Bu seçim döneminde egemenler, kendilerine uygun ittifaklar içerisine girip adaylarını gösterdiler. Şovenizmle, bol aldatmaca, yalan ve şovlarla süren bir propaganda süreci geçirdiler. Seçimler artık tüm sarsıntılarıyla hissedilen ekonomik kriz öncesinde gerçekleştirilerek, oluşabilecek toplumsal muhalefet karşı önlemler alınması ve baskı mekanizmalarını sağlamlaştırması istendi. Şunu rahatlıkla belirtebiliriz ki içinde bulunan ekonomik ve politik durum öyledir ki; hangi klik çoğunluğu elde ederse etsin, burjuva anlamda bile atabilecekleri adımlar çok sınırlıdır. Seçimler esas anlamını tam da burada bulmaktadır: Önümüzdeki dönemde ekonomik ve politik krizlerin faturasını halka en iyi(!) şekilde kesecek ve temin edebilecek bir yönetim aranıyor. Bu sürecin başkaca da bir anlamı yoktur.
Egemenlerin kendi hukukları ve ideolojik/politik tüm araçlarıyla hakim oldukları seçimlere ezilenlerin nasıl müdahil olacakları, olup/olmayacakları genel oyla seçimlerin yapılmaya başlandığı tarihten itibaren tartışma konusudur. Benzer tartışmalar Türkiye devrimci harekette de boykot veya seçimlere politik katılım ekseninde yaşanmaktadır. Taktik tutumların/tavırların tartışılması olağandır. Temel mesele bu tartışmaların doğru eksende yapılmasıdır. Yanlış ele alışlardan biri de Yeni Demokrasi’de çıkan “Seçimler ekseninde reformculuk ve darbecilik” yazısıdır. Bu yazıda her ne kadar bazen genellemeler yaparak “hedefi” geniş tutuyor gibi görünse de dertlerinin Partizan-Özgür Gelecek çizgisi olduğu açıktır.
Yeni Demokrasi’nin gerçeklerle bağının ne ölçüde koptuğuna, tartışmayı olması gereken esas ekseninden ne kadar çok kopardığına ve kendilerinde yapısal bir özellik oluşturduğunu bildiğimiz dogmatikliğe düşmemek adına Marksist teori/politikadan ne kadar uzaklaştıklarına bir kez daha bir kez daha tanık olduk bu yazıyla. Biz yazıdaki tüm yanlış anlayış ve ele alışlarına cevap vermeyi düşünmüyoruz. Sayfalarımız bile yetmeyebilir buna. Yapmaya çalışacağımız tek şey, seçim süreçlerinin değerlendirilişinde çoğunlukla düşülen hatayı Yeni Demokrasi’nin bol materyal sunan yazısından hareketle açımlamaya çalışmaktır. Elbette ki bu işlenirken konjonktürde belirlediğimiz taktik tutumumuzun teorik/politik zeminini de daha fazla açmış olacağız.
Tek yanlı biçimsel ele alışın handikapları
Öncelikle vurgulanması gereken konu “yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme” olarak tanımlanan safsatacılığın yazıda hakim oluşudur. Safsatacılık, bilindiği üzere yeni bir usavurma yöntemi değildir. Egemen sınıfların temsilcilerince de bol bol kullanılmaktadırlar. Safsatalar, içeriklerin ne olduğundan bağımsız olup salt biçimsel olarak geçerli olan usavurma yöntemlerinden biridir. İlk duyulduklarında biçimsel yapıları nedeniyle dinleyeni/okuyanı şaşırtsalar da küçük bir dikkat, dağılmalarına, yanıltmacalarının ortaya çıkmasına yol açar. Egemenler kitlelerin önyargılarına, hakim sağduyuya güvenerek içleri rahat bir şekilde bu yola başvururular ve sonuç da alırlar.
