
Suriye’de Pazar Dalaşı ve Direniş…
“Kitlelerin büyük oranda yerel işbirlikçi burjuva iktidarların etkisinde oldukları bilinen bir durumdur. Ancak sürecin üçüncü emperyalist paylaşım savaşına doğru aktığı bir mecrada, halkların yaşayacakları tek şey kırım olacaktır”
13 Şubat 2025
Suriye’nin emperyalistler tarafından yağmalanmasında yeni evre başlıyor. ABD-İngiliz emperyalistlerinin ve güdümündeki İsrail ve TC’nin aylardır yürüttükleri paylaşım tartışmaları belli sonuçlar vermiştir.
Eli kanlı Colani’nin, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin geçici Devlet Başkanı ilan et(tiril)mesi ile egemenler, HTŞ ve türevlerini şimdilik Şam’ın başına adapte etmişlerdir.
Bu paylaşım sürecinin nasıl işletileceğine dair tüm detaylar ortaya çıkmasa da, belli emareler açığa çıkmıştır.
Bu anlamda yağmadan emperyalistlerin asıl payı alacakları aşikardır. Salt tüm zenginliklerin ele geçirilmesi, “yeniden inşa” adı altında Suriye halkının sömürülmesi, ticaretin denetim altına alınması, üretime dair sermaye ihracının yanı sıra meta ihracının yapılması ile pazarın tümden ele geçirilmesi değildir mesele.
Bir diğer yanı ile bir sonraki yağmalanacak pazar alanı için, Suriye’nin bir üs haline getirilmesi durumu karşımızda durmaktadır.
NATO eksenli askeri yayılmacılığın, TC veya İsrail üzerinden hangi biçimde ele alınacağını önümüzdeki süreç gösterecektir. Suudilerin ve diğer körfez işbirlikçi sermayenin de askıya alınan Abraham Anlaşmaları çerçevesinde İsrail ile ortak hatta oturtulması için adımların atılması kuvvetle muhtemeldir.
Özerk Yönetime dayatılan “acı reçete”
Şam’da iktidar eline tutuşturulan HTŞ, Özerk Yönetim ve QSD ile görüşmeler sürdürmektedir. Ancak gelinen aşamada TC’nin önceki aylar gibi psikolojik üstünlüğünü koruyamadığı ortadadır. Til Rıfat-Şehpa’dan çekilen QSD güçleri üzerine tüm gücü ile yüklenen TC beslemeli SMO çeteleri, o günün şartlarında Minbiç’e girebilmişlerdi. Ancak kısa süre sonra durum tersine dönmüş, “Şam’da devrim-Rojava’yı yok edelim!” naraları son bulmuştur.
TC devleti, kalifiye kadroları ile Şam’da konuşlanmasına rağmen süreci kendi lehine çevirememiştir. QSD’nin direnişi karşısında SMO çetelerinin Karaqozak, Tişrin ve Kobani üzerindeki emelleri hayal kalmıştır. Bu sürece bugünden baktığımızda QSD’nin direnişinin kazanımlar elde ettiği ortadadır. Gösterilen direniş karşısında, HTŞ’nin de QSD’ye dayatmalarının yumuşadığını görmek mümkündür. Şimdilik HTŞ’nin istediği merkezi yönetim karşısında Özerk Yönetim’in, merkezi olmayan idare sistemi konusundaki ısrarı ve “zafer konferansı”nı tanımaması durumu yaşanmaktadır.
Bir devlet ismi olarak Suriye Cumhuriyeti ya da Suriye Arap Cumhuriyeti olması, işin pratiğini esasta değiştirmemektedir. Asıl olan, Esad rejiminden HTŞ rejimine yönünü kıran Suriye burjuvazisinin kendi isteklerini/hırslarını bölgede ve emperyalist sisteme nasıl adapte edeceği meselesidir.
Bu anlamda, tıpkı TC kompradorları gibi yeni Suriye burjuvazisi de (ve elbette eski bürokrat burjuvazinin bir kesimi ile aşiret güçlerinin bir kesimi) Kürt ulusunun demokratik haklarını tanımamakta ısrar edecektir. Elbette bu durum, Kürt ulusu ve demokratik güçlerin savaşta ne denli güçlü oldukları ile alakalı bir durumdur. Kabul etmek istemediklerini ve fakat kabul etmek zorunda kalmaları tamamen güçler dengesine ve demokratik-yurtsever ve devrimci güçlerin direnişine ve mücadelesine bağlıdır. Dolayısıyla mücadele bu denklemde yaşanmaktadır.
