15 Nisan 2015’te Almanya-TC ortaklığında Avrupa’nın beş ülkesinde eşzamanlı olarak gerçekleştirilen operasyon sonucu “TKP/ML üye ve yöneticisi” olduğu iddiasıyla tutuklanan Türkiyeli devrimci Müslüm Elma, tutuklu bulunduğu Münih Hapishanesi’nden mektup yazdı. Bir yoldaşı için kaleme aldığı mektubunda Türkiye’de gerçekleşen 24 Haziran seçimlerini değerlendiren Elma, “Bugün esas olarak üzerinde durmamız gereken nokta ırkçı-milliyetçi, sahte laikçi ve daha başka temeller üzerinde yığınları da kapsar tarzda yaratılan kamplaşmaları nasıl dağıtabiliriz sorusuna doğru bir yanıt ve bu yanıta uygun bir pratiğin yaratılmasıdır” diyor. İşte Elma’nın o mektubu:
Selam ve saygılarımla merhaba!
Önce mektubunu aldım. Merhabana merhaba demeye hazırlanırken soğuk bir mekanda sıcak bir selamını yeniden aldım. Çok sağ olasın. Bu arada bir haftalık bir tatilimiz oldu; biz de bu fırsatı mektup yazmakla, soğuk mekanda gerçeğin diliyle konuşmak için yeni hazırlıklar yapmakla değerlendirmeye çalışıyoruz. Öyle ya, ‘genç’ kalmanın sırrı zorluklarla boğuşmaktan geçiyor. Hayat durağanlığı sevmez. Ne diyordu Liebknecht: “mümkün olanın sınırlarına ancak imkansızı isteyenler ulaşabilir” ve Che de bir başka coğrafyada şunları haykırıyordu: “gerçekçi ol imkansızı iste!” Sanki günümüzü tarif etmiş.
Sevgili dostum, Türkiye’deki seçim sonuçları belki birçok insanın canını sıkmıştır. İnsanlar küçük de olsa bir başarı istiyorlar. Haksız da sayılmazlar. Çünkü Osmanlı Türkiyesi’nde yaşıyorlar. Ama Osmanlı’nın aklında bir keramet olsaydı tarihin çöplüğüne gömülmezdi. Gel gör ki; o çöplük yeni zehirli kokular üretti. Yeni Osmanlılar türetti. Yenilerin akıbeti eskilerden farklı olmayacak. Ama kendiliğinden de olmayacaktır. Eskiler Viyana kapılarına dayandı, yeniler ise Efrin’e. Viyana onlar için sonun başlangıcı oldu. Efrin niye olmasın? Tabi ki Efrin’i geniş manada ifade ediyorum. Yani zamanını bilmediğim, ancak eseceğinden kuşku duymadığım ezilen halkların haklı ve meşru olan fırtınası.
Yine söz konusu bölgede bir “savaş finali”nden söz edilemez. Sadece bir savaş sürecinden söz edinilebilir. Bu savaşta mevziler kazanılır, kaybedilir. “Boykot”u savunan arkadaşların yeteri kadar anlamadığı nokta da tam da burası. Diğer bir ifadeyle senin gördüğünü yığınlar görmüyorsa, çağrılarına karşı “bunlar ne diyor yahu” diyorsa, sen anlaşılmanı sağlayarak taktikleri devreye koymaktan çekinmeyeceksin. Evet parlamento bize göre boş bir kutu olabilir. Ama yığınların önemli bir bölümü için sorunlarının çözümüne dair var olan tüm reçeteler bu kutunun içindedir. Devrimci güçler için bu taktiğe başvurulması özünde kutunun kapağını açarak ‘bakın kutunun içi boştur ve burada bir çözüm reçetesi de yoktur’ demekten başka bir şey değildir. Mahpushanelerde yatan tüm vekillerin resmi bu gerçeği yansıtıyor. Kaldı ki adı üzerinde taktik. Akşamdan sabaha değişir. Akşam doğru olan sürece karışmaktı. Sabahın yürüyüşünde, o anın koşulları belirleyecektir.