Peki, kendine devrimci diyen bir yapı bu yöntemlere neden başvurur? Biz sadece bu yazıya bakarak 3 nedeni rahatlıkla sayabiliyoruz. Birincisi, gerçekle olan bağın güçlü bir şekilde kopması. İkincisi, politik üretimsizliğin safsata ve yaygarayla kapatılmaya çalışılması. Üçüncüsü, Marksizm’i dogmatik bir tarzda ele alışları…
Yeni Demokrasi’nin yazı boyunca ileri sürdüğü baş safsatası seçimler aracılığıyla “düzeni önce iyileştirip” sonrası “kısmet olursa değiştirme anlayışıyla” hareket ettiğimiz, parlamentonun “millet iradesinin temsil edildiği yer” vb. yalan söylemler eşliğinde seçimlerde oy kullanarak sistemi değiştirmenin mümkün olacağına inandığımızdır!
Özgür Gelecek’te bahsini ettikleri yazıda da açıkça görüleceği gibi Partizan parlamentoyu “faşizmin suratına örtülen ‘demokratik bir peçe’ olarak” görmektedir. Yazının sonunda da açık bir şekilde görüleceği üzere “en demokratik cumhuriyetlerde bile parlamento da dahil devletin tüm kurumlarıyla egemen sınıfın elinde bir baskı/ezme aracı olduğu” vurgulanmaktadır. Daha fazla bilgiye sahip olmak istiyorlarsa, Yeni Demokrasiciler Kaypakkaya yoldaşın ilgili bölümlerini okuyarak da bizim bu konuları nasıl ele aldığımızı öğrenebilirler. “Devletin ve parlamentonun gerçeği ve işlevine dair” söylediklerimiz ve ele alışımız apaçık ortadadır. Yeni Demokrasicilerin akıllarına estiği gibi yazıp-çizmekle, okudukları yazıdaki vurguları es geçmekle vs okurlarını sistemli şekilde yanıltmaya çalıştıkları apaçık ortadadır.
Sömürücü, baskıcı kapitalist sistemin ve temsilcilerinin ancak ve ancak illegal, legal, barışçıl ve devrimci zorun kullanılması dahil her türlü yöntemin devreye sokulmasıyla ve ancak devrim yoluyla tarihin çöp sepetine atılacağını biliyoruz. Komünist partilerin görevi de bu yöntemleri ustalıkla bileştirmek, birinden diğerine hızlıca geçiş yapabilmek, hiçbir araç karşısında önceden elini kolunu bağlamamaktır. Şunun tekrar altını çizmeliyiz ki, seçimler ve parlamento sistem içi gerici kurumlardan biridir. Sistem bütün gerici kurumlarıyla olduğu gibi seçim ve parlamento ile de politik konjonktüre bağlı olarak nasıl ilişkileneceğimizi belirleriz. Bu bakımdan somutlarsak; egemen sınıfların aralarındaki çelişkiler, ezilenlerin politik hareketlenişinin seviyesi, kitlelerin parlamentoya bakış açısı gibi etmenlerin yanı sıra ülkemiz özgülünde Kürt sorunu ve Kürt hareketinin bir bütün olarak tavrını da önemle etkenler arasına koyarak tavrımızı belirleriz.
Yeni Demokrasi’nin seçimlere/parlamentoya katılım/katılmama üzerinden yaptığı devrimcilik/reformizm ayrışması ise Marksist temelden yoksun ampirik tarzda biçimsel değerlendirmelerden hareketle yapılan bir ayrımdır. Seçimlere/parlamentoya katılım veya reddin, özellikle de “devrimciliği” belirleyen kıstas olarak konulması ciddi bir handikaptır. Bu biçimsel yaklaşımdan hareket ettiklerinde tutarlı olmaları için, sanırız ki, baskı ve sömürünün yoğunluğu konusunda kimsenin itiraz edemeyeceği Çarlık yönetiminde, üstelik Duma’daki Bolşevik fraksiyonun tamamı hakkında tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen seçimlere/parlamentoya katılma kararı alan Bolşeviklerin/Lenin’in reformist olduğunu söylemek zorunda kalacaklardır! Elbette ki söylenebilir, böyle bir belirleme yapabilirler. Biz doğrusu kimseye bir dokunulmazlık, bir kutsallık biçmiyoruz.
Ama biz Yeni Demokrasiciler gibi katılım veya reddin tek başına devrimcilik/reformizm kıstası olmayacağını, dolayısıyla Lenin’in seçimlere en yoğun baskı koşulları altında katılmasını da böyle ele alınamayacağını söylüyoruz.
