İstanbul’un Eylül’ünde sonbaharın bir pazar sabahında yüreği dünyanın kötülüklerine ve haksızlıklarına dayanamayan bir emek ve devrim işçisini kaybettik. Nubar Ozanyan’ın kadim dostu, yoldaşı, canımızı, Serdarımızı kaybettik.
Nasıl bir dünyadır bu ki hep içimizdeki yürek güzelleri, bilinç öncüleri öncelikle aramızdan kopup gitmektedir. Ağustos’ta Komutan Nubar yoldaşla acıyan yürek yaramız Eylül’de Can’ımızla daha da büyüdü. Parçalanan beden ve duran yürek bizimdir.
Serdar Can’ı tanır mısın heval?
Yaşamı boyunca halkının acı izlerini sürmekten asla vazgeçmeyen Serdarımızı tanır mısın heval?
Mergede’yi, Endivar’i bilir misin?
Soykırımının acıları, izleri burada toplanır. Yüzbinlere varan Ermeni halkının cansız bedenleri çölün ortasında kum tepeciklerinden önce soykırım tepelerine dönüşür. Türkiye Kürdistanı’ndan Rojava’ya uzanan her bir sürgün toprağı örgütsüz silahsız ışıksız halimizin acıları olur. Serekaniye’den Mergede’ye, Endivar’dan, Halep’e. Sürgün ve tehcir yollarında zorla el konulur kadın ve çocuklarımızın en güzelleri. Feodal ağalara-beylere-paşalara sunulur körpe kız çocuklarımız ve kadınlarımız. Arta kalan her kılıç artığı tarihsel hafızanın yaşayan birer tanığı olur.
Onlar, mısraların, notalarımızın silinmez adı olur.
Ülkemizde ırkçılığın başka bir biçimidir zorla din değiştirme. İnsan ruhunu tutsak alıp, kirleten zorbalıktır, ırkçılık. Zulmün yokluğun yoksulluğun her türlüsünü yaşayan kılıç ve kırbaçtan canını zorla kurtarabilen yüzbinlerce yoksul Ermeni köylüsü, zanaatkarı-demir bakır taş ustası zorla islamlaştırılarak “yaşama tutunma hakkı” verilir.
Hakaretlerin kırbaçları altında çıplak büyüyenlerin, özgürlüğe ve insanlığa tutkulu insanların yaşamlarını anlamaya araştırmaya başlayan Serdar Can yoldaş nenesinin anlattıklarıyla karşılaştığı gerçeklik arasında benzerlikler bulur.
Gerçeklikten masallara uzanan yolun anlatıldığı gibi çok kısa olmadığını görür. Başlar tarih denilen halkların boğazlanarak dipsiz kör kuyulara, uçurumlara atıldıkları yerlere doğru uzanmaya, inmeye. İnsanlığın katledildiği derin dehlizlere dalınca nenesinden dinledikleri hikayeleri hatırlar. Kendisinin de bir Hay (Ermeni) evladı olduğunu anlar.
Sıdıka anamızın da aslında kılıç artığı bir Hay gelini olduğunu anladığında öfkesi daha da büyür.
O, Siverek’in, Lice’nin, Hazro’nun, Amed’in ilk gerillasıdır
Gerçeğin dipsiz karanlığına gömülmek istenenin aslında kendi hikayesi olduğunu öğrendiğinde Kaypakkaya yoldaşın tarih ve soykırım okumalarına başvurur. O parlak aydınlatıcı ışık üzerinden sınıf bilinci güçlenir ve tarih bilincine dayanak olur.
Nenemin masalları öykü tadında yazılmış Hay halkının parçalanmış acı dolu resmidir. O resimde yokluğun cehaletin kırbacını yaşayan her renkten her dilden her topraktan kimliği-inancı değiştirilmiş, ruhları zorbalıkla gasp edilmiş insanlara rastlamak mümkündür.
Serdar Can, atalarının yaşadıklarının izini sürerek gerçeğin bilgisine ve Kaypakkaya öğretisine ulaştığında öfke dünyası onu gerçeğin gerillası olmaya iter. Kaypakkaya öğretisi onu Kürdistan dağlarının ilk gerilla savaş deneyimlerinin pratiğine sürer.
