Osmanlı’da İşçi Sınıfı, Ermeni ve Rum İşçilerinin Durumu

Osmanlı’da İşçi Sınıfı, Ermeni ve Rum İşçilerinin Durumu

İşçi sınıfının, Osmanlı-Cumhuriyet ve yakın tarihimizde sürdürdüğü mücadele ve direnişleri gün ışığına çıkarmak geleceği kazanmak bakımından önemlidir.

12 Mart 2025

Resmi Türk tarihini yazanların ait olduğu sınıfın rengi ve içeriğini eserlerine yansıttığını bunun sonucu olarak da yanlı bir tarih yapıtı ortaya çıkardıklarını biliyoruz. Özellikle resmi tarih kuramlarını bu tek yönlü inkar ve yok sayma üzerinden inşa etmişlerdir.

Bedeller ödenerek farklı ulus ve milliyetlerin yarattığı direniş ve kazanımları, bir çırpıda yok saymış, ırkçı ve şoven yaklaşımları körükleyerek kendi kurguladıkları tarihi, bir toplumun geçmişi olarak söyleyedurmuşlardır.

Bu anlamıyla sadece katliam ve soykırımla anılan bir tarihe ışık tutmak yetmez. Sınıf ve sınıf mücadelesine katkı sunmuş, direniş tarihinin halkalarına da sahip çıkmak bir o kadar değerli ve önemlidir. Ermeni devrimci ve sosyalistlerinin Türkiye devrim tarihinin önemli bir kilometre taşı olduğunun hatırlanması gibi.

Bu anlamıyla sınıf mücadelesi tarihinde de Ermeni, Rum vb. milliyetlerden işçilerin sınıfsal kavgasını hatırlamak önemlidir. Zira bu hatırlama bilinci, günümüz şoven ve sosyal şoven yaklaşımlara karşı da önemli panzehir etkisi yaratacaktır.

Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu’nda işçi sınıfı içinde örgütlenmiş farklı ulus ve milliyetlerin grev ve direniş mücadelelerine bakmak, onlardan öğrenmek önemlidir.

Büyük bir toprak parçasına hükmeden imparatorluğun İstanbul, Selanik, Afyon, Kavala, Ankara, Ereğli, Şam, Halep, Zonguldak, Diyarbakır, Hareke, Kudüs, Adana gibi birçok yerinde tramvay işçileri, vapur, tütün, rıhtım, marangoz, boya, iplik işçilerinden tutalım da hamallar, temizlikçi ve gündelikçilerin grevlerine tanıklık etmiştir.

Bu grevlerin çoğunda “Gayri Müslümlerin” büyük oranda yer alması, imparatorluğun içinde gelişecek olan emek ve sosyal mücadeleye katkıları hakkında da bir fikir vermektedir.

 

Osmanlı’da ilk işçi hareketleri

Osmanlı döneminde geciken sanayileşme süreci, toplumsal, siyasi ve ekonomik olarak birçok etki yaratmıştır.

Osmanlı’nın ilk sanayi işletmesi olarak kabul edilen ve İstanbul’da 1835 yılında kurulan sanayi kolu Feshane, modern Osmanlı ordusunun (Asakir-i Mansure-i Muhammediyye) ihtiyaçlarını karşılamak için devlet eliyle kurulmuş ve işletilmiştir. Bu dönem yani Tanzimat döneminde Osmanlı sanayisini belirleyen şey piyasadaki talep değil tam tersi devletin kendi ihtiyaçları için açtığı fabrika niteliğindedir.

Üretim tesisleri, toplumun ihtiyacına göre değil ordunun ihtiyacına cevap olmak için kurulmuştur. Üstelik çalışanları da yani işçileri de askerlerdi. Kısacası Osmanlı ekonomisi, yapı itibari ile emeğini satarak geçinen işçinin doğmasını engellemiştir. Bunun en bariz örneklerinden biri de Zonguldak kömür ocaklarında karşımıza çıkmaktadır.

Maden Nazırı ve Ereğli havzası kaymakamı Dilaver Paşa, özel bir kanun hazırlayarak Ereğli’nin on dört köyünden, yaşları on üç-elli arasında olan tüm erkekleri ocaklarda yarım gün çalışmak için zorunlu kılmıştır. Daha sonraları dış rekabet, geleneksel Osmanlı üretim tarzını eritmeye başlayarak ücretli işçi sınıfını yaratmaya başlamıştır.

