“Birçok yoldaşımız hala kaba ve dikkatsiz bir çalışma tarzına sahiptir, meseleleri tam olarak anlama çabasında değildirler ve hatta alt kademelerdeki durumdan bütünüyle habersiz olabilirler: ama gene de çalışmaların yönetilmesinden onlar sorumludur. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. (…) toplumdaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan iyi bir önderlik de olamaz.” (Mao: 1992, 13.)
Giriş
Başlıktan da anlaşıldığı gibi bir kez daha çalışma tarzımızı ele almaya çalışacağız. Partizan arşivinde konuya dair epey bir yazı vardır. Bir taraftan ifade edilenlerin hayata geçirilememesi, diğer taraftan süreçler farklılaştığı için, çalışma tarzını yeniden düzenlemek, ele almak zorunluluk olmaktadır. Dolayısıyla farklı nedenlerden kaynaklı, değişik zamanlarda, tekrar tekrar bu konu gündemleşmektedir. Farklı konular ele alınırken de çalışma tarzına değiniler yapılmaktadır. Bu tip değinilerde tek bir noktada çalışma tarzı ele alındığı için, sınırlı bir ele alış olarak kalmaktadır. Gelinen aşamada, bir kez daha, bir bütün çalışma tarzını ele almak gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Çalışma tarzı, yapılan çalışmanın niteliği ve içeriği ile doğrudan ilgilidir. Çalışmanın içeriği hem niteliğini hem de biçimini belirlemektedir. Tarz, çalışmanın biçimini oluşturmaktadır. “Her kuruluşun örgütlenme karakteri doğal ve kaçınılmaz olarak bu kuruluşun faaliyetinin içeriği tarafından belirlenir.” (Lenin: 1993, 122.) Tarz; ediş, yapış, davranış biçimi, biçim, yol, üslup anlamındadır. Yazımızda; çalışmalarımızın yapılma biçimi, yolu, üslubundan bahsetmekteyiz. Bir çalışma tarzı, çalışmayı yapan öznenin karakterini oluşturur. Bunları ele almaya çalışacağız.
Tarzı belirleyenin yapılan çalışmanın içeriği olduğunu söyledik. Demek ki öz-biçim ilişkisi-çelişkisini, çalışma konusu içinde ele almaktayız. Biçim, özün dile gelme halidir. Öz-biçim uyumu tüm şeylerde aranır. Öz, her şeydir; biçim önemli değildir gibi tek yanlı bakışlar diyalektik düşünüşün ürünü değildir. Elbette özle biçim arasında çelişkiler de ortaya çıkar. Bunun çok farklı nedenleri olabilir. Herhangi bir çalışmada; öz ne kadar derin kavranmış, içselleştirilmiş ise biçim de özle o kadar uyumlu olacaktır. Çalışmalardaki, biçimler ve tarzlardaki tüm yanlış ve yetersizliklerin nedeni; özü kavramadaki yetersizliklerde aranmalıdır. Biçim, özün karakterini yansıtır ya da yansıtmalıdır. Bunlardan, tarzın nasıl olacağını, yapılan çalışmanın içeriğinin koşulladığını söyleyebiliriz. Yapılanın özü ile ortaya konuşu arasında bir uyum olmak zorundadır. Amaçla uyumlu araçlar devreye sokulmaz ya da özle uyumlu tarz geliştirilmezse çalışmalarda başarı sağlanamaz.
Burada özü ortaya koymak için; biz ne çalışması yürütüyoruz sorusu anlamlı olacaktır. Bu sorunun yanıtı “biz kimiz” sorusunun yanıtını da kapsar nitelikte olmalıdır. Bunlara verilen yanıtlarla, öz’le çalışma tarzımız arasındaki uyum-uyumsuzluk sorgulaması yapılabilir. Aynı zamanda çalışma tarzındaki yanlışların, ne çalışması yaptığımızın ve kim olduğumuzun silikleşmesi, bilince çıkarılmaması ile ilgili olduğunu söylemekteyiz. Bu bizim jargonumuzda ideoloji alanında ele alınıp, bu içerikte, bir zayıflık olarak değerlendirilmektedir.
Bu yazımızda ne çalışması yürüttüğümüzü ve kim olduğumuzu, uzun uzun anlatacak değiliz, o farklı bir yazının konusu olabilir. Biz, konumuz bağlamında kısa bir değinide bulunacağız.
MLM ideolojisi doğrultusunda, Demokratik Halk Devrimi gerçekleştirme, Demokratik Halk İktidarı kurma ve kesintisiz sosyalizme geçişi inşa etme çalışmasını yürütüyoruz. Tüm çalışmalarımız bu esas çalışmanın bir parçasıdır, onunla ilişki halindedir. Bütün çalışmalarımızın özünü bu oluşturmaktadır. İdeolojik, politik, örgütsel çalışmalarımızın, legal-illegal, silahlı-silahsız biçimdeki çalışmaların; kır-şehir merkezlerindeki, kadınlara, gençliğe, ezilen ulusa dönük çalışmalarımızın hepsinin özünü DHD-DHİ kurma amacı oluşturmaktadır. Tüm çalışmalarımızı “kitleleri devrimci mücadeleye eğitme ve hazırlama bakış açısıyla, yeni devrimci bir tarzda yeniden örgütlenmesi; çünkü kitleleri proleter devrime hazırlamak ancak böyle mümkündür.” (Stalin: ty, 88)
Burada bir noktayı da vurgulamalıyız; çalışmaların, amacı ve ilişkisi, indirgemeci-idealist tarzda ele alınmamalıdır. Her çalışma alanının ve biçiminin özgünlüğü ve özelliklerine göre farklı dolayımlardan da geçerek, bu öz-biçim diyalektiği hayat bulacak ve öz de rengini verecektir. Burada, diyalektik bir biçimde ve son tahlilde, son kertede biçime rengini verenin öz olduğunu söylemekteyiz. Kaba materyalist, indirgemeci ve idealist ele alışlar, bu ilişkiyi kavrayamazlar; düz-lineer bir ilişki olarak ele aldıkları için de doğru sonuçlara ulaşamazlar. Farklı alanların özelliklerini, özgünlüklerini gözardı eden çalışmalar, alanlara özgü çalışma tarzı geliştiremez, genel tarzı alanlara uygulayamaz. Bizim bahsettiğimiz ilişki; özün farklı dolayımlarla diyalektik bir şekilde bütün çalışma alanlarında hayata geçen tarzlara rengini vereceği, vermesi gerektiğidir. Çalışma tarzlarında ortaya çıkan bazı sıkıntılar da bu diyalektik ilişkiyi hayata geçirememekten-kavrayamamaktan ortaya çıkmaktadır. Ne çalışması yürütmüş olduğumuzun tam kavranamaması, çalışma biçimini mekanik ele alışa ya da özle ilgisi olmayan bir tarzın gelişmesine yol açmaktadır. Bütün bunları ortadan kaldırmanın yolu özün, iktidar bilincinin, kavrayışının derinleştirilmesinden geçmektedir.
Çalışmamızda, kısaca “devrim çalışması tarzımız nedir ve nasıl olmalı”yı gündemleştirip ele alıyoruz.
I.
Çalışma ve yaşam tarzında neden-sonuç ilişkisi
Devrimcilik özne olmayı gerektirir. Devrimciliğin ve devrimci insanın kendine has bir niteliği vardır. Komünist militanı özel kılan nedir? Proletarya partisi militanını özel yapan-yapacak olan; komünist partinin amacını kavramış, plan ve projeye sahip devrimci pratik atılım içinde olmalarıdır. Bu ise, amaca dönük donanımla yani ideolojik duruşla olur.
Bir yapının genel devrimcilik tarzı, onun politika üretmesinde, örgütsel çalışmalarında, ele alışlarında görünür olduğu gibi, tek tek militan, üye ve kadrolarının günlük iş yapma ve yaşam pratiklerinde de görünür olur. Dolayısıyla gündelik hayattaki tarzımız da genel ideolojik-politik duruşumuzla, şekillenmemizle ilişkilidir. Gündelik yaşamda iş yapma tarzı ile devrimci çalışma pratiği arasında bir bağ vardır. Ama bunlar, birbirinin yerine konamayacağı gibi militanların, gündelik yaşamdaki çalışma tarzlarını da merkeze koymak sorunu çözmez. Öncelik-sonralık, neden-sonuç ilişkileri doğru kurulmak zorundadır. Karikatürize edilerek gündelik yaşam sorgulaması yapılmamalıdır.
Proletarya partisinde bazı dönemlerde ideolojik sorgulayıcılık adı altında bireylerin günlük yaşamlarındaki iş yapma tarzlarının sorgulanması merkeze alınarak bir çalışma tarzı oturtulmak istenmiştir. Elbette genel politik alandaki çalışma tarzı sorgulanmadan salt günlük pratiklerin sorgulanması, bazı konularda olumlu gelişmeler sağlamış olsa da temel noktada, yani siyasal-örgütsel alandaki çalışma tarzı sorgulanmadığı için genelgeçer ve sekter bir tarz olarak kalmıştır. Militan, üye ve kadroların genel politik seviyesini yükseltecek bir çalışma ortaya koymadan, pratikleri hem de tali pratikleri merkeze alarak sorgulama yapmak sekterlik olmaktadır. Birçoğumuz “Yarın bizimdir yoldaşlar” adlı romanda, ideolojik donanımı zayıf bir militanın günlük yaşamda da kurallara ilgisizliğini, bunun bir aşamada kocaman bir olumsuzluk olarak ortaya çıktığını hatırlarız. İllegalite kurallarını gevşetme, devrimci yaşamın gereklerini yerine getirmeme vs… Tabii ki amacı kavramadaki yetersizlikler pratiğe yansıyacaktır. Bu durum görüldüğünde ilk başta örgütsel müdahale yapılması da doğrudur ancak bu sorunu gidermenin esas yönü ideolojik-politik eğitimdir. Bu başarılamaz ve salt örgütsel tedbirlerle yetinilirse, bu yetmezlik, gelişmenin bir aşamasında daha büyük olumsuz pratik şeklinde ortaya çıkacaktır. Salt sonuca müdahale etmenin sekter pratikler doğuracağını, bunun eğitim çalışması ile bütünlük içinde yapılması gerektiğini ifade ediyoruz. Hangi alanda ve hangi seviyede olursa olsun, çalışmalardaki gevşeklik, kurallarda gevşeme, günlük yaşama karşı kayıtsızlığın altında iktidar bilincinde, amaçta zayıflamanın yattığı ortadadır. Bunu, onlarca yıllık kadrolar da yapsa yeni kadro da yapsa aynı nedenden kaynaklı ortaya çıkar. Tecrübeli kadrolar belki bu durumun üzerini bazı durumlarda kapatabilir ancak yaşamın içinde, bu kaçınılmaz olarak görünür olur. Nasıl ki bitmiş bir aşkı hiçbir güç devam ettiremez ise ideolojik gevşemeyi de hiçbir güç kapatamaz, er ya da geç ortaya çıkar. Önemli olan zamanında ve uygun bir tarzda müdahaledir.
Amaca uygun olmayan yaşam ve iş yapma tarzı değiştirilmelidir. Bu özellikle yeni devrimcileşmiş militanların yaşamlarında ortaya çıkmaktadır. Tecrübeli kadrolarımızda da küçümseme ve rutinleşme bu sonuçlara neden olmaktadır. Yine başarısız faaliyetler de benzer savruluşları doğurabilmektedir. Büyük amaçlarımızın olduğunu ortaya koyup, buna sığınarak böbürlenmek, uyuşukluk, bezginlik, günlük yaşama karşı ilgisizlik, eğreti iş yapmak, sallapati çalışmak, disiplinsiz yaşam tarzı, pejmürdelik vb. kabul edilemezdir. Bir dizi teorik gevezelik yapılmış bile olsa, ne yapıldığının, amacın ve kim olduğumuzun kavranmadığı, bilince çıkarılmadığı durumlarda bunlar ortaya çıkar. Küçük pratikler, basit görünümler genel duruma ilişkin bir şeyler yansıtır. Günlük disiplin, tıraş olmak, zamanında randevuya gitmek vb. basit gibi gelir ve gerçekten de basit işlerdir ama her basit iş kolay yapılmayacağı gibi arkasında önemli bir düşünce de yatmaktadır. Sonuçta; bu tip pratiklerin, bir bütün ortadan kaldırılması ise, sonuçlara müdahale ile birlikte sorunun nedenlerine yönelmekle olacaktır. Salt sonuçlara müdahale sekterlik iken salt nedenleri görüp, sonuca müdahale etmeden nedeni merkeze almak da liberallik olacaktır. Neden ve sonuç arasındaki diyalektik bağla ilişkili olarak hem sonuca hem de nedenlere müdahale edilmelidir. Kuşkusuz bu meselede, sorunu ele alışın diğer bir yanı da, sorunu yaşayan öznelerin konumlarıdır. Örneğin bu konularda tecrübeli kadrolarda ortaya çıkan arızalar genelde büyük ideolojik-politik savruluşun habercisidir ve zamanında etkili müdahale yapılmazsa kronik bir hal alıp trajik bir şekilde sonuçlanabilir. İllegalite ve çalışma kuralları öncelikle hiyerarşinin tepesinden başlayarak aşağıya doğru titizlikle uygulanmalı, salt altlar sorgulanarak bırakılmamalıdır.
Devrimci atılım ve akılcılık ilişkisi
Devrimci çalışma tarzı konusunda, çok genel bir belirleme olarak; devrimci atılım ile akılcılığın birleştirilmesini ortaya koymalıyız. Bunu Stalin, “Rus devrimci atılımı ve Amerikan akılcılığı” (Stalin: ty, 175) olarak ortaya koymuştur. Stalin, Leninist çalışma tarzının özünü bunun oluşturduğunu, özgünlüğünün bu olduğunu ortaya koymuştur.
Devrimci atılım; politik canlılığı sağladığı gibi atalete, tutuculuğa, düşünce tembelliğine -ki devrimci saflarda çokça varlığına tanık olmaktayız, köylü uyuşukluğuna ve geleneklere bağlılığına panzehir oluşturur. Politik tartışmaları eylemsel duruşla zorlayarak geliştirir; politik canlanma yaratır, durağanlığı yıkar. Kaypakkaya yoldaşın birçok kez “saflarımızda canlı politik tartışmalar açalım” söylemi de kaynağını bu Leninist bakış açısından almaktadır. Bu, deneyim aktarımı, eskiyi yıkan, geniş bakış açısı kazandıran, devrimci diriliği, atılganlığı yaratan güçtür. Bu başarılmadan ciddi bir gelişme sağlanamaz.
Devrimci militanlık, atılganlık ve eylemsellik; eğer ki akılcılık ile birleştirilmezse, yozlaşmaya açık kapı bırakılır. Devrimci akılcılık genel olarak, politik amaç doğrultusunda plan ve proje üretmekle ilgilidir. Bu başarılamaz ya da önemi kavranmazsa sapmalara kapı aralanmış demektir. Örneğin proletarya partisi tarihinde, bazı dönemler, ortaya çıktığı görülen salt askeri bakış açısı, başka şeylerin yanında esas gıdasını buradan almaktaydı. En mükemmel şekilde yapılan plan ve projeler dahi, eğer ki bunun pratik karşılığı olan, devrimci atılım yoksa hiçtir! Akılcılıkla oluşturulan plan-proje, maceracılığa, çeteciliğe karşı panzehirdir. Akılcılık, sonuç olmak için, her türlü engeli sabırla aşma, olmaz denileni olur kılma pratiğidir. Militanların, olmaz denileni olur kılma gücü bu tarzdan gelmektedir.
Akılcılıkla devrimci atılım birleştirilmezse dar-pratikçilik ve maceracılık şeklinde yozlaşmak mümkündür. MLM çalışma tarzı ne hedefsiz ya da hedefin silikleştiği çalışmayı ne de mükemmeliyetçilik hastalığından kaynaklı eylemsizliği kabul eder. İki tarz pratiği de mahkum eder. Akılcılığın devrimci pratikle birleştirilmediği durumlarda mükemmeliyetçilik hastalığı ortaya çıkmaktadır. Mükemmel plan ve proje oluşturmak için kafa “yormak”tan eylemselliğe zaman bulunamamaktadır(!) Bu mükemmeliyetçilik sekterlik olarak örgütsel alana yansımaktadır. Tabii ki planların iyi olmasını isteriz ama mükemmel plan yapmanın sonu olmadığı için ve bu mükemmel planları hayata geçirecek olan “mükemmel” militanlar da bir türlü bulunamadığı için, ilgili plancılar “elveda proletarya” durağında inerler, devrim treninden! Halkın deyimiyle, sirkeyi-sarımsağı hesaplamaktan bir türlü çorba içmeye sıra gelmez. Devrimin, akılcı, fedakar ve atak militan tipi ancak, akılcılıkla devrimci ataklığın birleştirilmesiyle ortaya çıkar. Bunlardan birisi lehine tek yanlılık sapmalara kapı aralar. Tarihimizde çok “atılgan”, “enerjik”, “irade ve pratik kararlılığa sahip” kadro, militan ve üye olmuştur. Bu “çalışkan” yoldaşlarımız, geniş perspektiften yoksun oldukları, olay ve olguları iç bağlantıları ile kavramadıkları için; gelişmenin bir aşamasında, bu “çalışkanlık”larının değerinin bilinmediğini düşünerek elveda demişlerdir. Diğer yandan Lenin’in “darkafalı pratikçilik” dediği durum, belli dönemlerde TDH’de de hakim hale gelmektedir. Zaman zaman bizim saflarımızda da ortaya çıkan bu pratikleri mahkum ederken; proleter devrimciler, akılla devrimci atılımın birleştirilmiş örneklerini de ortaya koymakta ya da koymaya çalışmaktadır. Bu yanlış tarzın kırılması için de “canlı devrimci eylemi ve günlük çalışmanın tüm alanlarında devrimci perspektiflerin zorunluluğunu ileri sürer: bununla ilkesiz pratikçiliğin, gerçek Leninizm’e ‘devrimci’ proje kotarıcılığı kadar aykırı olduğunu vurgu”larız. (Stalin: ty, 177.)
II.
Devrim için doğru ve sağlam bilgi
Bir siyasi organizasyonun, amacına ve niteliğine uygun bir çalışmayı ortaya koyacağını/koyması gerektiğini söylüyoruz. Amaca uygun bir tarz geliştirilemiyorsa ya da eksik geliştiriliyorsa, bu sorunun giderilmesi için öncelikle bunların neler olduğu ortaya konmalıdır. Sonra bunların nedenleri derin bir sorgulamaya tabi tutulmak zorundadır. Eğer ki, bunlar tam olarak yapılamazsa, yanlış tarz düzeltilemeyeceği gibi kronik bir hal alıp kanıksanmasına da sebep olunur. Bu, çok büyük bir tehlike oluşturur. Komünistlerin, ayırıcı özelliklerinden biri, hatalarından ders çıkarmak, yanlışlarının özeleştirisini tüm açıklığı ile ortaya koymaktır.
