3-4 Kasım’da evleri, HDP Genel Merkezi basılarak, yolu kesilerek gözaltına alınan ve tutuklanan HDP’li Eş Genel Başkanlar ve vekiller, sadece şimdiye kadar verdikleri mücadeleyle değil; gözaltı süreçleri başladığı andan itibaren devletin karakollarında, savcılıklarında, mahkemelerindeki duruşlarıyla da tarihe direnenler safında isimlerini yazdırdılar. “Bizi devlet değil, halkımız yargılar! Umutsuzluk yok. Mutlaka kazanacağız!” mesajı veren siyasetçilerin, hazırladığı ortak savunma da elbette bu direnişte önemli bir not olarak tarihe geçmiştir.
İşte o savunma metni:
“Bizi devlet değil, halkımız yargılar! Mutlaka kazanacağız”
Partim Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde 6 milyondan fazla oy alarak ve yüzde 10’luk seçim barajını aşarak 80 milletvekili ile parlamentoya girmiştir. Demokratik siyaset yoluyla ve sandık iradesiyle AKP’nin tek başına iktidar olmasını ve tek başına anayasa yapmasını engellemiştir. Ülkede ‘tek adam’ rejimi inşa etmek isteyen ve bunun için her türlü hukuksuzluğu yapmaktan çekinmeyen Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonuçlarına saygı duymamış ve koalisyon hükümetleri kurulmasına engel olarak ülkeyi erken seçime götürmüştür. Bu esnada 3 yıla yakın bir süre devam eden çözüm sürecini de kendi işine gelmediği ve oylarını artırmaya yaramadığı için sonlandırmış ve bütün ülkeyi adeta ateşe atarcasına bir çatışma ortamına sürüklemiştir.
Yaşanan çatışma ortamında yurttaşlarımız haklı olarak güvenlik kaygısı ve telaşı içerisine girmişler, bu korku ve şok ortamında yapılan ve eşit/adil olmaktan uzak seçimlerde AKP yeniden tek başına iktidar olmuştur.
Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran seçim sonuçlarını gördükten sonra büyük bir panik ve telaşla parlamentoyu ve hükümeti yok sayarak, yargıyı önemli ölçüde denetim altına alarak, medyayı tümüyle kendisine bağlayarak ülkede bir darbe gerçekleştirmiştir. Anayasa’yı tanımadığını, fiili olarak rejimi değiştirdiğini hatta Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bile tanımadığını açıkça ifade edecek kadar fütursuzlaşmış ve devlete el koyduğunu açıkça ilan etmiştir.
“Dikta rejimine tek engel partimizdir”
Hakkında Başbakanlığı döneminde işlendiği iddia edilen rüşvet, hırsızlık, kara para aklama, İran’a uygulanan uluslararası ambargonun kırılmasına yönelik altın ticaretine bağlı gelişen yasadışı faaliyetler; Suriye’de terörist gruplara yasadışı silah gönderilmesi dâhil birçok ciddi suçlama vardır. Bu soruşturmaları da yargı üzerinde kurduğu baskı ve kontrol sayesinde şimdilik örtbas etmeyi başarmaktadır.
Şimdilik örtbas ettiği bu soruşturmalardan kalıcı olarak kurtulmanın biricik yolunun bütün yetkileri kendisinde toplamak olduğunun farkındadır. Bu uğurda yapamayacağı hiç bir çılgınlığın olmadığı da artık aşikârdır. Ülkeyi kan gölüne çevirip her gün ülkenin dört bir köşesine gönderdiği cenazelerle milliyetçi ve şoven duyguları, ırkçı nefret söylemini kabartmayı başarmış, ‘ülke bölünme tehdidi altındadır’ yalanıyla etrafına biriktirdiği halk yığınları ile kendi kişisel emellerine hizmet edecek şekilde adım adım hedefine doğru ilerlemektedir.
Bu amacına, yani başkanlık adı altında dikta rejimine ulaşabilmesi için önündeki tek engel Halkların Demokratik Partisi’dir. Partimizin 1 Kasım seçimlerinde de barajı aşarak 59 milletvekili ile parlamentoya girmesi, Erdoğan’ın tek başına anayasayı değiştirme çoğunluğuna ulaşmasını bir kez daha engellemiştir. Bu nedenle; olası bir erken veya ara seçim ile birlikte kendisine sadık milletvekillerinden oluşan 367 çoğunluğunu sağlamış bir AKP grubunun oluşması için çabalamaktadır.
“Diyalog ve müzakerenin gücüne inanmaktayız”
Partimiz HDP, Türkiye’nin çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı toplumsal yapısına uygun bir politikayı benimseyerek bünyesinde bütün farklı kimlik ve inançların temsilcilerini barındırmaktadır. Bizler demokrasiye ve birlikte yaşama inanan Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Türkmenler, Süryaniler, Ezidiler, Mıhellemiler ve daha birçok etnik grup olarak bir arada eşit ve adil bir yaşamın mümkün olabileceğine inanıyor ve bunun ancak çoğulcu bir demokrasi, güçlü yerel demokrasi ve özerklikler ile sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
Partimiz HDP, kadınların özgürlük ve kurtuluş mücadelesini sahiplenmektedir. Kadınların siyasete eşit katılımını güvence altına alarak, Türkiye’nin şimdiye kadar parlamenter siyasetteki en yüksek kadın temsil oranına kavuşmasını sağlayan partimizdeki kadın vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması Türkiye’deki kadınlara yönelik bir tehdit, kadınların mücadelesine de bir darbedir.
Her türlü şiddete tümüyle karşıyız ve bütün sorunların çözümünde diyalog ve müzakerenin gücüne inanmaktayız. Bu yönüyle HDP, tek adam, tek dil, tek mezhep faşizmini egemen kılmaya çalışan Erdoğan için aynı zamanda ideolojik açıdan da “tehdit” olarak algılanmaktadır.
