Antakya’da Kooperatifleşmeye Doğru
Hem çalışmanın deprem bölgesindeki özneleri, onun niteliği hem de bu çalışmayı farklı bölgelerden destekleyen kitlelerin, ileri düzeyde olan görüşleri ve emek harcamaktan çekinmeyen duruşları ile bunu daha iyi bir şekilde başarmak hedefindeyiz.
7 Temmuz 2024
6 Şubat depremlerinde en fazla yıkım ve kaybın olduğu şehir Antakya oldu.
Özellikle de Antakya merkez, Defne ve Samandağ ilçeleri neredeyse baştan inşa edilmesi gerekecek kadar büyük bir yıkım yaşadı. Bunun üzerine devletin bölgeye ilişkin, bölgenin muhalif kimliğini kırmaya dönük özel politikaları, sorunların büyümesine neden oldu ve eski normalin yaşam bulmasını sürekli bir şekilde öteledi. Antakya’da sermayenin rant politikaları özel olarak bölgenin muhalif kimliğini, Arap Alevi nüfusu dağıtmaya dönük bir amaçla şekillenmektedir.
Bu nedenle rezerv alan yasasının ilk uygulanmaya başlandığı yer olan Antakya’da temel sorunlar; barınma, sağlık, yeterli gıdaya ulaşım ve istihdam neredeyse deprem sonrası ilk aylarda olduğu şekliyle kendisini korumaya ve hatta kimi iş kollarında deprem öncesi süreçten bile daha kötü bir noktada yaşanmaya devam ediyor. Şu an mevcut tek iş kolu inşaat sektöründe yoğunlaşmakta ve bu da geçici bir şekilde olmaktadır.
Bunun dışında, istihdam sorunu ciddi bir boyutta ve iş bulup çalışanlar ise asgari ücretin bile altında bir ücrete ve günlük 8 saatin çok üstünde çalışmaya zorlanmaktadır.
Antakya’nın, diğer deprem bölgelerinden farklı olarak bu denli öne çıkmayan bu gerçekliği, gerek deprem dayanışma çalışmalarını gerekse de siyasi çalışmalarımızı düşünürken göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuz bir zemin yarattı.
Doğal olarak biz de, hem dayanışma çalışmalarımızı hem de politik-pratik çalışmalarımızı yürütürken depremin 4-5’nci aylarının ardından bu gerçekliği görerek hareket etmeye ve faaliyetimize yön çizmeye gayret ettik. İnsanların -maiyeti ne olursa olsun- üretim faaliyetinin dışında kalması, rutinlerin bozulması depremin özellikle de psikolojik etkilerinin her an ilk güne dönme boyutunda yaşanmasına neden oluyordu.
Hem ekonomik hem de pratik ve düşünsel boyuttaki bir üretim faaliyetinin içerisinde yer alınılması, bunun içerisinde yeniden özneleşme, deprem gerçeğinin ve kayıplarımızın kabul edilebilmesini sağlamaya yardımcı oldu.
Bu yönde yürüttüğümüz faaliyetler özellikle de kadınlar tarafından en çok sahiplenilen ve emek harcanan, o işin geleceğinden kaygı duyulan ve daha iyi yapma, daha fazla başarılı olma duygusuyla hareket edilen faaliyetler oldu. Biz de bu olumlu tepkiler üzerine, kitlelerin bu yönlü tartışmasıyla ve somut yakıcı bir ihtiyaç olarak kendisini gösteren üretim çalışmalarımızı kooperatifleşme hedefiyle ele almaya başladık.
Antakya-Defne bölgesinde kooperatifleşme mantığıyla ilerletmeye çalıştığımız bu süreç, üst bir akıl gibi ya da ezbere işletilen bir süreç gibi değil de kitlelerin düşünsel ve pratik emeğine dayanan bir sürecin ürünü oldu. Bugün kurumlaşmasına az bir süre kalan kadın kooperatifleşmemizin en önemli ve en güçlü yanı bizim için bu oldu.
Kazanımının çok fazla veya çok yönlü olacağı açık olan bu süreci işletirken sadece onun süreç olgunlaştığında, süreç rayına oturduğunda kitleler için kazanımlarının olacak oluşu bizim hemen çalışmaya atılmamıza doğal olarak yetmiyordu.
Önce kendimizi sınamamız, işin doğası gereği pek de ön görülemeyen yönlerini, zorluklarını anlamamız, hem çalışmaya başladığımız deprem bölgesindeki hem de onun dışındaki insanların pratik tutumlarını görmemiz gerekiyordu.
Bunun için geçtiğimiz yaz ve sonbahar aylarında temelde üç farklı ürünün üretimini gerçekleştirdik. Bunu gerçekleştirirken kitlelerin neden bu çalışmaya emek vermesi gerektiğini ve bizim bu konuya daha genel olarak nasıl bir perspektifle baktığımızı işlemeye ve bunları olgunlaştırmaya çalıştık.
Yaptığımız üretim faaliyetleri birçok olumlu dönüt aldı ve özellikle üzerinde durmamız gereken konuları da açığa çıkartırken, çalışmalarımızı, üretim alanında zamanla kitlelerin kazanımlarını kalıcılaştırabileceğimizi gösterdi.
