Polonez Direnişinden Ne Öğrendik?
Polonez direnişi, sınıfın mücadele tarihine atılan direngen bir çentik olarak hak ettiği yeri bulacak ve sermayeye karşı isyan bayrağını çekmek isteyenlere ilham olacaktır.
15 Ocak 2025
İstanbul Çatalca’da kurulu bulunan Ürdün sermayeli, işlenmiş gıda üretiminin yapıldığı Polonez işletmesinde çalışan işçiler maruz kaldıkları mobbinge ve ağır çalışma koşullarına karşı Tek Gıda-İş sendikasına üye oldu.
Patron, sendikalaşmadan haberdar olmasıyla birlikte 13 öncü işçiyi işten çıkardı. Sendikaya üye olan diğer işçiler ise bu duruma iş bırakarak tepki gösterdi. Bunun üzerine de patron 146 işçiyi bir mesajla işten çıkardı.
Patron işçileri Kod-46 ile tazminatsız bir şekilde işten çıkardı. Kod-46, patronun, işçiyi işyerinin güvenini kötüye kullanması, hırsızlık vb. yüz kızartıcı suç kapsamına giren bir gerekçe ile işten çıkarması anlamına geliyor.
Bu vb. kodlarla çıkarılan bir işçinin başka bir yerde iş bulması oldukça zor. Polonez işçileri söz konusu işten çıkarma karşısında sendikanın öncülüğünde bir direniş maratonuna başlamış oldu.
Polonez yetkilileriyle sıkı ilişki içindeki Çatalca polis müdürünün doğrudan yönettiği işkenceli gözaltılarla, baskılarla karşı karşıya kaldı. İşçilerin, fabrika önünde kurmak istediği direniş çadırına izin verilmedi. Direniş çadırı kurulduğunda ise çadırın etrafı, buraya giden yollar adeta bariyerlerle abluka altına alındı.
Polonez işçileri, seslerini duyurmak için her adımda patronun temsilcisi olan kollukla kıyasıya bir mücadele vermek zorunda kaldı.
Polonez işçisinin kararlı mücadelesi sonucunda patron direnişin başlamasından kısa bir süre sonra bakanlığın da devreye girmesiyle kod’u değiştirmek zorunda kaldı. Polonez direnişi, işten atılan işçilerin neredeyse tamamının aktif mücadeleye dahil olduğu bir sürece ev sahipliği yaptı.
Bu durum Polonez direnişinin en güçlü yanını oluşturdu.
Öte yandan direnişin geleceğine ilişkin pek çok hususun, işçilerle tartışılarak oylanması bunun neticesinde ne yapılacağına karar verilmesi, direnişi bu kadar uzun süre ayakta tutan en önemli faktör olmuştur.
İşten çıkarılan işçilerin büyük bir bölümünün kadın oluşu, direnişin heyecanını, coşkusunu ve direngenliğini doğrudan etkilemiştir.
Kadın işçilerin gerek kolluk karşısında gerekse de talepleri uğruna mücadelede daha kararlı bir duruş sergiledikleri gerçeği Polonez’de bir kez daha karşımıza çıkmıştır.
İlk dönemlerde Çatalca havzasının gündemini meşgul eden direniş özellikle yoğun saldırılar ve buna karşı işçilerin direnişiyle kısa sürede tüm ilerici- devrimci- demokrat kamuoyunun ve işçi sınıfının gündemine girmiştir.
Polonez direnişi, özellikle yabancı sermayenin coğrafyamızı ucuz emek cenneti olarak gördüğünün, iktidarın bu süreci teşvik ettiğinin ve devletin çeşitli kademelerindeki yöneticilerin de patronların yanında saf tuttuğunu işçi nezdinde de açıkça göstermiştir.
Sözgelimi, polisin dışında ilçe müftüsünün tavrı açık bir sınıf tutumudur ve sermayenin yanındadır.
Öte yandan AKP’nin bu süreçteki tavrı; Çalışma Bakanlığı eliyle attığı göstermelik kimi adımlarla süreci zaman yayma ve işçinin öfkesini yatıştırarak kandırma politikası olmuştur. Bakanın işçilerle kurduğu iletişime yakından bakıldığında bu gerçek görülmektedir.
Polonez direnişi, mekansal olarak İstanbul’a uzaklığına karşın devrimci-ilerici güçlerin, sınıfın direnişteki diğer bölüklerinin yoğun bir dayanışmasına ev sahipliği yapmıştır.
İşçi sınıfı hareketi açısından, gerek sınıfın direnen güçleri arasındaki dayanışmanın gerekse de devrimci-ilerici güçlerin sahiplenmesinin kazanmada ne denli önemli olduğunu bir kez daha yaşayarak deneyimledik.
Tıpkı Fernas’ta, Migros’ta ve diğer pek çok direnişte olduğu gibi…
Direnişin, işçiyi değiştiren, dünyayı algılama ve yorumlama biçimini dönüştüren karakteri, Polonez’de de güçlü bir şekilde açığa çıkmıştır. İşçinin, devrimci ve sosyalistlere yönelik direniş öncesindeki mesafeli, iktidar propagandasından etkilenen bakışı, dayanışmanın sürdürülmesiyle birlikte zaman içinde kırılmıştır.