Yeraltı çalışmasında, bir alanda çok ciddi hatalar yapılmış olabilir. Bu hep tekrarlanıyorsa ve kronik bir hal almışsa ya bu yapılanlar görülmemiştir ya da etkili bir müdahale yapılmamıştır. Sorunu doğru tespit edemezsek etkili müdahale de yapamayız. Ancak çalışma tarzında çıkan bir sorunda salt kurallar, ilkelerle sınırlı bir sorgulama yapılıyorsa başarılı olunamaz. Çünkü burada salt sonuçlarla uğraşılmıştır. Bilmeliyiz ki, çalışma tarzı konusunda ilkeleri ihlal etmeye, amaç konusundaki yetersizlikler yol açmaktadır. Bu nokta açığa çıkarılıp tedavi edilmediği sürece sorun tam anlamıyla çözülemez.
Komünistler çalışmalarını bir bilinç üzerinden yürütür. Değiştirmek istediğimiz dünya hakkında sağlam bir bilgiye sahip değilsek, amacımızı gerçekleştiremeyiz. Bir maddeyi-olguyu değiştirmek istiyorsak, öncelikle onun gelişme yasalarına vakıf olmalıyız. Devrim yapmak için yola çıkılmış, tanımlanmış alanda, alan hakkında sağlam bilgiye sahip değilsek devrimi gerçekleştiremeyiz. Devrimci faaliyetler için doğru ve sağlam bilgi çok önemlidir. Komünist ustalar doğru bilgiye nasıl ulaşılacağı üzerine kafa yorup, materyaller ortaya koymuştur. Gerçek bilgi olmadan, doğru bir devrim yolu geliştirilemeyeceği gibi doğru bir çalışma ortaya konması da çalışma tarzının temelini oluşturmaktadır.
Çalışma tarzında ortaya çıkan yanlışlar ve eksikler esas olarak doğru bir bilgilenme sürecinin işletilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu da gerçek bilgiye ulaşmayı engeller; doğru bilginin olmaması çalışma tarzının aksamasına neden olur.
Proletarya partisi her kademesinde hemen hemen tüm önemli toplantılarında ideolojik-politik-örgütsel-askeri hattıyla ilgili yürütülen çalışmaları sorgulayıp bunlarda ortaya çıkan yetersizlikleri tespit etmektedir. Ne yazık ki, birçok toplantıda, nerede ise aynı yetersizlikler tespit edilmiştir. Subjektivizm (öznelcilik), kendiliğindencilik, dogmatizm, bürokratizm, sekterlik, dar-pratikçilik… Bunlar tespit edilmesine rağmen tam anlamıyla ortadan kaldırılamamış ve kronikleşmiştir. Dolayısıyla çalışma tarzımız konusunda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Bunlar, bazı yoldaşlarımızın sandığı gibi tek tek insanlardan, faaliyetçilerden kaynaklı sorunlar olmadığı gibi, tek tek onların maharetleri ile çözülecek içerikte de değildir. Hiç böbürlenmeye kapılmadan, olması gereken nitelikleri varmış gibi de ele almadan; sorunlarla yüzleşmeliyiz. Kronikleşmiş bu hastalıkların tedavisinde ancak nedenlerinin tam anlamıyla açığa çıkarılması ile adım atılmış olur. Böbürlenen, sorunları küçümseyen, sorunları tek tek faaliyetçilere bağlayan, kendi dışında gören yoldaşlarımız, sorunların çözümüne katkı sağlayamayacağı gibi, sorunların bir parçası haline gelmeleri bir tarafa, süreçte, kendiliğinden bile olsa, dışarıya yuvarlanacaklardır.
Sorunların kronik hale gelmesinin nedenlerinden biri; bu sorunların nedenleri ve niçinleri ile birlikte ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmayıp, salt belirlemeyle kalınmasıdır. O zaman, şimdi yapmamız gerekenlerin önemli bir kısmı açığa çıkmış olmaktadır. Çalışma tarzımızdaki bu olumsuzluklar ortaya konup, bunları amansız-acımasız bir eleştiriye tabi tutup, nedenlerini açığa çıkarmalıyız. Burada da kalmamalı, MLM’yi, toplumu, tarihi kavramadaki yetersizliklerimiz, yanlış bakış açılarımız ortaya konmalıdır. Kendini bu eleştirinin dışında tutan yoldaşlarımızı sürecin kendisi dıştalayacaktır, geçmişte çokça olduğu gibi! Kolektivizm gerektiği gibi kavranmazsa, çalışmalarımızda bu yanlışlara boğazımıza kadar batmış bile olsak, bunları ya görmez ya da kendimizle ilişkilendirmeyiz. Bu yaklaşım sorunları çözmez, ancak sorunları sözde eleştirerek kendini temize çıkarmak isteyenleri savurup atar, atmıştır.
Komünistlere niteliklerini veren parametrelerden birisi de, belki de ilk başta geleni, dürüstlüktür. “Marksizm-Leninizm bir bilimdir; bilim ise, dürüst ve sağlam bilgi demektir; bilimde yalana dolana yer yoktur. Öyle ise dürüst olalım.” (Mao: 1992, 25.) Bu saptama bizlerin rehberi olmalı, kolektif içinde ete kemiğe bürünmelidir. Onun için, kendimize yaklaşımda da dürüst olmalı, yanlışlarımızı tüm açıklığıyla ortaya koymalıyız.
Çalışma tarzında ortaya çıktığını söylemiş olduğumuz yanlışları belirleme ile kalmamalıyız. Onlar bizlerin yaramaz çocukları değildir! Bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini, bunun yakıcılığını bilince çıkarmalıyız. Elbette ki bir bütün bunları ortadan kaldırmak için MLM eğitim seferberliği açmalıyız, bunun için de işe inceleme seferberliği ile başlamalıyız. Devrimciliğimizi devrimle taçlandırmak istiyorsak çalışma tarzımızdaki zaaflı yönlerimizi düzeltmeliyiz. Politika üretmedeki yetersizliklerimizi ve bununla ilişkili politik önderlik sorununda yol kat etmek istiyorsak, çalışma tarzımızdaki yanlışlarımızla hesaplaşmak zorundayız. Halkı birleştirip savaştırmak için, kitleselleşmek için, sağlam bir KP oluşturmak için çalışma tarzını düzeltmek, doğru bir çalışma tarzı oturtmak zorundayız. Peşpeşe sıralamış olduğumuz cümlelerden anlaşıldığı üzere bu sorunumuz yakıcılık arz ediyor ve acil çözmemiz gereken sorunlar kategorisinde ilk sıralarda yer alıyor.
Şimdi çalışma tarzımızla ilgili belirlemeleri tek tek ele alalım.
III.
Öznelcilik
Çalışma tarzımızdaki hatalarımıza rengini veren öznelciliktir, öznelciliğimizdir. “Öznelcilik yanlış bir inceleme tarzıdır. Marksizm-Leninizm’e aykırıdır ve komünist partiyle bağlaşmaz. Biz, Marksist-Leninist inceleme tarzından yanayız, (…) bütün partideki inceleme tarzını kast ediyoruz. Bu: yönetici organlarımızdaki yoldaşların, bütün kadroların ve parti üyelerinin düşünme yöntemiyle, Marksizm-Leninizm’e karşı tutumuyla, bütün partili yoldaşların çalışmalarındaki tutumlarıyla ilgili bir konudur. Bunun için de son derecek önemli, gerçekten önemli bir konudur.” (Mao: 1992, 38.)
Kolektifimiz açısından, öznelciliğin alt edilememesi, tüm acil sorunların ana halkasını oluşturmaktadır. Toplamda saflarımızda incelemenin sınırlı ve sistemsiz olduğunu söylemeliyiz. “Görece iyi bir bilgiye sahip olmadan iyi bir devrimci çalışma yürütmek mümkün değildir.” (Mao: 1992, 43.) Bu tespiti proletarya partisi defalarca kez pratikleri ile doğrulamıştır. Sağlam bilgiye sahip değilsek hiçbir konuda doğru tavır geliştiremeyiz. Bunun içindir ki Kaypakkaya yoldaş gittiği tüm alanlarda, alanın analizini yapmaya, bilgilerini sağlam bilgi haline getirmeye çalışmıştır. “Kürecik Bölge Raporu”, “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili” bunlara örnektir. Belki bugün, o bilgiler, geçerliliğini yitirmiştir ama kullanılan yöntem hala geçerliliğini korumaktadır. Ne yazık ki hala o tarzı oturtmaya çalışıyoruz. Çünkü doğru politika sağlam, gerçek bilgi ile oluşturulur. Bu, güncel politikadan, genel politik hattın oluşturulmasına, genel askeri politikadan askeri bir eylemin gerçekleştirilmesine kadar geçerliliğini sürdürür. Bir bütün örgütsel yaşamda, organ faaliyetlerinde, günlük ilişkilerde; hep gerçek bilgi, sağlam bilgi edinmek ve bunlar üzerinden kararlar oluşturmak esas alınmak zorundadır. Araştırma yapmayanın söz hakkı yoktur, anlayışında olduğu gibi; araştırmasız doğru karar verilemeyeceği net bir şekilde ortaya konmalıdır. Bundan dolayıdır ki gerçek-sağlam bilgiye ulaşmayı dumura uğrattığı için, kulaktan dolma, dedikodu bilgilerine, bölük pörçük bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini, ısrarla vurguluyoruz.
Tüm çalışmalara başarmak için başlanır. Tüm çalışmalarımızın temel amacı; güç oluşturup, sınıf karşıtlarımızın iktidarına son verip, halk iktidarını kurmaktır. Eğer ki, toplumun bir bütünü ve sınıf karşıtlarımız hakkında sağlam bilgiye sahip değilsek başarı şansımız olmayacaktır. Onun için toplumu, sınıf karşıtlarımızı, dostlarımızı, analiz edip iyi tanımalıyız. Genel olarak savaşa tutuşan iki güçten birisi, karşısındaki gücü, savaşa tutulan coğrafya, dostları, doğa koşulları vb. hakkında sağlam bilgiye sahip değilse, başarı elde edemez. Nitekim örneğin savaşlardan önce yapılan istihbarat çalışması sağlam bilgi edinmek içindir. Tek bir savaş için böyle etraflı, sağlam bilgi ön şart ise bir devrim gerçekleştirmek için bunun çok fazlasının gerekli olduğu ortadadır. Bugün hala politik bir önderlik yaratamamaktan söz etmemizin en önemli nedeni de toplumsal yapı, sınıf karşıtlarımız, ezilenler hakkında etraflı, sağlam bilgiyi derli toplu edinmiş, bunları analiz etmiş ve yeni bir senteze ulaşmış kadro, faaliyetçi yapısını oluşturamamamızdır.
Nesnel gerçekliğe ulaşma felsefenin temel çalışma konusudur. Sağlam bilgi olmadığında, yetersiz bilgilerle ya da gerçekliğin yerine kendi niyetlerimizi ikame ederek çalışma yürütürüz. Burada, işi yürüten öznenin kavrayışı, ideolojik bakışı, (gerçek diye kavradığı) gerçeğin yerine ikame ettiği niyetleri doğrultusunda çalışmalar yön alacaktır. İşte bu öznelciliktir. Nesnelliğin bilgisiyle değil, bunun yerine ikame edilen öznel bilgiyle iş yapmaktır. Burada öznenin hangi sınıftan olduğunun önemi yoktur, onun önemi amaç ve yapılacak çalışmada devreye girer. Hangi sınıftan olunursa olunsun, hangi amaç doğrultusunda çalışılırsa çalışılsın, nesnel gerçeğe göre politika kurulmazsa, yani ilk veri olarak çalışma nesnesi hakkındaki nesnel-sağlam bilgi alınmazsa başarılı olunamaz. Sağlam bilgi olmayınca, seçilen yol-yöntem ve araçlarda isabetli olamaz. El yordamı ile çalışma yolu ve yöntemi belirlenmiş olur. Demirin kaç santigrat derecede eridiği bilgisine sahip olmayan birisi, çelik elde edemez. Çalışma yürütülen semtte yaşayanların ekonomik, sosyal-kültürel durumu hakkında sağlam ve etraflı bilgilere sahip değilsek ve sürekli bu bilgileri yenilemiyorsak başarılı bir çalışma ortaya koyamayız.
Nesnel gerçeği ortaya çıkarmak için MLM yöntemi uygulamak yetmektedir. Çünkü, bu yöntem, materyalist ve diyalektiktir. Bilimselliğini de buradan almaktadır. Marksizm’in bilimselliği yönteminden gelir. Sorun ise bu yöntemi tam olarak kavrayıp uygulayamadığımızdan kaynaklıdır. Teorik olarak bu yöntemin ne olduğunu ezbere anlatmanın, yazmanın önemi yoktur. Pratikte bu konuda ne yaptığımız belirleyicidir; bu da kavrama derinliği ile ilgilidir. Bilimde, duygulara, ideolojilere, politikalara, kültürel özelliklere vb. yer yoktur. Bilim alanına “çıplak” girilir. Rodin’in “Çıplak Adam” heykelinde anlatılmak istendiği gibi… Nesnel gerçeklik ancak böyle ortaya çıkarılır. Ondan sonra ideoloji, politika vb. devreye girer. Gerçekliğe ideolojik-politik-kültürel bakışımızla ulaşmak istiyorsak; orada yanlı olma durumu ortaya çıkar.
Düşüncenin olmadığı yerde duygular, kötü bir öncü olur. Bazı yoldaşlar proleter ideolojiye sahip olmanın tek başına gerçeğe ulaşmamızı sağlayacağı yanılgısı içindedir. Oysa nesnel gerçeğe ulaşmada ideolojinin rolü yoktur, hatta, çoğu durumda, olumsuz anlamda etkisi olur. “Komünistlerin, ideolojilerinden kaynaklı, nesnel gerçeğe ulaşmak için, özel bir çalışma yapmalarına gerek yoktur” anlayışı ve türevleri yanlıştır. Gerçekler kimsenin tekelinde olmadığı gibi, hazır bir şekilde de kimsenin yanında bulunmaz. Burada, bilimsel bilgi, ideoloji-politika ayrımına vurgu yapıyoruz. Bu konu başlı başına ele alınacak bir konudur. Bu dosyamızda bu konuya dair bir yazı olduğu için girmiyoruz. Bilimsel bilginin bir ideolojinin tekelinde olmadığını söyledik. Suyun normal şartlar altında 100 derecede kaynadığı bilgisi, bir sınıfa ait bir çıkarım değildir. Bu nesnel bilginin nerelerde kullanılacağı, bu bilgiden nasıl yararlanılacağı ise başka bir alanın konusudur. Bir kişi suyun kaynamasından faydalanarak buhar gücünü bulur. Bundan da sermaye, sömürüyü artırmak için yararlanır. Suyun kaynamasından birileri iyi makarna pişirmede faydalanır, birisi mikrop öldürmede… Yani bilimsel bilgiye ulaşmak bir sınıfın tekelinde değildir, elbette bir bilimsel bilgiyi elde etmiş bir sınıf, kişi bu bilgiyi saklayabilir, bunu istediği alanda kullanıp tekel oluşturabilir.
Bilimsel bilgiye ulaşma yöntemi de bir sınıfın tekelinde değildir. Amiyane tabirle laboratuvara giren herkes, orada materyalist olur. MLM’ler ise bir bütün dünyayı anlama, bilme ve yorumlama biçimleri bakımından materyalisttirler. Marksist ustalar gerçek bilginin hangi yöntemle edinileceğini ve nereden geldiğini, yani nesnel gerçeğe ulaşmanın yol ve yöntemini ortaya koymuşlardır. Saflarımızda öznelciliğin kronik bir hal almasından bahsediyorsak, MLM’nin yöntemi konusunda ciddi yetersizlik içinde olduğumuzu, bu yöntemi tam olarak kavrayıp pratiğe geçiremediğimizi söylüyoruz demektir. Öznelciliği kırmanın ilk adımı da sorunlarımızı çözmek için araştırma-incelemelerimizde bilimsel yöntemi kumandaya oturtmak olacaktır. MLM yöntemini sorunlarımızı çözmek için araştırmalıyız. Ezberciliğe ve teorik gevezeliğe yer vermemeli, MLM felsefeyi bunun için öğrenmeliyiz, araştırmalıyız.
Marksizm’in yaşayan ruhunun “somut durumun somut tahlili” olması, onun en temel öğesi olması bu, gerçek bilginin hayati öneminden kaynaklıdır. Politika üretmede ilk veri gerçek bilgi ise nesnel gerçekliği ortaya çıkarmada ustalaşmayanların politika üretemeyeceği de açıktır. Ezberciliği, alışkanlıkları, tutuculuğu bozan, öznelciliğin düşmanı budur. Bir politika üretme dehası Lenin, Marksizm’in bu yaşayan ruhunu, en temel unsurunu en iyi kavramış ve pratikleştirmiştir. Hakeza yine bir politika üretme dehası olan Mao, bu temeli kavrayıp, tahlilci çalışmaları, partisinde hakim kılana kadar çok çalışmış ve hakim kılıp devrim yapmıştır. Türkiyeli devrimciler ve onun en ileri parçası komünistler ise Marks’ın, Lenin’in ve Mao’nun kötü birer öğrencileri olduklarını bir dizi pratiklerinde ortaya koymuşlardır.
Komünist partisinin çalışmalarına baktığımızda, tahlilci çalışmaların sınırlılığını görürüz. “Tahlilci bir yaklaşımdan yoksun birçok yoldaşımız karmaşık sorunların derinine inerek, onları tekrar tahlil etmeye ve incelemeye yanaşmıyor. Ya kesin olumlu ya da kesin olarak olumsuz, basit sonuçlar çıkarmaktan hoşlanıyor.” (Mao: 1992, 170.) Benzer birçok örneği, bugün saflarımızda da görüyoruz. Örneğin çeşitli alanlarda çalışma yürüten kaç yoldaşımızın, faaliyet yürüttüğü alanla ilgili ayrıntılı tahlili vardır? Kentlerin somut durumunu öğrenmek için hangi komitenin bütünsellikli bir tahlili vardır? 15 milyon insanın yaşadığı ve neredeyse çalışmalarımızın ağırlıklı bir bölümünde organize edildiği İstanbul hakkında bütünlüklü, ayrıntılı tahlilimiz var mıdır? El yordamıyla çalışmaya başladığımızda başarı şansımız herhalde piyangodan büyük ikramiye çıkma olasılığı kadardır. Sonra bu başarısızlık altında faaliyetçiler ezilir, kolektife umut bağlamış kitlenin umudu kırılır ve darlaşma başlar. Burada, başka şeyleri dışta tutarak söylüyoruz, elbette mücadeleden kopuşların politik ve örgütsel hatta izlenen çizgiyle, yöntem ve çalışma tarzıyla güçlü ilişkisi vardır. Bireylerin niyetlerinden bağımsız bu böyledir, bunlardan bağımsız iyi ya da kötü faaliyetçi-birey tahlili yapılamaz, niyetler tahlile dahil edilemez diyoruz.
