Filistin Direnişçileri Birleşiyor Mu?
“Aradaki farklılıkları, ayrışmalara gerekçe gösteren tüm direniş kolları, ortak bir soruna karşı ortak bir toplumsal değişim ekseninde buluşmayı başaramamıştır.”
20 Ağustos 2024
Temmuz’un sonlarında Çin’in başkenti Pekin’de Hamas ile FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü)’nün de dahil olduğu 14 direniş örgütünün birleştiği haberleri, dünya basınında genişçe yer aldı. Çin Devleti’nin öncülüğünde gerçekleşen bu ittifakın, Filistin Direnişi ve Çin emperyalizminin Ortadoğu politikaları açısından farklı anlamları bulunuyor.
2013 yılında Kuşak Yol Projesi’ni başlatan Çin Devleti, Ortadoğu dahil olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde daha aktif ve “agresif” bir dış politikayı benimseyerek, daha önce müdahil olmadığı pek çok politik soruna karışmaya başladı.
Kuşak Yol Projesi’nin üç ana güzergâhındakiler başta olmak üzere pek çok devlet ve örgütle ilişki tarzını farklılaştıran Çin emperyalizmi, ABD emperyalizminin, himayesinde bulunan Körfez devletlerinin en önemli ticaret ortakları arasına girmiştir.
Kuşak Yol Projesi’nin Güney ayağının güvenliği için 1979 yılından beri kanlı bıçaklı olan İran ile S. Arabistan’ı da barıştıran Çin, Kızıldeniz’in girişinde yer alan Cibuti’ye ilk sınır ötesi askeri üssünü kurmuştur. Bu çerçevede Filistin sorununa da müdahil olan Çin emperyalizmi, Rusya emperyalizmiyle birlikte Ortadoğu ve Akdeniz Havzası’nda, ABD emperyalizmiyle AB devletlerinin hegemonyasını zayıflatmaya odaklanmış durumdadır. Suriye iç savaşına da daha aktif şekilde müdahil olan Çin, Filistin’de iki devletli çözümü savunarak, Filistin Devleti’nin kuruluşunu desteklemektedir. Bu destek bağlamında 14 Filistinli direniş örgütünün ittifakına öncülük ederek, İsrail ile ABD’yi masaya çekmeye çalışırken; Ortadoğu’da –küresel bir etkisi olan Filistin Direnişi’ne müdahil olarak- ne kadar etkili olabildiğini göstermiş oldu. Ekonomik etkinliklerinin yanı sıra politik ve askeri etkinliklerini artıran Çin emperyalizmi, hızla nüfuz kazanırken; ABD-İngiltere ve AB emperyalistleri özellikle son 20 yılda birçok bölgede nüfuz kaybetti. Bu açıdan “Filistin direniş örgütlerini birleştiren devlet” imajıyla ABD emperyalizmine meydan okuyan Çin, bu tür güç gösterileriyle Kuşak Yol Projesi’nin güvenliğini/istikrarını ilgilendiren her türlü politik girişimi daha çok gerçekleştirecektir.
Bu sürecin Filistin Direnişi tarafı ise kendi güçsüzlüğünü ve çıkmazlarını bir hegemon güce ve bölge devletlerine yaslanarak gidermeye meyletmiş gibi görünüyor. İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından beri Filistin Direnişi’nin en zayıf taraflarından birisi olan çok parçalılık, bugün de sürerken; bu zayıf nokta, direnişi, bölge devletleriyle hegemon devletlerin saldırılarına açık hale getiriyor. Filistin Direnişi tarihinin büyük bir kısmının, devletlerin dış politikalarına eklemlenmiş olmasını bu çerçevede değerlendirebiliriz.
Filistin Direniş tarihini 1918 yılında kurulan Müslüman-Hristiyan Birliği ile akabinde kurulan Genç Müslümanlar Birliği veya 1920’lerin sonlarında başlayan El Kasım önderliğindeki İngiliz karşıtı isyanla başlatabiliriz. Ancak direnişin esas omurgasının 1948’de kuruluşu ilan edilen İsrail Devleti’ne karşı kurulan çok sayıda örgütün oluşturduğu söylenebilir. 1948’den sonra Mısır başta olmak üzere pek çok Arap çoğunluklu ülkede kurulan Fedain örgütleri 1959 yılında birleşerek El Fetih (Filistin Milli Kurtuluş Hareketi)’ni kurdu.
Direnişin ana damarlarından birisini oluşturan ulusalcı kanadın öncülüğünü yapan El Fetih, 40 Filistinli direniş örgütünün birleşmesine öncülük ederek 1964’te FKÖ’nün kurulmasını sağlamıştı. Arap Birliği’ne gözlemci statüsüyle kabul edilen FKÖ, günümüze kadar bölge devletleri ve emperyalistlerin muhatap aldığı en önemli direniş örgütlerinden birisi olmuştur.