Süreç, işçinin devrimcilerle yakınlaşmasına ve sahiplenmesine evrilmiştir. İşçiler, haklı talepleri uğruna mücadelede yaşadıklarıyla, sokağa çıkan ve direnen diğer toplumsal katmanlarla daha kolay empati kurmaya başlamıştır.
Devrimci-ilerici güçlerin, direnişin kaderinde değilse bile işçilerle dayanışmayı büyütme ve işçinin algısını değiştirip-dönüştürmede oldukça önemli bir rol oynadığını, ciddi bir çabayı ortaya koyduğunu söylemeliyiz.
Direniş süreci, sınıfın güven duyabileceği, sırtını yaslayabileceği öncüler oldukça ne kadar direngen olabileceğini de göstermiştir.
Bu bağlamda sendikanın örgütlenme uzmanlarının tarihsel bir rol oynadığını teslim etmek gerekir. Sendikanın yetkili temsilcileri olmasalar da, örgütlenme uzmanlarının işçiyle birlikte, yan yana, omuz omuza sürdürdüğü yaşam ve onlarla kurdukları ilişkiye dikkat çekmek gerekir.
Bu bağlamda Tek Gıda-İş şube ve genel merkez yöneticileri ile sahada işçiyle çadırda kalan, onları yalnız bırakmayan örgütlenme uzmanları arasında bir ayrım yapmak gerekecektir.
Anayasal Hak Yürüyüşü Çıkışı
Direnişte temel kırılma noktası, Külliyeyi hedefe koyan ‘Anayasal Hak Yürüyüşü’ olmuştur. Başlatılacağı duyurulan bu hamle, Tek Gıda-İş ve Türk- İş genel merkez yöneticilerinin araya girmesiyle, “Bakanlıkla görüşülüyor” gerekçesiyle ertelenmiş bunun neticesinde işçinin tansiyonu da bir nebze düşürülmüştür.
Ancak saldırıların ve direnişin devam etmesiyle bu yürüyüş başlatılmak zorunda kalınmıştır genel merkez yöneticileri tarafından. Burada işçilerin polis şiddetine karşın duruşları son derece direngen olmuştur.
Adalet talebiyle gözaltı/saldırılara rağmen pek çok yerde işçiler seslerini duyurmuştur. Bu süreç direnişin kamuoyunda ses getirmesi ve sahiplenilmesinde önemli bir eşiğin aşılamasını da beraberinde getirmiştir.
Nihayetinde ikinci defa yine benzer gerekçelerle yürüyüş durdurulmuştur. Direnişin sonlandırılacağı zamana kadar ki sürecin, sendika genel merkez yöneticileri ile patron arasındaki pazarlıklarla geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
Nihayetinde direniş önemli kazanımlarla bitirilse de tablo sendika genel merkezinin yansıttığı gibi değildir.
İşçilere “tazminatınızı verelim gidin” teklifleri direnişin ilk gününden bu yana yapılıyordu. İşçinin talebi, işe sendikalı olarak dönmek ve kayıplarının telafisi idi. Direnişin öne çıkan yanı buydu.
Tazminatların alınması, aradan geçen süre içindeki kayıpların karşılanması vb. haklar bağlamında çok önemli kazanımların elde edildiği bir gerçektir.
Ancak “içeride sendika kalacak” söyleminin ayakları yere basan bir yanı yoktur. Türk-İş ve Tek Gıda-İş genel merkez yönetimine hakim olan sarı sendikal anlayış, ‘Anayasal Hak Yürüyüşü’ ile oluşan basıncı, yükselen tansiyonu adım adım pasifize ederek nihayetinde direnişi bitirmiştir.
Belki de kazanımın en yakın olduğu anda direniş sonlandırılmıştır.
Sınıfın mücadelesi söz konusu olduğunda kazanımların farklı biçimleri olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Ekonomik temelde işçilerin bir kaybı olmamıştır. Diğer yandan sınırlı sayıda işçi işbaşı yapsa da büyük oranda işçiler işsiz kalmıştır.
Direnişin temel talebi olan ‘sendikalı işe dönme’ ise gerçekleşmemiştir.
Her şeye karşın tüm bu süreçte işçi sınıfı açısından temel olan noktalardan biri direnişin bir mağlubiyet havasında mı yoksa “direndik ve belli kazanımlar da elde ettik” duygusunda mı sona erdiğidir.
Direnişin çıkış talebinin gerçekleşmesi; siyasal, örgütsel bağlamda pek çok faktöre bağlıdır ve açık ki bugün gerek sınıf hareketi gerekse de devrimci güçler bundan oldukça uzaktır.
Polonez direnişi, sınıfın mücadele tarihine atılan direngen bir çentik olarak hak ettiği yeri bulacak ve sermayeye karşı isyan bayrağını çekmek isteyenlere ilham olacaktır.