Kooperatifleşmede ilk adımlar
Ancak bugün “bireyin toplumunda” burjuva dünya görüşünün kitleleri daha fazla esir almaya çalıştığı dönemde, bireysel çıkarlarımızı kolektif çıkarlar içerisinde elde etme ve kolektif çıkarları bireysel çıkarlarımıza tercih etme fikrini işlemenin ve bu yönde adım atmanın hem öznel hem de nesnel bir takım zorlukları bulunmaktadır.
Gerek kooperatifi kurumsallaştırmaya dönük gerekse de kooperatifin üreteceği ürünleri üretmeye dönük çalışmalarda gönüllü olarak daha fazla emek veren ile daha atıl olan insanlar arasında doğal bir çelişki açığa çıkmaktadır.
Kolektif ve toplumsal sonuçlar doğrudan ve hemen görünmediği için ya da tipik bir çalışmada olduğu gibi ücret biçiminde çalışmanın karşılığı kısa sürede alınmadığı için insanlar bu çalışmaya ne için emek harcadığını tam olarak bilemeyebiliyor. Burada aslında tıpkı devrimci mücadelede olduğu gibi kooperatif çalışmalarında da burjuva dünyanın ideolojik saldırılarına karşı aktif bir mücadele yürütebilmemiz gerekliliği açığa çıkmaktadır.
Daha fazla emek harcayan ile daha atıl olan kitle arasında karşıtlık yaratmadan, bireysel çıkarlarımızı kolektif ve toplumsal çıkarlarımıza niçin tercih etmemiz gerektiğini iyi kavramamız ve kavratabilmemiz gerekmektedir.
Bu bildiğimiz anlamda bir kitle çalışmasıdır ve ideolojik olarak Mao’nun “kitlelerden kitlelere” anlayışını doğru benimsediğimiz ve bu temelde faaliyetlerimizi sürdürdüğümüz sürece çalışmanın içerisinde faaliyet yürüten örgütlü bünye, daha fazla emek harcayan örgütsüz kitleler daha ileri ideolojik ve politik bir evreye taşınabilir.
Bu çalışmalarımıza henüz bu düzeyde emek harcamayan bağımsız kitlelerin de politik ve ideolojik yaklaşımlarını burjuva dünya görüşünden arındırabildiğimiz sürece daha büyük ve daha sağlam ideolojik bir birliktelik sağlanabilir.
Şu durum bizim kısa süreli çalışmamızda da görünmektedir ki, daha yoksul olan insanlar ve bu çalışmada göründüğü gibi depremden de daha fazla etkilenen insanlar çalışmaya daha fazla gönül veriyor ve ciddi düzeyde bir sahiplenme açığa çıkartmaktadır. Bunların farkında olarak biz de kooperatif çalışmalarımızı biçimlendirmeye, dilini ve amacını daha fazla belirginleştirmeye gayret ediyoruz.
Bu çalışmayla toplumsal ve buna tabi olan bireysel çıkarlarımızın neler olabileceği, bugünkü siyasi iklimde ve bu siyasi iklimin üretenlere dönük saldırıları, tarım politikalarına karşı bir duruş geliştirmeyi hedefliyoruz. Bu konularda her birimizin düşün dünyasında bir gelişme olmakla beraber, kooperatif çalışmalarımızın doğrudan temasının olduğu örgütsüz kitlenin bu konularda ileri tartışmasının olmasıyla beraber henüz tam anlamıyla somutluk kazanmadı.
Bu birçok pratik çalışmada yaşadığımız ve kooperatif çalışmalarının ciddi manada emek isteyen çalışma olması nedeniyle de dar pratiğe gömülme durumu yaşanabilmektedir. Önümüzdeki haftalarda kooperatifin kuruluşuyla da birlikte, kooperatif çalışmasının politik hedefleri, toplumsal amaçları, bireylerin refahlarına dönük amaçları, kurumsal yönelimleri-adımları çalışmanın özneleriyle birlikte somutlanabilecektir.
Hem çalışmanın deprem bölgesindeki özneleri, onun niteliği hem de bu çalışmayı farklı bölgelerden destekleyen kitlelerin, ileri düzeyde olan görüşleri ve emek harcamaktan çekinmeyen duruşları ile bunu daha iyi bir şekilde başarmak hedefindeyiz.
Bu aşamada, kitlelerin bu konudaki görüşlerini alarak ve yanlışı doğrudan ayrıştırarak ortak bir hedefler ağı yaratma sürecindeyiz. İlk pratik adımlar zordu ve kitlelere dayanarak, imkan ve olanaklar yaratarak bunun üstesinden geldik. Şimdi belki de bundan daha zor bir görevle karşı karşıyayız; kooperatifleşmeyi doğru ideolojik zeminde tartışma ve bunu kitlelerin sahipleneceği bir özle pratiğe dökme…
Kooperatifleşmeyi kalıcılaştırmanın ve devrime hizmet eder hale getirmenin önemli bir yolu buradan geçiyor.