İttifak-rekabet denkleminde TC-Suudi-Katar
Suriye’de paylaşımdan faydalanmak isteyen bölgesel güçlerin başında TC, Suudi sermayesi ve Katar gelmektedir. Yanı sıra Mısır’da elinden geldiğince Suriye’deki etki gücünü korumak ve paylaşımdan nemalanmak istemektedir. Colani’nin ilk dış ziyareti Suudi’lere yapmasındaki amaç, Suudilerin selefiler üzerindeki etkisini aleyhine dönmemesini sağlamak ve mali destek bulmaktır. Suudi-Katar ziyaretinden sonra Colani Ankara’ya gelmiştir. Bu anlamda Suriye pazarında Suudilerin ve Katar’ın etkisinin daha fazla olma potansiyeli ortaya çıkmaktadır. Salt Arap milliyetçiliği ekseninde değil, yanına selefi cihadist akımlar adapte edilerek Suriye’nin gelecekteki resmi devlet ideolojisi olarak karşımıza çıkarılacaktır. Bu Suudi burjuvazisinin ve feodal gericiliğinin Suriye topraklarına yıllardır ihraç ettikleri bir durumdur.
Suudi-Katar sermayesinin Suriye’de pastadan ne kadar pay alacağı, ABD ve İsrail ile kuracağı ilişkilere de bağlıdır. Bu anlamda ne TC kompradorlarının ne de Suudi sermayesinin düşmanı İsrail siyonizmi değildir. Bu sermaye grupları asıl olarak kendi aralarında rekabet halindedir.
Uluslararası tekelleri arkasına alan yerel işbirlikçi sermaye pazardan daha fazla pay kapabilecektir. Bu anlamda faşist TC devletinin İsrail ile ticareti kesmesi bir yana, aksine bu ticareti derinleştireceği açıktır. Bu Suriye’den pay kapmak içinde önemli bir yerde durmaktadır. Sonuç olarak bakıldığında TC kompradorları İsrail’i “düşman” olarak lanse etmektedirler ancak Türk sermayesinin karşısında konumlanan, ittifak kurdukları Suudiler ve diğer Arap sermayesi çıkmaktadır.
Bu durum, Erdoğan-Colani görüşmesine de yansımıştır. Colani’nin “QSD ile görüşmek istiyoruz” söylemi, TC politikasının şimdilik ters teptiğinin işaretidir. TC, karar verici yerde durmamaktadır. Yanısıra pazar paylaşımında eli gittikçe zayıflamaktadır.
SMO çetelerini Şam’a endekslemeye çalışmakta ancak beri yandan “bağımsız” kalmak da istemektedir. TC, Suriye’de bir ikilem içindedir ancak bu daha fazla sürdürülebilir değildir. Suriye, TC kompradorlarından ziyade Suudi-Katar ve İsrail’in pazar çıkarlarına daha yakın durmaktadır. Suudilerin gerici aşiret sisteminden muzdarip toplum üzerinde Arap milliyetçiliğini de kullanarak daha fazla alan bulmasının zemini güçlüdür.
TC’nin yayılmacı siyasetinin istendiği gibi gitmemesi, içte yaşanan çelişmelerinin derinleşmesini beraberinde getirmektedir. Dışarda pazar bulamayan komprador burjuvazi içte yaşadığı sıkışmışlığı aşamamaktadır. Sermayenin genişleyememesi, burjuvaziyi her ne pahasına olursa olsun Suriye pazarından pay kapma yarışına sokmuştur. Ortaya çıkan sonuç şimdilik TC kompradorlarını yeterince memnun etmemektedir.
Bunun anlamı ise, Suriye’den umduğunu bulamayan TC’nin yeni bölgelere yükleneceği, Libya ve Kafkaslar’ı yeniden hedefe oturtacağıdır. Zira yayılamayan bir TC, önümüzdeki süreçte daralma ve içte daha farklı çatışmaların tetiklenmesinden kurtulamayacaktır. Bunun bilinmesi iktidarı elinde tutan Türk komprador burjuvazisini yeni arayışlara itmektedir. Bu amaçla Kürt ulusal özgürlük hareketi ile “tarihi fırsat” olarak belirttikleri görüşmeleri-süreci başlatmışlardır.
