek sadece ve sadece aptalların işidir. Kuşkusuz ki düştüğümüz yerden kalkacağız, yaralarımızı saracağız, ne de olsa öldürmeyen darbe güçlendirir. Ancak bunun boş bir temenni olmamasının, kendimizi kandırmanın mottosu haline gelmemesinin tek yolu bizlerin bundan sonraki duruşudur. Sorgulayıcılık, eleştirel tutum, öz eleştirisel yaklaşım bu duruşumuzun ayırt edici özellikleri olmalıdır. Bunlar ayağa dikilme iddiamızla birlikte ele alınmazsa tekrar aynı sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.
Başaracağımıza inancımız tamdır. Bu kuru ajitatif bir slogan değildir. Bunu bu kadar iddialı ve rahat söylememizin nedeni somut koşullar üzerinde yükseldiğimiz zemin ve elbette özellikle son iki aylık kampanya sürecimizden de görüleceği üzere pratik duruşumuzdur. Partizanların ortaya koymuş olduğu irade, emek ve dayanışma kısacası bizi biz yapan değer ve olgulardır.
Bu değer ve elbette gösterilen pratik duruş sayesindedir ki, bu gelenek içten ve dıştan karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıyı alt edebilmiş ve ayakları üzerine yeniden dikilmiştir. Şimdi de olacak olan budur!
Ancak bu kez –bir şeyler- farklı olmak zorundadır. Bütün Partizanların önderimizin ifadelerini pratikte devrimci olma ilkesiyle ele almaları gerekir. Hiçbir yoldaş (kolektifimizle ne düzeyde ilişkilenmiş olursa olsun) “işimiz bitti”, “görevimizi yerine getirdik” anlayışı ile hareket etme yaklaşımı içinde olmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, bizler kültür devriminin çocuklarıyız. “Burjuva karargahları bombalayın” çağrısına kulak veren ve yalnız kulak vermekle kalmayıp bunu ülkemiz topraklarında varlaştıran bir geleneğin –ardılları değil- sürdürücüleriyiz. Pratik tutumumuzda buna uygun olmalı.
Diyebiliriz ki işimiz daha yeni başlıyor. Sorunlarımızı aşacaksak tekrar tekrar aynı sorunlarla karşılaşmayı istemiyorsak sorunların çözümünü başkalarına havale etmeyeceğiz. Taşın altına kendi elimizi koyacağız. Koymak zorundayız. Varolan görevleri kendimiz omuzlayacağız, omuzlamak zorundayız. Daha üst boyutta örgütleneceğiz, örgütlenmek zorundayız.
Her yoldaş bulunduğu alanda, örgütlü olduğu komitede bir yandan pratikte devrimci duruş ilkesini hayata geçirirken diğer yandan ise sorgulayıcı, eleştirel, hesap soran ve elbette hesap veren olmalıdır. Uzun zamandır kaybedilen bu tarz ve yöntem yeniden göreve davet edilmeli ve hareket noktamız burası olmalıdır.
Dünden aldığımız mirası –bu kampanya vesilesiyle- güncelledik ve yenden ürettik. Bu son derece olumlu, umutvari bir duruş ve tutumdur.
Bu yeniden üretimin önümüzdeki sürecin örülmesinde ve örgütlenmesinde hareket noktalarımızdan biri olması kaçınılmazdır. Gezi İsyanı’nın unutulmaz sloganı ile ifade edersek “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmamalıdır”. Kampanya vesilesiyle ortaya koyduğumuz pratik, yürümemiz gereken zemin, üzerinde yükseleceğimiz pratik duruştur. Direnişçi, tavizsiz, yaratıcı A/P’ye dayalı ve ille de dayanışmayı önemseyen tarz! İşte biz buyuz, ve uzun zamandır unutulan-unutturulan bu duruşumuzu süreklileştirmek ve giderek hakim kılmak birincil görevimizdir.
Bizler kendine liberal yoldaşına Marksist olan her türlü yaklaşımı reddediyoruz! Çok bilmişliği, ukalalığı, yoldaşlarla eşit ilişkilenmemeyi, akıl vermeyi, pratiksizliği, kendini yaşamaya çalışmayı elimizin tersi ile itiyoruz. Devrimin, geleneğimizin mütevazi sıra neferleri olanların duruşunu ve pratiğini önemsiyor ve örnek alıyoruz. Doğru olan, devrimci olan yaşamımızın her anına bu yaklaşımın hakim olmasıdır. Ölçülerimiz bunlardır. Bunları bir temenni olarak bırakmayıp pratikte devrimci olayı ve bu ilkeyi yaşamımızın, örgütlü faaliyetimizin kısacası sosyal ve politik yaşamımızın merkezine almayı olmazsa olmazımız olarak görüyoruz.
Kaypakkaya’nın “Daha sıkı, daha sağlam, daha kararlı bir savaş dilerim” temennisini yerine getiremedik. İşte bundan dolayı boynumuz bükük. Ama pes etmedik. Bu dileği yerine getireceğiz. Bunun yolu kuşkusuz daha sıkı, daha sağlam, daha kararlı örgütlenmekten geçiyor. Bütün yoldaşlarımızın –hangi alanda olurlarsa olsunlar- kendilerini örgütlemeleri, var olan örgütlülükler içinde daha fazla görev ve sorumluluk almaları ve elbette bütün yaşamlarına pratikte devrimci olma ilkesini hakim kılmaları önümüze koyduğumuz özgürlüktür. Evet, özgürlük!