“Ne nesnel dünyadaki değişme süreci sona erer, ne de insanın pratik yoluyla kazandığı doğru bilgi. Marksizm-Leninizm hiç bir zaman, bütün doğrular üzerine olan bilgiyi özet halinde vermemiştir. O, yalnızca, pratik yoluyla doğru bilgiye çıkan yolları açmıştır.” (Mao Zedung, Pratik Üzerine, Cilt 1, s. 23)
“Nesnel dünyanın yanı sıra öznel dünyayı değiştirmek!” Başlıkta kullandığımız ifade aslında Başkan Mao’ya ait biz söz olmakla birlikte, biz bunu Türkçe’ye “dünyayı değiştirirken kendini de değiştirmek” biçiminde “tercüme” edebiliriz. Devrim mücadelesine katılmış tek tek bireylerden, proletaryaya ve kitlelere ve pek tabi ki komünist partisine kadar, devrimci mücadeleyi kavramada bu yaklaşım temel hareket noktası olmak zorundadır.
Bireyler devrimci saflara içinde yaşadıkları toplumda hakim olan sınıfın ideolojik değer yargıları, kültürel hegemonyası, toplumsal yozlaşma ve çürüme saldırılarından etkilenerek gelirler. Bireyin devrimci saflarda gelişimi ve kendi karşıtına dönüşümü öncelikle bir zaman sorunu olmakla birlikte, başta varolan gerçekliğin kabulünü şart koşar. Sonrası ise bireyin devrimci mücadele içinde değişimi ve dönüşümü, kendini inkar ederek bir başka aşamaya sıçraması, hem bireyin hem de içinde yer aldığı kolektifin karşılıklı çabası, denetimi ve yönlendirmesiyle gerçekleşir.
Benzer bir durum proletarya ve kitleler içinde geçerlidir. Hatta kendisine proletaryanın ve kitlelerin öncüsüyüm diyen komünist partileri için daha da geçerlidir. İçinde bulunduğu toplumun bağrından çıkan komünist partisi, dünyayı ve içinde bulunduğu toplumu değiştirme mücadelesini önce kendi içinde vermelidir. Bunu layıkıyla gerçekleştirdiği ölçüde, içinde bulunduğu toplumun sınıf mücadelesiyle, kitle hareketleriyle doğru temelde ilişkilenebilir. Bu yapılmadığında ise örnekleri sıklıkla görüldüğü üzere, kendisine komünist partisi diyen birçok partinin, proletaryadan ve kitlelerden koptuğunu, dogmatik birer kast örgütüne dönüştüğünü görebiliriz. Bunun son örneği proletarya partisi saflarında da yaşandı ve proletarya partisi, önderliğinde yer alan bir azınlık tarafından darbeci bir saldırıya maruz bırakıldı.
Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne önderlik eden ve proletaryanın bilimine büyük katkı sunan Başkan Mao’nun; yaşam devam ettiği müddetçe nesnel dünyadaki değişme sürecinin sona ermediği ve bununla bağlantılı olarak bireyin, kitlelerin ve elbette komünist partisinin pratik yoluyla kazanmış olduğu doğru bilgilerin de sürekli olarak yenilendiği esprisi bununla ilgilidir. Böyle olduğu içindir, başta komünist ustaların ortaya koyduğu Marksizm Leninizm Maoizm bilimi ve bunun ülkemizde vücut bulmuş hali olan İbrahim Kaypakkaya’nın tezleri de birer dogma olarak ele alınamaz. Eğer alınırsa hem MLM bilimine hem de İbrahim Kaypakkaya’nın tezlerine en büyük haksızlıklardan biri yapılmış olur. MLM biliminin dogma olarak kavranması ve bu bilimin ülkemizdeki temsilcisi Kaypakkaya’nın tezlerinin değişmez/geliştirilemez birer tabu olarak propaganda edilmesi, beraberinde başta MLM bilimi olmak üzere, Kaypakkaya’nın tezlerinin ülkemiz koşullarında uyarlanmaması/geliştirilmemesi/zenginleştirilmemesi demektir.