Bu durum, sınıf hareketleri, işçi sınıfı, sendikal oluşumların gelişim seyri de sancılı ve yavaş bir rotada ilerlemesini beraberinde getirmiştir.

Daha ruşeym halinde işçileirn tepkisine birçok dönemde tanık olunmuştur. Mesela, 1587 yılında Mehmet Paşa’nın İstanbul’da yaptırdığı cami inşaatında çalışan işçilerin akçelerin az olmasını gerekçe göstererek iş bırakması, Osmanlı ordusunun birçok kez aldıkları akçelerin azlığından isyan etmesi gibi onlarca neden sayabiliriz.

1820 yılında İzmir Limanı’nda Venedikli tüccarlar için çalışan işçilerin ücretlerinin düşük olmasından kaynaklı iş bırakma eylemi gibi birçok örneği saymak mümkün.

Modern anlamda ilk işçi hareketleri, Osmanlı toplumunun ülkeye yeni girmeye başlayan “batı teknolojisi” ve makinalarına tepki olarak kendisini dışa vuran makinaları tahrip etme hareketleridir. Bunu,1839’da Slevne’de Dobrijokeslov’un fabrikasında kadın işçilerin kendilerini işlerinden edeceğine inandıkları makinaları tahrip etmesinde görebiliyoruz. 1851 yılında ise kadın tekstil işçilerinin Samakof’ta tekstil tarağını kırma girişimleri sözkonusu. 1873 yılında Haydarpaşa-İzmit demiryolunun yapımında çalışan bir grup işçi, işten çıkarılmayı protesto etmiş ve demir yolunu tahrip etmişti.

18.yüzyılın başından itibaren ardı arkası kesilmeyen ve esası ekonomik olan grevlerle karşılaşıyoruz. Daha iyi ücret, ücretlerin ödenmemesi ve çalışma şartlarının düzeltilmesi ana sorunları oluşturmuştur. 1908 öncesi grevler olmasına karşın sendikacılık yok denecek kadar azdır. Sendika ve işçi örgütlerinden ziyade “hayır cemaatleri” şeklinde örgütlenmeler karşımzıa çıkmıştır.

Gerçek manada ilk işçi örgütü, İstanbul Tophane fabrikasında çalışan işçiler tarafından 1894’te illegal olarak kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti’dir.1908 yılında, Osmanlı toplumu, işçilerini sendika ve siyasi kuruluşlarla tanıştı. Birçok iş kolu sendikalaşmaya çalıştı.

Dünyada ilk işçi örgütleri ile ilişki kuran Osmanlı sendikası, Osmanlı Mürettipler Derneği yine bu dönem kurulan sendikaların başında geliyordu. Bunlara paralel Osmanlı döneminin en entelektüel ve gelişmiş kültürel şehirlerinden biri olan Selanik boş durmuyordu. Tütün işçileri örgütlenerek sendikalarına sahip olmuşlardı.

Manastır’da işçiler bir örgüt kurarak işçiler arasındaki etnik çatışma ve kavgalara karşı mücadeleyi hedeflemişlerdir. Yine İskeçe Tütün Fabrikası’nda Türk-Bulgar işçiler tütün sendikasını kurarak ırkçı-milliyetçi saldırılara karşı ortak mücadeleyi örgütlemeyi ortaya koydular. 1910 yılına kadar kendi örgütlerini kuran onlarca iş kolunun önemli bir kesimi Ermeni-Rum ve farklı milliyetlerden işçiler olması tesadüfü değildi.

Özellikle Ermeni sosyalist hareketinin gelişimi bu örgütlenme girişimlerinin daha sınıfsal bilince taşınmasına katkı sunmuştur. Osmanlı sendika hareketi genel olarak zayıf olmasına karşın kendisinden sonra geleceklere önemli tarihsel miras bırakmıştır.

Bu dönemin işçi örgütleri varlıklarını Cumhuriyet dönemine taşırmayı başarmıştır. 1924 yılında İstanbul’da on, İzmir’de dokuz, Edirne’de iki Adana, Bursa, Eskişehir ve Konya’da birer sendika varlığını sürdürebilmiştir. Günümüzde olduğu gibi grevlerin kendiliğinden oluşması, doğru önderlik yapılamaması, sınıf karakteri ile bütünleşememesi ve toplumun bütününe yaygınlaştırılamaması gibi bir dizi eksiklik nedeni ile sonuçları bakımından başarı tam olarak yakalanamamıştır.