Bugün esas olarak üzerinde durmamız gereken nokta ırkçı-milliyetçi, sahte laikçi ve daha başka temeller üzerinde yığınları da kapsar tarzda yaratılan kamplaşmaları nasıl dağıtabiliriz sorusuna doğru bir yanıt ve bu yanıta uygun bir pratiğin yaratılmasıdır. AKP-MHP koalisyonu ırkçılığı-milliyetçiliği körüklemeye devam edecektir. Soylu soyadlı soysuzun yapmış olduğu son açıklamalar onun kişisel fikirleri değildir. Evet o Ağar’ın çömezidir. Ama Ağar-Çiller de Erdoğan’ın yanı başındaydılar. Bu resim sadece gazetelerdeki bir kupürden ibaret değildir. Bu resim, bundan sonra bu topraklarda AKP iktidarının nasıl bir yol izleyeceği konusunda bize somut mesajlar sunmaktadır.
Güçler dengesi değişir. Kimi dönem sokaklardaki sessizlik çöl sessizliğine de dönüşebilir. Ama çatışmaları yaratan nesnel zemin var oldukça, çöl fırtınası kaçınılmaz. Biliyorsun çelişkiler meyve gibi yetiştirilemez. Onlar zaten vardır. Ve her zaman da çatışma halindedirler. Kimi zaman gök gürültüsü gibi gürlerler. Kimi zaman ise sessiz ve derinde öfke biriktirirler.
Yeniden başa dönersek, sınıf mücadelesinde parlamento mevzisi taktik bir mevzidir. Burada elde edilecek başarının tabii ki kazanımları olur. Ama sistem yerli yerinde durur. Hatta bu taktik mücadele biçimine olduğundan fazla misyon yüklenilirse, bu da siyasal iktidar mücadelesine büyük zararlar verir. Buna dikkat etmek gerekiyor. AKP iktidarından kurtulmak, egemen sınıflardan kurtulmak veya bir düzen değişikliği anlamına gelmez. Elbette ki yığınların mücadele içinde edinecekleri deney ve tecrübeler onların belli gerçeklere ulaşmasını sağlayacaktır. Bugün hala parlamento sorunların çözüm merci olarak görülmektedir. Bu nesnel bir olgu. Ama şu da bir gerçek, HDP ve öncellerinin başına gelen tüm belalar, aynı zamanda bu kurumun gerçek niteliğinin ne olduğu konusunda yığınlara bir fikir de sunmaktadır. Yani parlamentoda bir güç olalım derken, pratik olarak yaşananlar bu parlamentonun nasıl bir güç olduğunu hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği de burada devreye giriyor. Bazen dışarıda gazel okumaktansa, sahaya inmek, bir gerçeği görmek ve onu daha da anlaşılır kılmaya hizmet eder.
Mücadelenin merkezinde demokrasi ve özgürlükler, iş ve aş konulursa birlikteliğin zemini daha da güçlendirilmiş olur. Yeni emek eksenli –ki bu demokratik hak ve özgürlükleri kapsamak zorundadır- bir yürüyüş ancak kamplaşmaları çözer. Ezilenlerin aynı sipere girmesini sağlar. Keza dikkatimizi sokaklarda faşizme karşı mücadeleye yöneltmek zorundayız. Değiştirici ve belirleyici olan ezilenlerin birliğine hizmet eden radikal devrimci pratiklerdir. Kaplarsa sokakları yığınların ayak sesleri, Ankara’nın tüm planları çöp sepetine gider. Cesaret, her daim cesaret. Geriye dönüş yok. Çünkü kuyunun dibindeyiz ve yürünecek yol da yoktur. Tüm dikkatler çıkışa yönelmek zorundadır.
Sevgili dostum, şimdilik bu kadar yeter. Laf aramızda söylenecek çok şey var ama ben yoruldum. En içten duygularla selamlar, saygılar.
Tüm dostlara Temmuz sıcaklığında sevgiler.
Müslüm Elma
03.07.2018
JVA München, Stadelheimer Str.12, 81549