Libya’da Partizan’ın Örgütlenme Çalışmaları
Antakya’dan Libya’ya çalışmaya giden, orada sendikal faaliyetler yürüten bir erkek işçi ve bahçe işçisi bir kadınla Partizan’ın Libya’daki sürecini konuştuk.
22 Ağustos 2023
Antakya’dan 1978-1986 yılları arasında çok sayıda işçi, kimisi tek kimi ailesiyle Libya’ya çalışmaya gitmiş, bu süreçte birçoğu Libya’da çalışma yürüten Partizan faaliyetçileri ile tanışmıştır. Kimisi orada örgütlenmiş, kimisi evini açmış, kimisi aktif çalışmalara katılmıştır.
Antakya’dan Libya’ya çalışmaya giden, orada sendikal faaliyetler yürüten bir erkek işçi ve bahçe işçisi bir kadınla Libya’daki süreci konuştuk. Tarihimizin kamuoyuna çok yansımamış bu kesitinin okurlarımızın ilgisini çekeceğine inanıyoruz.
Bu süreci deneyimlemiş ve yaşını epey almış olmasına rağmen kadın işçi hala bağ bahçede çalışmaya devam ediyor. Ve hala Partizan’a, devrimcilere kapısını açan iki emektarın hikayesini kısaca aktararak tarihe “küçük” bir not düşelim.
– Libya’da işçi olarak bir süre çalıştınız. Oradaki işçi çalışmasını bize anlatır mısınız?
– Sendikal faaliyet yürüten işçi: Ben Libya’ya herkes gibi ekmeğimi kazanmaya işçi olarak gittim. Tarih 1978’di. Şartlar çok farklıydı, genelde Türk şirketleri ve Türkiyeli işçiler çalışıyordu ve bizim de bunlarla bir temasımız vardı. Örgütsüz ve çaresiz birçok insan vardı orada.
Ben giderken herhangi bir kurumla bağım yoktu. Oraya gidince işçiler olarak yaşadığımız sorunlardan dolayı devrimcilerle iletişim halinde olan bizim arkadaşlarla tanıştım.
Bende öyle tanıştım. Bizim arkadaşlar arasında (Partizanlar) işçi hakları ile ilgilenen ve mücadele edenler vardı, onlarla tanıştım. Sonra örgütsel faaliyet yürütmeye başladık. İşçilerin sorunlarına dair bir şeyler yapmaya çalıştık.
– Örgütlenmeye nasıl karar verdiniz?
– Orada çalıştığım sırada farklı siyasi oluşumlar vardı; PKK, TKP-ML, Dev-Yol, Dev-Sol, Acilciler gibi… 1980 öncesi olan fraksiyonların hemen hepsi vardı Libya’da. Aynı bölgede faaliyet yürütülüyordu. Ben de o esnada bana gelen arkadaşların getirdiği dergi ve gazeteleri okuyup değerlendiriyordum. O çalışmalar içinde en doğru, en aktif çalışan Partizan grubu vardı. Onlardan okuduğum, onlardan öğrendiğim şeyler benim düşüncelerimle örtüşüyordu, en doğru gelen onların düşünceleriydi.
Ben de onlarla aynı faaliyet içerisinde elimden geldiğince yapmaya çalışıyordum. 1978-1986 yılları arasındaki süreyi kapıyor bu süreç. O süreçte gelen işçiler yaşadı en büyük sorunu. Bizler Arap Alevi işçiler olarak onların dil sorunlarını çözmeye çalışıyorduk. Mahkemelerde olsun, patronlara karşı olsun, hak savunmasında olsun. Bize aktif bir görev düşüyordu ve bizler de o görevi yapmaya çalışıyorduk.
O dönemde çok iyi çalışmalar yürüttük, aşağıdan yukarıya doğru yaptık bu örgütlenme çalışmasını. Önemli bir gelişme sağladık. Düşün 1978’de 10 kişi ile başladıysak bu 1980’lere geldiğinde yüzlere, binlere ulaştı. 1986’da ise onbinleri buldu.
– İki yıl gibi kısa bir sürede yakalanan bu kitleselleşme nasıl bir örgütlenmenin sonucu olarak açığa çıktı?
– Bence hem oradaki arkadaşların doğru bir politika üretmesi ile hem işçi sorunları ile en çok Partizan’ın ilgilenmesi, işçileri ister istemez bize yaklaştırdı. Hayatın doğası gereği kim sana yardım ediyorsa sen ona doğru dönersin. Daha sonra orada bir yerel gazete çıkarma kararı aldık. Libya’da Türkiye İşçiler Birliği Dayanışması Gazetesi çıkarmaya başladık. O gazete kısa sürede bin, 2 bin, 5 bin ve sonra 10 bin gibi bir sayıya ulaştı. 10 bin satış demek 20-30 bin insana ulaşıyorsun demekti. Çünkü her aileden bir kişi alıyordu. Çalışma yürütenlerin hepsi işçiydi aynı zamanda.
Bizim arkadaşların doğru bir politika üretmesi bu sonucu doğuruyordu. Çünkü işçi sorunları hat safhadaydı. Bu sorunların öncülüğünü bizin arkadaşlar yapabiliyordu. Ayrıca sürekli ideolojik seminerler yapılıyordu. Farklı siyasi akımlarla birlikte geniş bir kitlenin geldiği, bu çalışmalar defalarca yapılıyordu. Kitleler doğru olanı görebiliyordu. Artı pratikte kitlelerle en çok kim temas kuruyorsa, ilgileniyorsa kitleler orada toplanıyordu. İşçi direnişlerinde biz arkadaşlarla canla başla çalışırken, diğer siyasi kurumlar farklı çalışmalar yürütüyordu.
