Tarımsal Kredi Borcu Köylünün Ayağındaki Prangadır!
Çiftçilerin üretim girdilerini ucuza temin edeceği, ürettiğini işleyip pazarlayacağı ve satabileceği kooperatiflere ihtiyacı vardır.
29 Ağustos 2024
Tarımsal üretim yapısal özelliği ve stratejik önemi nedeniyle dünyanın her yerinde kamu tarafından regüle edilip sübvanse edilen ve edilmesi gereken bir üretim biçimidir. (Elbette burada devlet biçimi, destek yapısı ve hedefleri önemlidir.)
Tarımsal üretim faaliyeti içinde olan küçük ve orta büyüklükteki çiftçiler, kapitalist ülkelerde veya Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerde doğrudan devlet tarafından (Tarımsal KİT’lerle) desteklenmezlerse üretimin doğal sonucu olarak zarar ederler.
Tarım, tüm yönleriyle dışsal koşullara bağlı ve birçok değişken risk faktörünü içinde barındıran bir üretim biçimi olması hasabiyle üretim kırılganlığı taşır. Tarımda yaşanan her bir sorun sadece köylüleri değil domino taşı etkisiyle toplumun tüm kesimlerini etkiler.
Kapitalist tarımsal üretimin temel yapısal sorunu ve sonuçları olarak kaçınılmaz biçimde orada yaşanan bir sorun ciddi sorunlara yol açar. Bugün köylülerin üretirken zarar etmesi olayında olduğu gibi köylü-çiftçi üretip zarar ederken toplumun diğer kesimlerinin gıda ürünlerinin aşırı pahalı oluşu nedeniyle gıda krizi yaşaması gibi.
Özcesi tarımsal faaliyet sadece köylüleri ilgilendiren bir faaliyeti değildir, tüm toplumu ilgilendirmesi gereken bir ekonomik-sosyal sorundur. Bu nedenle çiftçilerin emperyalist kapitalist üretim ilişkileri içerisinde bankalara olan borcu sadece çiftçileri değil tüm toplum kesimlerini etkileyen bir sorun özelliği taşır.
AKP iktidarının uygulamış olduğu neo-liberal tarım politikası nedeniyle çiftçilerin bankalara ve banka dışı yapılara (tüccar, tefeci vb. gibi) olan borcu her yıl biraz daha katlanarak artıyor. Birgün Gazetesi’nin Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) verilerinden derlediği (06.07.2024) habere göre çiftçilerin geçen yılın Mayıs ayına kıyasla bankalara olan tarımsal kredi borcu bu yılın Mayıs ayında yüzde 54 artarak 689 milyar 59 milyon liraya yükselmiştir.
Bu rakama köylülerin tüccarlara, tefecilere, zırai bayilere olan borçları dahil değildir. Bunlar da eklendiğinde tahmini borç 800 milyarın üzerinde devasa bir orana ulaşıyor.
Tarımsal üretimin devlet nezaretinde serbestleştirilerek üretimin ticarileştirilmesi girdi maliyetlerini artırmış ve küçük ve orta ölçekli üreticiler, üretim devamlılığını sağlayabilmek için banka kredisine muhtaç hale gelmiştir.
Çiftçilerin üretimi bankalara ve tüccarlara borçlanarak sürdürmesi siyasi iktidarların uygulamış olduğu tarım politikalarının sonucudur. AKP’nin uluslararası sermayenin direktifleriyle uyguladığı tarım politikasının merkezinde köylülerin-çiftçilerin borçlandırılarak üretimden uzaklaştırılması, uzaklaşmayanların da emperyalist tarım tekellerine ve komprador şirketlere entegre edilmesi yatmaktadır.
“Borç alan emir alır” sözündeki gibi bankalardan borç alan onlardan emir de almaya hazır hale getiriliyor.
Yakın bir tarihte Devlet Su İşleri’nin (DSİ), köylülerin tarımsal sulamada kullandığı suya kimi havzalarda % 200’e varan oranda yaptığı zammın mürekkebi kurumamışken şimdi de AKP iktidarının tarımsal sulamada kullanılan elektriğe tek seferde yaptığı % 30’luk zam, köylünün, çiftçinin üzerindeki borç yükünü daima fazla artırmıştır.