Demek ki öznelcilik mücadeleden kopuşlara neden olmaktadır. Öznelcilik, birleştirici değil ayrıştırıcı, geliştirici değil tüketici bir çalışma tarzının gelişmesine neden olur. Sonra yapı, kadro ve militan öğütme makinesine döner. Gerçekler bizim olmasını istediğimiz gibi olmayabilir (istediğimiz koşullar olsaydı tarih yapmak ne kolay olurdu!). Ama biz, değiştirme-dönüştürme cüretini kuşanmış komünistleriz. Sorun, gerçeklere ulaşmak ve bu gerçekler ışığında hareketin yönünü ortaya çıkarmaktır. Buradan tek başına, gerçeklerin öznesiz devrimciliğinden bahsetmiyoruz. Bir özne olarak, gerçek hareketi ortaya çıkardıktan sonra, değiştirme-dönüştürme cüretimizi devreye sokarız. (Herkes kendi tarihini yapar, ama var olan koşullar içinde.) Bundan hareketle gerçeklerin devrimciliğinden bahsediyoruz. Gerçekliğe ulaşmadığımız koşullarda devrimciliğimizi gerçekleştiremeyiz. Öznelcilik devrimciliğin düşmanıdır. Bundan dolayı gerçekler devrimcidir diyoruz. Soyut, özensiz, nesnel gerçekliğin devrimciliğinden bahsetmiyoruz.
Olay ve olguların gerçekliği; onlara yön veren hareket yasalarıdır, gerçek harekettir. Önemli olan bu hareketi ve hareket yasalarını ortaya çıkarmaktır. Doğada ve toplumda hareket sürekli ise çalışma nesnelerimizde ve öznelerimizde hareketin yönünü, bunu etkileyen faktörleri ortaya çıkardığımızda; ona yön verme pratiğini geliştirebiliriz. Bu anlamıyla, felsefe çalışmalarımızın temel amacı bunu açığa çıkarma yöntemini öğrenmek oluşturmaktadır. Çalışma tarzımızda ortaya çıkan hatalı ve yanlış tutumların kaynağı öznelciliktir. Öznelcilik, aynı zamanda dogmatizmin, sekterizmin, kendiliğindenciliğin de kaynağıdır.
Kolektifteki yaşamda öznelciliğe karşı çeşitli tutumlar geliştirilmiştir. Örneğin kolektif içindeki gelişmeler rapor sistemiyle merkeze ve oradan bir bütün kolektife iletilir. Kolektif içindeki gelişmeler, çalışmalar hakkında sağlam bilgi yalnızca bu şekilde üyelere, militanlara, faaliyetçilere sunulur. Dedikodu, kulaktan dolma bilgiler kolektif içi sağlam bilgi akışını sekteye uğratıp, yanlış-gerçek dışı, yarım bilgilerin yayılmasına neden olur. Bunun için bu tarz bilgilerin yayılması yasaktır! Her üye bulunmuş olduğu organından kolektif; üye, kadro veya organlar hakkında öğrenmek istediklerini sorup, isteme ve öğrenme hakkına sahiptir. Yine kolektif hakkında; kadrolar, üyeler, organlar hakkında tüm düşüncelerini de ifade edip, organı aracığıyla merkez ve üyelere iletme hakkına sahiptir. Organlar hatta üyeler hakkında çok “uç” düşünceler bile bu tarzla ortaya konabilir; soruşturma talep edilebilir. Kolektifin herhangi bir alanındaki çalışmalardan tek tek bireylerin çalışmaları hakkında soruşturma gerekçeleri ile birlikte istenebilir. Bu, arzu edilen, normal bir işleyiştir. Tehlikeli olan ve kolektif içi yaşamı zehirleyen; hangi sebeple olursa olsun hangi aciliyeti ve ulvi çıkarlar için yapılırsa yapılsın, dedikodudur. Bu yasaktır ve görüldüğü yerde mahkum edilmelidir. Yöntem, gerçeğin kapısıdır. Yanlış yöntemle doğru sonuç elde edilemez. Darbecilikle aramızdaki en belirgin ayrışım noktasını oluşturan kolektif anlayışlarının başında bu gelmektedir. Kolektif ve çalışma tarzındaki bu farkın, Leninizm’i kavramadaki farktan ortaya çıktığı açıktır. Burjuvazinin ideolojisi, kurumları, kuruluşları ile çevrili bir alanda çalışmalarımızı yürütüyoruz. Bu koşullarda komünist partiyi yıkıcı darbelerden korumak istiyorsak, sızmaları önlemek ve açığa çıkarmak istiyorsak, kolektif içi çalışma tarzına harfiyen uymalı ve gözbebeğimiz gibi korumalıyız. Kişiler, kurumlar hakkında uluorta konuşmak, dedikodu yapmak, kesinliği tartışmalı bilgilerin yayılmasına neden olmak, kolektif içi yaşamı zehirler, güveni zedeler, kitlelerin güvenini ortadan kaldırır, yıkıcılığa hizmet eder. Düşman da sızdırdığı elemanları ile bunu yapmaya çalışır. Her türlü bilgi, usulüne uygun ifade edilmeli veya yayılması istenmelidir. Defalarca kez üzerine basarak söylüyoruz ki, usul/yöntem gerçeğin kapısıdır!
Kolektif hukuku içinde kişilerin ve organların hukuku (hakları ve sorumlulukları) güvence altına alınmıştır. Kolektif içi yaşamda organ dışı ilişkilerde yanlı bilgilerin yayılması, klikçiliğe zemin sunduğu için yasaktır. Kolektif içinde doğru çalışma ve ilişki tarzını geliştirmek çelikten bir örgütün sürekliliğinin teminatıdır. Kolektifin enerjisinin heba edilmesini istemiyorsak, yıkıcılığın, güvensizliğin, dağınıklığın, klikçiliğin gelişmesini istemiyorsak, yukarıda ortaya koymuş olduğumuz çalışma tarzını hakim kılalım, altının boşaltılmasına asla izin vermeyelim! Gündelik devrimci yaşamı, öznelciliğin zehirlemesini istemiyorsak, sağlam bilgilerle çalışmayı, burada da merkeze alalım! Bahsini ettiğimiz mevzu, sadece kurum içindeki, içe dönük ilişkiler ve çalışma tarzına dair değildir. Aynı zamanda Devrimci örgütler hakkında bilgilenmelerde de ya direkt ilgili örgütten öğrenmek en doğru yoldur. Sınıf karşıtlarımız proletarya partisi içinde karışıklık çıkarmak istediği gibi diğer devrimci örgütler hakkında güvensizlik oluşması için dedikodu yayabilir. Bu bilgilere itibar etmemeli; hele bu bilgilerle tavır ya da politika asla geliştirilmemelidir. Bazı dostlarımızın yapmış olduğu hataya düşmemeliyiz.
Teorik seviyemiz ve çalışmalarımız
Öznelciliği ele aldığımız bu bölümde teorik seviyemize değinmek de yerinde olacaktır. Doğru teori, nesnel gerçeklikten çıkarılan ve gene nesnel gerçeklik tarafından doğrulanan teoridir. Doğru teori; nesnel gerçeğe ulaşmış ve bunu da pratiğe sunmuş ve orada da ispatlanmış, doğrulanmış teoridir. Gerçeklik somuttur, soyut gerçek olmaz.
Teori bir amaç için ortaya konur. Amaçsız teori gevezeliktir, soyut gerçek gibi anlamsızdır. Saflarımızda bu tarz teoriye izin vermeyelim. Devrim yapmak için çıkmış olduğumuz yolda, çıkan sorunları aşmak için MLM’yi araştırmalıyız. Sınıfların gerçek durumunu öğrenmek için, toplumu incelemeliyiz. Kolektifin bugünkü hatalarını anlamak ve çözmek için tarihimizi araştırmalıyız. Her alanda ortaya çıkan sorunları çözmek için, onları analiz etmeli, ders çıkarmalıyız. “… pratik çalışmayla uğraşan yoldaşlarımız da eğer deneyimlerini yanlış değerlendirirlerse başarısızlığa uğrarlar. Evet, bu yoldaşlarımız genellikle zengin ve çok değerli deneyimlere sahiptirler: ama sadece kendi deneyimleriyle yetinmeleri son derece tehlikelidir -kendi bilgilerinin büyük ölçüde algısal ve kısmi olduğunu, akılcı ve kapsamlı bilgiden yoksun olduklarını, bilgilerinin görece eksik olduğunu görmelidirler. Görece tam bilgiye sahip olmadan iyi bir devrimci çalışma yürütmek mümkün değildir.” (Mao: 1992, 43.)
Kolektifte teoriye ilgisizliğin geliştiğini görüyoruz ve bununla paralellik halinde dar-pratikçilik de gelişmektedir. Bazı yoldaşlarımız pratikten kopuk, amaçsız “teorik çalışma” yapmayı esas aldığı gibi; bazı yoldaşlar da teorinin aydınlatmadığı pratikler içine girmektedirler. Kitabi bilgilerle yetinmek, pratikten çıkarılan derslere ilgisizlik ya da pratiğin sorgulanıp deneyim haline getirilmesi pratiğinin yeterince yapılmaması tutuculuğun ve dogmatizmin kaynağını oluşturmaktadır. 40 yıldan fazla savaş pratiği olan, bunu övünerek dile getiren kolektif, savaş konusunda örneklerin bile çoğunu Çin’den vermesi anormal değil midir? Kendi pratiklerini deneyime dönüştürüp tekrar pratiğe sürmeyen bir yaklaşım, hep kitabi bilgileri esas almaktan kurtulamayacaktır. Bu, günü kurtarma çabasının, dogmatizmin bir görünümüdür. Bu çalışma tarzı, zamanla yapılan işe yabancılaşmayı beraberinde getirmekte; devrimci ruhu öldürmektedir.
Komünistlerin çalışma tarzı sonuç alıcı olmalıdır. Kolektifin yayınlarını incelemeyen yoldaşlara deneyim aktarımı yapılamaz, bu yoldaşlar teorik seviyemizin yükseltilmesine katkı sunamaz, yayınların niteliğine katkıları olmaz. Bulundukları alanda çalışmalarını çizgimiz doğrultusunda geliştiremezler. Yayınları okumayan yoldaşlarımız, Marksist klasikleri inceliyorlar mı peki? Tüm bileşenlerin kaçı; mücadelemizin sorunlarını çözmek için örneğin son bir yılda Marksist klasiklere başvurdu? Sayının çok sınırlı olacağını tahmin etmek zor değil. Bu, bilgiye, düşünceye, kolektif akla ilgisizliktir. Elbette ki tüm yoldaşlarımız faaliyet için koşturmaktadır. Bundan-niyetten kimsenin şüphesi yoktur. Ama şunu da biliyoruz ki bu tarz koşturmadan bir sonuç alınmaz. Zira yayınlara ilgisizlik, ortak hedefe, ortak düşünceye kayıtsızlıktır, eylem birliğinin zedelenmesinin ilk adımlarıdır. Siyasal ruhsuzluğun görünür olması halidir.
Yayınların yanında ideolojik-politik çizgilerini, bunlardaki değişimi, sapmaları öğrenmek, bunlarla ideolojik mücadele etmek ve tecrübelerinden, onların da pratiklerinden öğrenmek için devrimci yapıların da yayınlarını incelemeliyiz. İdeolojik sapmalar halk saflarından uzaklaşmaların habercisiyken ve bunlarla amansızca mücadele etmek gerekirken, pratikte ortaya konan kazanımlar, DHD havuzunun genel kazanımı olarak alınıp savunulmalıdır. Dostlarımızla birlik ve mücadele çizgisinde geliştirmiş olduğumuz ilişkiyi sağlıklı yürütebilmek için onları pratik ve teorik hatları ile takip etmeliyiz. Ne birliği ne de mücadeleyi ihmal etmeliyiz.
Devrimcilik, tüm işlerde olduğu gibi, alışkanlık boyutunda yapılmaya başlandığında, orada yapılan işe karşı bir yabancılaşma başlamış demektir. Yapılan işle diyalektik bir bağ kuramamak, onu dışta görmek, parçamız olarak ele almamak, o işe yabancılaşıldığını gösterir. Yapılan iş ile diyalektik bağ, onu parçası olarak ele almayı ve bunun için sorgulamayı, geliştirmeyi beraberinde getirir. Bunun doğal sonucu devrimci coşkudur; kolektif emeğin yarattığı coşku, birlik ruhunun bir ifadesidir. Örneğin bir devrimci yayın çıkarma işi yapılıyorsa, onun ne için çıkarıldığı, kitlelerde yaratacağı etki, bunun yanında onun kolektif emeğin ve aklın ürünü olduğu bilinci çıkaranlarda hakim ise büyük bir coşkuyla, heyecanla bu iş yapılır. Bu yayını iyi bir şekilde çıkarmak için tüm yaratıcı çaba devreye sokulur.
Ama işin amacı silikleşmiş ise ve her gün yeniden ve yeniden üretilme dinamikleri ölmüşse, alışkanlıkla yapma durumu gelişmiştir. Burada büyük emek de verilse, gece sabahlara kadar çalışılsa bile amaçta netlik yitimi oluşmuş ise coşku ve heyecan ölmüş, siyasal ruhsuzluk gelişmiştir. Önemli olan yaşamımızın, işimizin her anında sınıf mücadelesi gerçeğini görebilmektir. Bu, en zor fiziksel koşulların olduğu gerilla alanı için de ve bizzat işkencede de böyledir. Gerillada alışkanlıkla yapılmaya başlandığında, misyonu unutulduğunda ruh ölmüştür, yaratıcı çalışma ölmüştür. Yine işkencede, seanslara alınırken direnilmesine karşın rutine bindiği durumlar biliniyor, deneyim aktarımlarında yazılıyor. Belki direniş yapıldığı için bu tip durumlar ayrıntı olarak kalmıştır ama daha sonraki pratiklerde bu alışkanlıkla iş yapmanın zafiyeti açığa çıkmıştır. Yine hapishaneye niye-hangi çalışma yaparken düşüldüğü bilinci silikleşirse, hapishanede “yatılamaz”. Orada devrimci mücadele için çalışma ortaya konulamaz.
Devrimci coşku, siyasal ruhun olduğunu gördüğümüzde, iş yapmanın amaca uygun olduğunu çıkarırız. Yoldaşlar arasında sevgi ve saygı bağını bunlar geliştirir. Ortak, kolektif bir mekanizmanın bir parçası olarak çalışan yoldaşlarımızın bu coşkusunu, mutluluğunu yoldaşları ile paylaşma isteği de bu siyasal ruhtan kaynaklanır. Bir eylemin tüm saflarda yarattığı coşku, mutluluk, bir yayınımızın çıkarılmış olması ile yaşanan coşku, mutluluk, hep iktidar bilincinin ortaklığının yansımalarıdır. Ama rutin olan her şeyde coşku ölmüştür, kolektif bilinç kaybolmuştur. Bu tarz sorun çözmez, sorun üretir, en hafifi ile günü kurtarır. Yapılan işle, o işi yapan arasında, kolektifin diyalektik bağının kurulamadığı tüm çalışmalarda bu alışkanlıkla iş yapma ve siyasal ruhsuzluk gelişir. Diyalektik ilişki, amaçla yapılan iş arasındaki bağ ve yapıcı militanın bunlarla kurduğu ilişkide aranmalıdır, kurulmalıdır. Bu kurulamazsa doğru tarzda bir çalışma ortaya konmamıştır. Bir militan çok büyük bir eylem de yapmış olabilir, büyük bir askeri görevi de yerine getirmiş olabilir. Onu yapma amacını, yani eylemin ideolojik-politik ağırlığını kavramamışsa, eylemin büyük görkemine karşın militan özneleşemez. Eylemin güçlülüğüne karşın militan güçsüzdür. Zamanla eylemin gücü altında ezilip savrulmalar yaşanabilir. Bazen güçlü eylem yapıcıları politik ağırlığı kavrayamadığı için bireysel egosunu tatminle mücadelede tutunmaya çalışır ki, bu kariyerizm gibi tehlikeli hastalıklara zemin sunar. İşkencede direnmiş olmayı, gerillada önemli direniş-eylemler ortaya koymayı başka yoldaşları üzerinde kullanma pratikleri, yapılanın politik ağırlığının kaldırılamamasından kaynaklıdır. Durumun, koşulların sürüklediği bir kadro, militan istemiyorsak, kolektifin ideolojik-politik düşünceleri ile donatılmış, pratiklerine bunların yön verdiği faaliyetçiler yaratmalıyız. Bunun bir ayağı olarak, yayınlarımızı, Marksist-Leninist klasikleri incelemeyi sistemli hale getirmek gerekir. Her pratiğin sorgulanıp onun üzerinden eğitilmesi de ikinci bir öğe olarak alınırsa militanlar özneleşir, iradeleşir. Bu başarılamaz ise hem arada olma hem orada olmama durumu yaşamın bir parçası olur. Koşturma halinde komünist düşünceleri kitleye taşımak için bir yayın çıkarmanın bir parçası olunur ama kitlenin sorunları ilgisini çekmez, bu yayın yan komşusuna bile verilmez; silah kuşanılıp dağa çıkılmıştır ama köylülerin sorunlarına ilgisizlik hali yaşanır. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Öznelcilikle nasıl mücadele etmeliyiz? Bunun için Marksist-Leninist-Maoist eğitim seferberliği başlatmalıyız. Tüm çalışmalarımızın materyalist ve diyalektik ele alışla yapılıp yapılmadığını sorgulamalı ve buna uygun ele alışlar geliştirmeliyiz. MLM’nin toplum incelenmesini, Parti tarihinin incelenmesini bir sistematik içinde süreklileştirmeliyiz. İnceleme-araştırma ve tahlilci çalışmalara ağırlık vermeliyiz. Öznelciliğe karşı mücadelenin esas halkası inceleme tarzını geliştirmektir. Toplumsal yapıyı tanımadan, düşmanı tanımadan, kendi gücümüzü tanımadan değiştirme girilecek pratik, başarısızlığa mahkumdur. Kolektifin dünü ve bugünü hakkında sağlam bilgiler almadan da doğru önderlik yapılamaz, doğru çalışma tarzı geliştirilemez. Talimatlarla örgüt yönetileceği gibi bir yanılsama içine girilir ama oluşturulan politikanın örgütte ve kitlede karşılığı olmaz. Sonra, biz iyiydik, kolektif geriydi; biz iyiydik kitle geriydi; elitist durağında konaklanılır.