Sendika ve derneklerde örgütlenen insanların toplam Osmanlı iş gücü içinde küçük bir azınlığı kapsaması önemlidir. Örgütlü işçilerin büyük bir kısmı “gayrimüslüm lerden’’ oluşması ayrıca altı çizilmesi gereken bir noktadır. Şam’ın militan Tekstil dokumacıları, Selanikli işçilerin direnişi gibi…

Sonuç olarak;

Sanayi devrimi, Tanzimat dönemi gibi süreçler işçi bilincinin gelişmesinin önemli ayaklarını oluşturur. Osmanlı devleti ve gerekse de İstanbul’un kozmopolit yapısının yanı sıra çok farklı ulus ve milletleri içinde barındırması anlamıyla önemli bir şehirdir.

Bu çeşitliliklere sahip olan toplumun unsurları aynı şekilde işçi gruplarına ya da oluşturulan sendikalara dahildirler. Fabrikaların önemli bir bölümünde Rum, Musevi, Ortodoks, İtalyan, Alman ve Türk işçilerin varlıkları biliniyor. Bu anlamda işçilerin daha önce de ifade ettiğimiz şekliyle çeşitli hak alma eylem ve yöntemlerini kullanmışlardır.

Osmanlı’da sosyalist hareketlerin geç ortaya çıkması (1887 Ermeni sosyalistlerin oluşturduğu Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve 1890’da kurulan Ermeni Devrimci Federasyonu-Taşnaksutyan Partisi) tecrübesizlik ve koşulların etkisi ile işçi kitleleri üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olmuştur.

Ermeni mebusların, sendika ve işçi haklarını savunması pratiğini de görmezden gelmemek gerekir. Osmanlı devleti yükselen grevleri önlemek için Tatil-i Eşgal (Grev ve Lokavt Kanunu) Kanunu’nu kabul etti. Bu kanun, 1936 yılına kadar yürürlükte kaldı.

Kanun ile “umuma müteallik hizmetleri gören kurumlarda çalışanların sendikalaşma hakkı kesinlikle yasaklanmış ve önceden kurulan sendikaların varlığına son verilmiştir.’’

Dahiliye Nazırı Ferid Paşanın görüşmeler yapıldığı sırada “sendikaların sermayeyi ürküttüğünü ve tehdit ettiğini, sendikaların oluşumunun sermaye aleyhtarı olduğunu’’ söyleyerek sermayenin yanında durmuştur. Sendikaların yasaklanması konusunda Osmanlı Meclis-i Mebusan’da süren görüşmelerde sendikaların siyaset yapacağı için kapatılmasını şiddetle savunanların karşısında Ermeni mebuslar Krikor Zohrab, Vartkes Serengülyan ve Hampursun Muradyan sendikal hakkının yasaklanmasına karşı büyük çaba göstermişlerdir.

Üç Ermeni mebus, işçilerin, emek, kardeşlik ve sermayeye karşı haklarını savunarak 1909 Ta’til-i Eşkal görüşmeleri sırasında sendika yasağına yaptıkları konuşmalar ve resmi görüşe karşı getirdikleri eleştiriler aradan geçen yüz yıllık zamana karşın canlılığını korumaktadır.

Bu üç Ermeni mebus, Osmanlı ve İttihatçıların soykırımından kurtulamayarak hazin sonu yaşamışlardır. Zohrap üç dönem milletvekili seçildi. 24 Nisan 1915’te tutuklandı. Urfa yakınlarında İttihat Terakki tetikçisi Çerkez Ahmet ve Nazım tarafından başı ezilerek öldürüldü. Erzurum Mebusu Serengülyan, 1915 tehciri sırasında tutuklandı ve öldürüldü. Mecliste kendisini sosyalist olduğunu ifade eden Adana mebusu Hamparsum, 1915’te Develi’de idam edildi.

İşçi sınıfının, Osmanlı-Cumhuriyet ve yakın tarihimizde sürdürdüğü mücadele ve direnişleri gün ışığına çıkarmak geleceği kazanmak bakımından önemlidir.

Farklı milliyetlerden işçi sınıfının bu topraklarda sermayeye burjuvaziye karşı omuz omuza verdiği mücadele bugün de bize ışık tutmaktadır.

Sendikacıların katline ferman çıkaranların, sendikal hakları gasp edenlerin ve her şeyden önemlisi sınıfın kendi adına bir sınıf olma bilincinden korkanlar sınıfın kahreden öfkesinden kurtulamayacak, bu kaçınılmaz sonu muhakkak tadacaklardır.