
Yeni Yasama Yılında Kaba ve Uydurma Türk Meclis Gerçekliği
Dışarıda meşruluğunu kabul ettirmek için her türlü ekonomik-politik-diplomatik-askeri taviz verme ve her türlü imtiyazı kabul etme pahasına ABD emperyalizmine her yönüyle türlü bağımlılık ve bağlılık yeminini bir kez daha yenileyen Erdoğan; bu kez içeride meşruluğunu kabul ettirmeye çalıştı.
9 Ekim 2025
Azami kârı ve derin sömürüyü toplumun temeli haline getirmeye çalışan kapitalizm, sadece açlık, yoksulluk, işsizlik ve sefalet üretip, bunları kader diye işçilere, emekçilere, ezilenlere kabul ettirmeye çalışmıyor. Aynı zamanda doğayı sınırsızca sömürüp, ekolojik yıkımını büyütmeye çalışıyor.
Yağmalanmamış bir şey bırakmayan, her türlü zenginliğe çökmeye çalışan kapitalizm vahşidir, barbardır. Her şeyi alınıp satılan, metalaştırıp, kâr aracına dönüştüren kapitalizmdir. Paranın egemen olduğu bir dünya da her şeyi kirletir, yozlaştırır. Doğayı, havayı, suyu insanlığın ve toplumların dokusunu bozar.
Aşırı zenginlikle aşırı yoksulluğun iç içe geçtiği kapitalist sistemde, toplum ve insanlar tiyatro seyircisi durumuna getirilmeye çalışıyor. 4-5 yılda halkın önüne konulan seçim sandıklarına, sonuçları önceden belli olan oy kullanma komedisini, “halkın demokratik hakkını kullanarak, politik yaşama katılım” olarak yutturmaya çalışıyor. Seçim aldatmacasına bir de meclis tiyatrosunu izletme komedisini eklemeye çalışıyor.
Hırsızlar Cumhuriyeti
Her fırsatta ve her koşulda halkı aldatma, oyalama oyunları hiç bitmiyor. Bütün toplumun, seçilenlerin seçenleri temsi etmediği, üstünlerin hukukunun her yerde egemen olduğu bir toplumsal gerçeklikle yaşamaya ve bunu kabul etmeye çalışılmaktadır. Demokrasi seçimlere indirgenmektedir. Ancak iyi bilinir ki seçim süreçlerinde kime oy verilirse verilsin, ‘seçim sonuçlarını açıklayanın iktidarın kendisi olduğu’, kaba ve uydurma bir demokrasi tiyatrosu oynanmaktadır.
Burjuva hukukla sömürü ve yalanın örtülmeye çalışılıyor. Hırsızlığın sınırsız ve ölçüsüzce egemen olduğu bir sistemde, meclisi meşruluğun kabul edildiği bir tiyatro sahnesine çevirmeye çalışan Erdoğan, halkı kötü bir seyirci yapmaya çalışıyor.
Türk parlamentosu kurulduğu andan itibaren günümüzde dek kaba uydurma rolünden hiçbir şey kaybetmedi. Diktatörlüğün örtülmeye çalışıldığı uyduruk bir maske, kaba bir pelerin rolünü oynadı. Türk parlamentosunun yasama-yürütme ve yargıyı denetleme işlevi kalmamıştır. 23 yıldır süren AKP iktidarının bir örtüsü durumundan öteye bir işlevi kalmamıştır. AKP, 23 yıllık iktidarı sürecinde hiçbir hukuksal engeli tanımayarak hırsızlık ve çökmeyi olağan bir olgu haline getirerek adeta ‘Hırsızlar Cumhuriyeti’ inşa etmiştir.
Erdoğan ve ekibi meclisi ‘Saray Rejimi’nin sekretaryası durumuna getirmiştir. KHK’larla ülkeyi yöneten diktatör Erdoğan, TBMM’yi aldığı kararları yasalaştırmak ve uygulatmak mecburiyetinde olan bir sekreterya olarak kullanmaktadır. Mecliste ‘Saray Rejimi’ne karşı muhalif politika yapma olanakları ve çalışmaları önemli oranda ortadan kalkmıştır.