İnceleme ve yazma tarzı da kolektifin çalışma tarzını oluşturan parçalardır. İnceleme tarzına yazımızın ilerleyen sayfalarında daha etraflı değineceğiz. Ve yazı yazma, A/P konusunu da ayrı bir yazıda ele alacağız.
Öznelcilikle mücadelede, eğitim seferberliğinin yanında, komünistler düşünce tarzlarında ve kolektif içi yaşantılarında, “siyasi ve bilimsel özün egemen olması sağlanmalı”dır. Bunu başarmak için tüm çalışmalarında ve özellikle siyasi durum tahlili ve sınıf güçlerinin değerlendirilmesinde, MLM yöntemi kullanmayı öğrenmeli/öğretmeliyiz. Gerçek, ancak bu bilimsel yöntemle açığa çıkarılabilir. Marksizm’in özünün yöntem olması da bundan kaynaklıdır.
Proleter devrimci militanların “dikkatini, mücadele taktiklerini ve çalışma yöntemlerini saptamak amacıyla toplumsal ve ekonomik araştırma ve incelemelere yönelmeliyiz. Ve yoldaşların gerçek durumu araştırmadıkları takdirde hayalciliğin” (Mao: 1989, 145.) ve maceracılığın esiri olacaklarını kavratmalıyız.
Yapılan değerlendirme ve eleştirilerde, kesinlikle, öznelciliğe, keyfiliğe, eleştirinin bayağılaştırılmasına, kişiselleştirilmesine, uluorta getirilmesine, dedikoduya izin vermemeliyiz. Kolektif içi ve dışı ilişkilerimizde, çalışmalarımızda ilk veri daima nesnel gerçekler olmalı; çarpıtma, abartı, yüzeysellik ve manipülasyona izin verilmemelidir. Bu tarz, saflarımızda öznelciliğin gelişmesine ket vuracak, var olanlara yaşam şansı tanımayacaktır.
IV.
DOGMATİZM
“Dogmatizmin özelliği, gerçek durumdan hareket etmeyip, kitaplardan alınmış bazı sözcükler ve cümlelerden hareket etmesidir.” (Mao: 1992, 245.) Saflarımızda çalışma tarzında ortaya çıkan dogmatizm de; devrim hedefi konulmuş tanımlanmış toplumsal yapı hakkında, siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel durumunun geçmişinin ve yürütülmüş devrimci mücadelenin ciddi bir incelemesinin yapılmamasından kaynaklıdır. Dogmatizm, kaba materyalist yaklaşımların ve formel diyalektik yöntemin yön verdiği pratikler şeklinde ortaya çıkar, olguların özü kavranmayıp, şekilsel kavrayışın pratiklere yön vermesine neden olur.
Dogmatikler, soyut gerçekliğin olmadığını kavramaz. Teorik doğrularımız pratikte doğrulanmıyorsa onlar “soyut gerçek” olarak kalmaya mahkumdur. Yani onlar gerçek değildir. Bunları, pratiğe yön veren, başka şeyleri dışta tutarak söylüyoruz.
MLM’yi Türkiye koşullarına uygularken; onu dogma olarak alıp, yaşayan özünü görmezden gelirsek, başarı şansımız yoktur. Gerçeği olgulardan çıkarmalıyız. MLM teori ancak eylem kılavuzu olarak ele alındığında ve eylemde sınandığında Marksist-Leninist tarz ve yöntemi uygulamış oluruz. Genel MLM teorinin özele uygulanmasının başarılamamasının altında hep şablonculuk şeklinde görülen dogmatik ele alış yatar. Teorimizin sınandığı tek yer toplumsal pratiktir. Çok büyük laflar, teoriler ortaya koymuş olabiliriz ama bunların sınandığı ve onay verildiği yer kitlelerdir. Gerçekleri olgulardan çıkarmaz da öznel “gerçeğimiz”den şaşmazsak, gideceğimiz yer; “biz iyiyiz, gerçeği savunuyoruz, kitleler bizi anlamıyor” olacaktır. Bu tarz ise çalışmalarımızı başarısızlığa mahkum edecektir.
Dogmatizmin kaynağı öznelciliktir; şekilci, kitabi ve doktrinercidir. Bu ise dogmatizmin ne kadar tehlikeli olduğunu gösterir. Çünkü MLM teori ile ayrıştırmak için bilgi, deneyim ve özen gerekir. Dogmatizmin, MLM kılıfa bürünmesi genç devrimcilerce gerçek yüzünün görülmesini engeller.
İlkeler, bazen, dogma şekline gelmiş düşüncelerle karıştırılır. İlkeler, pratikten çıkarılan ve pratikler tarafından defalarca ispatlanmış tecrübelerin özlüce ifadesidir. Bunlar, ideolojik-politik ve örgütsel alanda olabilir. Bunların hiçbiri dogma olarak ele alınamaz. Bunlar tecrübelerin toplamını oluşturur. Genelde dogmatizmin tahrifatından kaynaklı ilkelere yaklaşımda liberallik gelişmektedir. Örneğin onlarca yoldaşımızın deneyiminin kolektif akıl süzgecinden geçirilmiş şekli olan güvenlik kapsamındaki ilkelerimiz, bazı yoldaşlarımızın öznelci-dar deneyci düşünüşünün ürünü olarak bir kenara bırakılabilmektedir. Bunun sonucu ise bir kez daha hüsranla biten pratikler olmaktadır. Öznelciliğin ürünü olan, ikiz kardeşler dogmatizm ve dar deneyciliktir. Birisi kitabi bilgilerin lafzından başka gerçek tanımazken, bir diğeri kendi pratiğinde öğrendikleri dışında, bilgi tanımaz. Birisi dolaylı bilgiyi her şey kabul ederken, diğeri dolaylı bilgiyi hiç dikkate almaz.
Saflarımızda, bu iki sapma, politik ve örgütsel alanda zaman zaman ortaya çıkmıştır. “… pratik çalışmada deneyimli olan yoldaşlar arasında, sadece kendi sınırlı pratiğiyle tatmin olan, bunu her yerde uygulanabilecek bir dogma olarak kabul eden ‘Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz’ ve ‘önderlik edebilmek için önceden görebilmek gerekir’ gerçeğini kavramayan ve üstelik de kavramak istemeyen ve dolayısı ile dünya devrimci deneyiminin özeti olan Marksizm-Leninizm’i küçümseyen, ilkeden yoksun bir deneyciliğe ve kişiyi hiçbir yere ulaştırmayan akılsızca bir tekrarcılığa kapılan kişiler varsa, ve bunlar gene de oturup, yükseklerden emirler veriyorlarsa, kör gibi kendilerini kahraman yerine koyuyorlarsa, kıdemlilik taslıyorlarsa ve yoldaşların eleştirilerine önem vermiyorlarsa…” (Mao: 1992, 246.) İşte bunlar gerçekten dar deneycidirler. Dolayısıyla deneycilerle dogmatiklerin düşünce tarzları özde aynıdır. İki çalışma tarzı da Marksizm’in evrensel gerçeğini kavramaz ve bu topraklara uygulamada, diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemi kullanmazlar.
Saflarımızda dogmatiklikle ampirizm nerede ise yan yana yürümüştür. Dogmatiklerin doktrini, ilke yerine koymaları ve sonuçta somut içinde gerçeğe gözlerini kapamaları, yanlışlarının temel nedenidir. Bu duruma karşı da içten bir tepki oluşmuştur. Bu tepkinin de etkisiyle teoriyi küçümseme, kendi dar pratiği dışında deneyim kabul etmeme gibi sapmalar gelişmiştir. Bir türlü akılcılıkla-ataklığın diyalektik birliği sağlanamamıştır. Çok atak, cesur önderlikler de oluşturulmuş, çok akılcı önderlikler de ama ikisinin diyalektik birlikteliğinde bir önderlik oluşturulamamıştır. Kendisini çok akıllı sanan, çok atak sanan nice kadronun sonu hep aynı olmuştur. Burada esasın yöntem ve politika olduğunu, bu konulardaki yetersizlikler aşılmadan çalışma tarzının düzelmeyeceğini, dolayısıyla bu aşamada kadroları mahkum ederek sorunun çözülmediğini/çözülemeyeceğini anlatmaya çalışıyoruz. Doğru çalışma tarzı ve yöntemi olmayınca, belirleme yaparak ve kadro değiştirerek sorunlar çözülemez.
Kolektif akıl; yerinde ve zamanında, çalışma tarzını sorgulayıp, dogmatikliği mahkum edip, nedenlerine yönelip, MLM tutumu ortaya koymadığı için dar deneycilik gelişmiştir.
Bu iki yanlış çalışma tarzının, özünün tek yanlılık olduğunu, öncelikle vurgulamalıyız. Birisi doktrinini eylem kılavuzu olarak ele almakta, diğeri de teoriyi küçümseyip, dar pratiği her şey sanmaktadır. MLM tutum ise teoriyi, bir eylem kılavuzu olarak ele alır; dogma olarak değil. Nesnellikten çıkan ve yine nesnellik tarafından doğrulanan teorileri eyleminin kılavuzu yapar. Teori ile ilkeleri de ayrıştırır. MLM tutum, ilk veri olarak maddi olanı, yani pratiği alır, pratiğin deneyimlerini sistemleştirerek teorileştirir. Bunların da dogma olarak ele alınmasına karşı çıkar. MLM kavrayışta derinleşme sağlandığında bu yanlış çalışma tarzı da ortadan kaldırılır.
Dogmatik çalışma tarzı, düşünce tembelliğini, siyasal ruhsuzluğu geliştirir, yaratıcılığı öldürür. Her şeyi formüllerle, olumlu-olumsuz diye tek yanlı açıklamayı geliştirir. Alışkanlıkla iş yapmayı geliştirir. İdealisttir. Çünkü ilk veri olarak pratiği-maddeyi değil, dogmaları almaktadır. Her şeyi formüllerle ak-kara diye açıkladığı için diyalektik de değildir. Politika üretimini öldürür, çünkü politika andaki gelişmeler üzerine yapılır. Dogmaları defalarca kez politika diye ortaya sürer, farklı sonuç almayı da bekler.
Günlük, pratik çalışmalarda bile, işlerin alışkanlıklarla yapılması, bu tarzdan kaynaklıdır. Gerilla hep aynı politikayı, aynı konaklama yerini kullanır, aynı köye, aynı ilişkilere gider. Şehir faaliyetçileri hep aynı semtte, aynı ilişkilere gider. Hep aynı tarzda eylem yapılır. Rutin, alışkanlık, gerillada ölüm olduğu gibi, şehirlerde de gelişememe ve denetime girmektir. Maddenin var oluş şekli harekettir. Devrimci bir kolektifin var oluş biçimi de eylem ve harekettir; rutin, alışkanlık, mekanik hareket ise ölümdür. Dogmatizm, faaliyetçileri düşünemez kılar. Körü körüne bağlılık, alışkanlıkla iş yapmak, devrimciliğin ölümüdür. Alışkanlıkla iş yapmaya, statükoculuğa, düşünce tembelliğine son vermek için araştırma ve inceleme tarzını geliştirelim, gerçekleri nesnellik içinden bulup çıkarma yöntemini geliştirelim. Devrimcilikle yetinmeyip devrim yapmak istiyorsak, bunu başarmalıyız. Kendini tekrarlayan tarzı, ancak uzakları fethetme cesaretini akılcılıkla birleştirerek aşarız, aşacağız!
Çalışma tarzı, komünist partinin, devrimciliği ve devrim yapma işini yeniden üretme şeklidir. Bu bir devrimci bireyin de, devrimciliğini üretme ve yeniden üretme tarzı ile yakın ilişki içindedir. Dogmatik çalışma tarzı ise hem kolektif hem de devrimci militan için devrimciliği üretmeyi sekteye uğratır. Dogmatizm devrimciliği köreltir.
Dogmatikler, gerçeğin, hareketin kendisi olduğunu kavramazlar. Tanımlanmış zaman ve mekanda ortaya çıkarılan gerçeği dinamik bir olgu olarak ele almazlar. Gerçeği statik, değişmez sanırlar. Koşullar değişmiş olmasına karşın, gerçeğin aynı kaldığını sanırlar. Politikayı, örgütsel biçimleri, mücadele biçimlerini, çalışma tarzını bir kez belirleyince bir daha hiç değiştirilmesine gerek olmadığını düşünürler. Çünkü dış koşulların da değişmez olduğunu düşünürler. Toplumsal, tarihsel koşulların ortaya çıkarmış olduğu yeni biçimlere kapıyı kapatırlar. Hiç de hata yapmış olmazlar! Çünkü yeni bir şey yapmıyor ve söylemiyorlardır. Bu tarz, koşullara, değişime gözlerini kapama, koşullara kendi “gerçeğini” dayatma tarzıdır. Gerçekler kendini görmeyenlere de kendisini zamanla ve acı bir şekilde gösterir! Dogmatizm, insanları geliştirmez. Kitleye kendini dayatma ve onlarla bağların kopmasını beraberinde getirir. Kolektif açısından da gelişmeyi sekteye uğratır ve darlaşma yaratır.
Dogmatik çalışma tarzı teorisyen yetişmesine de ket vurur. Çünkü dogmatizm teoriyi cansız birer dogma olarak görmekte, bu nedenle de araştırma ve incelemenin önünü tıkamaktadır. Marksist-Leninist klasiklerden, bağlamından koparılarak yapılan alıntıların her hastalığı iyileştirecek, tüm sorunları çözecek hazır reçeteler sanır. MLM’yi birer dini dogma derekesine indirgeyerek, gerçek bilgiye ulaşmanın önünü tıkarlar. Dolayısıyla ne teorik araştırma yapılır ne de teorisyen yetişir.
Teori, devrimin sorunlarını araştırarak, bu konuda ihtiyacı karşılayacak yaratıcı çalışmalar yapıldığı zaman ortaya çıkar. “Sorunlara öznelci ve tek yanlı yaklaşıma karşı çıkmak için dogmatik öznelciliği ve tek yanlılığı ortadan kaldırmalıyız.” (Mao: 1992, 45.)
Bilimsel önermeler zamanla çürütülebilir. Bu bilimsel olmasından ileri gelir. Hiçbir zaman çürütülemeyenler ise dini dogmalardır. Gerçek, ancak verili koşullar için geçerlidir. Verili koşul ortadan kalktığında gerçek de gerçek olmaktan çıkar. Gerçek, zaman ve mekanla anlam kazanır. Bunlar yok sayıldığında dogmatizm ortaya çıkar. Bir gerçeği zaman ve mekan boyutunu “unutarak” ele alamayız, bunlar unutularak her yere şablonlanırsa, bu dogmatiklik olur. MLM bir dini dogma değildir. Verili koşullarda ortaya konmuş MLM teorilerin, zaman ve mekanın değişmesiyle gerçek olmaktan çıkması onun önemini ortadan kaldırmaz. Bu durum onun bilimsel bir önerme olduğunun da kanıtıdır.
“Şeyler ile bunların birbirleriyle ilişkileri sabit değil, değişken olarak kabul edilip kavrandığında, bunların zihinsel imgeleri, fikirlerin de aynı şekilde değişim ve dönüşüme bağlı bulunacağı; ve bunların katı tanımlar içerisinde hapsedilmiş olmayıp, tarihsel ya da mantıksal oluşum süreçleri içerisinde geliştikleri apaçıktır.” (Mao: 2006, 20.)
Evet, değişimin esas olduğunu söylüyorsak, bunu çalışma tarzımızda da hayata geçirmeliyiz.
Değişimin olduğunu genel olarak kabul edip, sonra somut durum incelenirken değişimi yoktur demek idealizmdir. Marksizm’in soyut doğrusu ancak somutlukla gerçek haline gelir. “Soyut gerçeği” kabul edip somutta bunu buharlaştırma idealizmdir. Bunun anlamı “değişim var ama değişim yok”tur. Engels, bu idealistlere, oldukça etkili yanıtlar vermiştir. Referans noktamız olsun.
V.
Sekterlik
Parti çalışmalarında öne çıkan diğer bir yanlış tarz ise sekterliktir. Sekterlik de öznelcilik üzerinden yükselir. Sekter çalışma tarzı birlik yerine bölünmeyi, parçalanmayı ortaya çıkarmaktadır. Birleşilebilecek ezilen tüm sınıf ve tabakalarla, kitlelerle birleşmek MLM devrim perspektifinin çalışma tarzında uyguladığı ele alıştır. Sekterlik ise bunun tam tersi bir tutumun adıdır. Sekterizm, politikada ortaya çıkacağı gibi örgütsel ele alışlarda da ortaya çıkmaktadır. Devrim gerçekleştirebilmek için doğru bir ittifak politikası zorunludur; ezilen kitleleri birleştirme politikası oluşturulması gerekirken; bu politika ya ortaya konamamakta ya da politikalarla uyumlu ele alışlar gerçekleştirilememektedir.
Sisteme karşı sorunu olan tüm kesimleri örgütleyip, sisteme karşı savaştırmak, kolektifin yapması gerekendir. Bazı sorunları görmezden gelmek, küçümsemek, devrim sonrasına ertelemek; devrimin bileşeni olacak bir gücü-enerjiyi heba etmek olacaktır. DHD’den çıkarı olan sınıf ve tabakalara ilişkin bir politika oluşturup, bunları devrim bileşeninin bir parçası haline getirmemek sekterliktir. Kolektifin genel politik hattında devrimden çıkarı olan sınıf ve tabakalar oldukça genişçe konmuştur. Komprador burjuvazi, toprak ağaları ve bürokrat burjuvazi dışında kalan tüm sınıf ve tabakalar, bir şekilde, devrimin müttefikleridir. Bunları kazanmaya dönük somut politika ve örgütsel ele alış geliştirilemiyorsa, burada sekter bir politika ve örgütsel ele alış vardır.
Sekterlik, örgüt içi yaşamda ben-merkezcilik şeklinde de görülebilmektedir. Bir bütün kolektif aklı değil de bireylerin, bireysel ele alışların ön plana alınması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bireyin, bir bölgenin, alanın ön plana çıkarılması; çalışmalarda, ilişkilerde kolektivizmi, ortak aklı, birliği öldürdüğü için sekterliktir. Bütünün tüm parçaları önemlidir, birisine ayrıcalık tanımak, birliği zedeler.