Bu gerekçelerle partimiz HDP, siyasi hayatına başladığı günden beri Erdoğan’ın hedefi haline gelmiştir. Partimizle her türlü hile ve adaletsizliğe, saldırı ve bombalamalara rağmen seçimlerde baş edemeyince şimdi de dokunulmazlıklarımızın Anayasa’ya ve Meclis İçtüzüğü’ne aykırı bir şekilde kaldırılmasını sağlayıp bağımsızlığı ve tarafsızlığı açıkça tartışmalı hale gelmiş olan bir kişi olarak yargı önünde bizleri sözde yargılamaya tabi tutmak istemektedir.
“Anti-demokratik konsept iç savaş zeminini güçlendiriyor”
Bizlerin dokunulmazlığını kaldıran AKP Hükümeti vakit kaybetmeden orduya dokunulmazlık zırhı giydirmiş, askerlerin özellikle son bir yılda Kürt kentlerinde işledikleri suçları yargıdan kaçırmanın peşine düşmüştür. Dokunulmazlık zırhına 14 Temmuz 2016’da kavuşan Ordu 15 Temmuz 2016’da Darbe Girişiminde bulunmuştur. Meclis’i bombalayacak kadar gözü dönmüş darbecilerin elini güçlendirenler yine 7 Haziran’dan bu yana çatışma siyasetini dayatan, demokratik siyaseti dışlayarak savaş politikalarını devreye koyan AKP Hükümeti olmuştur. Başarısız darbe girişiminden sonra demokratik ilkeler ışığında bir uzlaşma ile büyük bir toplumsal barışı sağlamak mümkünken, Erdoğan ve AKP Hükümeti olağanüstü hal rejimine geçme kararı almış ve tüm ülke Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı KHK’larla yönetilmeye başlanmıştır. Bir darbe girişiminden demokrasi devşirilmesi gerekirken, yeni bir darbe sürecine geçiş yapılmıştır. Seçilmiş belediyelere kayyum atanması, binlerce öğretmenin açığa alınması, KHK’larla yeni bir darbe rejimi örüldüğünün en somut göstergeleridir. 7 Haziran seçimlerinden önce devreye konulan savaş politikalarıyla darbe zemini yaratan Erdoğan ve AKP, 15 Temmuz darbe girişimine varan sürecin zeminini oluşturmuştur. 15 Temmuz sonrasında uygulanan politikalar ve devreye konulduğu anlaşılan anti-demokratik konsept ise iç savaş zeminini gittikçe güçlendirmektedir. Bu kaostan çıkışın tek yolu demokratik siyasetin güçlendirilmesi ve sivil-askeri vesayet rejimlerine son vermek olmasına rağmen bugün bu yolun tercih edilmediğini, bizleri on yıllarca geriye götürecek uygulamalarla acı şekilde görmekteyiz.
“Halkımızın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değil”
Bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz. Şahsımızı değil bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz. Şu anda da yasamanın, Meclis’in dokunulmazlığa sahip bir üyesi, milletvekili sıfatıyla karşınızdayım. Benim temsil ettiğim bu kimliğe ve halkımın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir.
Ben, adil ve tarafsız bir yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum. Veremeyeceğim hiç bir hesabım da yoktur. Ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altındayken, düğmesiz olan cübbelerini iliklemeye çalışan böylesi bir siyasi yargılamanın öznesi olmayı da asla kabul etmeyeceğim. Şahsınıza ve kişiliğinize yönelik hiç bir tereddüttüm ve saygısızlığım yoktur. Ancak şaibelerle dolu bir siyasi geçmişe sahip olan Erdoğan emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul etmiyorum.
Soracağınız hiç bir soruya cevap vermeyeceğim, yapacağınız hiç bir yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur. Benim buraya getirilmem bile hukuk dışıdır. Siyasetçilerin siyaset arenasındaki muhatapları siyasetçilerdir, yargı mensupları değildir. Bu anlamda sizler evrensel ve demokratik hukuk ilkelerine ve Türkiye’nin imzalamış olduğu, aynı zamanda bir anayasa hükmü de olan uluslararası anlaşmalara bağlı olması gereken yargı mensupları olarak siyasi oyunların ve tezgâhların parçası olmayı reddetmelisiniz.
“Sizden hiçbir beklentimiz ve talebimiz yok”
Bizler ülkemizde çoğulcu demokratik bir rejim inşa edilip, barış ve huzur sağlanıncaya kadar siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz. Toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmaya karşı eşit ve birlikte yaşamı, şiddete karşı demokratik siyasi mücadeleyi, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, faşizme karşı demokrasiyi, mezhepçi/ırkçı politikalara karşı inanç ve vicdan özgürlüğünü, ayrımcılığa ve nefret söylemine karşı eşitliği ve elbette Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı bütün haklarını, Alevi toplumunun eşit yurttaşlık talebini, dini azınlıkların inanç özgürlüklerini, kadınların toplumsal/sosyal/siyasal/ekonomik yaşama eşit katılımını, kapitalist tahribata karşı çevre ve ekolojinin korunmasını, sermayenin kar hırsına karşı emeğin, çalışanların haklarını savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Parlamentoda da olsak, cezaevinde de olsak bu düşüncelerimizi savunmaktan ve bunlar uğruna mücadele etmekten bizi alıkoyamayacaksınız.
Başkanlık adı altında ülkemize ve halkımıza dayatılan bu faşist düzenden kurtulacağımızdan şüphemiz yoktur. Er ya da geç demokrasi mücadelemiz kazanacaktır. Erdoğan şahsında, köhnemiş bu rejim değişecektir.
Sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur. Siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorgulayabilir.