1923 yılında kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinde 100. yıla beş kala, halen konuşulamayan, yazılamayan, inkar edilen, tutsaklık ile cezalandırılan konuların başında Ermeni sorunu gelmektedir. 1915 ile başlayan Ermeni, Rum ve Hristiyan azınlıkların yerlerinden, yurtlarından tehcir edilmelerinden sonra taşınmaz mal varlılarının akıbeti, kimlerin bu zenginliklere el koyduğu, ölüm ile yaşam arasında Müslüman olan Hristiyanlar, sermayeye el koyan yeni Türk burjuvazisinin kimler olduğu gibi konular toplumda tabu olarak görülmeye devam etmektedir.
En hassas konuların başında gelen Ermeni sorunu ile yüzleşme olmadığı ve siyasilerin çözümüne yanaşmadığı için şimdiye kadar her kim dokunmuşsa yanmıştır. Ama devlet kayıtlarında her şey mevcutken, tüm bu bilgiler devlet sırrı olarak korunmaktadır. Bir camii hocasının, milletvekilinin veya bir patronun bugüne kadar gizlenen kimliğinin ortya çıkmasının toplumda yaratacağı sosyal problemlerin sonuçları da elbette sancılı olacaktır.
8 Haziran 2018 tarihinde solunum yetmezliği sonucu vefat eden Demirören Holding ve Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan Demirören, Doğan Medya Grubu’nu satın alarak Türkiye’nin en zengin patronları sıralamasında 1. sıraya adını yazdırdı. Doğan Medya Gurubu sahibi Aydın Doğan’dan ilkin Milliyet-Vatan gazetelerini satın aldı. Aydın Doğan Erdoğan’ın baskılarına dayanamayınca istemeyerek Doğan Medya’yı da Erdoğan iktidarına yakınlığı ile bilinen Erdoğan Demirören’e satmak zorunda kaldı. Böylece Erdoğan iktidarının medya ayağını oluşturmuş oldu.
Bugün Demirören’in en zenginler sıralamasında 1. sıraya gelirken, zenginliklerinin kaynağı araştırılırsa acı gerçeklerle karşılaşmış olacağız. Demirörenlerin zenginliğinin tek kaynağı emek-alınteri değil, aynı zamanda kan ve gözyaşı ile elde edilmiş Rum sermayesi vardır. Aslında bu bilinmeyen bir durum değildir ancak bu konudaki tabu ile hasıraltı edilmeye, bu gerçeğin üstü “yalan, palavra” denilerek kapatılmaya çalışılmıştır. Ancak gerçekler kanayan yara halinde de olsalar, üzerlerini örtmek zordur, elbet bir gün toprak altından bir kez daha hortlarlar!
Demirören’in zenginlemesi; zengin bir Rum olan Arşimidis Şirketi’nin sahibi Yorgo Papadopulos’un vahşice yakılıp, yine bir tuğla fabrikasının sahibi öldürülerek mal varlıklarına el koyma ile başlamıştır. İki şirket sahibinin şüpheli ölümlerinin ardından tüm mal varlıklarına el koyan Erdoğan Demirören paha biçilmez zenginliklerin sahibi olmuştur. Şüphesiz tüm bu suçları işlerken dönemin siyasi yöneticilerinin de bu suçlarda ortaklığı mevcuttur. Validen, emniyet müdüründen destek alarak, holdinglerin, AVM’lerin sahibi, Türkiye’nin en zenginler sıralamasında yerini almıştır.
Yorgo Papadopulos’un katili Erdoğan Demirören!
Sanayi, ticaret ve ekonomiyi ellerinde bulunduran Ermeni, Rum ve Yahudilerin tüm mal varlıklarına el koyarak millileştirip yeni Türk burjuvazisinin oluşması sağlandı. Şantaj, cinayet ve baskı yapılarak Hristiyan azınlıkların zenginliklerine el konuldu. Sermaye el değiştirdi. Ülkeyi terk etmeleri için kampanyalar örgütlendi. Rum mübadelesi ile ülkeyi terk etmeye zorlandılar. Her şeylerini bırakarak canlarını zor kurtardılar.
1942 yılında getirilen Varlık Vergisi ile Rumlar etkisizleştirildi. Çalışma kamplarına gönderildi. Rum ve Ermenilerden çok ağır vergiler talep edildi. Tüm mal varlıklarını satmalarına rağmen vergiler ödenemedi. Bunun üzerine insanlar yük vagonlarına doldurularak çalışma kamplarına gönderildi. Zengin Yahudi işadamı Bensiyan Kamhi Aşkale’de yol yapımı, taş kırma işlerinde çalışırken ağır konsantrasyon koşullarına alışamayınca burada yaşamını yitirdi. 6-7 Eylül yağma ve talan olayları ile doruk noktasına gelen azınlıklara yönelik eylemlerden sonra artık patronlardan halka kadar herkes ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 1915’lerde % 15 olan Türk burjuvazisinin payı tersine dönerek bugün % 100 olmuştur.