Sekterlik, kolektif içi çalışmalarda, salt disiplini işletip demokrasiyi işletmeme şeklinde de ortaya çıkabilir. Disiplin ve demokrasi komünist partilerde diyalektik bir birlik içinde ele alınır. Bu, tam olarak kavranıp uygulanmaz ise sekter ya da liberal tarz gelişir. Disiplin olmayınca demokrasi, demokrasi olmayınca disiplin anlamsızlaşır. Disiplinin etkili bir şekilde uygulanabilmesi için demokrasinin doğru temelde işletilmesi zorunludur. Salt demokrasinin işletilmesi disiplinin olmaması ise eylem ve irade birliğini ortadan kaldırır. Demokrasi de disiplin de sınıflı topluma ait kavramlardır. KP, bunları alırken, yine burjuva özünden arındırır, kendi dünya görüşüne göre de biçim verir. Yani ne kör disiplin ne de sonsuz demokrasi KP’nin ele alışları içinde yer alır. Bunlar tek başına bir amaç olarak da alınmaz, zaman ve mekana göre değerlendirilir.
Günlük çalışmalarda disiplinin mutlaklaştırılıp, karikatürize edilmesi insanları boğar, inisiyatifleri köreltir, gelişmelerinin önünü tıkar. Hotzotçuluğu, kişiye tapmayı geliştirir. KP’de disiplin, alt kademelerin üst kademelere, bütün kolektifin merkezi önderliğe tabi olması şeklinde işletilir.
Her örgütlenme alanında özgünlüğe göre disiplin ve demokrasi ele alışları biçim alır. Gerillada disiplin daha katı, demokratik kitle örgütlerinde demokrasi daha geniş ele alınır. Ama KP faaliyetinin hiçbirinde bunların diyalektik birliği ortadan kaldırılmaz. Her alan, bölge, komite ve birey, çalışmalarını ve eylemlerini bütünün, genel hedefinin çıkarlarına göre yapmalıdır. Bu bakış açısının ortadan kaldırılmasına, silikleşmesine kesinlikle izin verilmemelidir.
Sekterlik, ben-merkezcilik üzerinde de gelişir dedik; ben-merkezcilikte önce “ben” anlayışı hakimdir. Bu hastalık, başka şeylerin yanında, birey kolektif ilişkisinin diyalektik kavranamamasından kaynaklıdır. Küçük burjuvazinin tek yanlı, kendine aşık olma durumunun, kolektif-birey ilişkisinde ortaya çıkma halidir. Elbette sözde kolektif ön plandadır ama uygulamada ise hep birey “ben” ön plandadır. Biz derken bile kastedilen “ben”in kendisidir. Bu kişiler, kadrolar hem kendilerini hem de kolektifi öznelci değerlendirirler. Dolayısıyla hem kendilerine hem de kolektife haksızlık yaparlar. Bu kişiler komünizm idealini doğru temelde kavramamışlardır. Çoğu örnekte, bu kişiler, tarihsel gelişmenin bir aşamasında, kolektif çalışmaları kapsamında başarılı çalışmaları da olmuştur. Örneğin; işkencede direnmiş, iyi yazılar yazmış, başarılı eylem komutanlıkları yapmış, iyi örgütçü de olmuş olabilirler. Elbette ki bu çalışmaların hepsi çok değerlidir, saygı duyulması gereken pratiklerdir. (Yapılanla-yapıcı arasındaki ilişkinin politik kavrayışını dışta tutarak söylüyoruz.) Fakat bu pratiklerin hepsi faaliyet gereği olarak yapılmıştır ve ayrıcalık gerektirecek bir özgünlük ve özelliğe sahip değildir. Kolektifin politikası hayata geçirilmiştir, hepsi bu kadar! Bu pratikleri olmayan ya da bu tarz görevlerde başarısız olanlar karşısında ayrıcalıklı hale getirmez olsa olsa devrimci kavgamızda başarılı çalışma yürütmüş olma onurunu verir, ilgilisine. Bu durum kavranmazsa, ki komünizm perspektifinin kavranmaması ile ilgilidir, ben-merkezcilik gelişmektedir.
Bu tip durumlarda kolektifi, kolektif ruhu, onu başarılı kılan kolektifin tarzını ön plana çıkaracağına, birey kendini ön plana çıkarır. Kolektifin de sessizce bu durumu onaylaması ya da politik sorunlar, örgütsel sorunlardan kaynaklı yeterli müdahale edilememesiyle kronik hal alır. Burada şunu da söylemeliyiz; elbette başarılı faaliyetler teşvik edilmeli, yer yer onurlandırılmalıdır. Bu işin bir yönüdür, diğer ve de esas yönü ise kolektif bilincin taşınmasıdır. İkisinin yapılmaması da eksikliktir, çelişmenin bir aşamasında bu eksiklik tahrip edici bir sapmaya zemin hazırlar.
Sekterliğin ben-merkezcilik hali genelde kendini dayatma ve bölgecilik şeklinde görünür olup, tahrip edici boyuta taşınır. Yazı yazan, gerilla faaliyeti icra eden, hapishanede-işkencede direnen, askeri eylem yapan vd. yoldaşlarımızın hepsi ilgili çalışmalarında kolektifin çizgisinin bir parçasını hayata geçiriyorlardır. Elbette her alanın kendi özgünlükleri vardır; bunlar unutulmamalı, ele alışta dikkatle alınmalıdır. İşin özgünlüğüne ayrıcalık tanınır, yapana değil. Son tahlilde hepsi sınıf çalışmasının birer parçasıdır, bu bilincin pratikleridir. Kolektife karşı görevlerin büyüğü küçüğü olmaz. Komünistler zor görevlerin insanlarıdır. Kolektifte bazı militanların, bölgelerin görevlerinde başarı sağlayamamaları örgüt bilincinin zayıf olmasından kaynaklı olup bu da örgüt hukuku içinde değerlendirilir. Kimseye buradan hareketle ayrıcalık tanınmaz. Çünkü kolektif, bir bütündür, başarılı olan ve olmayan çalışmaların hepsi kolektifindir. Her olgu, kendi gerçekliği içinde değerlendirilmeli, farklı şeylerin birbiriyle kıyaslanmasından doğru sonuç elde edilemeyeceği görülmelidir.
Ben-merkezcilik, örgütlü olup, örgütle olmama halidir. Bu yoldaşlar, yoldaşlar arasında bölünmeye yol açarlar, dalkavukluğu, dedikodu temelli yıpratma gibi burjuva usulleri komünist partisi içine taşımış olurlar. Yoldaşlar arasında sorunlar çıkarmak, bölünme yaratmak, yoldaşları birbirine düşürmek, hata ve zaafa düşmüş yoldaşların bu pratiklerini kullanmak, dalkavukluğa izin vermek tabii ki burjuva yöntemlerdir. Bunlar, dürüst olmadıkları için de başarısız olmaları kaçınılmazdır. Kendi çıkarlarını, alanlarının çıkarlarını ön plana alan ben-merkezciler dürüst değildir. “Saman altından su yürütürler, çalışmalarında bilimsel tutuma sahip olmayanlar kendilerini çok becerikli ve zeki sanırlar. Oysa son derece aptaldırlar ve beş para etmezler.” (Mao: 1992, 47.) Başka bir alıntı daha; “Partimizin uygun adım yürüyebilmesini ve tek bir ortak hedef uğruna savaşabilmesi için bireyciliğe ve sekterliğe karşı mücadele”yi (age, 47.) geliştirmeliyiz.
Farklı fikirler ilkesizce tartışılırsa kolektifte ayrım derinleşir. Buradan da bireyler kendilerini ön plana çıkarmaya girişebilirler. Kariyerist, egoist amaçları için düşünsel farklılıklar kullanılabilir. Ben-merkezcilik ideolojik bir problemdir. Onlar için sağlam bir düşünceye sahip olmanın pek de önemi yoktur, zira onlar farklılıkları kullanırlar. Buna zemin vermemek için farklı düşüncelerin doğru temelde ortaya konmasının mekanizmalarını yaratmalıyız. Bunlar birliği güçlendirecektir. Bu yapılmazsa ucuz kahramanlara alan açılmış olacaktır.
Kolektif içi çalışmalarda eski kadrolarla yeni kadrolar arasındaki farklılık da doğru bir tarzla ele alınmaz ise problem ortaya çıkmaktadır. Bu genelde sekterlik olmaktadır. Eski kadrolar, deneyim olarak önemlidir. Yeni kadrolar ise yeniye açık olmaları, coşkulu, atak ve faal olmaları bakımından önemlidir. Bunlar eski kadroların bazılarında olmayan özelliklerdir. Yeni kadroların bazılarında ise küçük burjuva özelliklerin olduğu doğrudur. Eski ve yeni kadrolarımızdaki olumsuz özelliklerle mücadele edilmeli, olumlu özellikler genelleştirilip birleştirilmelidir. Eski ve yeni kadroların birliği, mücadeleyi ve kolektifi geliştirecektir. Tüm militanlar saygıya değerdir; eski kadrolara saygı gösterilmeli, deneyimleri önemsenmeli, ki tüm kolektif içi ilişkilerde saygı esas alınmalıdır. Hem içerde hem de kitle çalışmasında saygı temelli ilişki geliştirilmez ise birlik sağlanamaz, başarılı olunamaz.
Farklı iki cinsten kadrolarımızın arasında da bir çelişki vardır, çünkü farklılık bir çelişki demektir. Bu çelişkiyi görmezden gelmek çözüme hizmet etmez. Her çelişkinin antagonist karakterde olmadığı da ortadadır. Toplumsal cinsiyetçiliğin tüm özellikleri, özellikle de erkek yoldaşlarda vardır. Bununla sürekli mücadele edilmelidir. Bu farklılık konusunda doğru bir tutum ortaya konmazsa sekterlik ortaya çıkar, birlik sağlanamaz.
Kolektif içi çalışmalarda bazen sekterlik tartışmalarda ortaya çıkmaktadır. “Son kerte”de söylenenler, ilk başta söylenince sorun çözüme değil çözümsüzlüğe sürüklenmektedir. Tüm çalışmalarımızda, süreçler atlanarak, son kertede olabilecekler ortaya konmamalı. Bu tarz idealisttir. Çünkü süreçlerde çelişkilerin hangi yöne evrileceği tahmin edilebilir ama tahmin ile gerçeklik farklı şeylerdir. Tahminler üzerinden değerlendirme yapmak öznelciliktir. Büyük olasılıkla olacaklar ifade edilmiş bile olsa, olacaklarla-olan arasında bir fark vardır. Sorunların bu şekilde ele alınması çözüme değil daha çok kişiselleştirilmesine, çözümsüzlüğe hizmet etmektedir.
Parça-bütün, devrim-kolektif, birey-kolektif, kolektif-halk ilişkileri diyalektik yöntemle ele alınmalıdır. Bu başarılamaz ise tek yanlılığa düşülür. Bunun görünümü ya sekterliktir ya da liberallik. Kolektifin, bir bölümü ile geneli eski ve yeni kadrolar, kadın ve erkek kadrolar arasında doğru bir ilişki geliştirilmez ise sekterlik ortaya çıkar.
Devrimci mücadeleyi geliştirmek, güçlü adımlar atabilmek için sekter çalışma tarzını mahkum etmeli, tüm görünümlerinin üstüne amansızca gitmeliyiz. “Bu, partinin çalışma tarzını düzeltirken köklü bir biçimde çözmemiz gereken çok önemli bir sorundur. Sekterlik, öznelciliğin örgütsel ilişkilerdeki yansımasıdır; öznelcilikten kurtulmak ve Marksizm-Leninizm’in gerçeği olgularda arama anlayışını yükseltmek istiyorsak, parti, sekterliğin kalıntılarından arınmalıdır. Partinin çıkarlarını tek bir kişinin ya da tek bir bölümün çıkarlarının üstünde tutma ilkesinden hareket etmeli ve böylece tam bir dayanışma ve birliğe kavuşmasını sağlamalıyız.” (Mao: 1992, 50.)
Sekterlik yalnızca iç ilişkilerde-çalışmalarda ortaya çıkmaz; kitle çalışmalarında, ilişkilerinde de ortaya çıkar. Özellikle politika alanında ortaya çıkacağını söyledik. Gerçek örgütleyici güç, politikadır. Bunu gerçekleştiremiyorsak, başka şeyler dışta tutarak, sekter bir çizgi izleniyordur. Politika alanında izlenen dogmatiklik, örgütsel alanda sekterliğe yol açar. Kitle çalışmalarında indirgemeci tarzın kullanılması sahtekarlıktır. Kitlelerin öğrencisi olmadan, öğretmeni olmaya soyunmak, hor yaklaşmak, tepeden bakmak, onların amiriymiş gibi davranmak sekter kitle çalışma tarzıdır. Kitleden öğrenmenin ilk adımı ona saygı duymak ile atılır. Kitlelere güvensizlik sekterliğin en uç ve yıkıcı halidir. Halkı işe yaramaz olarak damgalamak, onları küçümsemek, ondan öğrenmemek, kibirlenmek sekterliktir. Tüm ilişkilerimizde ve çalışmalarımızda alçakgönüllülüğü esas almalıyız.
Elbette bu salt niyet işi değildir; olay ve olgulara dair derin bir kavrayışa sahip olmak, şeylerin iç çelişkileri ve bağlantılarına vakıf olmakla ve bunların tecrübe ile birleştirilmesiyle olacak iştir. Daha doğru düzgün kitlesel bir güce bile erişmemiş iken büyük ordulara sahip generaller gibi böbürlenmeye gerek yoktur; gülünç olunur! Elbette ki ideolojik duruşumuz çok önemlidir ve değerlidir. Ama politika üretemediğimiz zaman ideolojik duruşumuz maddi güce dönüşmez. İddiasında olduğumuz davanın büyüklüğünü kavradığımız oranda, daha mütevazı olmanın gereğini anlayıp sekterliği fark ederiz.
Kitlelerin yanlış yapma olasılıkları da vardır. Yanlış yöne doğru gittiklerinde, tüm uyarılarımızı yapıp, bizler de onlarla birlikte gitmeliyiz. Tabii ki ikna etme çabamızı kullanmalıyız. Marks’ın Paris Komünü pratiği, Sovyet Devrimi sürecinde Bolşeviklerin ve Mao’nun bu konudaki pratikleri tekrar tekrar incelenip ders çıkarılmalıdır. Öncünün doğruyu bilmesi tek başına sorunu çözmez. Bunun kitleye anlatılıp, benimsetilmesi ile bu doğru politika maddi güce dönüşür. Genel olarak “doğru politika bizimki” deyip, bununla yetinmek sekterlik olur. Bu tarz kitle ile bağları güçlendirmediği gibi tahrip de etmektedir.
Tecrübesiz devrimciler ve yoldaşlarımızda, ideolojik duruşumuzun doğruluğuna inançtan kaynaklı, her şeyin bunun çözdüğü-çözeceği gibi yanlış bir bakış açısı yer yer ortaya çıkıyor. Bunun sonucu olarak, devrim yapmış general edasıyla; tren kalkıyor, gelin yoksa siz kaybedersiniz, yaklaşımı sergileniyor. Bu, devrim gerçeğinin anlaşılmadığını gösterir. Kitleyi küçümseme, özne olma durumunu görmemek, kitleyi nesne konumuna indirgemektir. Devrim kitlelerin eseri olacaktır, tarihin öznesi ezilen halklardır. Buna uyumlu pratik ortaya koyamıyorsak, orada sekterlik vardır. Kitleler; “bizim adımıza düşünmüşler, ne güzel, gidip biz de söyleneni yapalım, katılalım” demez. Bunu yapmalarını sağlamak için, bilinçli bir emek gerekir. Sabırsız, aceleci davranmak, kitleyi çelişkileri ile birlikte kavramamanın ürünüdür. Küçük burjuvazinin tez sonuç alma isteği, gerçeğin yerine kendi niyetini koymaktadır. Şeylerin iç çelişkilerinin bu yöntemle kavranamayacağı ortadadır. Devrim uzun soluklu bir iştir. İnsanlık tarihi incelendiğinde, bazen, ufak bir gelişmenin bile yüzlerce yılı bulan mücadele sonucu olduğu görülecektir.
Bizleri kitlelerden koparan ne bir politika ne de örgütsel ele alışlar haklı görülebilir. Bunlar görüldüğü yerde mahkum edilmeli, militanlar bunlara karşı bilinçlendirilmelidir. Sekterliğin temel özelliğinin birliği bozmak, kitleden uzaklaştırmak olduğu unutulmamalıdır.
Sınıf savaşımında, sınıf karşıtlarımız, taktiksel olarak oldukça güçlüdür. Silah, teknik donanım vb. bizim elimizde olanlardan çok fazladır. O zaman buna uygun davranmalıyız. Savaşımdan geri mi durmalıyız? Asla! Bizlerin güçlü olduğu noktaları keşfedip, oradan yüklenmeliyiz. Bizlerin güçlü olduğu yer kitlelerin gerçek kurtuluşunu savunmamızdır; yani kitlelerdir. Kitleler milyonlarcadır, sınıf karşıtlarımız ise yalnızca bir avuç. Nesnel durumun böyle olması, başarının kendiliğinden geleceğini göstermez elbette. Milyonları birleştirecek, savaştıracak politika ve örgütsel tarzı geliştiremiyorsak, güçlü olduğumuz alanı da sınıf karşıtlarımıza terk ediyoruz demektir. Bu durumda bizlerin sömürüyü ortadan kaldırma, DHD amacı ancak kağıt üzerinde kalır. Bizleri kitlelerden koparan sekter politikalar, objektif olarak sınıf karşıtlarımıza hizmet eder. Devrim yapma işi salt fedakarlık ve cesaret işi değildir. Elbette cesaret de fedakârlık da devrimciliğin çok önemli bir parçasıdır; ama bunların halkı birleştirme politikasından sonra devreye gireceğini bilmeliyiz. “Her şeyi siyaset belirler” sözü bu bağlamda söylenmektedir. Doğru politika oluşturulmadan ortaya konan fedakarlık ve cesaret, heba edilmiş olur. Dolayısıyla esas olan politikaya kafa yormaktır. Diğer türlü devrimcilik yapabiliriz(!) belki, ama devrim yapma işi büyük düşünme, güncel ve doğru politikalar üretme işidir.
