MUZAFFER ORUÇOĞLU | “68 ve 68’in kör noktası”

ibomuzo

1968’de tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da gençlik hareketleriyle başlayan ve kısa sürede diğer toplumsal kesimlere yayılan bir alt-üst oluş gerçekleşti. Gençliğin akademik-demokratik talepleriyle başlayan ve devletin vahşi saldırıları karşısında giderek daha militan bir niteliğe ulaşan 68 devrimci gençlik hareketi, ülkemiz devrimci hareketi açısında da çok önemli bir tarihsel kesitti. Bizde Özgür Gelecek olarak, gerek dünyada gerekse de coğrafyamızda 68’de neler yaşandığı, o günün atmosferini, siyasal mücadelelerini, dönemin doğrudan tanığı olan yazar, ressam Muzaffer Oruçoğlu ile konuştuk.

 

Öncelikle vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz Bildiğiniz gibi bu yıl 68 hareketinin 50. yılı. Tüm dünyada ve de ülkemizde 68, sonuçları hala bugün görülen önemli gelişme ve olayların yaşandığı bir yıldı. Siz 68’i yaşayan biri olarak 68 kuşağı ya da hareketini kısaca nasıl tanımlarsınız?

M. Oruçoğlu- Avrupa 68’i ile Türkiye 68’ni ayrı ayrı tanımlamak gerekiyor. Hatta bu farklılık Avrupa ülkelerinde de kendini gösteriyor. İlk çıkışı ve öncülüğü Avrupa yaptığı için önce orayı ele alalım.

Avrupa 68’i deyince akla ilkin dünyanın en büyük burjuva devrimi ile 19. yüz yıl barikat savaşlarının beşiği olan Fransa gelir. 68’in Fransa’daki ilk tanımı, Büyük Proleter Kültür Devrimi, Vietnam Savaşı ve Che’nin öldürülüşünden etkilenen ve De Gaulle’ün üniversitelerdeki baskılarına karşı güç toplayan gençliğin duvarlara yazdığı “Tüm iktidar hayal gücüne” şiarıdır.

Bir yıl önceki yaygın işçi grevleri ile Cezayir sorununun yarattığı gerilimi bu şiarın yaratıcılarına karşı saldırıya dönüştüren De Gaulle 10 mayısta, “Barikatlar Gecesi” ni,  ‘Quartier Latin’direnişini bulur karşısında. Bunu, bir milyon insanın 13 mayısta Paris sokaklarına çıkışı ile 22 mayısta 9 milyon işçinin katıldığı genel grev izler ki bu, De Gaulle’ü Batı Almanya’daki Fransız işgal kuvvetleri karargahına sığınmak zorunda bırakan korkutucu bir durumdu. Dünyanın o ana kadarki gelmiş geçmiş en büyük işçi greviydi bu. 68’in Fransa’daki tanımı işte budur. 68, Fransa’da esas olarak bir işçi başkaldırışıdır. Bu bizi derinden etkiledi.

İtalyada da benzeri bir durum söz konusudur.   68’i orada tanımlayan şiar, milyonlarca işçinin ve öğrencinin haykırdığı “özyönetim” veya “doğrudan demokrasi” şiarıdır. Öğrenci hareketinden ibaret olan kitlesel Alman 68’ini tanımlayan ögeler ise, nükleer dünyaya hayır, enternasyonalizm, anti-kapitalizm ve cinsel devrimdir. Diğer Avrupa ülkelerinin 68’i bu üç ülkeye ait 68’in gölgesinde kalmıştır.

Devletten ve sistemden tam kopamayan,  ama kararlı bir başkaldırı olarak ortaya çıkan Türkiye 68’ini ise tanımlayan öge bağımsızlık ve sosyalizmdi.

 “Sağ sol yok, boykot var!”

Bugünkü devrimci hareketin temellerinin 68 kuşağının ortaya çıkışı ve gelişimi içinde filizlendiği ve olgunlaştığını söylemek mümkün… Ülkemizde 68 nasıl başladı, nasıl bir yol izledi…

M. Oruçoğlu-Türkiye 68’inin mayalanmasında iki hareketi ben önemli görüyorum. Birincisi, 1967’nin ekim ayında 6. Filo ya karşı düzenlenen eylemler, ikincisi ise kasım ayında düzenlenen Kıbrıs Yürüyüşüdür.

Kıbrısta Grivasçılar kan dökmüş, Türk uçakları adanın üzerinde uçmuş, Yunanistanla savaş an meselesi haline gelmişti. Bunun üzerine Milli Türk Talebe Birliği, Türkiye Milli Talebe Federasyonu, FKF ve Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı gibi gençlik örgütleri ortaklaşa bir yürüyüş düzenlemişlerdi.

