Türk ve Kürt Aydınlarının Makus Tarihi!
“Ya da tersinden ifadeyle bir kısım “Türk ve Kürt entellektüeli”nin uğradıkları bütün haksızlıklara, işkence, sürgün ve ölümlere rağmen son tahlilde TC devletinin yanında saf tutmalarının nedeni, Kemalizm’i doğru çözümleyememeleridir.”
6 Eylül 2024
Yeni Yaşam’da Müslüm Yücel imzası ile yayınlanan “Türk entelektüelleri” başlıklı makaleye yönelik kapsamlı bir tartışma yaşandı. Özellikle sosyal medya platformlarında makaleden hareketle Kürt ulusal özgürlük mücadelesine yönelik bildik saldırılar devreye sokuldu. Sosyal şoven anlayışlar ve onların güdümündeki trollerin, Kürt ulusuna yönelik düşmanlığı bir kez daha ortaya saçıldı. Ve bir kez daha emperyalizm “işbirlikçiliği”nden, “kimlik siyaseti”nin yanlışlığından dem vuruldu.
Öncelikle adı geçen makalenin kötü bir makale olduğunu ifade etmek gerekir. Makalenin amacının “Türk entellektüelleri”nin Kürt ulusal sorunu ve somutta Abdullah Öcalan’a yönelik faşist tecrit siyasetine yönelik tavırsızlıklarını ve bu anlamıyla TC devletinin politikasını “sessiz” kalarak onaylamaları; bu anlamıyla Kürt ulusuna yönelik hakim Türk ulusunun ulusal baskısını meşrulaştırmaları ve böylelikle hakim ulusun imtiyazlarını kıskançlıkla korumaları olarak şekillenen “Türk entelektüelleri”nin tavrını eleştirmek olduğu izlenimi olsa da, gerçekte makalede özellikle Nazım Hikmet üzerinden yapılan “tahlil”le tam anlamıyla “çam devrilmektedir”.
Makaleye dair yine Yeni Yaşam’da Hüseyin Aykol imzalı, “Aydınlar ve bizim tavrımız” başlıklı kısa bir değerlendirme yapıldı. Yine Yeni Yaşam’da Deniz Bakır imzalı “Çarmıha gerilen hakikat” başlıklı yazı ile özellikle Nazım Hikmet üzerinden yapılan değerlendirmelere yanıt verildi. O nedenle burada tekrar bir değerlendirmeye ihtiyaç bulunmamaktadır.
Ancak “Türk entellektüelleri” isimli makale nedeniyle yapılan tartışmada iki noktaya vurgu yapmak gerekmektedir. Birincisi “Türk entellektüelleri”nin (ve bununla iç içe olan “Kürt entellektüelleri”nin -ki M. Yücel nedense bunu es geçmiştir-) TC devletiyle olan ilişkisinin haklı eleştirisi ve ikincisi; makaleden hareketle Kürt ulusuna yönelik özellikle kendine komünist diyen sosyal şoven anlayışların ekmeğine yağ sürmesi ve bir kez daha “bölücü”, “milliyetçi”, “emperyalizm işbirlikçi” Kürtlerin karşısında, “devletimin yanındayım” sloganını yükseltmelerine hizmet etmesidir.
Adı geçen makale her ne kadar kimi garip örnekler, zorlama tespitlerle “Türk entellektüelleri”nin devletçi yanını ispatlamaya çalışsa da; böylelikle ezen ulus milliyetçiliğine karşı ezilen ulus milliyetçiliğine düşmekte dahası ezilen ulus milliyetçiliğinin zulme ve baskıya, ulusal imtiyazlara yönelen demokratik muhtevasını karartmakta adeta “kaş yapayım derken göz çıkartmak”ta ve böylelikle ezilen ulus milliyetçiliğinin demokratik içeriğini destekleyen, Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkını kayıtsız şartsız savunan, Kürt ulusal özgürlük hareketinin haklı ve meşru mücadelesinin yanında olanları boşa düşürmektedir.
Kemalizm’le hesaplaşmak-hesaplaşamamak!
Sözkonusu makale ve sonrasında yaşanan tartışmalar, bir kez daha meselenin özüne inilmediğini göstermektedir. Bir kısım “Türk ve Kürt entellektüelleri”nin tarihte ve günümüzde politik konumlanışlarının ve bu anlamıyla hatalarının asıl nedeninin, TC devletinin kurucu resmi ideolojisi olan Kemalizm’le cepheden hesaplaşmamaları olduğu gerçeğinin üzeri örtülmektedir. Başta Nazım Hikmet olmak üzere birçok “Türk ve Kürt entellektüeli”; TC faşizminin sayısız zulmüne marul kalmalarına, işkence görmelerine, hapishanelere atılmalarına, sürgüne maruz kalmalarına ve katledilmelerine rağmen, TC devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizm’le doğru temelde hesaplaşamadıkları için hatalar yapmışlardır.
Ya da tersinden ifadeyle bir kısım “Türk ve Kürt entellektüeli”nin uğradıkları bütün haksızlıklara, işkence, sürgün ve ölümlere rağmen son tahlilde TC devletinin yanında saf tutmalarının nedeni, Kemalizm’i doğru çözümleyememeleridir.
Bu, bir kısım “Türk ve Kürt entellektüeli”nin makus tarihidir.
Bu objektif gerçeklik, İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm tahliline kadar sürmüştür. Kaypakkaya bu gerçekliğin farkında olarak şunları söylemektedir: “Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da, TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi?” (İ.Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yayıncılık)
Tartışmayı doğru zeminde yapmak, sorunun esas kaynağını tespit etmekle başlar. Türkiye tarihinde bir kısım “Türk ve Kürt entellektüeli”nin Kemalizm’in tahlilini “komünistçe yapamamaları” beraberinde onların TC devletinden tam olarak kopamamalarını, devlete ve resmi ideolojiye cepheden tavır alamamalarını doğurmuştur.
Bu, geçmişe oranla azalmış olmakla birlikte günümüzde de geçerlidir. Özellikle Kürt ulusal sorunu karşısında sosyal şoven değerlendirmelerin kaynağını oluşturmakta, ezilen Kürt ulusunun devrimci demokratik mücadelesinin karşısında yer alınılmasına yol açmaktadır.
Sonuçta başta Nazım Hikmet olmak üzere “Türk ve Kürt entellektüeli” bütün eksikliklerine ve hatalarına karşı halkın safındadır. Tıpkı Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi devrimci önderlerin, Kemalizm karşısında eksik ve hatalı değerlendirmeleri olmasına rağmen halkın safında olması, bizim tarafta yer almaları gibi…