Kitlelerle bağlarımızı güçlendiremiyorsak, politikalarımızı maddi bir güce dönüştüremiyorsak, başka şeylerin yanında, doğru bir çalışma tarzı uygulayamıyoruz demektir. Çünkü komünistlerin çalışma tarzı sonuç alıcı olmalıdır. Sonuç alamıyorsak orada yanlış tarz vardır. Politika üretme tarzımız da çalışma tarzımızın bir parçasıdır. Doğru politika üretemiyorsak yanlış bir politika ve çalışma tarzına sahibizdir. Çalışma tarzımızı sorgularken politika üretme tarzımızı da sorgulayalım. Bu, anda kolektifin kendini yeniden üretme tarzı anlamına da gelir. Kitleleri birleştiren, ideolojimizi kitlelerde maddi bir güç haline getiren politika üretebiliyor muyuz? İdeolojinin, direkt politika alanına indirgenmesi, kitle politikasında sekterlik olmaktadır. Bu tarz, kitle ile örgütün bağını güçlendirmemekte, zayıflatmaktadır. İdeolojinin hangi dolayımdan -politika, örgüt- geçerek maddi güce dönüştüğü doğru kavranmaz ise kitlelerle bağ geliştirilemez. İdeolojik anlayışların direkt politika olarak sunulması ile politika üretilmiş olunmaz. Bu politikasızlığın bir biçimidir. İdeolojiye yaslanıp, politikasızlığı kapatmaya çalışmak da iyi bir yöntem değildir.
Kolektif içi ilişkilerde ideoloji yanlış ele alınabilmekte, her olur olmaz yerde ideolojik sorgulamalar yapılabilmektedir. Elbette ki, tüm düşünce ve davranışlar son tahlilde bir sınıfın damgasını taşır. Bunun böyle olması, bu anlayışın her yerde uluorta yapılmasının doğru ve birleştirici olduğu anlamına gelmez. Bu tarz bu genel doğrunun karikatürize edilip sıradanlaştırılmasıdır. Genelde bu tarz, sorunları çözmediği gibi, değiştirici-dönüştürücü de değildir. Çünkü iç ilişkilerde de, ideoloji farklı dolayımlardan geçerek ortaya çıkmaktadır. Dolayımlar üzerinden sorgulama yapılıp, değiştirme ve dönüştürmeye gidilmesi doğru olandır. İdeolojik doğrular, direkt örgütsel alana indirgenirse bu sekterlik olur, gerçeklikle uyumlu olmaz. Bunun karşısında sağ sekterlik ya da öznelciliğin sağdan örgütsel ilişkilere yansıması olarak liberallik ortaya çıkar. Bu, kitle kuyrukçuluğu, disiplinde gevşeklik, ideolojik zaafları görmeme, mücadele etmeme, her parlayan şeye koşma biçimlerinde görülür. Bu, sağ sekterizm de kitlelerle bağı güçlendirmez, örgüt içi birliği güçlendirmez, yıkıcılığı geliştirir. Sol ve sağ sekterliğin ikisi de birleştirici değil ayrıştırıcıdır.
Bazı çalışma alanlarımızda sistemi direkt hedefe koymayan, çok tali bir sorunu merkeze koyup, gündemleştirerek, enerjilerin çarçur edilmesi şeklinde de liberal çalışma tarzları ortaya çıkmaktadır. Tüm çalışmalarımızda temel yaklaşımımız; zincirin esas halkasını yakalamak (Lenin) veya baş çelişme ve bir çelişmenin esas yönünü tespit edip (Mao) ona göre güçlerimizi seferber etme, tarzımızın esasını oluşturur. Bu, politika üretmede de, örgütsel çalışmalarımızda ve günlük yaşamımızda da temel çalışma tarzı ilkemizdir.
Nasıl ki tüm çalışmalarımızda, esas amacımızla ilişkinin doğru temelde kurulması, tarzımızın başarısının ön şartı ise zincirin esas halkasını yakalamak veya çelişkinin esas yönünün doğru tespit edilmesi de çalışmalarımızda başarının temel tarzıdır. Dört bir yana yumruk sallamakla başarı elde edilemez, çok tali bir sorunu getirip esas sorun gibi ortaya koymak, hedefte sapma yaratır. İktidarı alma çalışmasına güç vermez. Liberal eğilimler bu şekilde de ortaya çıkmaktadır.
Sekterlik, iç çalışmalarda da kitle çalışmasında da öznelciliğin örgütsel alana yansımasıdır. Bundan kurtuluş, öznelcilikten kurtulmakla, yani MLM’yi derinliğine ve genişliğine tüm çalışmalarımızda hakim kılmakla olacaktır.
VI.
Kendiliğindencilik
Çalışmalarımızda ortaya çıkan yanlış bir tarz da kendiliğindenciliktir. Kendiliğindenliğin farklı görünümleri vardır. Bunlardan birincisi -ki bizce esas olanı- politik alanda ortaya çıkan kendiliğindenciliktir. Gerçekliğin yerine kendi düşünce ve hayallerini geçirerek, bunlar üzerinden politika oluşturulmasıdır. Burada, gerçeğe iradenin dayatılması vardır; iradecilik şeklinde görülür. Hareketin yönü yani gerçeklik, nesnel tespit edilmeyip, bunun yerine öznel düşünceler ikame edilir. Bu şekilde, öznel düşüncelere göre politika oluşturulur, plan ve program oluşturulup hayata geçirilmeye çalışılır. Tabii ki gerçekler karşısında eriyip yok olan tüm öznel düşünce ve hayallerin yaşadığı son yaşanır. Gerçek örgütleyici güç politikadır, diyoruz; ama gerçekler üzerine inşa edilen politika! Sınıf mücadelesine dahil tüm esas ve tali faktörlerin hareket yasasını çözümlemek, bunlara uygun bir pozisyon belirleyerek, maddi güç oluşturacak şekilde irade ortaya koymaktır, doğru politika. Günün sonunda kitlesel güç oluşturulamamışsa, süreçteki aktörlerin hareket yasasına vakıf olunmamış yani gerçeklik üzerinden irade ortaya konmamıştır. Politika üretmedeki öznelcilikle, günlük çalışmalardaki hiçbir tarz başarıyı yakalayamaz.
Kendiliğindenciliğin görünümlerinden ikincisi ise olgunun akışı içinde günübirlik, sözde politika oluşturma şeklinde tezahür eder. Bu tarzda hakim olan plansızlık, programsızlık ve olay ve olguların peşinden sürüklenmektir. Plan ve program çıkarılmış bile olsa olayların peşinden sürüklenme tarzı olduğu sürece bunların hayata geçme şansı yoktur. Kendiliğindencilik, plan ve program olmasına rağmen de ortaya çıkabilir. Burada sorun iradesizlik değil, öznelciliktir.
Stratejide yapılan bir hatayı hiçbir taktik başarı kapatamadığı gibi politikada yapılan bir hatayı da hiçbir doğru çalışma tarzı kapatamaz. Dolayısıyla esas sorun pratik çalışma tarzımızdaki kendiliğindencilik, daha doğrusu politikasızlıktır. Diğer yandan günübirlik politika oluşturma da politikasızlığın farklı bir görünümüdür. Plansızlık, projesizlik sonucu yaşanan kendiliğindencilik olayların peşinden sürüklenmeyi, süreçlere müdahale eden değil onun peşinden giden bir yapı haline getirir.
Kendiliğindenciliğin felsefi temeli öznelcilik ve dar-deneyci felsefedir. Ampirizm (deneycilik), yalnızca kendi deneyimlerine güvenir, teorinin önemini kavramaz, deneme yanılma yöntemiyle hareket eder. “... bir bütün hareketin teorik aydınlatılmasından kopuk dar pratikçiliğin, hareketi” (Lenin: 1993, 16.) felç ettiği bir durum yaşanır.
Kendiliğindencilik, çalışma tarzında dar-pratikçiliğe ve bürokratizme yol açar. Bürokratizmin ortaya çıkması için kişilerin mutlaka birer bürokrat olması gerekmez; çünkü bürokratizm her şeyden önce çalışma tarzıdır. Bürokratizm çalışma tarzına egemen olur ve zaman içinde aşılamaz ise, kişiler de bürokratlaşır.
Kendiliğindenciliğin çalışma tarzında ortaya çıkarmış olduğu en tehlikeli iki yanlış tarz; bürokratizm ve dar-pratikçilik ortadan kaldırılmaz ise örgütü, amacına yabancılaştırır.
Kendiliğindencilikle amansız bir mücadele verilmelidir. Süreçler doğru okunup, çıkarılacak gerçeklik üzerinden politika oluşturulmalıdır. Salt bir tavır belirlemek olarak ortaya konan sözde politikalardan bahsetmiyoruz. Kitleyi birleştirip, maddi güç oluşturmak için yapılması gereken politikadan bahsediyoruz. Örgütsel ayağı olan politikadan bahsediyoruz. Komünistler dünyayı değiştirmek için politika yapar, doğru önermesi, örgütsel ayağı olmayan politika üretme tarzının komünist olmadığına işaret eder. Gerçek örgütleyici güç politikadır, belirlemesi de içinde politika-örgüt diyalektiğini taşır. O zaman, neden bu komünistçe politika üretme tarzlarını hayata geçiremiyoruz, ete kemiğe büründürmüyoruz? Burada “neden doğru tarzda politika üretemiyoruz”la, neden politik önderlikte ciddi yetersizliklerimiz var soruları da anlamlıdır. Bunlara da yanıt aranması zorunludur.
Tüm organların faaliyet yürüttüğü alana ilişkin örgütsel ayağı olan politikalar oluşturması; bunları hayata geçirmek için, uzun, orta ve kısa vadeli çalışma planları oluşturmuş olması gerekir. Bunların hepsi ciddi tahliller üzerine oturmalıdır. Dönem sonunda nasıl bir gelişme, hareket yaratılacağı, hangi sınıflar içinde, hangi nitelikte örgütlenme yaratılacağı politikası ile birlikte ortaya konmalıdır. Yani politikalar, soyut tavırlardan oluşmamalıdır. Hedefler somut olmalı, değerlendirmeler de somut olgular üzerinden yapılmalıdır. Örneğin gerilla hangi alanlara açılacağını, ne kadar komite kuracağını, savaşçı ve komutan sayısını kaça çıkaracağını, hareket tarzının ne olacağını baştan ortaya koyabilmelidir. Sonuçta başarı başarısızlık kriterlerinden birisi dönem başında ortaya konan politika ve planların ne kadarının gerçekleştirilebildiğidir. Tabii bu tarzı sınıf içinde yapılacak çalışmalar için de oluşturmalıyız. İlgili alan için güncel politikamız şudur; şu örgütlenme araçları kullanılıp şu örgütler yaratılacaktır şeklinde politika ve plan oluşturulmak zorundadır. Bunlarda esas nokta politika-örgüt ilişkisinin diyalektik olarak kurulmasıdır.
Genel belirlemelerin politika olduğu yanılgısı aşılmalıdır. Gerçekler üzerinde oturtulmuş, doğru politika oluşturulmadan, güçlü irade ortaya konsa dahi, sonuç alınamaz, güç oluşturulamaz. Tabii ki doğru politika paralelinde irade ortaya konmazsa, o doğru politikanın kendiliğinden güç olma durumu yoktur. TDH’de esasta kendiliğindencilik hakimdir; bunun bir sonucu olarak iradecilik ortaya çıkmaktadır. Kendiliğindenciliği kapatmak için de, ideolojik argümanlarla iradecilik kutsanmaktadır.
“Çoğu devrimcinin kusurlu hazırlığı, bu son derece doğal bir olgu olduğu için, özel bir endişe yaratmazdı. Görevler doğru saptandığında, bu görevleri yerine getirmek amacıyla tekrar tekrar girişimde bulunmak için enerji mevcut olduğunda geçici başarısızlıklar ancak küçük musibetler olabilirdi. Devrimci deneyim ve örgütsel ustalık, edinilebilinen şeylerdir. Yeter ki insanda gerekli özellikleri edinme isteği olsun. Yeter ki insan hatalarının farkına varsın, devrimci meselelerde bu, yarı yarıya düzelme demektir.” (Lenin: 1993, 63.)
Politik bilincin daima canlı olması önemlidir. Bunu tam olarak başardığımızda kendiliğindenciliğin yaşama şansı yoktur.
Konuyla ilgisi bakımından, bürokratlaşmaya değinmek yerinde olacaktır. Tüm militan, kadro ve üyeler çok değerlidir. Hangi alanda, pozisyonda bulunurlarsa bulunsunlar, devrim mücadelesinde emeği olanlar, bedel ödeyenler değerlidir. Diğer taraftan hiçbir militan ve kadro kendisini kolektife dayatamaz, kendini eşi benzeri bulunmaz olarak göremez. Bazı dönemlerde açık ya da gizli olarak, militanlardan kadrolara kadar çeşitlilikle kendini dayatan yoldaşlara tanık olmaktayız. Genelde, kendini dayatma, örgütün güçsüz olduğu düşünüldüğü durumlarda ortaya çıkar. Örgütün gücü kitlelerle kurmuş olduğu bağın boyutu ile ölçülür. Bu bağın zayıfladığı durumlarda, kadrosal anlamda da darlaşma yaşanır; bir kadro birçok işe koşmak zorunda kalabilir. Bu ortamda ideolojik olarak dönüşümünü tam olarak tamamlamamış kadrolarımızda zaaflar ortaya çıkmaya başlar. Bir kısmı, başka etkilerle birlikte, bu ortamda kendilerini örgütün üstünde ve disiplin dışı görmeye başlayıp, dayatmalarda bulunurlar. Bu tip pratiklere kesinlikle hoşgörülü davranılmamalıdır. Bu durumları ortadan kaldırmanın esas halkası, kitlelerle bağı güçlendirmektir, bunun yanında, bu pratiklere prim verilmeyip, mahkum edilmesi acil önlemler olarak devreye sokulmalıdır. Örgütsel olarak bazı sorumluluk ve pozisyonlara gelmiş yoldaşlar kendilerini bulunmaz görebilirler; yazı yazanlar kendilerini Lenin, gerilla komutanları Çu-Teh ya da Giap, örgütçüler Sverdlov oldukları gibi bir tutum içine girebilirler. Dolayısıyla kimsenin onların yerini dolduramayacağı ve hiçbir gücün de onları bulundukları pozisyonlardan alamayacağını düşünürler. Sözde örgütü tanıdıkları için örgütün güçsüzlüğünün kendilerini güçlendirdiği yanılgısını yaşarlar. Unutulan şudur ki; güç kitlelerdir…
Yukarıda Lenin’den yapmış olduğumuz alıntıda tecrübenin nasıl edinileceğini ve esas sorunun ne olduğunu ortaya koyduk. Bu anlayış referansımız olmalıdır. İdeolojik-politik donanım olduktan sonra tecrübe tez edinilecektir. İdeolojik-politik noktada kafası açık olan bir faaliyetçi, gerek duyulduğunda, gerilla komutanlığı da, bölge sorumluluğu da yapar, yazı da yazar. Ama saflarımızdaki bürokratlaşmaya zamanında müdahale edilmediğinde sorun kronikleşip, tahribatı daha büyük olmaktadır. Zamanında müdahale edilmediğinde hem ilgili faaliyetçiye hem de kolektife karşı haksızlık yapılmış olduğu da unutulmamalıdır.
Kendini kolektife dayatanların çoğunun “eski, tecrübeli, görece yetenekli” olmaları da rastlantı değildir, sorunla uyumludur. Eski kadroların yıpranmışlığı, coşku yitimi, kuralları dejenere eden, hiçe sayan yaklaşımları görmezden gelinmemeli, tavır alınmalıdır. Unutmamalıyız ki; bizlere nasıl çalışılması gerektiğini öğreten de kadrolar veren de kitlelerdir.
Bürokratizm, kolektifin günlük çalışmalarında, politik çalışmayı kumandaya oturtmamaktan kaynaklı ortaya çıkar. Kolektifin merkezinin, altlarıyla, bütünle; organların altlarındaki üye, sempatizan, kitle ve ezilenlerle doğru temelde bir ilişki kuramaması, politik etkileşime, ilişkiye girememesinin “doğal” sonucudur bürokratizm. Bu becerilemediği zaman merkez, bir bütün kolektifin, kitlesinin ve ezilenlerin nabzını tutamaz. Kolektifin kitlesinin ve genel emekçi kitlelerin ideolojik-politik ihtiyaçlarının en temel olanlarından bihaber önderlik yapılamaz. Bu durum, salt merkezi önderlikler için olması istenen özellik değildir; bu ele alış tarzının tüm organlar için olması, pratikleştirilmesi gerekmektedir. Bunu yapamazsak “niye bu hale düştük, niye…” demenin bir anlamı yoktur!
Altlara politik bir hedef çizmeden, onların ideolojik, politik sorunlarını çözüp eğitmeden talimat yağdırmakla yönetici olunmaz, ancak amir olunur. Bu tarz altlarda da memur tavrının gelişmesini beraberinde getirir. Alt kademelerin memur tavrı içine girmelerinin nedeni üst kademelerin bürokrat çalışma tarzıdır. Üst kademeler öncelikle alt kademelerin eleştirisine açık olmalı, onları çalışmaların yürütücüleri, özneleri olduklarını ortaya koyacak ele alışlar geliştirilmelidir. Yapılan çalışmalar hakkında canlı tartışmalar yürütüp, bir taraftan deneyim aktarımı yapılırken, inisiyatif tanınarak inisiyatifleri de geliştirilmelidir. Önerileri alınıp, değerlendirilmelidir. Tüm ele alışlar, yapıcıların kolektifin bir parçası olduğu, “iş”in de kendi işleri olduğu şeklinde olmalıdır. Bürokratizm, yapılan işe yabancılaşmayı beraberinde getirir. Hiyerarşi sınıflı topluma ait bir ele alıştır ve komünizmde ortadan kaldırılacaktır. Bunu çalışmalarımızı başarıya ulaştırmak için geçici olarak kullandığımız unutulmamalıdır. Bazı yetenekli yoldaşlar görev alıp ön plana çıkmıştır. Ama hepsi bu kadardır. Bu ne kolektif içinde ne de dışında üstünlük taslamak için kullanılabilir. Komünist partiler hiyerarşiyi sınıfları ortadan kaldırma mücadelesinde işbölümü gibi kullanır, ama hakim sınıfların ele alışı gibi kullanmaz, kendi ideolojik bakışının süzgecinden geçirip, yeni bir biçim vererek kullanır. Hiyerarşiyi bizim kullanma biçimimiz, yukarı doğru çıkıldıkça iktidar(cık)lar yaratan değil, iktidarları yerle bir eden bir tarz olmalıdır. Bu konuda özellikle kadın ve LGBTİ çalışmaları, iktidar-hiyerarşi konusuna yoğunlaşarak, kolektifin önünü açacak politikalar ortaya koymalıdır. Hiyerarşi tartışmalarından bağımsız, son tahlilde bürokratizm bir çalışma tarzıdır. Kendiliğindencilik ortadan kaldırıldığında, tüm çalışmalar kitle denetimine açıldığında bürokratizm kendine yaşam hakkı bulamaz. Öyleyse tüm çalışmalarımızı ve yürütücülerini kitle denetimine açan tarzı geliştirmeliyiz.