Serdarımız Canımız artık Kürdistan dağlarının ilk TİKKO gerillalarından biridir. Uzun ince boyuyla omuzuna yüklediği güllü G1 le Siverek’in, Lice’nin, Hazro’nun, Amed’in ilk gerillasıdır. Yanında kahramanca çarpışıp şehit düşen Mazgirtli Haydar Aslan, Amedli İhsan Paçacı yoldaşlar onun duygu dünyasının yaralı renkleri olur. Mermisi tükenince silahını parçalar.
Düşmana bir iğne bile teslim etmeme geleneğinin sadık öğrencisi olur.
Edebiyat dünyasında kimsenin uzanıp dokunamayacağı ateşe dokunur
Gerilla yaşamından zindan-sürgün yaşamına geçtiği ana dek öğrendiği ilk devrim öğretisinden asla vazgeçmez. Tutku düzeyinde bağlandığı ilk devrimci aşkını son nefesine dek terk etmez. Zulüm ve işkence dolu Amed zindan yaşamında aklında hep devrim ve parti vardır.
Tarihin şen çocuğu olarak dizelere işler zulüm karşısındaki görkemli direnişi ve yaralanan insan duygularını. Artık zindanlar onun tarih, sınıf, edebiyat, sanat derslerini öğrendiği okul olur. Okur, düşünür ve yazar. Edebiyat dünyasında kimsenin uzanıp dokunamayacağı ateşe dokunur.
Gerçekliğin bilincine varma kavgası onun başına bela olacak NENEMİN MASALARINI yazdırır.
Zindan yaşamında sevdalandığı gerilla yaşamının düşlerini kurmaya devam eder. Başladığı gerilla kavgasını çok sevdiği komutan Nubar Ozanyan yoldaşıyla birlikte Filistin kamplarında devam ettirir. Filistin özgürlük sevdası onu Hayastan’a uzatır. Çizili sınırlar vız gelir Serdar’la yoldaşı Nubar’a. Şimdiye dek bir sır gibi saklarlar geçilmez denilen Sovyet hududun hangi noktasından Hayastan’a geçtiklerini.
Nenemin Masalları’nda aradığı Hay yoldaşı Nubar Ozanyan’ı Filistin’de TİKKO askeri eğitim kampında bulur. Bırakmaz yoldaşını, başlarını alıp uzanıp giderler Hayastan topraklarına. Hayastan rüyalarının sevgili ülkesi olur. Başlar ana dili Ermenicede “Baykar-Azadutyun” (mücadele ve özgürlük) demeye. Ararat’ın çocuklarının ülkesinde bir yandan tarih ve soykırım bilincini güçlendirir.
Diğer yandan parti ve devrim görevlerinin en zorlusuna hazırlanır. Her zaman hazırlandığı gibi. Ciddiye alır her görevi.
Aradan yıllar geçer. Şiirlerin öykülerin sanatçısı devrimin vefalı ve bilge aydını olmayı asla elden bırakmaz. Düşünmeye okumaya ve yazmaya ara vermez. Arar yoldaşlarını hiç olmadık yerlerde, sorar öncelikle en çok sevdiği yoldaşlarını.
Ummadığı ve beklemediği bir şehrin bilinmez ve görünmez bir köşesinde bulur 30 yıl önce bıraktığı zindan yoldaşını. Sonra komutanı Nubar’ı görür.
Ve anılar dolaşır sokaklarda evin dumanlı dar odalarında. Nihayet aradığı yoldaşlarını bulmuştur. Artık ona ölüm yok.
Tam arayıp izini bulmuşken, sevdiği komutanı Nubar’ın şehit düşüş haberi onu derinden sarsar. Anlatılmaz bir acı saplanır kalbine. Belki de vereceği son nefesinin yenik düştüğü yeri olur zayıflayan kalbi.
Güle güle çocukluğumun yoldaşı!
Güle güle amed zindanlarının şen çocuğu!
Güle güle Nenemin teyze oğlu!
Rojava’dan bir yoldaşı