Alpaslan Türkeşin CKMP’sinden, CHP ve TİP’e kadar uzayan geniş bir siyasal yelpazenin gençlik örgütleri, Grivas, Makarios, Yunanistan ve Amerika aleyhtarı sloganlarla Beyazıttan Taksime kadar yürümüşlerdi. Yürüyüşe, Türkiye İşçi Partisinin bir üyesi olarak katılmıştım. Deniz’in çevresinde, kendisi gibi TİP’li bir grup genç vardı ve tüm TİP’lilere “Yanki go home”gibi anti-emperyalist sloganlar attırıyordu. Türkeşçiler ise “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır”,“Ordu Kıbrısa” diye bağırıyorlardı. O yürüşte benim önemsediğim en önemli şey, gençliğin kitlesel sokağa çıkışı, Beyazıt’tan Taksime kadar yürüyüşü, Deniz’in devrimcilere sürekli slogan attırışı ve Aşık İhsani’nin de içinde bulunduğu bir grup devrimci ile beraber Amerikan bayrağını yakarak, yürüyüşün milliyetçi havasını anti- emperyalizme doğru kırışıydı.

68 eylemleri öncesinde, dediğim gibi Büyük Proleter Kültür Devrimi, Vietnamdaki Tet Saldırıları ve Che Guevara’nın öldürülüşünden  oldukça etkilemişti gençlik. 68’in mayıs ayında Fransadaki başkaldırıyı dikkat ve heyecanla izlemeye koyuldu Türkiye gençliği. Paristeki üniversite gençliği baskılara karşı ayaklanmıştı.

İlk hareket, Ankara İlahiyet Fakültesi öğrencilerinden geldi. Atılan iki arkadaşlarının okula alınması, inanç hürriyeti ve kızların başörtüsüne karışılmaması gibi taleplerle işgal eylemine başladılar. Bunu on gün sonra, 13 maddelik reform talebiyle Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğrencilerinin işgal hareketi izledi. Ankaradaki kıvılcım İstanbul’a sıçradı. 12 Haziran 1968’de İstanbul Hukuk Fakültesi işgal edildi ve Merkez binanın iç meydanına, bez üzerine yazılı “Sağ sol yok, boykot var!” flaması asıldı. Bunu izleyen günlerde ise boykot ve işgal hareketleri ülkedeki tüm üniversiteleri sardı.

O döneme dair doğrudan tanıklığınız var… 68’e siz nerede yakalandınız, sizi içine nasıl aldı, nasıl bir süreç yaşadınız?

M. Oruçoğlu- Matematik astronomi bölümünde okuduğum için 68 beni Laleli’deki Fen Fakültesi’nde yakaladı.

İbrahim’i de orada yakaladı. Aynı fakültede, eylemin içindeydik. İşgal komitelerinin, parkalı öğrencilerin, polis kıtalarının, flamaların, sloganların dünyasındaydık. Tabi ben o zaman FKF’ nin İstanbul Bilim ve Kültür Kurulu ile Çapa kolu yönetim kurulu üyesiydim. Aksaray’daki FKF bürosu ile işgal edilen üniversite arasında mekik dokuyordum. İşgalin giderek anti-emperyalist bir iklime doğru kayışı, MTTB’li sağcı öğrencileri rahatsız etti. “Siz, siyaseti akademik taleplerin önüne çıkardınız” diyerek desteklerini çektiler. İşgali, TİP’li, FKF’li öğrenciler yürütmeye başladılar.

“Bağımsızlık ve sosyalizm ideali oldukça güçlüydü.”

68 kuşağının toplumsal ve bireysel bağlamda her türlü ilişki biçimini sorguladığı, gerek kendi içinde gerekse de içinde yer aldığı toplumsal ilişkiler anlamında ciddi bir hesaplaşmaya girdiğine tanık oluyoruz…

Sözgelimi siyasal düzlemde yeni siyasi akımların, yoğun tartışmaların ve arayışların olduğu bir dönem, Denizlerin, Mahirlerin ve Kaypakkaya’ların 71 devrimci çıkışının temelleri 68’de yürüyen tartışmalara dayanıyor nihayetinde… Bu konuda siz ne dersiniz?

M. Oruçoğlu- 68’i tabi Türkiye tarihindeki öğrenci hareketlerinden kopararak ele alamayız.  Osmanlı tarihinde az suhte (medrese öğrencisi) hareketi olmadı. Suhteganların yığınlar halinde, silahlı silahsız defalarca harekete geçtiğini, dağlara sokaklara çıktıklarını kaydeder tarih. Devlet içinde çatışan klikler bu hareketleri çoğu zaman kendi çıkarları ve yükselişleri için bir kaldıraç olarak kullanırlar.