Kendiliğindencilik, dar-pratikçiliği ortaya çıkarır. Bu, olay ve olguların peşinden sürüklenmedir, günübirlik yaşam şeklidir. Randevudan randevuya koşmak, çok “çalışmak” ama sonuç alamamak şeklinde görülür. Politik hedefin olmadığı, silikleştiği durumlarda yaşam bulur. Politik hedefin kadrolara tam olarak kavratılmaması da bu sonuca yol açar. Eğer ki halk savaşı tam olarak ortaya konmamış ya da kavranmamışsa buna uygun pratik de ortaya konamaz. Salt sonuca müdahale edilerek de sorun çözülemez. Kendiliğindenciliğin tüm görünümlerinin nedeni, politik çalışmaların yetersizliğidir. Genel politik belirlemeler, andaki gelişmelere ilişkin politika olarak sunulamaz. Yani genel özele olduğu gibi indirilemez, öyle yapılırsa genelle özel birleştirilmiş olmaz, genelin her şey olduğu iddia edilmiş olur. Bunun adı dogmatizmdir. Genelle özel arasında doğrusal bir ilişki yoktur, karşıtların birliği ve mücadelesi şeklinde diyalektik bir ilişki vardır, lineer değil girifittir. Çalışmalarımızda, tahlillerimizde diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemi hakim kılmalıyız, mekanik materyalizmle, formellikle mücadele etmeliyiz.
Dar-pratikçilik, tüm kolektifi yorar, güçsüz düşürür; buna karşın somut üretim de olmaz. “Boş dönen değirmen taşı yer/kendini yer” sözü bir kez daha pratikçe doğrulanmış olur.
Faaliyetçilerin kendilerini devrimci çalışmanın dar kapsamı ile sınırlamaları, bunları bir bütün devrimci çalışmanın esasıymış gibi ele almaları, dar pratikçiliği getirir. Teorik-politik yön gösterici olmadan çıkılan çalışmaların dar-pratikçiliğe savrulması kaçınılmazdır.
Çalışma tarzımıza ilişkin politik yaklaşımımızın genel özelliklerini ortaya koyduktan sonra birkaç noktaya değinip bu konuyu sonlandıralım:
Kolektifin çalışmalarına yön veren temel ilkelerden birisinin esas halkayı-esas yönü yakalamak olduğunu, her yana yumruk sallamanın, sonuç alıcı bir tarz olmadığını söylüyoruz. Amatörlük kolektifin çalışma tarzı değildir. Amatör ruh ölmemeli ama amatörlük çalışma tarzı olmamalıdır. Öznelcilikle; kendiliğindencilik, bürokratizm, dogmatizm, dar-pratikçilik ve sekterlikle kesintisiz mücadele edilmelidir.
Çalışma tarzı denince inceleme tarzımızın niteliği ve işlevi anlaşılmalıdır. Öznelci, tek yanlı, yüzeysel bir inceleme tarzı çalışma tarzımızı öznelcilik bataklığına götürür. Gerçeği olgularda arayıp çıkarmak ve somut şartların somut tahlili tüm çalışmalarımızın temelini oluşturur. Çalışmalarımız bunların üzerine organize edilir. Aramak incelemektir. İncelemek, bilimsel yöntemle olguların-olayların çelişkilerini-ilişkilerini açığa çıkarmaktır. Çelişkilere hükmeden yasaları ortaya çıkarmaktır. Kitlelerle bağın zayıf olduğu bir kolektifte doğru bir çalışma ve inceleme tarzının ortaya konması zordur.
Doğru bir çalışma tarzını hakim kılıp, bunda ustalaşmadan devrim yapılamaz, ancak hayali kurulur!
VII.
İnceleme-araştırma tarzımız üzerine
“Araştırma yapmayanın söz hakkı yoktur!” (Mao)
Çalışmalarımızı sekteye uğratan temel nedenin öznelcilik olduğunu yukarıda vurguladık. Subjektivizmi alt etmek istiyorsak, doğru bir inceleme tarzı ortaya koymalı, bunu sistemli hale getirip süreklileştirmeliyiz. İnceleme tarzını düzeltme, doğru bir inceleme tarzı ortaya koyma çalışması aynı zamanda öznelciliğe karşı verilen çalışmanın esas halkasıdır.
Birçok insan araştırma ve incelemeden bahsetmekte, hatta bazıları hiç dillerinden düşürmemekte ama ne yazık ki bir türlü beklenen-istenen sonuç alınamamaktadır. O zaman, ya inceleme ve araştırma istenen düzeyde değildir ya da araştırma ve inceleme tarzımız yanlıştır. Bazı yoldaşlarımız; “biz inceleme yapmayı bilmiyor muyuz?” diyebilir. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çokça yazı yazmış, söz söylemiş olsak da sözle eylemimiz uyumsuzluk içindedir. Sözlerin derinliği ve pratik yaşamdaki karşılığı tam anlaşılmadığı için söylemler havada kalmaktadır. Bu, dogmatik düşünüş tarzımızın bir yansımasıdır. Direkt söylemesek bile pratiklerimizde kavramları ve genel doğruları bir kez söylediğimizde sorunları çözdüğünü sanmaktayız. Bu, bir yanılsamadır. Ayrıca tek başına kavramların ve teorilerin değiştirici-dönüştürücü gücü varmış gibi bir yanılsamanın sonucudur. Oysa tek başına ne kavramların ne de teorilerin değiştirme-dönüştürme gücü vardır. Aslolan değiştirmektir. Köpek kavramı insanı ısırmaz (Spinoza), gerçek köpek insanı ısırır. Bir kez daha aynı noktaya; şeylerin iç bağlantıları ile ilişkilerini ve çelişkilerini kavramak gerektiğine geliyoruz. Bunu açığa çıkarmak da bir yöntem sorunudur.
İki sorunla karşı karşıyayız; birincisi inceleme ve araştırma yapmaya gerek duymama, ikincisi; yapılan incelemelerin yanlış tarzda yapılması, doğru bir inceleme tarzımızın olmamasıdır.
Araştırma ve incelemenin olmadığı yerde, tahliller üzerinden değil de, (siz bunu gerçeklikler anlayın) geleneksel usullere göre (gözlerimiz bağlı, el yordamıyla) iş yapıyoruz. Gerçek ve sağlam bilgiden yoksun iş yapma nasıl olursa öyle! Bazen, sistemsiz bazen yüzeysel, kulaktan dolma bilgilerle, bazen dedikodu ile olmaktadır. Bunun, MLM bir tutum olmadığı ortadadır. Ayrıca çok tehlikeli bir tarzdır da!
Pratik faaliyet içindeki her yoldaşımızın, çalışma yürütmüş olduğu alanın sosyal durumundan, alanımızdaki sınıf karşıtlarımızın durumuna, devrimci ve reformist yapıların durumu, organın durumundan alt bileşenlerdeki yoldaşların durumuna kadar tüm faktörler hakkında gerçek ve sağlam bilgilere sahip olması gerekir. Tabii ki, burada, konuya dair bilgilerin, belirleme tarzında, alt alta sıralanmasından bahsetmiyoruz. İç bağlantılarıyla, ilişkileriyle, çelişkileriyle ve hareketin gerçekliğinin ortaya konmasından bahsediyoruz. Bu gerçek bilgiye sahip değilsek başarılı bir çalışma ortaya koyamayız.
Toplumsal araştırmalarda sınıf tahlili yöntemi kullanılmalıdır. Kadrolar, tüm kademelerdeki militanlar tanınmak isteniyorsa, pratikleri, geçirmiş olduğu süreçler ve gelmiş olduğu sınıf incelenmelidir. Kişinin kendisi hakkındaki değerlendirmesi göz önünde bulundurulmakla birlikte, incelemelerde esas alınmamalıdır.
Devrimciliğin bilinçli bir faaliyet olduğunu unutmamalıyız. Bu ise yaptığımız tüm işlerde gerçek bilgiyi ilk veri olarak almak anlamına gelir. Ayrıca şeylerin sürekli değişim halinde olduğu, biz gerçek bir hareketi tespit ettiğimizde bile onun farklılaştığını da akılda tutmalıyız. Tüm çalışmalarda, bir kez edinilmiş gerçek-sağlam bilgiyi statik olarak ele almamalıyız. Şeyleri sürekli gözlemlemeliyiz, bir kez sağlam bilgiye ulaşıldığında, sorunun çözüldüğünü düşünenler yanılıyor. Çoğu kez bu durumdan kaynaklı insanlar arasında ilişkilerde hayal kırıklıkları da yaşanmaktadır. Dolayısıyla araştırma ve inceleme, sürekli ve sistemli bir şekilde yapılmak zorundadır. Bilginin dinamik yapısına paralel dinamik bir gerçek bilgiye ulaşma süreci işletilmelidir.
İnceleme-araştırmanın gereksiz olduğunu söyleyen ne bir devrimci ne de bir yoldaşımız olur. Ama bunu pratikleştirme ve gerekli ciddiyetle yapmama durumu saflarımızda vardır. Ciddiyet, niyet işi değil, bilimsel yöntemi kullanmakla ilgilidir. Ciddiyetsiz araştırma yapmak tehlikelidir. Birkaç kitap okumak, birkaç sene faaliyet yürütmenin her şeye yettiği yanılgısı yaşanabilmektedir. Bilimsel araştırma yöntemi tamamen özel bir çalışmayı gerektirir. Ne birkaç kitap okumak ne de birkaç pratikte başarılı olmakla bu yöntem edinilir. MLM’nin yöntemi konusunda özel bir inceleme yapmış olmak gerekir.
“Pratik çalışma ile uğraşan herkes, değişen durumu yakından her zaman çok yakından izlemelidir.” (Mao: 1992, 15.) Değişen durumlara ilişkin bilgiler Marksist klasiklerde bulunmaz. Ancak pratik içine girilince bu gözlemlenebilir. Halkla, alt bileşenlerle ilişkiye geçince, eylemlerin içinde bulunularak değişim bilgisine ilişkin gerçek bilgiye ulaşılır. Bilginin üretiminin de sınıf mücadelesinden çıktığını unutmayalım. Teori ve pratiğin birliği unutulmadan değişim incelenmelidir. Teorinin donukluğu ile yaşamın renkliliği incelemelerle birleştirilir. Teori ve pratiğin birliği Leninist yöntemin özünü oluşturan temel özelliklerden birisidir. Teorik dogmaların “kitlenin devrimci mücadelesinin ateşinde, canlı pratiğinde sınanması sağlanabilir. Teorinin ve pratiğin bozulmuş olan birliğinin yeniden kurulması, bu ikisi arasındaki uçurumun giderilmesi; çünkü devrimci teoriyle silahlanmış gerçek proletarya partisi yaratmak ancak böyle mümkündür.” (Stalin: ty, 88.)
Araştırma, olay ve olgulardan gerçeği çıkarma sürecidir. Çalışmalarımızı gerçekler üzerine inşa etmek istiyorsak bunu başarmalıyız. Hayaller içinde çalışmalarımızı kurgulamak istiyorsak inceleme yapmaya gerek yoktur.
Pratiklerin, genel MLM teorinin, tarihin incelenmesini küçümseyen yoldaşlar, genelde “ben yeterince geliştim artık” düşüncesini, açık ya da gizli taşırlar. Bu da normal bir gelişim süreci yaşayamadan, sorumluluk düzeyine gelen yoldaşlar arasında görülür. Doğrunun ve gerçeğin tek kıstasının yetki olduğu gibi bir yanılsama içine girilir. Oysa yetki, doğrunun değil tek kıstası, hiçbir kıstası olamaz. Yetki ile doğru, düz bir ilişki içinde değildir. Yetkinin gerçeği tespitte yeterli olduğu sanılmaktadır. Oysa gerçeği bulmanın yetki ile ilişkisi olmadığı gibi genelde doğru tespitlerle yetki arasındaki ilişki de doğrusal değildir. Doğru tavırlar geliştirmek istiyorsak önce gerçeğe ulaşmış olmamız gerekir. Gerçekler üzerinden yetki devreye girip tavır geliştirir, bu da ideoloji ve politik durumla ilgilidir. Gerçeklik bilgisine sahip olunsa bile ideolojik ve politik donanım yetersizse yetki ile alınan tavır yine yanlış olabilir.
İlk verinin nesnel gerçeklik alınması gerektiğinden dolayı; basit pratiklerden daha karmaşık pratiklere kadar, başlamadan önce süreçteki aktörler hakkında sağlam-gerçek bilgiye sahip olmalıyız. Hiçbir yetki buna otomatik olarak sahip değildir. Yetki örgütsel alana ait bir düzenlemenin sonucu iken gerçek ise bilim alanına dairdir ve nesnellikle ilgili bir durum, kategoridir.
Başarılı komünist partilerin tarihi incelendiğinde, doğru bir çalışma tarzını, bunun önemli bir parçası olarak da bilimsel inceleme tarzını oturtmuş olduklarını görürüz. Bilimsel yöntemin kumandada olduğu inceleme tarzını üç noktada yapmışlardır.
Birincisi; koşulların doğru incelenmesidir. Devrim yürüyüşünde, toplumsal çelişkilerin tüm gerçekliği ile açığa çıkarılıp, hareketin yönünün doğru tespit edilip, ona uygun gelişme dinamiklerinin yakalanması kritik önemdedir. Bunun için de MLM derinlik, bilimsel yöntem, tarih bilgisinin olması gerekmektedir. Komünist partilerin çalışmalarında; koşulların incelenmesi önemli bir noktada durur. Koşulların incelenmesi için kapsamlı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Nesnel gerçeğin açığa çıkarılması üzerinden strateji, taktik, savaş politikası, özlüce örgüt oluşturulur, devrimin yolu tayin edilir. Bunların, genel geçer sözlerle, yüzeysel, üstünkörü araştırmalardan çıkarılan sonuçlarla tayin edilmesi baştan yenilgi demektir. Bu tarzda devrim örgütlemeye çalışmak, gözleri bağlı yürüme ve dövüşe girmeye benzer.
İkinci inceleme noktası tarihtir. Marksizm’in önemli bir ayağını tarihsel materyalizm oluşturur. Tarih, bugünden konumlandığımız noktadan, dünün incelenmesi ve bugüne dair sonuçlar ve dolayısıyla yarına ilişkin işaretler açığa çıkarılması işidir. Tarih, bu diyalektik bütünlük içinde incelenir. Tarihi incelemenin kendine has bir yöntemi vardır. Tarihte de düşüncelerden önce maddi yapı incelenir. Maddi yapının yansıması olarak düşünceler ele alınır. Bu yönteme uygun tarih araştırması yapılmazsa tarihsel olaylar içindeki gerçekler de açığa çıkarılamaz, yanlış sonuçlar çıkarılır. Bu ise bugüne ve geleceğe dair oluşturacağımız politika ve planların öznel olacağı anlamına gelir. Sonuçtan daha önemli olan süreçlerdir. Gelişmenin yasalarını, süreçler içinde izleyerek açığa çıkarırız. Tarih incelemesi, bir anlamı ile, süreçlerin incelenmesidir.
Bugün-dün,-bugün-yarın diyalektiği ancak süreç incelemesi ile ortaya konabilir. Sınıfların gerçekliği ancak tarihsel süreçlerin incelenmesi ile tam olarak anlaşılır. Tüccarların veya ağaların hangi süreçte ve hangi tarihsel koşulların oluşması ile birlikte yok olduğu ya da burjuvaziye dönüştüğü inceleme ile öğrenebilir. Küçük burjuvazinin hangi tarihsel süreçte işçileştiği, alışkanlıklarının ve isteklerinin kaç kuşakla dönüştüğü, işçi sınıfı yaşam tarzı ve düşünüşünün hakim olduğu süreçler incelenerek açığa çıkarılır. Bugünkü toplumdaki sınıfların tarihsel süreçlerini bilmezsek onların bugünkü gerçek durumunu anlayamayız.
Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm tahlili birçok bakımdan önemlidir ve bazıları bu gerçekleri hala görememiş, bazıları ise yıllar sonra görmüştür. Yoldaşın mahareti tarih incelemelerinde tarihsel materyalist yöntemi büyük bir başarı ile kullanmasıdır. Bunu kullanırken durduğu nokta, tam ezilenler cephesidir. Kaypakkaya, geçmişi, maddi olgularla bu sınıf analizine tabi tutar. Süreçteki gelişimi ele alır ve bugünkü sınıfların pozisyonlarını açığa çıkarır.
Sosyal bilimlerde, dolayısıyla tarihte, doğa bilimlerinde olduğu gibi (araştırmalarda) tarafsızlık görünür olmaz. Dolayısıyla kendine has yöntemi bilmediğimizde gerçeği tam olarak ortaya çıkaramadığımız gibi, sınıf işbirlikçiliği vb. savrulabiliriz. Hakim sınıflar ise tarafsızlık adı altında kendi sınıfsal bakışlarını topluma sunarlar. Tarihi sınıf mücadelesinin bir cephesi olarak alıp, ideolojik tahakküm aracı yaparlar.
Yoldaşlarımızın birçoğu burjuva kurumlarında tarih eğitimi alarak saflarımıza gelmişlerdir. Şovenizmi, ırkçılığı, milliyetçiliği beyinlere, bıkmadan usanmadan işlemeleri bir tarafa; hakim sınıflar kendi ideolojilerini, tarih inceleme yöntem ve sonuçlarını beyinlerimize çiviliyorlar. Biz de bu arızalı tarih “bilinci” ile katılıyoruz mücadeleye. Safını devrimcilerden yana belirlemek önemliyken, bu otomatik olarak bu arızayı ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla saflarımızda bilinçli ve planlı olarak tarih incelemesi yapılmalıdır; tarihsel materyalizm öğrenilmelidir. Diyalektik ve tarihsel materyalizmin teorisi-yöntemi, göreceli öğretilmekte ama bunun pratikte uygulanmış olduğu tarih incelemeleri sınırlı kalmaktadır.
Tarih incelemelerine devrimci saflarda bir ilgisizlik var, hatta hakim sınıfların tarihe bakışları da olduğu gibi alınmaktadır kimi zaman. Kemalizm, sınıfsal özünü gizlemek, Osmanlı’nın devamcısı olduğunu unutturmak için tarih incelemelerinin önünü kapatmıştır. Alfabeyi değiştirip, Latin alfabesinin ilerici, Arap alfabesinin ise gerici olduğu manipülasyonunu kabul ettirmiştir. İlericilik-gericilik belirlemesini de sınıfsal değil biçimsel olarak ortaya koyup hakim kılmıştır. Alfabeyle, giyimle kuşamla, ilericilik-gericilik belirlemesi yapmak, sınıf çelişkilerini örtmektedir.