Su ve elektriğe yapılan zamlardan dolayı yaygın olarak elektriğe dayalı sulama yapılan bölgelerde üreticiler ikinci ürünü ekmekten vazgeçmeye başlamışlardır. İklim krizi kaynaklı yağış rejiminin değişmesi üreticileri daha çok ve elektrik kullanmaya mecbur bırakmıştır. Daha önce tarlalar, bahçeler yağmur, kar gibi doğal yağışlarla sulanırken şimdi mahsul tarlada kuruyup gitmesin diye elektrikli suluma yapılmaktadır.
Bu da köylünün, çiftçinin girdi maliyetini ekstra artırıyor yani yeni yeni borçların oluşmasına neden oluyor, köylü üretmek için borçlanmak zorunda kalıyor-bırakılıyor.
Köylü ürettikçe borçlanıyor
AKP iktidarının uyguladığı tarım politikası köylüyü ürettikçe borçlandıran bir üretim ilişkisine hapsetmiştir.
Klasik iktisadi üretim ilişkisi içinde üretici kâr yapmak, sermaye biriktirmek amacıyla üretim yaparken gelinen aşamada köylüler ürettikçe elindeki sermayeyi kaybetmeye başlamış, borç ödemek için üretim yapar hale gelmiştir.
2002 yılında çiftçilerin bankalara tarımsal kredi borcu 2.4 milyar lira iken Mayıs 2024’de yüzlerce kat artarak 689 milyar liraya yükselmesi devlet eliyle tarımsal üretim alanında yapılan dönüşümün eseridir. Devlet tarım-gıda alanından çekilip yerini uluslararası ve yerli şirketlere bırakması üretim ilişkilerini değişime uğratırken küçük üreticileri savunmasız bırakmıştır.
Kamudan boşalan alanları özel şirketler doldurdukça endüstriyel tarım tekelleri piyasa üzerindeki gücünü artırmış ve kısa sürede üretim desenini yönlendirmeye başlamışlardır. Pazara dönük üretimin kurallarını özel şirketler belirlediğinden çiftçilerin girdi maliyeti artarken mahsulün Pazar değeri düşmeye başlar.
Devletin tarımı doğrudan ve dolaylı destekleme araçları olan tarımsal KİT’lerin ve Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin (TSKB) tasfiyesi sonrası küçük üretici piyasada şirketler karşısında savunmasız kalmıştır. Pazara yönelik üretimde bir ürünün girdi maliyetini de o ürünün hasat bitiminde fiyat oluşumunu da şirketler belirlemeye başladığından oyunun kuralları şirketler tarafından yazılır oldu.
Devletin ucuza girdi temini ve piyasayı regüle eden destek alımlarını kaybeden küçük üretici malını bir kez ürettikten sonra maliyetine veya zararına bakmaksızın şirketlere veya tüccara satmak zorundadır.
Piyasadaki tek alıcı şirketler ve tüccarlar olduğundan bunların belirlediği fiyattan satmadığında ürünü komple elinde kalacağı için her hâlükârda zarar edileceği kesindir. Üretimin ticarileştirilmesi, çiftçileri siyasi iktidarlar ve şirketlerin oluşturduğu bir paradoksun içine sokmuştur.
Çiftçilerin niçin bankalara bu kadar yüksek meblağlarda borcu olduğunu anlamamız için son birkaç ayda yaşananlara bakmamız yeterli olacaktır; 1 kilo yaş çayın çiftçiye maliyeti 19 ile 21 lira arasındayken Çaykur yaş çay alım fiyatını oluşan tepkilere rağmen 17 lira olarak açıkladı.
Çaykur ayrıca çay alımında kota uyguladığı için küçük üreticiler ürünleri çöpe dönüşmesin diye serbest piyasada 17 liranın altında alım yapan özel çay fabrikalarına ve tüccarlara mecbur bırakıldı. (Çay toplandıktan sonra birkaç gün içinde işlenmezse kuruyup çöpe dönüşüyor. Hasat yapan üretici ya ürününü şirketin istediği rakamdan satacak ya da çöpe atacak.)