Nesnel dünya sürekli değişmektedir. Buna bağlı olarak insanın ve KP’nin pratik yoluyla edindiği bilgiler de değişmektedir. Bir birey ya da bir KP, bu gerçeğin farkında olmadığında ise, ortaya yaşamın canlı gerçeğinden, sınıf mücadelesi pratiğinden uzak, proletaryanın ve kitlelerin taleplerinden kopuk bir komünist devrimcilik ortaya çıkmaktadır. Bu ise hem birey hem de bir KP için ölüm demektir!
Burada şu gerçeğin altını önemle çizmek gerekir; MLM’nin ya da onun ülkemiz koşullarına uyarlanmış hali olan komünist tezlerin revize edilmesinden bahsetmiyoruz. Bu tezlerin nesnel gerçekliğin değişimiyle birlikte yeniden üretilmesi, pratik yoluyla kazanılan doğru bilgilerle zenginleştirilmesi ve derinleştirilmesinden bahsediyoruz. Bu önemli ayrım bizi her türlü revizyonizme, sağ ve sol oportünizme karşı uyanık kılacaktır. MLM bilimi bize hiçbir zaman ülke devrimlerine dair bir reçete sunmamıştır. Bütün doğrular üzerine olan bilgiyi özet olarak da vermemiştir. Bu bilim bize yalnızca ve yalnızca, pratik yoluyla doğru bilgiye çıkan yolu göstermiş, buradan yürümek gerektiğini “söylemiştir.”
O zaman buradan yürüyelim…
Kaypakkaya’nın Tezlerinde Derinleşmek!
Bu yaklaşımı bizzat İbrahim Kaypakkaya’nın pratiğinde görmek mümkündür. O, devrimciliğe başladığında, örneğin Kemalizm’i ilerici görmektedir. Ancak süreç içimde bir yandan MLM klasikleri okuyup ve kavramaya çalışırken, diğer yandan içinde bulunduğu koşullarda kitle hareketleriyle ilişkilenmiş, öğrenci gençliğin, köylülerin, işçi sınıfının eylemleri içinde yer almış, T. Kürdistanı’ndaki faaliyetinde Kürt Ulusal Sorunu’nuna dair bilgileri pratikten edinmiş vb. böylelikle ülkemiz koşullarında MLM tezleri ileriye sürebilmiştir.
Bu anlamıyla Kaypakkaya’da ön plana çıkan, nesnel dünyayı değiştirirken öznel dünyayı da değiştirme, dünyayı değiştirirken kendini de değiştirme pratiğidir. Ona bu özelliği kazandıran en başta pratikte devrimci olma ilkesi ve bununla ilişkili olarak gerçeği yani doğru bilgiyi olgularda arama pratiği ve yaklaşımıdır. Bir “birey” olarak Kaypakkaya sadece var olanla yetinmemiş, bir yandan MLM klasikleri inceleyerek diğer yandan ise kitlelerle, kitle hareketleriyle ilişkilenerek doğru bilgiye ulaşmıştır. Onun izinden yürüyenlerin de bu pratikten öğrenmesi gerekir.
Kaypakkaya’nın ileriye sürdüğü tezleri birer dogma olarak kavramak, nesnel sürecin sürekli bir ilerleme içinde olduğunu ve bununla bağlantılı olarak insan bilgisinin de gelişeceğini reddetmek demektir. Bu, en başta Kaypakkaya’nın yöntemine, onun ileriye sürdüğü tezlerin bilimselliğine ve elbette bu bilimselliğin gelişimine kendini kapamaktır. Böyle bir tavrın söylemeye gerek yok ki, Kaypakkaya’nın tezlerini güdükleştireceği ve bu tezlerin komünist özünü karartacağı açıktır.