Kaypakkaya’nın tarihe bakışını, inceleme yöntemini referans alıp bu konuda kolektifi geliştirmeliyiz. Sistemli bir tarih incelemesini oturtmalıyız. Son yıllarda özellikle devrimci demokrat kimi akademisyenler içinde resmi tarih söyleminin dışına çıkan araştırmaların sayısının arttığını görmekteyiz. Bunları ve yayınevimizden bu konuda çıkan kitapları incelemelerimizde kullanmalıyız. Sonuç olarak saflarımızda tarih incelemesi çok sınırlıdır, bu aşılmak zorundadır.
Üçüncü inceleme noktamız uluslararası devrimci tecrübe ve MLM’dir. Saflarımızda Marksizm incelemesinin bir şekilde yapıldığını biliyoruz. Ama büyük çoğunluğu “devrimci pratiğin ihtiyacını karşılamak için değil, sırf inceleme yapmak için inceleniyor. Bu yüzden okuyorlar ama okuduklarını özümsemiyorlar.” (Mao: 1992, 22.) Marksist klasiklerden yazılarımızda, söylemlerimizde çokça alıntı yapılmaktadır. Tek yanlı, bağlamı koparılmış aktarımlar, MLM’nin özünü yansıtmaz; sorunları çözmede yardımcı olmaz. MLM incelenirken hangi koşullarda bunların ortaya çıktığını bilmemiz gerekiyor. Koşullardan koparılmış bir tarih incelemesinde, gerçeklik tam olarak kavranamaz. Marksist klasiklerin incelenmesinde esas olan, yöntemin ve tutumun öğrenilmesidir. Klasiklerde ortaya konanlar, koşullar görmezden gelinerek, bir dogma, mutlaklık içinde ele alınmamalıdır. MLM sorunları çözmek için incelenmelidir. Örneğin; bir inceleme nasıl yapılmalı sorusu karşısında Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun konuya dair yazıları, inceleme tarzları incelenmelidir. Yani teorimiz, pratiğe yol göstermelidir, uyum içinde (birlikte) ele alınmalıdır. Pratiğin sorununu çözmek için MLM incelemesi, çıkarılan sonuçla pratiğe girişilmesi şeklinde teori ve pratik birleştirilmelidir.
MLM, gevezelik, birilerine bilgili olduğumuzun gösterilmesi, teorik merak için değil, sorunları çözmek için incelenmelidir. Örneğin, kolektif içi sorunlar karşısında uluslararası komünist hareketin tarihinde bu tip sorunları hangi yöntemle ele aldıklarına ve çözdüklerine bakılmalıdır.
Teori ve pratiğin birliğinin istenen düzeyde sağlanamaması da ciddi bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Örneğin, kitle çalışması, çalışma ve inceleme tarzı vb. konularda Partizan yazınında onlarca yazı vardır. Esası doğruları ifade eden yazılardır bunlar. Ama ne yazık ki, bir türlü tam anlamıyla pratiklere ışık tutup, gerçeklik haline gelmemiştir. Bunun birçok nedeninin olduğu ortadadır. Sonuçta teori ile pratiğin birliği değil, ayrılığı yaşanıyor. Çalışma ve inceleme tarzı üzerine, ideoloji-politika-örgüt, ideolojik mücadele vb. üzerine Partizan’da ne güzel yazılar çıkmış deyip, anlık bir “hoşlanma” durumu ile yetinip kenara atıp geçecek miyiz? Yoksa, eleştirel bir ele alışla kavrayıp, okuduğumuz yazılarla faaliyetlerimiz ve kendimiz arasında bir bağ kuracak mıyız?
Söz, bir ihtiyacın ürünü olarak, pratiğe yanıt olmak için ortaya çıkmıştır. Okuyucu bu yazılarla, okuma ötesinde bir ilişki kurmaz ise teori ile pratiğin birliği kurulamaz. Devrimci bir militanın tam özneleşmesi ancak bu tarz ele alışla gerçekleşir. MLM eserler üzerine yapmış olduğumuz okumalar da bu tarzda olmak zorundadır. Okuduklarımızla diyalektik bir ilişki kurmazsak yaptığımız çalışma teorik bir çalışma olmaz. Pratik ayağı kopuk, öznenin kendisi ile ilişkisi kurulmamış okumalar teorik çalışma değildir. Çoğu yoldaşımızı MLM klasikleri okurken görüyoruz. Ancak kendi sorunlarımızı çözmek için, kendisi ile diyalektik bağ kurarak inceleyenlerin az olduğunu da biliyoruz. Felsefeyi, felsefe tarihini; ekonomiyi salt iktisat öğrenmek için okuduğunu görmekteyiz. Zaten felsefeyi, felsefe tarihini alarak, ekonomiyi salt iktisadi yasaları alarak gören anlayışı Marks yüzyıllar önce mahkum etmemiş miydi? Felsefe, sorunlarımızı çözme yöntemini kazanmak için için öğrenilmiyor, gündelik yaşamımızla ilişkilendirilmiyor, kendi düşünüş tarzımızı sorgulamayı da birlikte yaptırmıyorsa, yani değişimine hizmet etmiyorsa, boş bir çalışma olarak ele alınıyordur. Bu şekilde felsefe öğretilemez, bizden uzak, gizemli bir konu olarak kalır. MLM klasikleri zaman ve mekan faktörü ile birlikte ele almak, eleştirel kavramaya tabi tutmak, kendimizle, pratiklerimizle bağ kurarak incelemek dogma olarak ele almanın önüne geçecektir. Söz pratik ihtiyaçtan çıkmıştır dedik, o zaman pratik sorunlara yönelmeyen-çözmeyen teorinin hükmü yoktur. Söz, pratiksiz, pratikle birlik içinde olmadığında anlamsızdır, işlevsizdir. O zaman bireyler gibi partiler de kendilerine güvenilmesini istiyorlarsa, söylemle-eylemin birliğini oluşturmalıdırlar.
Çalışma ve inceleme tarzı üzerine yazdığımız bu yazının pratiklerimizde değişiklik yapmaya etkisi yok ise, bu konudaki sorunları çözmede küçük bile olsa bir katkısı yoksa, bu çalışmanın boş bir çalışma olduğunu söylemeliyiz. Bu yazıdaki doğru ifadeler yoldaşlarımızın pratiklerinde karşılık buluyor ise ihtiyaca göre yazılmıştır. Yoksa “soyut gerçeklik” olarak, Partizan yazınında kalmaya mahkumdur. Hem bir konuda yetersizlik olduğu söylenip hem de o konuda ortaya konanlar değerlendirilmiyorsa, bu devrimciliğin ölümüdür.
VIII.
Araştırma-inceleme yöntemi üzerine
“Araştırma yöntemi, işlenecek malzemeyi ayrıntılarıyla ele almalı, onun gelişmesinin farklı biçimlerini tahlil etmeli, iç bağlantıların esasını bulmalıdır. Ancak bu yapıldıktan sonra, gerçek hareket yeterince anlatılabilir. Eğer bu başarı ile yapılırsa, eğer ele alınan konunun, yaşamı tıpkı bir aynada olduğu gibi ideal bir biçimde yansıtılırsa, karşımızda salt önsel bir yapı varmış gibi gelebilir.” (Marx: 2004, 27.)
İnceleme ve araştırmanın amacı gerçek hareketi, yani gerçeği açığa çıkarmaktır. Bilim insanı laboratuvarda nasıl araştırma yapıyorsa, biz de incelemelerimizde öyle davranmalıyız. Bilim insanı gündelik yaşamda neye inanıyorsa inansın, kültürü, ideolojisi, siyasal bakışı ne olursa olsun bunları araştırma yapmak için laboratuvara inceleme mekanına girerken dışarıda bırakır. Böyle yapmazsa başarılı bir araştırma yapması imkansızdır. Bilim ve ideoloji farklı alanlardır, disiplinlerdir. Bilimde ideolojik bakışa yer yoktur. (Burada materyalizm-idealizm ideolojik farklılığından bahsetmiyoruz, bilim zaten materyalisttir, idealizmle bilim olmaz.) İdeolojik bakış açısı ile bilim alanına girildiğinde başarılı olunamaz.
Eski topluma ait sınıflar bilimi sevmezler. Çünkü bilimin her yeni bilgisi, gerçekler, onların toplumsal varlıkları ile dolayımlı da olsa, çelişir. Tabii ki burjuva bilim insanları da laboratuvara girdiği zaman, burjuva ideolojisini, ideolojik değerlerini kapı dışında bırakır. Gerçekliğin bilgisine ulaştıktan sonra bundan sınıfsal çıkarlar doğrultusunda nasıl faydalanacağını düşünür. Onun için önemli olan sömürüsünü büyütmede kullanıp kullanamayacağı ve iktidarını devam ettirmeye nasıl yardımcı olacağıdır. Toplumsal bilimlerde halka hep yanlı sonuçları yansıtsalar da gerçek sonuçlarını da bilirler. Örneğin sınıf mücadelesini ve tarihin sınıf mücadelesinden ibaret olduğunu elbette bilirler. Kendilerinin bu sınıf mücadelesinden galip çıkmak için tüm sınıfların çıkarlarını savunduğu, ideolojik manipülasyonunu yaparlar. Yani kendi iktidarlarının sınıf mücadelesi sonucu bir gün tarih sahnesinden silineceği bilgisine sahip olmalarına karşın bu tarihsel akışı durdurmaya çalışırlar, bunu yapmak zorundadırlar. Kendi iç çelişmeleri bunu zorunlu kılar. Proletarya ise sınıf mücadelesinin tarihin gelişim yasası olduğu gerçeğine ulaştıktan sonra, tarihsel misyonunu kavramaya başlar, özneleşme işine soyunur.
Buradan bilim ve ideoloji ayrımının yapılması gerektiği sonucunu çıkarmalıyız. Bilim, nesnel gerçeğin ortaya çıkarılması, olayların-olguların hareket yasalarını bulmakla uğraşır. Olay ve olguların değişimlerine egemen olan yasaları bulmakla uğraşır. Yani bilim, sağlam bilgi anlamına gelir. Bu gerçek bilgi alanına girer.
İdeoloji, taraf olma, bir konumlanmayı ifade eder. Burada ideolojinin başka tanımlarını dışta tutuyoruz. Konumlanılan noktadan değiştirme dönüştürme pratiğine bütünsel bir bakış ortaya konur. Politika ise bilimsel bilgiyi, konumlanılan noktayla (ideolojiye) uyum içinde güç oluşturma pratiğine dayanak yapar. Burada vurgu bilimin nesnelliğine ilişkindir. İncelemelerimiz de bilimin bu niteliğine uygun olmak zorundadır. Aksi durumda öznelciliğin tüm çalışmalara hakim olmasına zemin hazırlarız. Eylemimize yol gösterecek olan yasaları nesnel gerçeklerden çıkarmalıyız. Marks, bunun nasıl olması gerektiğini, baştaki paragrafta bize gösterdi.
Devrimci çalışmaların birçoğunda duyguların önemli bir yeri vardır. Devrimcilik biraz da duygu işidir. Bilimde ve politikada ise duygulara yer yoktur. Duygular işe karıştırılırsa, doğru sonuçlar alınamaz. Nesnel koşullar incelendiğinde orada duygulardan bağımsız, gelişme-hareket yasaları, şeylerin iç yasaları açığa çıkar. Bazı genç devrimciler, ağırlıklı olarak duygularıyla devrimci oldukları için ya da devrimciliklerini tanımlamada duygularının yerinin büyük olmasından kaynaklı yaşamın nesnel gerçekliğiyle karşılaştıklarında şaşırabilirler. Nesnel gerçekliği kabul etmekte zorlanıp, kırılmalar yaşayabilirler. Bu tip pratiklerle karşılaşmamak için devrimciliğimizi nesnel gerçekler üzerine oturtmalıyız. Bu da bilimsel temeller üzerine inşa etmekle olur. Akıl her zaman öncü olmalı, duygu ise coşku yaratmalıdır. Aklın olmadığı yerlerde duygu kötü bir öncü olur.
Bilimsel araştırmalarda her disiplinin farklı araçları vardır. Birisi gözlem, birisi istatistik, birisi soyutlama kullanabilir. Araştırma-inceleme yapanlar kullanmış oldukları araçlara vakıf olmalıdırlar. Biyolojide mikroskop ne işe yararsa sosyal bilimlerde soyutlama o işlevi görür. Soyutlama yapmak, tamamen özel bir ele alıştır.
Olguların iç yasaları; “bu olgular, belli bir tarihsel dönemde belli bir biçim ve karışık ilişkiler içerisinde oldukları sürece, (…) bunların değişmelerinin yani bir biçimden başka bir biçime, bir ilişki üzerinden, farklı ilişkiler düzeylerine geçişlerinin yasasıdır.” (Marx: 2004, 26.) Yasa bulunduktan sonra, toplumsal yaşamdaki etkileri de ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir. Bu yasaları olabildiğine tarafsız saptamalıyız.
Araştırmalarda, hiçbir zaman fikirler ilk çıkış noktamız olmamalıdır. Toplumsal hareket; “yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düşüncesinden bağımsız olmakla kalmayan, tersine, onların iradesini, bilincini ve düşüncesini belirleyen yasaların yönettiği bir doğal tarihsel süreç”tir. (Marx: 2004, 28.) Eğer ki, bilinç ikincil öğe ise ilk öğe maddedir. “Bilincin herhangi bir biçimini ya da sonucu, herhangi başka bir şeyden daha az” temel alınmamalıdır. “Yani fikir değil tek başına maddi olgu” esas alınmalıdır. Böyle bir incelemeyi, “bir olguyu fikir ile değil, olguyla, başka bir olguyla karşı karşıya getirerek ve karşılaştırarak” (Marx: 2004, 26.) yapmalıyız. Toplumsal yasalar incelenirken tarihsel süreçlerin dışta tutulamayacağı açıktır. “Toplum, belirli bir gelişme dönemini tamamlar tamamlamaz, belirli bir aşamadan bir ötekine geçerken başka yasaların da etkisine girmeye başlar.” “Olguların daha derinlemesine bir tahlili, toplumsal organizmaların kendi aralarında, bitkiler ya da hayvanlar kadar, temelden farklı olduğunu gösterir. Dahası var, bir tür olarak bu organizmaların yapılarının farklı olması tek tek organların gösterdiği değişiklikler, bu organların içinde işledikleri koşulların farklı olması sonucu, bir ve aynı olgu, tamamen farklı yasaların egemenliği altına girer.” (Marx: age.)
Araştırmalar bu tarzda yapılmadığında, bu yöntemle yapılmadığında gerçeğe ulaşılamaz. Ne yazık ki incelemelerde ilk veri olarak fikirleri alan yoldaşlarımız soyutla soyutu tartışarak, Hegelci tarzda gerçeğe ulaşmaya çalışıyorlar. Bu, saflarımızdaki dogmatizmin düşünüş ve inceleme tarzıdır. Nesnellik araştırılarak gerçeği açığa çıkarmak yerine, somut bir incelemede soyutla işe başlayarak “soyut gerçeği” açığa çıkarma yapılıyor. Buna ilkeler, MLM temel görüşleri bile dense durum değişmez. Çünkü yöntem idealisttir, yanlıdır, düşünceyi ilk veri almaktadır, materyalist bakış soyutlama yapılarak yok edilmektedir. Bu tarzla, ilk veri olarak sunulan “ilkeleri” “doğrulamak” için araştırma yapılmış olur. Bunun amiyane tabirle adı, araştırma yapmak için araştırma yapmaktır. Bu, kendimizi ve ilgilenenleri kandırma, oyalama pratiği olur.
İnceleme tarzındaki bu yanlış yöntem, öznelciliğin gelişmesinin en önemli nedenleri arasındadır. Öznelciliğin olduğunu tespit edip, bu yanlış inceleme tarzını ortadan kaldırmazsak salt belirleme yapmış oluruz, hatalı tutumu düzeltemeyiz, yeniden ve yeniden öznelciliğin kendini üretmesine vesile oluruz.
Bu materyalist olmayan inceleme tarzının dışında birçok zaman olguları yalnızca dış görünüşleri ile ele almak inceleme sanılır. Dış görünüş her şeyi açıklasaydı bilime gerek kalmazdı, sözü de tam bu durumlar için söylenmiştir. Oysa bizdeki durum, bilim alanından çıkılıp ideoloji alanına girilmesi şeklindedir. İndirgemecilikle bir duruş ortaya konmuş olabilir ve anlamlıdır ama bilimsel gerçekliği ortaya çıkarmada bir fonksiyonu yoktur. Sorunumuz devrimciliğimizi ifade etmek değil devrim yapmaktır.
Politik ve örgütsel başarısızlıkların önemli nedenlerinden biri yanlış inceleme tarzıdır. Tarzımızın düzeltilmesi elbette biraz zaman alır ama bunu görmek ve bir plan oluşturmak, sorunun yarısının çözülmesi anlamına gelir. Gerçekler ne zaman kavranmış olursa olsun geç kalınmış değildir.
Sonuç:
Yürüyüşümüzü hızlandırmak için çalışma tarzımızı, inceleme tarzımızdaki olumsuzlukları düzeltmeliyiz. Doğru bir çalışma tarzını pratikleştirmeden devrimi örgütleyemeyiz. Çalışma tarzımızı o büyük idealimizi gerçekleştirmek için mükemmelleştirelim, ideolojik karakterimizi yansıtacak hale getirelim. Çalışmamızda yer yer ortaya koymuş olduğumuz hatalı tarzları, nedenlerine yönelerek ortadan kaldıralım. Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz! Başaracağız, başarmak zorundayız!
Çalışma ve inceleme tarzımızdaki sorunları düzeltmek için MLM ideolojik ilkelere uygun olarak Marksist-Leninist-Maoist eğitim hareketi yaratma çalışmalarına başlayalım.
Çalışmalarımızda teori ile pratiğin birliğini, kitleleri savaşıma hazırlamayı, hatalarımızdan ders çıkarmayı ve kitleye hatalarımızın özeleştirisini vermeyi merkeze oturtalım, tarz haline getirelim.
Kaynaklar
Marks, K (2004): Kapital, Cilt 1, Ankara: Sol Yayınları
Marks, K (2006): Kapital, Cilt 3, Ankara: Sol Yayınları
Mao, Z (1989): Seçme Eserler, Cilt 1, İstanbul: Kaynak Yayınları
Mao, Z (1992): Seçme Eserler, Cilt 3, İstanbul: Kaynak Yayınları
Mao, Z (1992a): Seçme Eserler, Cilt 2, İstanbul: Kaynak Yayınları
Stalin, J (1999): Eserler, cilt 15, İstanbul: İnter Yayınları
Stalin, J (1992): Leninizmin İlkeleri, Ankara: Sol Yayınları
Stalin, J (ty): Eserler, cilt 6, İstanbul: İnter Yayınları
Lenin, V. İ. (1993): Seçme Eserler, Cilt 2, İstanbul: İnter Yayınları
NOT: Bu makale Partizan Dergisi’nin 88. Sayısında yayınlanmıştır