– Günümüze gelecek olursa TDH açısından işçi çalışmalarında bir gerileme yaşanıyor. Sence güncelde yanlış yapılan ne?
– Ben baktığımız zaman Türkiye İşçi sınıfına, işçi çalışmasına gerektiği önem verilmiyor gibi. Hareketin sendikal faaliyet veya başka türlü işçi sınıfının içinde olması gerekiyor. Esas görevimiz bu çünkü. Biz bu görevi yerine getirmiyorsak eksik kalıyorsak bu çalışmayı hakkı ile yerine getiremeyiz. Lenin yoldaşın bir sözü var: Kitleler içinde parti çalışması diye. Bu söz birçok şeyi bize anlatıyor. Tabi özgül koşullardan bir pay çıkarmak, hem kendi eksikliklerimizden bir pay çıkarmamız gerekiyor. Bu şekilde bunu aşmamız gerekiyor.
“Partizancılarla bahçede tanıştım!”
– Kadın işçi: Ben de işçi olarak 1980 yılında Libya’ya ekonomik nedenlerle gittim, evimiz yoktu, geri gelip ev yapacaktık. Orada da kalmak için ev yapabilirsiniz demişti ama biz yuvamıza, memleketimize geri dönecektik. Bahçe işçisiydim, sebze ektik, hayvan baktık; ineklere, koyunlara baktık, zeytin işinde çalıştım, beş yıl boyunca çalıştım.
– Partizan faaliyetçileriyle nasıl tanıştınız, birlikte neler yaptınız?
– Partizancılarla ilk olarak bizim bahçede tanıştım, gelirlerdi bahçeye. İlk olarak başka bir yerdeyim ama sonra kardeşlerimin olduğu yere taşınınca herkesle tanıştım. İlk olarak hangi siyasetten anlamadım, sonra kim olduklarını anladım. Ben gitmeden zaten devrimcileri tanıyordum. Partizancıları memleketten tanıyordum, kardeşimden dolayı. Buradayken kardeşim devrimciydi, kitap getiriyordu, “abla saklar mısın” diyordu, tabi ki saklardım onun için. Kasetler vardı; devrimcilerin marşlarının, türkülerinin kasetleri, Emekçi’nin kasetleri onları sürekli saklıyorduk. Elektrikler kesilince kardeşim gelirdi ve “bugün herhalde arama olur’ derdi. Ben de kitapları, kasetleri poşetleyip tenekenin içine koyup buğdayın içinde saklardım.
Bazen dağda-toprakta saklardık ama bir kere annemin dağda sakladığı kitapları bulamadım, unutmuştum sakladığı yeri. Yerini unuttuğumuz da olurdu.
– Size gelen Partizan faaliyetçileri neler yapıyordu?
– Bize gelenler gece bildiri yazıyordu. Daktilo sesi geliyordu, çak-çuk diye, öyle öyle öğrendik.
Yazı yazarlardı, bildiri dağıtırlardı. Bize sürekli gelirlerdi, kapımız hep açıktı onlara ama kimler gelir onu bilmiyorum. Ben de dahil oldum, zaten işlerin hepsini bizimle birlikte bizim evde yapıyorlardı. Her hafta sonu biz de toplantılar olurdu. Konuşmalar yapılırdı.
Benim oğlumun adı Muharrem, Ahmet Muharrem Çiçek’ten dolayı arkadaşlar bu ismi verelim dediler. Hem kardeşlerim (yaşamını yitiren kardeşim var, o da çok ileri görüşlüydü) hem arkadaşlar öyle uygun gördüler. Birçok işçi getirirlerdi, sokakta Türkçe konuşan, işte Türkiye’den olan herkesi tutup getirilerdi, konuşurlardı, tartışırlardı.
– İşçilerin çeşitli sorunlarını çözmek için anadilinizin Arapça olması bölgede işe yarıyordu değil mi?
– Tabi ki, bizim dilimiz orada çok faydalıydı, Arapça bilmeyenlerin sorunlarını çözerdik. Ama en çok erkekler bunu yapıyordu, kadınlar evlerinden çıkamazdı. Ben bizim bahçenin oradan pek çıkamadım. Mesela Kürt işçiler vardı, Türkçe de yok, Arapça da bilmiyorlar, onlara faydalı olmaya çalıştık. Şirketlerde çalışıyorlardı. Sezai Türkeş’in şirketi vardı mesela, çok fazla işçi çalıştırırdı. Koşulları çok zordu, işçiler orada barakalarda yaşıyorlardı, tahta barakalarda, ev filan yoktu. Bizim de ev dediğimiz kerpiçtendi. Çuvallarla etrafını yaptık, böldük kaldık içinde, para diye bir şey yoktu, yoksulduk. Giderken bir kuruşumuz bile yoktu.
– Döndükten sonra neler yaptınız?
– Burada tabi arkadaşlarla görüşmeye devam ettik. Oradaki yaşadıklarım çok güzeldi, çok şey kattı hayatımda, oradaki o hayat çok güzeldi ve onu bir daha görmedim burada da.