Nesnel sürecin değişimi ve insan bilgisinin ilerlemesine ve üstelik de bu somut gerçeğin gelişimin ve ilerlemenin temel hareket noktası olduğuna dair Mao’nun yaklaşımı son derece açıktır: “Bununla birlikte, sürecin ilerlemesi yönünden, insan bilgisinin hareketi tamamlanmamıştır. Doğada olsun, toplumda olsun, her süreç, kendi iç çelişkileri ve savaşımları yoluyla ilerler ve gelişir. İnsan bilgisinin hareketi de, aynı biçimde, ilerlemek ve gelişmek durumundadır… Bir nesnel sürecin gelişmesi, çelişkiler ve çatışmalarla doludur. İnsan bilgisinin hareketinin gelişmesi de öyledir. Nesnel dünyanın bütün diyalektik hareketleri eninde sonunda, insan bilgisinde yansıyacaktır. Toplumsal pratikte meydana gelme, gelişme ve yok olup gitme sonsuz olduğuna göre, insan bilgisinde de meydana gelme, gelişme ve yok olup gitme sonsuzdur. Belli fikirler, teoriler, planlar ya da programlara dayanarak, nesnel gerçeği değiştirmeye yönelmiş pratik, her sefer daha fazla geliştiğine göre, insanın nesnel gerçek üzerine olan bilgisi de her sefer daha fazla derinleşecektir.” (Age)
Son derece net bir şekilde ileriye sürebiliriz ki; İbrahim Kaypakkaya’nın Türkiye koşulları için ileriye sürdüğü komünist tezler henüz tamamlanmamıştır! Bu tezlerin nesnel sürecin gelişimi ve insan bilgisinin hareketi yönünden geliştirilmesi, derinleştirilmesi ve yeniden üretilmesi zorunludur. Nasıl ki doğada ve toplumda değişimler oluyor ve bu değişimler kendi iç çelişkileri ve savaşımları yoluyla ilerliyor ve gelişiyorsa, aynı şekilde insan bilgisinin hareketi ve gelişimi de benzer bir yöntem izlemek durumundadır. Diğer bir ifadeyle İbrahim Kaypakkaya’nın ileriye sürdüğü tezlerin günümüz koşullarında yani nesnel süreçte yaşanan değişimler ve insan bilgisinin ulaştığı aşama dikkate alınarak, yeniden üretilmesi ve günümüz koşulları dikkate alınarak geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gereklidir. Bu gereklilikten öte, bilimin bize söylediğidir.
Bu gerekliliği Mao şöyle ifade ediyor: “Toplumsal bir harekette gerçek bir devrimci lider, yalnızca, gördüğümüz gibi, hatalı bulduğu fikirleri, teorileri, planları ya da programları düzeltmekle kalmaz; bir nesnel sürecin, bir aşamadan ötekine ilerlediğini fark eder etmez, hem kendi fikirlerini, hem devrimci yoldaşlarının fikirlerini buna göre geliştirir ve düzeltir; yani değişen yeni durumlara uygun, yeni devrimci görevler ve çalışma programları önerir. Bir devrim döneminde durum hızla değişir, eğer devrimcilerin bilgileri aynı hızla değişmezse, bu liderler, devrimi zafere ulaştıramaz.” (Age)
Günümüzde Türkiye’nin sosyal ve siyasal yaşamında yaşanan nesnel değişimlerin varlığını kim inkar edebilir? İbrahim Kaypakkaya’nın içinde bulunduğu nesnel koşullarla, günümüzdeki nesnel koşullar arasında hiç mi fark yoktur? Meseleyi hemen sosyo-ekonomik yapı tartışmasına ve oradan da Halk Savaşı stratejisine indirgemek, anti bilimsel olmaktan öte, ne denildiğini anlamamak ve elbette MLM’lere yönelik yeminli düşmanlıkta ısrar etmekten öte bir anlam taşımaz.
Benzer şekilde ülkemizde toplumsal cinsiyet meselelerinden, çevre sorunlarına, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere ezilen ulus ve milliyetlerden bir dizi soruna/çelişkiye dair nesnel sürecin ortaya çıkardığı gelişmelere gözlerimizi kapamak demek, gerçekte ülkemizde komünist hareketin gelişiminin önüne ket vurmak demektir. Ki zaten nesnel süreçte yaşanan bu değişimler ve bunun ülkemiz komünist hareketinin pratikten edindiği doğru bilgilerle birleştirilmesi, Halk Savaşı stratejisinin, silahlı mücadelenin geliştirilmesi, zenginleştirilmesi için olmazsa olmazdır. Bunu yapmayan/yapamayan bir KP’nin gelişmesi güçlenmesi mümkün değildir.