Tişrin’deki direniş
Tişrin Barajını savunan sivil halk direnişine devam etmektedir. TC’nin ve SMO çetelerinin saldırılarına rağmen ortaya konan direniş, Rojava halkının ve özsavunma güçlerinin Minbiç ve sürecinden dersler çıkardığını göstermektedir. Hem askeri anlamda gösterilen başarı hem de halkın ortaya koyduğu direniş iradesi, düşmanın yönelimini zora sokmuştur. Tişrin direnişi, Özerk Yönetim ve QSD’nin psikolojik olarak kendisini yenilemesine neden olmuştur. Bu direniş, TC’nin Suriye’deki azgınca saldırılarını büyük ölçüde boşa çıkarmıştır.
TC, Metina-Zap’tan Kobani-Karaqozak-Tişrin hattına kadar Kürt ulusuna karşı bir savaş içindedir ve savaş cephesi oldukça geniştir. Bu geniş coğrafyada TC hem kendi silah teknolojisini son raddine kadar kullanmakta hem de sahaya dışardan “ithal” ettiği çeteleri sürmektedir. Buna rağmen cephe hatlarında adı konulmuş bir başarısı yoktur. Hedeflerine ulaştığı söylenemez. TC, sürdürdüğü saldırılarına karşı her cephede bir direniş cephesi ile karşılaşmaktadır. Bunlardan birisi de Tişrin’dir. Tişrin’i anlamlı kılan ise halkın bu savaşa daha aktif katılımı olmuştur. Günlerdir tüm hava saldırılarına karşı Tişrin bırakılmamıştır. Bu durum karşısında TC’nin yaşadığı şey ancak bir hezimet ile açıklanabilir.
Orta Doğu coğrafyasında anti-emperyalizm
Sonuç olarak bakıldığında bölgedeki gelişmelerde egemenlerin pazar dalaşının halklar lehine bir sonuç doğurmayacağı bilinmektedir. Suriye pazar dalaşında emperyalistlerin yönelimine eklemlenen komprador burjuva-siyonist ve her türden gerici güçler, halkları kendilerine yedekleme hedefini gütmektedirler. Suriye’de gerici Arap milliyetçiliği üzerinden Kürt ulusunun kazanımlarının elimine edilme çabası, TC’nin baş siyasetidir.
Suudi Arabistan ve Katar ile birçok konuda uyuşmaktadır. Ancak pazardan pay kapma noktasında TC ve Suudi sermaye sahipleri ortak hareket edecek nitelikten yoksundurlar. Bu anlamda burjuva klikler arası çatışmalar el atından sürgit devam edecektir.
TC’nin yıllardır Suriye topraklarını işgal etme emeli vardır. Bu emellerine en fazla yaklaştığını iddia ettiği bir süreçte; Colani şahsında yeni Şam iktidarının pek de lanse edildiği gibi TC burjuvazinin kuklası olduğu söylenemez. Bu durumda TC, Suriye üzerindeki hükümranlığını bir şekli ile genişletme siyasetini gütmede ısrar edecektir. Hali hazırda süren savaşı boyutlandırmak için kapı kapı dolaşmaktadır. Ancak farklı burjuva iktidarlar arasındaki çatışmanın seyri yine emperyalizmin Orta Doğu siyasetine bağımlıdır.
Halklar cephesinde ise, gelecekte devrim olanaklarının daha fazla gün yüzüne çıkacağı bir süreç şimdiden öngörülebilir. Suriye’de çeşitli azınlık, milliyet ve uluslara mensup halkın mücadele birliğinin sağlanması için, anti-emperyalist mücadelenin ve bilincinin geliştirilmesi elzemdir.
Kitlelerin büyük oranda yerel işbirlikçi burjuva iktidarların etkisinde oldukları bilinen bir durumdur. Ancak sürecin üçüncü emperyalist paylaşım savaşına doğru aktığı bir mecrada, halkların yaşayacakları tek şey kırım olacaktır. Bu anlamda her geçen sürenin ezilenler nazarında, egemenlerin daha fazla teşhir olacakları durumu şimdiden öngörülmektedir. Ezilen halkların kurtuluş bayrağının yükseltilmesi, ancak ve ancak enternasyonalist bir bilinçle emperyalizme karşı mücadeleyi daha belirgin hale getirmekten geçmektedir.