“Yalnız Sınır İçinde Değil, İşgal Bölgelerinde De Zulüm Devam Ediyor!”
“Günümüzde gelinen durumun sonucu yerlerinden edilmiş mülteciler değil onları sınır içinde ucuz iş gücünden ayrı bir şey olarak görmeyen sınır dışında ise insan haklarını çiğneyerek zulüm eden emperyalizmin kolluk kuvveti olan Türk Devletidir”
2 Temmuz 2024
Suriyeli sığınmacı halkın faşist saldırılara maruz kaldığı ve Türk hâkim sınıflarının iç siyasette izlediği ayrıştırıcı ve körükleyici politikanın, yaptırımsızlığın ve hukuksuzluğun devam ettiği günümüz koşullarında unutulmaması gereken bir diğer husus da bu faşist pratiğin Türk Devletinin işgali altındaki Suriye’de de canice uygulandığıdır.
Türk devleti güney sınırının ötesinde hem Suriye Milli Ordusu altında topladığı ve finanse ettiği cihatçı devletlerin yardımıyla hem de doğrudan kendi ordusuyla idari ve askeri kontrolü elinde tutmaktadır. Türk devletinin resmi açıklaması işgal ettiği bölgeleri Suriyeli sığınmacıların geri dönebileceği bir “güvenli bölgeye” dönüştürmeyi amaçladığı yönünde olmasına karşın gerçeklik bu açıklamadan çok uzaktadır.
Bağımsız insan hakları grupları tarafından yapılan sayısız çalışma bölgenin bir “güvenli bölge” haline getirilmesinden ziyade Türk ordusu ve istihbarat güçleri ve onların doğrudan veya dolaylı yoldan yönettiği çetelerin oluşturduğu ÖSO tarafından gerçekleştirilen sayısız insan hakları ihlalini saptamıştır. Özellikle Suriye Milli Ordusu’na bağlı gruplar tarafından işlenen insan hakları ihlalleri yaygın olup, bölgenin 1,4 milyon sakini için hayat hukuksuzluk ve güvensizlikle tanımlanmaktadır.
Aralarında TSK ve Milli İstihbarat Teşkilatı da bulunan gruplarca gerçekleştirilen kaçırılmaları, keyfi gözaltıları, çocuklar da dahil olmak üzere hukuka aykırı alıkonmaları, cinsel şiddeti, işkenceleri ve kötü muameleyi belgeleyen Human Rights Watch organizasyonu bölgede Türk Devletinin işgali altında yaşayan nüfusun hukukun üstünlüğünün bulunmadığı ve cezasızlığın norm olduğu bir yaşantı sürdürdüğünü ifade etmiştir. Ağır ve sistematik insan hakları ihlalleri ve olası savaş suçlarına yönelik cezasızlık ve yaptırımsızlık sürdüğü müddetçe Türkiye’nin gerçekleştirdiği askeri işgal operasyonları tarafından yerlerinden edilmiş Suriyeli sığınmacı nüfus için bir “güvenli bölge” oluşturulması fikrinin hiçbir inandırıcılığı bulunmayacaktır.
Human Rights Watch adlı insan hakları organizasyonu işgal altındaki bölgede Türk Devletinin Özgür Suriye Ordusu ve onunla ilişkili diğer gruplar ile arasındaki ilişkiyi şu şekilde tarif ediyor:
“Suriye Milli Ordusu resmiyette Suriye muhalefetini temsil eden Azez merkezli ve uluslararası tanınan Suriye Geçici Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı’na bağlı olsa da, bünyesindeki gruplar nihai olarak Türkiye’nin askeri güçlerine ve istihbarat teşkilatlarına hesap vermektedir. Suriye Milli Ordusunun iç işleyişi hakkında doğrudan bilgi sahibi iki kaynağın İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne aktarımına göre, yaygın hak ihlali iddialarına ilişkin hukukun üstünlüğünü sağlama görevine sahip olan ve Suriye Geçici Hükümeti’nin gözetiminde kurulan asker ve sivil polis güçleri de Türkiye’nin askeri güçlerine ve istihbarat teşkilatlarına hesap veriyor.