Direnişin en önemli kollarından birisini, Müslüman Kardeşler’in 1948’den sonra Gazze’de kurulan kolu oluşturmuştur. 1967’de “İslami Merkez” adını alan bu kol Şeyh Ahmet Yasin önderliğinde illegal faaliyete başlamıştı. 1987’de Hamas adını alan ve Müslüman Kardeşler’den bağımsız bir örgüt olduğunu ilan eden bu dini direniş kolu, 1988’de silahlı mücadeleye başlayarak I. İntifada (1987-1991) sırasında çok geniş bir halk desteği aldı. Böylece direnişin en önemli örgütlerinden birisi haline gelmişti.
Direnişin sol/Marksist iddiadaki kanadının en önemli temsilcilerinden olan FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi), 1967 yılında Arap Ulusal Hareketi’nin Filistin Kolu olarak kurulmuştu. Diğer Marksist/sol örgütlerin yanı sıra FKÖ’yle sık sık ittifak yapan FHKC, bugün de ağırlıklı olarak bu çizgisini koruyor.
Filistin Direnişi’nin bu üç ana kolu (dini, ulusal, Marksist/sol) hiçbir zaman sağlam, istikrarlı, uzun vadeli bir birlik sağlayamadı. I. İntifada sırasında Hamas, silahlı mücadele başlatırken, FKÖ, Hamas kadar aktif olmamıştır. FKÖ bu pasifliğini 1991-2000 yılları arasında gerçekleşen Oslo sürecinde derinleştirmiştir. Bağımsızlık kozunu devreye sokan İsrail Devleti ve ABD emperyalizmi, 10 yıl boyunca direnişi oyalayıp pasifize ederken, “Yeni Dünya Düzeni” için gerekli düzenlemeleri hayata geçirmişti. Oysa Hamas, İslami Cihad gibi İslami örgütler ile sol-seküler örgütler Oslo sürecinde silahlı mücadeleyi büyüttüler. Genelde FKÖ ile ortak hareket eden bazı sol-seküler örgütler, Oslo sürecinde Hamas’ın çizgisinde ilerleyerek silahlı mücadeleyi esas almışlardı ve Oslo sürecinin bir kandırmaca olduğunu ilan etmişlerdi. Onların haklı olduğu, 2000 yılında Oslo sürecinin Camp David’de sonlanmasıyla kanıtlanmış oldu.
Oslo sürecinin yarattığı hayal kırıklığı ve FKÖ’nün pasif tavrı, yeni bir intifadaya vesile olmuştu. 2000-2003 yılları arasında gerçekleşen II. İntifada’da FKÖ yine pasif kalırken ve İsrail Devleti’nin “Yol Haritası” adıyla sunduğu planın ve yeniden öne sürülen bağımsızlık kozunun (Filistin Devleti’ni kuruluşunu destekleme kozu) ardındaki niyeti göremeyip intifadayı sonlandırma çabasına girişmişti.
Benzer girişimin 2006 yılında ilk kez gerçekleşen Filistin yönetimi seçimlerinin akabinde yaşandığı söylenebilir. Bu süreçte legal parti kuran Hamas, liberal düzlemdeki demokratik seçimlere girerek Gazze’de galip geldi. Bütün kozlarını FKÖ ve El Fetih üzerine oynayan İsrail, ABD-İngiliz ve AB emperyalizmi, demokrasi havariliğini bırakıp, kendi organize ettikleri seçimlerin sonucunu tanımadılar. Dahası FKÖ’nün lideri konumundaki El Fetih’i, Gazze’de hâkim olan Hamas’ın üzerine kışkırttılar. Onlarca kişinin öldüğü bu iç çatışma sonrasında Filistin Yönetimi –zaten tarihi Filistin’in sadece %22’sini yöneten Filistin Yönetimi- ikiye bölündü. Hamas; Gazze’de yönetimi ele geçirdi ve El Fetih’e ait binalardaki belgeleri ele geçirip El Fetih ile İsrail Devleti arasındaki kirli pazarlıkları deşifre etti. El Fetih ise yerleşim yerleri (Yahudi yerleşimleri) ve İsrail askerinin askeri/denetleme noktalarıyla delik deşik edilmiş Batı Şeria’da yönetimi ele geçirdi. El Fetih liderleri adeta İsrail Devleti’nin valisine dönüşmüştü. ABD-İngiliz ve AB emperyalistlerinin gönderdiği “yardım”a bel bağlayan El Fetih, bu hegemon devletlerin izni olmadan hareket edemez olmuştu.