Meclis, Türk siyasal sisteminde etkili bir yerde durmamaktadır. Kırıntı dahi olsa burjuva demokrasinin tecelli ettiği yer değildir. En asgari burjuva demokrasisinin olduğu ülkelerde meclisin bir numaralı görevi yasamadır. Çıkarttığı yasaları denetlemek ve kontrol etmektir. Ancak dün olduğu gibi bugün de Erdoğan’ın bir kağıt üzerine bir şeyler yazıp altına imza attığı her şeyin yasa olarak kabul edildiği bir gerçeklik olarak yaşanmaktadır. Böylesine kaba ve uydurma bir sistem işlemekte ve sürmektedir.
Türkiye KHK’larla yönetiliyor. Burjuva anlamda olsa bile demokratik devrimini gerçekleştirememiş, feodal baskı ve hukuk sisteminden bir an olsun vazgeçmemiş, demokrasiyi içselleştirip, benimseyememiş bir Türkiye gerçekliğinde Erdoğan, faşist diktatörlüğün bugünkü temsilcisi olarak gücü tekelinde tutarak ülkeyi yönetmektedir.
Bir sahtekarlık oyunu olan demokrasi, kaba ve kötü düzenlenmiş, aktör ve figüranları ikinci rolde kalmayı kabul ederek sürekli değişse de meclis bir tiyatro olmaktan kurtulamıyor.
Kaba, ilkel, çok zaman kötü bir makyajla örtülen, halkı aldatan, çok zaman kimin halkı nasıl sömüreceğinin kararının verileceği yer olan ancak çok önceden emperyalist güçler tarafından belirlenen bir tiyatro olan Türk parlamentosunun miadı çoktan dolmuştur.
Bir adama tapınma devam etmektedir. Denge, denetim, kuvvetler ayrılığı, yasama, yürütme, yargı, mevcut sistem içinde oynanan bir oyun olmaktan öteye gidemiyor. Göstermelik ve biçimsel olarak kurulan ve sürdürülmeye çalışılan burjuva hukuk ve demokrasi kuralları dahi, bugün değişip anlamsızlaşarak boş bir sisteme halindedir. Tek adamın meşru bir güç olarak egemenliği her yerde ve her alanda hüküm sürmektedir. Erdoğan meclisten, yasama-yürütme ve yargıdan büyüktür! Bunu mevcut emperyalist-kapitalist sistem ondan istemekte ve o da onay verip meşruiyet kazandırmaktadır.
Her türlü sahtekarlığa ve hukuksuzluğa karşın Türk devleti her alanda her yönüyle en zor dönemini yaşıyor. Evrensel normlar ve hukuk sistemi esas alındığında Türk devletinin halkın çoğunluğu nezdinde hiçbir konuda güvenirliği ve meşruluğu kalmamıştır. Bundandır ki Erdoğan ve ekibi içeride ve dışarıda yeniden meşruiyet aramaktadır. Tüm uluslararası endekslerde ekonomik-hukuk-demokrasi özgürlükler ve medya olmak üzere tüm alanlarda uçuruma doğru yuvarlanan AKP iktidarı ciddi bir çıkmaz ve derin bir açmaz içindedir. Durdurulamayan bir şekilde aşağıya doğru giden bir tablo yaşamaktadır. Erdoğan ve ekibi bu kötü tablo içinde çıkış ve çözüm aramakta meşruluk dilenmektedir.
Meclisin Açılışında Erdoğan’ın Meşruiyet Arayışı
Dışarıda meşruluğunu kabul ettirmek için her türlü ekonomik-politik-diplomatik-askeri taviz verme ve her türlü imtiyazı kabul etme pahasına ABD emperyalizmine her yönüyle türlü bağımlılık ve bağlılık yeminini bir kez daha yenileyen Erdoğan; bu kez içeride meşruluğunu kabul ettirmeye çalıştı.