Bu kaynaklardan biri, “Onların bilgisi olmadan hiçbir şey olmaz” dedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye’nin Türkiye işgali altındaki topraklarında Türkiye yetkililerinin komuta yapısındaki rollerini özetleyen yayınlanmış talimatlar bulamadı”
Türk hakim sınıflarının bölgedeki askeri operasyonlarının, ilhak çabalarının ve kanunsuz yönetiminin çabasının “güvenli bölge” tahsisi olmadığı açık olmakla beraber asıl hedeflerinin ne olduğu da iyi anlaşılmalıdır. İnsan hakları örgütleri tarafından yayınlanan bağımsız raporlar TSK ve kontrolündeki gruplar tarafından yapılan yaygın yayma ve talan faaliyetleriyle birlikte mülklere el koyma, konut, arazi ve mülkiyet hakkı ihlallerini de açık biçimde belirlemektedir.
İşgal altındaki bölgedeki halkı temel insan haklarından yoksun bırakırken bölgenin doğal zenginliğini, halkın mülklerini ve servetini Türk egemen sınıfların sermaye arayışına peşkeş çekme ve emperyalist paylaşım savaşından pay çıkarmaya çalışan Türk işgal kuvvetleri yerlerinden edildikleri için Türkiye sınırlarına sığınan bölge halkını da aynı sermayeyi büyütmek için değersizleşmiş ucuz emek gücü olarak sömürme avantajını yaratmaya çabalamaktadır.
İşgalin ve kanunsuzluğun bir diğer açık amacı ise bölgedeki SDG liderliğinde Rojava’da gelişen bağımsızlık hareketini ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Kürt halkına yönelik sistematik bastırma ve yok etme politikasını sınır içinde sürdüren Türk devleti bir yandan da sınırın ötesinde gelişen bir Kürt bağımsızlık hareketini kendi rejiminin meşruluğunu tehlikeye atan bir unsur olarak görmekte ve “terör devleti” iftirasıyla yaftalamaktadır.
Kendi devlet terörü faaliyetinin yarattığı çatışma ve savaş durumunun suçunu SDG’ye yıkarak işgal faaliyetlerini sürdürmeyi amaçlayan Türk Devletinin temel amacı bölgedeki bağımsızlık hareketini parçalayarak kendi emperyalist genişleme politikasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Bölgede Kuzey Ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile ilişkili olduğu düşünülen şahısların maruz bırakıldığı muamele Human Rights Watch’un raporunda aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:
“Bu nedenle belgelenen ihlallerin çoğunluğuna SDG yönetimi altında evlerinde yaşayan ve topraklarıyla ilgilenen, bu nedenle SDG veya bileşenlerine sadık olduğu düşünülen Kürtler maruz kalmıştır. Suriye Demokratik Güçleri ve kontrolündeki bölgelerde sivil yönetim organı olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile bağlantısı olduğu düşünülen Araplar ve diğerleri de hedef alınmıştır.”
Bağımsız insan hakları kuruluşlarının ve gazetecilerin belgelediği verilerde gözüktüğü gibi TSK önderliğinde Türk Devleti destekli gruplar yalnızca sınır içinde Suriyeli halkı şeytanlaştırmaya yönelik faaliyetlerle değil aynı zamanda da sınır dışında da ağır insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarıyla bölgede kendi yayılmacı hedefleri doğrultusunda milyonlarca kişinin hayatını yaşanılmaz hale getirmektedir.
Günümüzde gelinen durumun sonucu yerlerinden edilmiş mülteciler değil onları sınır içinde ucuz iş gücünden ayrı bir şey olarak görmeyen sınır dışında ise insan haklarını çiğneyerek zulüm eden emperyalizmin kolluk kuvveti olan Türk Devletidir. Mülksüzleştirme, yağma ve sindirme politikaları ile el ele giden yurt için yalnızlaştırma, baskı ve insan onuruna aykırı çalışma koşullarının işaret ettiği tek hedef yerli ve küresel sermayenin doyumsuz çıkarlarıdır. Kürt halkının emperyalizme darbe vuran bağımsızlık mücadelesi ise bu politikanın önündeki en büyük engeldir. Sığınmacıların ve işgal bölgesindeki halkın kurtuluşunun tek yolu enternasyonal devrimci dayanışmadan geçmektedir.