Yeni Demokrasicilerin incelemesi için öneriyoruz: 1912’de IV. Duma seçimlerinde Bolşevikler de, tasfiyeci/reformistler de seçime katılmayı savunmuşlardı. Fakat katılımların içeriği, nedenleri farklıydı. Lenin somut olarak toplanan platformun belgelerine dayanarak -yani safsatayla değil- tasfiyeci/reformistlerin devrimci hedefini geri iteklediklerini, esas yöntem olarak legalizmi savunduklarını ortaya koymuştur.
1905 devrimci yenilgisinden yıllar sonra ilk defa grevlerin sayısının büyük oranda arttığı, farklı yerlerde asker ayaklanmalarının yaşandığı, tereddütsüz bir şekilde devrimci yükselişin yaşandığı bir dönemde Duma seçimleri yapılmıştır. Lenin “Anayasa reformlarının ütopik özünün eleştirisi, ona bağlanan umutların asılsızlığı konusunda aydınlatma, devrimci yükselişi çok yönlü ve mümkün olduğunca çok teşvik etme, seçim kampanyasından bunun için yararlanma” … “seçim kampanyasını … reel ‘şu anki’ politik durumun ruhuyla doldurmak” … “hem seçimler nedeniyle hem de vesilesiyle ve hem de seçimler üzerine tartışmada kitleleri devrimin zorunluluğu, acil gerekliliği ve kaçınılmazlığı üzerine bir kez daha aydınlatmak için” … “kitleleri tekrar tekrar devrim düşüncesine, artık kaydedilebilen devrimci yükseliş düşüncesine getirmek için” seçimlere katılacaklarını söylüyor. ( Lenin, Seçme Eserler, C.4, S.193-194)
Bu örneği verişimizin sebebi verili bir konjonktürde politik tutumun belirlenmesinin Yeni Demokrasicilerin sandığı gibi basit, düz ve biçimsel bir mantıkla ve seçim/parlamento tavrı üzerinden “düzene karşı tavizsiz duruş”u göstermek için yapılamayacağıdır. Bu yöntemin politik an’a karşılık olmakta yetersiz kalacağını, sadece kendilerine iyi geleceğini belirtelim. Devrimci duruşun seçimlere katılıp/katılmama ile gösterilebileceğini sanmaları, kendilerinin farkında olmadıkları ölçüde parlamentoya/seçimlere önem verdikleri, merkezi bir rol atfettikleri anlamına gelmektedir. Yani dememiz şu ki, sistem sahiplerinin kurallarını belirlediği bu alana kendi ilkelerin ve duruşunla dahil olmak Yeni Demokrasicilerin sandığı gibi ve Lenin’in örneğini ustalıkla verdiği gibi “ideolojik-siyasi bir acz” ile ilgili değildir. Eline geçen fırsatları ve araçları politik konjonktüre göre hedeflerin doğrultusunda değerlendirebilme kabiliyeti ile ilgilidir. Lenin’i “usta” olarak değerlendirdiklerini bildiğimiz Yeni Demokrasiciler politika üretişle ilgili olarak bizim uyarılarımızı dikkate almıyor olabilirler, ama Lenin’in politika yapış tarzını; politikanın ideolojiyle ilişkisini, konjonktürle bağlantısını kavramaya çalışsalar, sanırız ki içinde bulundukları handikaptan kurtulabilme şansları artar.