Buna rağmen, bu süreçte pek çok sol-seküler örgüt, Hamas’ı gerici vb. sıfatlarla eleştirip Filistin direnişinin birliği adına FKÖ’nün yönetimini esas almışlardı. Filistin Yönetimi ve FKÖ’ye tam destek vermeseler de Filistin halklarıyla diyalogu geliştirmek için eğitim kültür gibi alanlarla sınırlı olarak FKÖ yönetiminde yer almışlardı. Nitekim bu kesimlerin Hamas karşıtlığı, El Fetih’in güçlü ve istikrarlı şekilde eleştirilmesinin önüne set çekebiliyordu.
Bu üç ana akım, direnişi farklı kollardan örerken, 2017’de yeniden birlik umudu doğdu. 2007-2017 yılları arasında ağır abluka altında kalan Gazze ile Hamas, adeta açık hava hapishanesinde yaşamıştı. Bu çıkmazı aşmak isteyen Hamas, S. Arabistan öncülüğünde gerçekleşen ittifak çağrılarına olumlu yanıt vererek Mekke’de El Fetih’le ulusal birlik hükümeti kurulması için mutabık kaldı. Yeni siyaset belgesi imzalayan Hamas, İsrail Devleti’nin yok edilmesi hedefine yeni belgede yer vermeyerek iki devletli çözüme kapı araladığını göstermiş oldu.
Ancak bu mutabakatın kağıt üstünde kaldığı söylenebilir. İkili yönetimin sona erdirildiği görüntüsüne rağmen, fiilen süren bu ayrılık (ikili yönetim) günümüze kadar varlığını korumuştur. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın, İsrail işgali altındaki topraklara saldırısı sonra, İsrail Ordusu Gazze’yi yıkıp soykırım başlattı. Gazze yıkılırken ve Filistinliler katledilirken, El Fetih silaha sarılmadı. Hatta Hamas’ın 7 Ekim saldırısının bu katliam ve yıkıma sebep olduğunu iddia edebilecek gafleti gösteren El Fetih, tepkiler üzerine bu söylemini değiştirmek zorunda kalmıştı.
Aylar süren katliam ve yıkım sonrası Gazze tamamen yıkıldı. Bu enkazı kendi lehine kullanmak isteyen Çin emperyalizmi, 23 Temmuz’da 14 Filistinli Direniş örgütünü bir araya getirip ittifakı sağlamış gibi bir görüntü verdi. Ancak puslu havada avlanan kurdun birleştirici gücü ne ise Çin emperyalizmininki de odur. Diğer taraftan Filistin halkına ve kendi özgücüne yaslanmak yerine, kendi gücünü/statükosunu korumak adına bölge devletlerine veya hegemon devletlere yaslanan direniş örgütlerinin çoğunluğu, devlete endeksli politik hatları dolayımıyla, bu devletlerarasındaki güç dengelerinin/dalaşlarının birer eklentisine dönüşmekten kurtulamadılar. Devletlerarası çelişki ve dengelerden faydalanıp, geçici ittifaklar kurmak, direniş(ler)i güçlendirebiliyorken; Filistin’deki üç ana akım direniş kolu, 1948’den beri devletlerin eklentisine dönüşmekten kendilerini kurtaramadıkları gibi kendi aralarındaki farklılıkları bir kenara koyup, aynı çatı altında birleşmeyi de başaramamışlardır.
Aradaki farklılıkları, ayrışmalara gerekçe gösteren tüm direniş kolları, ortak bir soruna karşı ortak bir toplumsal değişim ekseninde buluşmayı başaramamıştır. Dolayısıyla Çin emperyalizminin konjonktürel olarak etkinleşmesi sonucu, bölgedeki politik dengeleri kendi lehine çevirmek amacıyla müdahil olduğu Filistin Direnişinin kollarının birleştiğine inanmak, görünüşe aldanmak anlamına gelecektir.
Filistin’deki onlarca farklı direniş örgütünün ortak bir hedefle ortak bir toplumsal değişim stratejisinde buluşması gerekmektedir. Bu gereklilikle hareket etmek, indirgemeci (din, ulus, sınıf) eksenler yerine, farklı tabaka ve kimlikleri toplumsal varoluş dinamikleri ekseninde birleştirmeyi beraberinde getirir. Farklılıkları toplumsallığın dönemin ve bölgenin “doğası” olarak değerlendirip, direnişi bu temelde inşa edebilen bir strateji ve bakış açısı gereklidir. Birlik olmak aynı olmak anlamına gelmez; aynı olanların birleşmeye ihtiyacı yoktur! Farklılıklara rağmen, farklılıklarla birlikte, birleşip güçlenebilmek iradesi, kararlılığı ve hedefini gerçekleştirebilmek birlik olmak anlamına gelecektir. Bir ülkeyi, bir bölgeyi, bir dünyayı değiştirmeye muktedir olduğuna inanan ve bu uğurda bedel ödeyenlerin, en geniş bağlamda kapsayıcı, esnek, kazanıcı olup birleşmeyi zorlaması, direnişi güçlendiren bir kök yaratacaktır.