Rum işadamı olan Yorgo Papadopulos işte bu zor koşullarda ticaret ile uğraşırken, buna bile tahammül edemediler. Hunharca yakılarak öldürüldü. Zenginlikleri el değiştirdi. Bu olay ilkin 2000’e Doğru dergisinde, MİT raporlarında ve Genelkurmay arşivlerinde kayıtlara geçti. Herkesin haberi olmuştur.
Demirörenlerin 16 yıldır iktidarda bulunan Erdoğan ile ilişkileri yeni değildir. Milliyet ile Vatan’ın el değiştirmesinden sonra başlayan yakınlaşma bugün en iyi seviyededir. Demirören elde ettiği bu sermayesini Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ile “sosyal ve hayırsever” projelerde ortak hareket ederek “imaj” değişikliği gereği duymuşlardır.
İşlediği suçları örtebilmeyi siyasi iktidar ile kol kola girerek başarabilmiştir. Erdoğan’ın bu olayı bilmemesi imkansızdır. Soruşturma açılmaması bunun göstergesidir. İyi olan ilişkiler oğlu Yıldırım Demirören’in TFF Başkanlığına getirilerek bütün köşe taşları paylaşılarak en parlak dönemine taşınmıştır. Çünkü Erdoğan’ın da Demirören ile ilişkilerinde birçok benzer ortak yanlar mevcuttur. İkisi de suç ve sır ortaklarıdır.
Şirketin esas sahibinin Cenevre’de ölümünden sonra şirket yönetimine geçen Yorgo ve varisleri ilginç bir şekilde ortadan kayboldular. Halkalı’da öldürüldükten sonra yakıldılar. Ailesi 12 Eylül darbesi sonrası Yorgo’nun ne olduğunu araştırması sonucu konu Genelkurmay ve MİT’in ortak soruşturmasına sebep oldu.Yargısız infazların, katliamların hüküm sürdüğü bu karanlık dönemde görev başında olan, devletin de desteğini alan dönemin cellatları Mehmet Ağar, Hayri Kozakçıoğlu ile Ünal Erkan’dır. Amerika’da gladyo eğitimi ile güvenlik üzerine eğitim alan Kozakçıoğlu ve ekibinin işlediği suçlar bugün bile açıklanmaya muhtaçtır.
Yorgo ile ilgili yapılan araştırmalarda Yorgo’nun öldürülüp yakılmasına karşın hakkında İstanbul pasaport şubesinden pasaport çıkartıp yurt dışına çıktığı ve şirket ile tüm mal varlığını Erdoğan Demirören’e devretmiş görünüyor! Yorgo ile birlikte yurtdışına çıktığı ve Yunanistan’da olduğu söylenen diğer şirket yöneticilerinden ise hiçbir haber alınamıyor! Görüldüğü gibi “minareyi çalan kılıfını uydurmuş”! Bilirkişi raporlarına göre tüm bu evrakların ve imza sirkülerinde sahte imzaların olduğu, parmak izlerinin değiştirildiği yani hepsinin düzmece evraklardan oluştuğu ortaya çıktı. Tüm bu belgelerin alındığı döneme bakıldığında ise İstanbul’un Emniyet Müdürlüğü görevini Hayri Kozakçıoğlu yürütmekteydi!
Konuya dair belgelerin sahte olduğunun açıklanması ve bu konuda yazıların yayınlanmaya başladığı tarih ile Hayri Kozakçıoğlu’nun Sarıyer’deki evinde kendi şahsi tabancasıyla intihar etmesi aynı döneme denk gelmektedir ve kesinlikle tesadüfi bir olay değildir! Soruşturmaya uğramamak için teşhir olmaktansa intihar etmeyi tercih etmiş ya da bu tercihe zorlanmıştır Demirören ailesinin “en yakın dostu” olarak! Bu dostluğun bir örneği de Kozakçıoğlu’nun oğlu için Demirören’in binasında özel bir oda tahsis edilmiş olması, işe gelip gitmediği halde yüksek bir maaşa sahip olmasıdır.
Belgelerin açığa çıkmasının ardından Arşimidis şirketinin varisleri çok kez davalar açmış ancak Kozakçıoğlu’nun vali olduğu dönemde savcılar, mahkeme heyetleri sürekli değişikliğe uğrayarak soruşturma yürütülememiştir.