Yine benzer şekilde maliyeti 11 lirayı bulan buğday için AKP iktidarı 9.25 lira fiyat açıkladı. Şu an TMO’nun depoları ithal malla ağzına kadar dolu olduğundan çiftçi önceki yıllarda olduğu gibi şirketlere mecbur bırakıldı… Maliyeti 6 liranın üzerinde olan patates tarlada 5 liraya alıcı bulamadığı için köylü zarar ediyor. (07.07.2024, Halk TV)
Ulusal Süt Konseyi, 1 Mayıs itibariyle çiğ süt alım fiyatını 1.465 lira olarak belirlemiş olmasına rağmen süt sanayicileri, sütün litresini 13.50 liradan almaya devam ediyor. (Çiftçinin sütten para kazanabilmesi için 1 litre süt karşılığı 1.5 kilo yem alması gerekir.
Bugün, 1.5 kilo yemin fiyatı 18 lira, sütün litresi 13.50 lira hesap ortada.)
“Banka, tefeciden daha yüksek faiz alıyor!”
Geçen yıl çiftçiler bankalardan % 9.75 faizle tarım kredisi alırken bu yıl faizler % 56-60 seviyelerine çıkarıldı.
Burada en çarpıcı vaka ise 20 Mayıs 2024 tarihli NOW Haberde bir çiftçinin söylediği şu sözlerdir: “Tefeciden daha ucuza kredi alabiliyoruz. Banka tefeciden daha yüksek faiz alıyor.” Klasik kırsal bölge ilişkisinde köylü bankadan kredi alamadığında tefeciden daha yüksek faizle para alırken şimdi ise çiftçiler bankanın tefeciden daha yüksek faiz aldığını söylüyor!
Bu somut örnekler IMF ve DB’nin Türkiye tarımının uluslararası pazara entegre edilmesi için hazırladığı ve 2000 yılında uygulamaya sokulan, resmi olarak da 31 Aralık 2008’de sona ermiş olan “Tarım Reformu Uygulama Projesi”nin (TRUP) AKP iktidarı tarafından halen harfiyen uygulandığını gösteriyor.
18 yıl önce “resmi” olarak sona ermiş bir program (destek alımlarından vazgeçilmesi, tarım satış kooperatiflerinin özerkleştirilmesi, tarım kredi faizlerinin piyasa koşullarına çekilmesi, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi, taban fiyat uygulamalarını dünya piyasa koşullarına göre ayarlama ve zamanla kaldırılması vs…) görüldüğü gibi AKP tarafından tavizsiz bir şekilde uygulanmaya devam ediyor.
TRUP programının tarım alanına vurduğu en ağır darbelerin başında TSKB’lerin tasfiye edilmesi oldu demek abartı olmaz. TSKB’ler kuruluşundan itibaren devlet vesayeti altında yönetilmiş olsa da çiftçinin mevcut şartlarda en önemli destek aracı yine bunlar olmuştur. (Burada ek bir parantez açarak- TSKB’lerin yalnızca çiftçilerin üretimini geliştirip desteklemek amaçlı kurulduğunu söylemek meseleye yanlış açıdan bakmaya yol açar.
Siyasi iktidarların vesayeti altındaki TSKB’ler tarımsal artığı devlete aktaran ekonomi araçlarıdır.)
Serbest piyasada şirketlerin hem üretim girdilerini hem de üretilen ürünün fiyatını belirleme gücüne erişmesi çiftçileri savunmasız bırakıp banka ve tefeci gibi finans yapılarına muhtaç hale getirmiştir.
Kooperatiflerin de önemi burada daha iyi anlaşılmaktadır. Çiftçilerin üretim girdilerini ucuza temin edeceği, ürettiğini işleyip pazarlayacağı ve satabileceği kooperatiflere ihtiyacı vardır.
Çiftçiler özgün üretim yapıları nedeniyle bunları tek başlarına yaparak ne üretim gücüne ne de finansal güce sahiptir. “Birlikten kuvvet doğar” deyiminde olduğu gibi, çiftçiler tek başlarına büyük şirketler karşısında hiçbir şey yapamazken kooperatifler aracılığıyla kolektif birliği oluştururlarsa şirketler karşısında güç haline gelir ve üretimden gelen güçlerini kullanabilirler.
Köylülerin, çiftçilerin üretimden gelen gücü kolektif bir emek cephesine dönüşürse gerçek bir güç halini alır.