Filistin’in Siyonist İsrail’in işgal saldırıları karşısındaki 1967 yenilgisinden sonra ülkede kavga ve direniş şiirleri yükselmiş; Mahmud Derviş, Tevfik el Zeyyad, Abu Salma, Samih el Kasım gibi Filistinli şairler bu süreçte halkının bağrında filizlenen şiirleri ile yalnızca Filistin halkına değil, Arap coğrafyasına ve oradan da tüm dünyaya yepyeni umutlar aşılamışlardı. Bu şairlerden Mahmud Derviş’in bir şiiri vardır ki, içerisinde tüm Filistin tarihini bir bütün barındırır. Der ki Derviş: “Ve ant içerim ki/bir mendil işleyeceğim yarına kadar/gözlerine sunduğum şiirlerle süslü/ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı: ‘Bir Filistin vardı/bir Filistin gene var!” İşgal ve yok edilmeye çalışılan Filistin’in umut dolu, direniş dolu çığlığı olur “Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!” dizeleri…
Bu dizelerin içerisindeki özne değiştirildiğinde de baki kalan umut ve direniş kendi topraklarımızda mevcut aslında… 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısı ile kanlı bir sürece hazırlanan, 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi yürürlüğe konulan savaş ve çatışmalı dönem konsepti; bugün 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından OHAL’i doğurmuş, Irak ve Suriye topraklarına TSK ve beslediği çetelerle işgale girişilmiş, “başkanlık sistemi” gibi Kemalist faşist diktatörlük sisteminin açmazlarını, tıkanıklıklarını gidermeyi hedefleyen bir sistemi “Demokles’in Kılıcı” misali halkın başında sallandırmayı hızlandırmış, son olarak ekonomik krizin engellenemez ve saklanamaz hale gelmesiyle ülkenin sürüklendiği kanlı uçurum daha görünür olmuştur.
Geçtiğimiz Ağustos ayının sonlarında bu kanlı süreci organize eden egemen sınıf temsilcilerinden İçişleri Bakanı Efkan Ala, görevinden istifa et(tiril)miş, yerine 90’lı yılların mimarlarından olan “devlet adamı” Mehmet Ağar’ın beslemesi Süleyman Soylu getirilmişti. Her ne kadar Ala ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki bir gerilim, Ala’nın Cemaat’e yakınlığı vs. gibi argümanlarla alttan alta açıklanmaya çalışılsa da, bu değişimin esas nedeninin Ağar’ın deneyimlerini taşıyan Soylu’nun, hem toplumsal hem de askeri anlamda girişilecek saldırıları organize etmede daha “yeni bir kan”, “daha keskin bir devlet adamı” olması olduğu açıktır. Keza AKP’nin tetikçiliğini üstlenen Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi de 6 Eylül tarihli köşesinde Soylu için şunları söyler: “İçişleri Bakanlığı görevine çok çabuk adapte olmuş. Bakan olduktan sonra ilk iş olarak Mardin’e gitmiş, operasyonda olan birlikleri ziyaret etmişti. Süleyman Soylu hareketli ve operasyonel bir siyasetçi, onun enerjisi kısa sürede kendini hissettirecek.”
“Küçük Kandilcikler” ve “önleyici vuruş” konsepti
Bakanlar Kurulu toplantılarına katılma hakkına sahip, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan ve diğer bakanların tüm gezilerinde yer alan bir tetikçi yazar olan Abdülkadir Selvi’nin 6 Eylül tarihli yazısının dışında hem 30 Mayıs hem de 2 Haziran tarihli köşe yazılarında da dikkat çektiği bir durum var. Sürecin ağırlığı ve saldırıların devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerin üzerine adeta boca edildiği bu sürecin bir adı var. Mayıs ayında gerçekleşen Bakanlar Kurulu toplantısında bunun adının “Önleyici vuruş” ya da “Terörü önleyici operasyon” olarak tanımlandığını söylüyor Selvi.