Her Türlü Oportünizme Karşı Durmak!
Nesnel dünyada yaşanan bu değişimleri, MLM bilimi ile incelemek, bununla yetinmeyip, toplumsal pratiğin insan bilgisi üzerinde yarattığı değişimleri analiz etmek ve buradan bir senteze ulaşmak, bir devrimci için olduğu kadar, proletarya partisi içinde geçerlidir. Burada önemle altını çizmek gerekir ki, sadece hatalı olan fikirlerin, teorilerin, plan ve programların düzeltilmesinden bahsetmiyoruz. Ki bu da olabilir. Bahsini ettiğimiz ve tartıştığımız mesele, bir nesnel sürecin bir aşamadan diğerine ilerlemesi ve öznel dünyanında buna uygun olarak daha üst seviyede yeniden üretilmesi/derinleştirilmesidir. Değişen duruma göre devrimci görevler belirlenmesi, çalışma programlarının yenilenmesidir.
Bu gerçeğe rağmen gerek devrimci bireylerde ve gerekse de KP’lerde sıklıkla nesnel süreçle uyumlu olmayan gelişmeler yaşanır. Kimi dönem sağ, kimi dönem “sol” kimi dönem de her ikisi birden ortaya çıkar. Öznel dünyalar kimi zaman nesnel sürecin ardında kimi zaman ise “önünde” yürür. Bunun nedeni devrimcilerin ve kuşkusuz ki proletarya partisini oluşturan komünistlerin bilgisinin toplumsal koşullarla sınırlı olması, içinde yaşadıkları sınıflı toplumdan etkilenmeleridir. Nesnel dünyanın değişimine paralel olarak öznel dünyalarını değiştirmemeleri, sınıflı toplum gerçeğine uygun olarak sürekli bir ideolojik mücadele içinde olunmamasıdır. Dünyayı değiştirme eylemi içindeyken kendilerini değiştirmemeleridir!
Fikirlerin sıklıkla gerçeğin gerisinde kalmasının nedeni insan bilgisinin birçok toplumsal koşulla (ve elbette parti içi yaşamla) sınırlı olmasıdır. Bunun sonucunda ise karşımıza kendisini sağ oportünizme kaptıran sekter devrimciler çıkar. Bunların sekterlikleri gerçekte nesnel dünyada yaşanan değişime öznel dünyalarıyla cevap verememeleridir. Başkan Mao bu türden devrimcileri şöyle tanımlamaktadır: “Değişen nesnel durumlara uygun olarak fikirleri gelişmeyen ve bu yüzden kendilerini sağ oportünizme kaptıran sekter devrimcilere karşı çıkmaktayız. Bunlar, çelişkilerin savaşımının, nesnel sürecin önceden ileri gittiğini; bilgilerinin eski aşamada kaldığını fark etmemektedirler. Bu, bütün sekterlerin özelliğidir. Bunlar, toplumsal pratikten kopmuş fikirleriyle, topluma yön vermeye hizmet edemezler, ancak toplumun hızla geliştiğinden yakınır ve onu geri çekmeye ya da ters yöne götürmeye çalışırlar. (Age)
Nesnel dünyada yaşanan değişimleri kendi öznel dünyalarına uyarlamayan ve bu anlamıyla sürekli bir yeniden üretim içinde olmayan devrimcilerin; gelişen süreçler karşısında sekter bir tutum takınmaları ortak bir özellik olsa da, burada temel mesele var olan nesnel sürecin, bu türden devrimcilerin var olan bilgisinin önüne geçmiş olması, köprünün altından çok suların akmasıdır. Sınıf mücadelesinde yaşanan değişmeler ve gelişmelerin yanında ülke gündeminde ve siyasal-sosyal-ekonomik koşullarda yeni yeni çelişkilerin ortaya çıkışı ve keskinleşmesi, bu türden devrimcilerde sürece yanıt olamamayı doğurmakta, bu ise kendilerinde bir çözümsüzlük yaratmakta; hem kendilerine hem yoldaşlarına ve hem de kitlelere karşı sekterleşmelerine neden olmaktadır.