“Düzene karşı tavizsiz duruş” un “ret” ile güçlü bağı tartışmasızdır. Bu sistemin toptan reddi devrimci duruşun kaynağıdır. Ne var ki bu toptan reddi bir sonuca ulaştırmak yani devrimi gerçekleştirmek, içerisinde bu düzenin araçlarını kullanmak olan bir dizi taktik tutumu/tavrı gerektirmektedir. Bunların dönemsel olarak kullanılmasının zorunlu olması, “red”din gerçekleşmediği anlamına gelmez. Ki şunu belirtmeden geçemeyeceğiz: Bu topraklarda, boykot, on yıllardır pasif bir tarzda, çeşitli nedenlerle seçimlere katılmayanların içinde kaybolan ve “ret”çiliği pratikte görünmeyen ve fakat kullanıcılarının bu tüm gerçeklere rağmen mücadelenin bütünündeki zayıflıklarını örtme rolü gören bir yöntem haline gelmiştir. Bu vurguyu boykotun “özel koşullar altında uygulanabilir olan özel bir mücadele aracı” (Lenin, Seçme Eserler, C.3, S.396) olarak görmek ve hakkını verebilmenin önemini göstermek için yapıyoruz. Bu konjonktürde, doğru olmadığını düşündüğümüz seçimlere katılmama/boykot tavrına dair Lenin’in Hollanda soluna şu öğüdünü hatırlatmak isteriz: “‘Devrimci zihniyetini’ parlamenter oportünizmi sadece lanetlemekle parlamentoya katılmayı reddetmekle ifade etmek çok kolaydır, fakat bu tam da çok kolay olduğu için, zor, son derece zor görevin çözümü olmaz.” (Lenin, Seçme Eserler, C.10, S.120)
Lenin in bu vurgusunu elbette ki illa seçimlere katılma veya katılmama olarak almıyoruz. Sadece politik olarak gerekenleri yapmak yerine “sadece devrimci ruh halini” (age) dikkate alarak tutum belirlemenin doğru olmadığını vurgulamaya çalışıyoruz.
“Gerçek dostlarla” ezilen cephesini genişletmeliyiz
Seçim ve parlamento dahil, düzen içi çeşitli araçlar kullanırken komünistler “tüm emekçi kitlelerin gerçek bilinç ve olgunluk seviyesini soğukkanlılıkla izlemekle yükümlü” (age, S.114) olduklarını unutmamaları gereklidir. Politika psikolojik olarak bize iyi gelmesi için değil, ezilenlere yönelik olarak, onlarla daha geniş ilişkiler kurabilmek, bu ilişkileri sağlamlaştırmak, yaygınlaştırmak ve iktidar mücadelesine kanalize edebilmek için üretilir. Buradan hareketle parlamento, “tarihsel olarak” miadını doldurmuşsa da ezilen kitleler için ömrünü doldurmamıştır! Kitlelere ulaşabilmeyi sağlayacak tüm araçlar, yeri geldiğinde devrimci bir tarzda kullanılabilinirdir. Araçların salt düzen içi olmasına bakılarak ve salt bu nedenle reddedilmesi, kullanılıp/kullanılmamasının devrimcilik/reformizm ekseninde değerlendirilmesinin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bizler yöntem olarak özellikle Lenin’den öğrendiğimizden hareketle tüm araçların birbirlerini güçlendirir tarzda somut koşullara bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kitlelerin seçime ilgisinin ve parlamentonun onlar için ömrünü doldurmamış olmasının, egemenler arasındaki çelişkide özellikle “baş düşman”ı zayıflatacak bir hamleye, bu seçimlerin alan açmasının ve esas belirleyici olarak Kürt hareketinin yani “dostlarımızın” yanında durma zorunluluğu seçimlere politik katılımı gerekli kılmaktadır.
Ezilen kesimler adına mücadele yürüten tüm dost güçlerle, taktiksel zeminde bir araya gelmeye çalışmak, gerektiğinde düşman karşısında küçük bir damla olarak olsa bile yanlarında durmak; “devrimci duruş”un gereğidir. Ki HDP’nin salt “HDP” olarak ele alınması, bir bütün Kürt hareketinin ele alışı ve duruşuyla değerlendirilememesinin Yeni Demokrasiciler için bambaşka bir handikap yarattığını burada vurgulamamız gereklidir. On yıllardır Kürt halkıyla ve hareketiyle araya konulan mesafenin kırılması bütün alanlarda ilkelerimizle yan yana gelmekle olacaktır. Ezilen bir ulusun temsilcisi olarak bir bütün halinde Kürt hareketinin ele alınması tutumumuzun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Son olarak temel mesele ezilenlerin bütün tepkilerini toparlayan ve iktidara yöneltebilen bir kolektif yaratılabilmesi için, tüm mücadele yöntemlerini esas ve tali ayrımına uygun olarak kullanabilmek zorunluluktur. Mesele bütünsellikli olarak buna yoğunlaşmaktır. Ne seçimler ne de seçimlerin sonuçlarının değiştiremeyeceği tek gerçek budur!