Erdoğan ve ekibi meclisin bu yılki açılışında meşruluk aradı. CHP-TİP-EMEP dışında diğer partilerin katıldığı meclis açılış konuşmasında Erdoğan, herkese güzellemeler yaptı. Her kesimi memnun etmeye çalışan ancak Kürt ulusal sorununu çözümü konusunda somutta hiçbir adım atmayan konuşması bilinenlerden öte bir rol oynamadı. Konuşmasında Kürt ulusal sorununu çözümü yönünde hiçbir somut veri yoktu.
Erdoğan, iktidarına meşruiyet kazandırma tiyatrosunun baş aktörüydü. Erdoğan etrafına topladığı muhalefet parti yöneticileriyle yaptığı toplantıda, küresel sermaye güçlerinden, D.Trump’tan örnek aldığı bir gösteriyi sundu. D.Trump nasıl ki etrafına bir tespih tanesi gibi dizdiği Erdoğan ve ekibine dünyanın patronu ve Orta-Doğu’nun baş aktörü ve oyun kurucusu olduğunu gösterdiyse Erdoğan da ittifakında yer alan ve aynı zamanda muhalefet partilerine benzeri bir sahne sergiledi. Türkiye’nin baş patronu ve yegane efendisi olduğunu göstermeye çalıştı.
Erdoğan, ABD rezaletinden sonra Türkiye’de meşruiyetini muhalefet partilerin zayıflığı ve silikliği üzerinden yeni bir meşruluk kazanmaya çalışarak gösterdi. Erdoğan, Amerika da kuzu Ankara’da ise kurt olduğunu göstermeye çalıştı. İletişim Başkanlığı Erdoğan’ın yegane güç olduğunu gösteren bir fotoğraf vermeye çalıştı. Toplu çekilen fotoğrafta Erdoğan, başta muhalefet partisi CHP olmak üzere her kesime şöyle bir mesaj vermek istedi: “Hepimiz bir aradayız. Ve bu her kesimin patronu benim” demek istedi. ABD’den istediklerini tam alamayan Erdoğan, mecliste istediklerini aldı.
DEM Parti Milletvekillerinin Tavrı Üzerine
Bu tablo içerisinde DEM Parti milletvekillerinin yer alması ise ciddi anlamda sorunluydu. DEM Parti milletvekilleri, Erdoğan’a; “Neden belediyelerimize kayyum atıyorsunuz? Demirtaş’ı, zindanlardaki hasta tutsakları ne zaman serbest bırakacaksınız? İmralı’nın kapılarını ne zaman açacaksınız?” vb. vb. diye soramadı.
Aksine DEM Partili milletvekillerinin gülümseyen görüntüleri, muktedire hayran yüzlerle bakan fotoğrafları bunca yıllık bedellerle süren mücadeleyle düşünüldüğünde ortaya en hafif tabirle hoş bir tablo çıkarmadı. Abartılı gülümseme ve el pençe divan durma halleri önemli bir halk kesimi nezdinde iyi bir algı yaratmadı. Kürt halkının ve AKP iktidarından gadre uğramış tüm kesimlerin belli hassasiyetleri vardır. Ki bu kesimler, bu fotoğrafı eleştirilmesi gereken bir kare olarak gördü.
Anayasa değişmedi. Demokrasi gelmedi. Kürt sorunu çözülmedi. Kürt siyasi tutsaklar serbest bırakılmadı. AKP, hiçbir adım atmadı. “Çözüm” için kurulduğu söylenen komisyonda Kürtçe konuşmaya bile müsaade edilmemesi yaşanırken Erdoğan’a bu kadar güzelleme yapılması gereksiz olduğu kadar yaralayıcı olmuştur.