Geçmişin sürecin nesnel durumuna uygun olarak ileriye sürülen tezlerin, eşyanın tabiatı gereği günümüzde yaşanan nesnel duruma ilişkin yeterli derecede yanıt olamaması; bu türden devrimcileri geçmişte ileriye sürülen tezleri birer papağan gibi tekrarlamaya itmektedir. Geçmişte ileriye sürülen tezlerin nesnel süreçte yaşanan değişimlere paralel, insan bilgisinde ve toplumsal pratikte yaşanan gelişmelerle birleştirilememesi, bu papağanları sekterleşmektedir. Bireyin ya da partinin kendisini nesnel dünyada yaşanan değişimlere göre yeniden üretme çabası içinde olması; var olan komünist tezlerin derinleştirilerek yeniden üretilmesi yaklaşımı; bu sekter papağanlar tarafından “tehlike” olarak görülmektedir.
Bu türden devrimcilerin yanında bir de, kendisine en yaman devrimci diyen, laf ebeliği ve tumturaklı sözlerle devrimcilik yaptığını sanan kalpazan devrimciler vardır. Öznel dünyalarını nesnel dünyanın yerine geçirmeye kalkan bu türden devrimcilere yönelik Başkan Mao şunları söylemektedir: “Biz, aynı zamanda, lafebesi ‘sol’a da karşıyız. Bunların fikirleri, nesnel sürecin belli bir gelişme aşamasının önündedir. Bunların bazıları, kurdukları düşlere gerçek diye bakarlar. Diğerleri ise, ancak gelecekte gerçekleştirilebilecek bir fikri, hemen gerçekleştirme çabasına düşerek, o anda çoğunluğun katıldığı pratikten, o günün gereklerinden ayrı düşerler ve serüvenci eylemleriyle açığa çıkarlar. (Age)
Dolayısıyla bir devrimci ya da bir parti; nesnel süreçte yaşanan değişimlere gözlerini kapamamalıdır. MLM bilimini nesnel süreçte yaşanan bu değişimleri incelemek için kullanmalı, onu bir dogma olarak değil eylem kılavuzu olarak görmeli, bu süreçle paralel yaşanan insan bilgisindeki gelişmeleri de mutlaka dikkate almalıdır. Bu yapılmadığında nesnel sürecin dışında bir devrimcilikten bahsedilir ki, bu çizgiye sahip bir devrimciliğin başarıya ulaşma şansı yoktur.
Sonuç:
“Vardığımız sonuç, öznel ve nesnelin, teori ve pratiğin, bilme ve yapmanın somut tarihsel birliğidir ve biz, ‘sağ’ ya da ‘sol’ olsun, somut tarihten ayrılan bütün yanlış ideolojilere karşıyız… İdealizm ve mekanik materyalizm, oportünizm ve serüvencilik, hepsi de, öznel ile nesnel arasındaki kopuklukla ve bilginin pratikten ayrılmasıyla ayırt edilir. Doğrunun ölçütü olarak bilimsel toplumsal pratik üzerinde önemle duran Marksist bilgi teorisi, bu yanlış ideolojilere tamamen karşıdır.” (Mao Zedung, Pratik Üzerine, Cilt 1, s. 21-23)
Hareket noktamız elbette, öznel ile nesnelin, teori ve pratiğin, bilme ve yapmanın somut tarihsel birliğidir. Biliyorsak yapacağız, yapıyorsak öğreneceğiz, boş boş konuşup, tumturaklı sözler söylemek yerine işimizi yapacağız, değiştirmeye çalışırken değişeceğiz. Doğrunun ölçütü toplumsal pratikse, sınıf mücadelesinin şaşmaz yasalarıysa, kendimizi bu deryada sınamaktan çekinmeyeceğiz. Çekinmeyeceğiz ki, nesnel dünyada yaşanan değişimler ile öznel dünyamız arasında var olan gerçeklik açığa çıksın! Açığa çıksın ki burjuva karargahları bombalayalım! Her türden oportünizmle, revizyonizmle, ataerkiyle ve gericilikle hesaplaşalım!