Bahsi geçen Bakanlar Kurulu toplantısında özyönetim direnişleri sırasında şehirlerin yakılıp yıkılmasını bizzat organize eden Genelkurmay Harekât Başkanı Korg. Satı Bahadır Köse harekatın birinci ayağının (yani özyönetimi bahane ederek Kürt ulusal özgürlük hareketinin türlü bedellerle direniş kalesi haline getirdiği kentlerin yıkılması) tamamlandığını ve 2. ayağa geçilmesi gerektiğini aktarmış; bunun da kendilerinin “küçük Kandilcikler” olarak adlandırdığı gerilla barınma alanlarının hedeflenmesi olduğunu belirtmişti. “Küçük Kandilcikler” ile kastettiği alanları ise “Ağrı-Tendürek, Cudi-Gabar, Bingöl-Kiğı, Diyarbakır-Kulp Şenyayla ve Tunceli-Ali Boğazı” şeklinde sıralamıştı.
Bir Aliboğazı hala var!
Şimdi bu ikinci ayağın hayata geçirildiği bir alan olarak Aliboğazı Vadisi, biz bu yazıyı yazdığımız vakitlerde hala bombalanıyordu. Devletin 20 yıldan uzun bir zamandır girmeye çalıştığı ama her seferinde ağır kayıplar vererek geri çekildiği Aliboğazı, geçtiğimiz yıl Aralık ayında yine hedef alınmış ve 2 tabur askerle gerçekleşen operasyona karşı halk ordusu gerillalarının 3 günlük direnişiyle kayıp vererek geri çekilmişti. TC ordusu bu yıl Kasım ayının başında yine vadiye 2 kez giriş yapmaya çalışmış, ancak geri püskürtülmüştü. Her ne kadar TSK 24 Kasım olarak bahsetse de, Tunceli Valiliği 23 Kasım tarihinde Jandarma Özel Harekat (JÖH) askerlerinden oluşan bir taburla operasyon başlatıldığını duyurdu. Son teknolojik savaş silahları ve uçaklarının kullanıldığı operasyonda 25 Kasım’da 5, 28 Kasım’da ise 3 Halk Ordusu gerillası şehit düşmüştü.
23-30 Kasım tarihleri arasında süren operasyona birkaç gün ara veren TC ordusu, 8 Aralık’ta yeniden operasyonlara başlamış ve kara operasyonunda halk ordusu gerillalarının direnişi karşısında bedel ödediğinden hava operasyonuyla bölgeyi günlerce bombalamıştır/bombalamaya devam etmektedir. Ancak 22 senedir giremediği Aliboğazı Vadisi’ni Aliboğazı yapan, vadinin koynunda taşıdığı gerillanın bitmek tükenmek bilmeyen savaşı, direnişi ve yenilgilerine rağmen ayağa dikilmeyi bilen inadıdır! Bu direniş, bu inat, bu savaş faşizme karşı halkın kurtuluşunu devrim umuduna bağlayanların haklılığından geliyor! Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’dan devralınan baş eğmez ve diz çökmez isyankarlıktan geliyor. Anıt taşına dahi tahammül edilemeyen Armenak Bakır’ın TC devletine saldığı korkudan; Ermeni, Rum, Ezidî, Kürt… ulus ve azınlıklarına dönük uygulanan soykırım, katliam ve asimilasyonun yarattığı acı ve öfkeden geliyor.
Bu isyan, bu öfke Aşkın (Hasan Karakoç), Hakan (Ersin Erel), Tuncay (Murat Mut), Orhan (Alican Bulut), Bakış (Samet Tosun) olup kanlarıyla besliyor Aliboğazı Vadisi’ni… Unutulmasın ki yiğitlerimizin kanıyla beslenen hiçbir toprak ne yengi de ne yenilgide düşmana gün yüzü göstermez, göstermeyecek!
Bir Aliboğazı vardı…
Şimdi ödediğimiz bedellerle beslenen ve direnişimizin adı olan hala düşmana gün yüzü göstermeyecek, yüzünü güldürmeyecek bir Aliboğazı hala var!