DEM Parti’nin “barış süreci” gereği Erdoğan’la görüşmesinde yanlış bir şey yoktur. Dahası kaba ve uydurma da olsa, seçimlere katılmak ve mecliste yer almak demek, bu tür karşılaşmalara da açık olmak demektir. Burjuva siyaset arenasında yer almak demek aynı zamanda karşılıklı fotoğraf vermektir. Ancak bu objektif gerçekliğe rağmen her türlü zulmü yapana kabul edilmiş bir lider gibi hayranlıkla bakmak sorunludur. Hele ki, bu eleştiriyi yapanlara karşı DEM’li vekiller tarafından takınılan kaba, savunmacı ve eleştiri sahiplerini yerden yere vuran tavırları daha da büyük sıkıntıdır ve bu da eleştirilmelidir. Yadırganan ve eleştirilen de bunlardır. Kürt sorunun çözümün bir ayağı Erdoğan ise diğer ayağı DEM Parti’dir. DEM Parti acının en derin bir parçasıdır. Siyasi duruşa, sürdürülen diyaloga, gösterilen mimik ve gülümsemelere dikkat etmek doğru olandır. DEM Parti’nin bazı milletvekillerinin bu tavrı büyük bir tepki ve hayal kırıklığı yaratmıştır.
Nelson Mandela’nın dediği gibi; “Gücü gördüğünüzde aldığınız pozisyon sizin kişiliğinizi belirler.” Mesele güçlünün ve zalimin karşısında dik ve güçlü durabilmektir.
HPG Komutanlarında Mahir Atakan arkadaşın unutulmayıp her daim hatırlanması gereken şu konuşması süreci ve görevleri hatırlatan niteliktedir: “Siz demokrasi alanından temsilcilerinizi devlet alanına gönderiyorsanız. Dikkat edin denetleyin. Sizin alanınız güçlü olsun ki çekesiniz. Öyle olmazsa oraya giden temsilci devlet katına oturuyor. Liberalleşir. Erir. Orta sınıflaşır hatta devleti temsil eder duruma gelir. Bu bir siyasal çelişkidir. Siyaset felsefesinde bir çelişkidir. Buradan çıkışın tek yolu vardır. Kürdistan üzerinde uygulanan siyasetin güçlü olması gerekir ki temsilci gönderesin devlet alanına. Kürdistan siyasetini zayıf bırakırsan gönderdiğin her temsilci kesinlikle bir süre sonra senin istemediğin konuşmaları yapar yumuşak davranır. Devlet alanında olmanın zorunluluklarıyla hareket eder ve bir süre sonra başlarsın eleştirmeye. Biz Kürdistan siyasetini güçlü kurarsak devlet alanına siyasetçi gönderelim. Kısaca Kürdistan siyasetini güçlü kurulmalıdır.’’
Sonuç olarak TC devletinin kurulduğu günden itibaren “kaba ve uydurma olan” ve faşist diktatörlüğün üzerini örten bir peçe olan TBMM’nin yeni yasama yılının açılışı, önümüzdeki süreçte hakim sınıfların ve burjuva siyasetin nasıl şekilleneceğine dair önemli izler taşıyordu. Ortaya çıkan tablodan Erdoğan ve ittifakı Bahçeli’nin “iç cepheyi tahkim etme” adı altında, burjuva ana muhalefet partisi CHP’yi yalnızlaştırıp, diğer muhalif partileri kendi siyasetinin arkasında yedeklemek ve böylelikle hem anayasayı değiştirmek hem de yeniden seçilebilmek için bir siyaset izleyeceği anlaşılmaktadır.
Devrimciler açısından hakim sınıf kliklerinin iktidardaki ve muhalefetteki kliklerinin arkasına takılmadan, kendi bağımsız çalışmasında ısrarcı olması, siyasi gerçekleri halk kitlelerine anlatma ve aydınlatma çalışmasının ısrarla sürdürülmesi gerekir.