Bu konuda örnek alacağımız Kaypakkaya yoldaşın duruşu ve yöntemidir. Onun pratikte devrimci duruşu ve teoride gerçeği nesnel dünyada yaşanan değişimlerde aramasıdır. Böyle bir yöntem izlediği içindir ki, dönemi içerisinde nesnel dünyada yaşanan değişimleri doğru analiz edebilmiş ve bununla yetinmeyerek bilgiyi sentezleyerek komünist tezler ileriye sürebilmiştir.
Nesnel dünyada yaşanan değişimleri yeterince incelemediğimiz, bu değişimleri analiz edip öznel dünyamızla yeterince birleştirip sentezleyemediğimiz bir gerçektir. İbrahim Kaypakkaya’nın yönteminden öğrenmediğimiz ortadadır. Toplumsal pratiğimiz bunu fazlasıyla gösteriyor. Bu konuda eksiklik içinde olduğumuz, hatalarımıza liberal kaldığımız bir gerçektir. Hem birey olarak hem de kolektif olarak bu konuda yetmezliklerimiz olduğu bir gerçektir. Bir o kadar da gerçek olan gerçeklerin devrimciliğinin er ya da geç kendisini göstereceğidir. Nitekim bu gerçeklik nedeniyle kolektifimiz darbeci tasfiyeci bir saldırıya maruz kaldı. Nesnel dünyada yaşanan değişimleri incelemeyi ve bunu öznel dünyayla, insanın toplumsal bilgisiyle zenginleştirip derinleştirmeyi kendi statükosuna ve “yaşam tarzına” yönelik bir tehdit olarak algılayan, üstüne üstlük bu yönlü çaba içinde olanları, onlarca …izmle suçlayan bir anlayıştan, darbeci tasfiyeci bir çizginin boy vermesi şaşırtıcı olmasa da, proletarya partisinin güçsüzlüklerine yaslanarak kendini var etmesi, -ve kabul etmek gerekir ki- onca yaşanana rağmen “cüretli” olması şaşırtıcıdır. Bu grubun kolektife yönelik apolitik hizip tanımlaması bir yana, eskinin siyaset tarzının bir ürünü olarak kimi “pazarlıklar” üzerinden politika yaptığı ve nihayetinde bu kirli pazarlıklara ilkesel tavır konulunca, proletarya partisinden koptuğu bir sır değil. Bu noktada da gözardı edilmemesi gereken husus; ilkelere dayalı ve nesnel gerçeklikle ilişkilenen bir siyasetin her türlü oportünizme karşı ayna görevi gördüğünün bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır.
Yaşanılan darbeci tasfiyeci saldırının nedenlerini elbette sadece kimi burjuva liberal unsurlarla açıklamamak gerekir. Elbette yaşanılan “kast darbesi”nde bu unsurların “önder”lik rollerinin yanında, son derece planlı bir yönelimle birliği dinamitleyen pratiklerine zemin sunan, nesnel dünyanın değişimine rağmen öznel dünyalarının değiştirmeyen “birey”lerin varlığı ve oynadıkları rol yadsınamaz. Ancak elbette son tahlilde sorumluluk kendine “önder” diyenlerindir.
“Durum budur, sonuç budur. Ve hatanın doğmasında ve büyümesinde, saflarımızdaki her ferdin, her bireyin şu veya bu ölçüde payı olmakla birlikte, esas sorumluluk Merkez Komitesinindir. Bugün tahribatın dozajını alabildiğine arttırmış olan ‘sol oportünizm’, bu hatalara tepki olarak, bunların bir cezası olarak doğmuş ve büyümüştür. Bu nokta son derece önemlidir. Aynı hataları tekrarlamayacağımızın tek garantisi, bu noktanın kavranmasıdır.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, s. 191, Umut Yayımcılık)
Nesnel dünyayı değiştirirken öznel dünyamızı da değiştirmek, kendimizi değiştirirken, kolektifi, kitleleri ve toplumu da dönüştürmek! Şimdiki ve gelecekteki temel gündemlerimizden biri de budur!