Ticarette zorla ve hile ile rakiplerinin mal varlığına el koymayı alışkanlık haline getiren Demirörenler Türkiye’nin ilk tüp bayisinin mal varlığına da el koymuştur. Borç aldığı Çamgöz Şirketi’nin sahibini parayı ödememek için öldürtmüş, olaya da motor kazası süsü verilmiştir. Seneler sonra bu “kazanın” üstüne giden ailesini de “Bu memlekette doğumlar da, ölümler de bedava” diyerek tehdit etmiştir. “Seni MGK’ya şikayet edeceğiz” diyen aileye başka bir gerçeği de “MGK burada kurulmuştur” itiraf etmiş ve kendisinin bizzat devlet eliyle nasıl palazlandığını özetlemiştir!
Asalak Türk burjuvazisinin kimi suçları…
Kürt ulusal hareketinin 1990’lardan sonra yükselen özgürlük mücadelesi sonunda çaresiz kalan devlet, savaşın bütün kirli yöntemlerini kullandı. Kürt köyleri boşaltıldı. JİTEM tarafından yargısız infazlar yapıldı. İnsanlar gözaltında kaybedildi. Aydınlar, yazarlar öldürüldü. Özgür basın bombalandı. “PKK örgütüne maddi destek sağladıkları” gerekçesiyle onlarca Kürt patron infaz edildi. Yine sıradan olaylar gibi medyada gösterilen Yahudi patronların tek tek infaz edildi, el altından mal varlıklarına el konuldu. Tüm bunlarda parmağı ve çıkarı olanlar ise kendileri gibi katil olan Erdoğan Demirören’in cenazesi arkasında saf tuttular. “Babalarına” olan son görevlerini güzellemeler yaparak yerine getirdiler.
Hatırlanacak olursa Üzeyir Garih isimli Musevi asıllı patron 2001 yılında öldürülmüştü. Alarko Holding müdürü olan Garih bir mezarlık ziyareti sırasında bali bağımlısı, psikopat görünümlü bir gencin bıçaklı saldırısına uğramış, bu cinayet günlerce adli bir olay gibi hırsızlık adı altında televizyonlardan servis edilmişti. Fakat bugün olayın aslı MİT Daire Müdürü Mehmet Eymür tarafından açıklandı. Garih cinayetinin Ergenekon sanıkları tarafından işlendiği, bunun için üç özel toplantı yapıldığı ortaya çıktı. Cinayet işlendikten sonra katil zanlısı Y.Yenmez’in Hasdal kışlasında görevli subay Fikri Karadağ’ın emrinde çalışan asker olduğu, kanlı elbiseleriyle kışlaya geri döndüğü ortaya çıktı.
Başka bir örnek; Nesim Malki isimli Musevi asıllı patron 1995 yılında MİT ve mafya organizasyonu sonucu Bursa’da pusuya düşürülerek öldürüldü. Tefecilik işleri ile uğraşan Nesim Malki, Erol Evcil’e iki trilyon değerinde kredi verdi. Bunun üzerine yatan Erol Evcil, Alaattin Çakıcı ile bu cinayeti planlayarak işlediler. Açıklamalara göre 700 trilyon değerinde serveti paylaşıldı. Cinayeti Evcil ile Çakıcı’nın ortak planladıkları ortaya çıktı. Vatandaşlarının vahşice öldürülüp güvencesiz kalmalarını kabullenemeyen İsrail Gizli Servisi MOSSAD bu olaya müdahale etti. Özel olarak üç elemanını görevlendirdi. Öldürülen Malki’nin zenginliğinin Yahudi milletinin olduğunu söyleyerek bunu tahsil etmek için harekete geçen MOSSAD, devletin gizlediği katilleri tek tek bularak cinayeti sebeplerini çözdü. Milyonlarca doları tahsil ederek İsrail’e götürdü.
İzmir’de tarihi Kemeraltı çarşısında kuyumculuk yapan Beko Rozye, İstanbul Şişli’de kliniğinde öldürülen Yesef Yahya, İstanbul Kartal’da ormanlık alanda elleri arkadan bağlanmış halde kafasına tek kurşun sıkılarak öldürülen Moiz Konar, 1997 yılında ofisinde 3 çalışanı ile birlikte öldürülen Josef Bekar’ın katil veya katilleri bulunamadı. Her cinayette deliller karartıldı. Cinayetlerin arkasındaki sır perdesi aralanmadı.
Kan, gözyaşı ve acılar üzerine inşa edilen bir cumhuriyette tüm zenginliklerin, asalak Türk burjuvazisinin zenginliklerinin kaynağı tam da bu nedenle bugün açıklanmaya muhtaçtır. Eğer zenginliklerin kaynağı araştırılacak olursa o zaman meydanlarda “müslümanlık taslayanlar”, “haram para yemeyenler”, “hayırseverler” kimmiş ve bunların mal varlıklarını “hangi tanrılar yaratmış” hepsi görülecek, asalak burjuvazinin kirli çamaşırları ortaya çıkacaktır!
Bir Partizan okuru