Suhte hareketleri Osmanlıda bazen devlete yöneliyor, çoğu zaman da “Padişahım sen çok yaşa, azlolsun Hasan Paşa” çizgisinde kalıyordu. Aynı hareket felsefesi Cumhuriyette de devam etmiştir. Mustafa Kemal, Gençliğe Hitabe’sinde ve Bursa Nutku’ nda gençliği kurduğu rejimin ve devletin bekçisi olarak görevlendirmiştir. 27 Mayıs gençliği, İnönü kliğinin Menderes-Bayar kliğine karşı mücadelesinde, Kemalist Cumhuriyet’in koruyucu’su kisvesiyle İnönü’yü desteklemiştir.

68’in ilk döneminde de kısmen bunu andıran bir durum vardır. Kemalist hareketi karşısına almıyor, onu birinci, kendini de ikinci kurtuluş savaşı olarak niteleyerek onun devamı olarak görüyordu.

Polis düşman, ordu ise dosttu. Mustafa Kemal Yürüyüşleri düzenliyor, “Ordu gençlik el ele”sloganını kullanıyor, Amerikan askerlerini Dolmabahçe’de denize atarken gelen askeri birliğin başındaki generali de omuzlarına alıyordu. Bunda, tarihin, resmi tarih bilincinin bir rolü vardı.

Tabi ordu içindeki 27 Mayıs’çıların, Doğan Avcıoğlu’nun ve bunların dirsek temasında oldukları Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Doğu Perinçek gibi simaların da önemli payları vardı. Gelgelelim ki, 68’in bu eğilimine rağmen, bağımsızlık ve sosyalizm ideali oldukça güçlüydü. Bu ideal onu, adım adım devletle çatışmaya götürdü.

Harçları, ucuz kitap hayalleri ve dar akademik talepleriyle sırf bir suhte ya da öğrenci hareketi olarak kalmadı; tüm dünyayı kucaklayan özgürlük idealleriyle donanıp, kentlerin sıcak çatışma alanlarına, grev çadırlarına, toprak işgallerine ve dağlara yönlendirdi.

Hareketin belli başlı lider kadroları, bundan dolayı devlet tarafından darağaçlarında, şehirlerde, dağlarda, işkencehanelerde yokedildi.

“Kaypakkaya hem 68, hem de devrimin temel sorunlarında 68’den kopuşun adıdır.”

Bir 68’li olarak ilk gençlik yıllarınız bu kuşağın-dönemin içinde geçti. Aynı zamanda daha özel olarakta Kaypakkaya ile birlikte TKP/ML’nin ortaya çıkışında doğrudan yer aldınız. Bahsini ettiğimiz yapı nasıl ortaya çıktı?

Buradan hareketle 68 kuşağı içinde Kaypakkaya’nın nasıl bir yeri var… Kaypakkaya 68’den neler çıkardı… Onu nasıl yaşadı…

   M.Oruçoğlu- Kaypakkaya 68’de önder kadrolar içinde etkin olarak yer aldı. 69’da ise Türk Solu Dergisi ve Sanayi işçileri arasındaki çalışmalarda tayin edici bir rol oynadı. Tabi bu süreçte Marks’ı, Engels’i, Lenin’i yoğun olarak okudu, devlet, devrim ve benzeri konularda FKF ve Dev-Genç içindeki tartışmaların baş siması haline geldi.

Gençliğin işçi köylü yığınlarıyla birleşmesi, birlikte hareket etmesi için yoğun çabalar gösterdi. Kaypakkaya’nın görüşleri tüm bu tartışma, okuma ve yoğun pratik içinde biçimlendi.

Kaypakkaya hem 68, hem de devrimin temel sorunlarında 68’den kopuşun adıdır. Bu son özelliğinden dolayı 68’in kör noktasına sürüldü, görülmedi, görülmek istenmedi.

“Kitle çizgisini ve kitlelerden kitlelere ilkesini önemseyen tahlilci bir insandı.”

Daha da özgün olarak Kaypakkaya’nın, herhangi bir sorunu, meseleyi, inceleme, yorumlama ve çözüm üretme yöntemi nasıldı…

68’in kasırgası içinde, gençlik, işçi eylemleri, toprak işgalleri, siyasi fraksiyonlar arasındaki polemik ve ideolojik mücadele içinde buna dair epeyce örnek ortaya çıkmış olmalı…

M. Oruçoğlu- İşçi sorunlarını fabrika ve işçi semtlerinde, – İstanbul’un en önemli işçi bölgesi Alibeyköy’de olduğu gibi- işçilerle birlikte tartışmak; köylü veya toprak sorununu, -Değirmenköy ve Kaşıkçı’da olduğu gibi- köylülerle birlikte tartışmak; çalışma bölgelerinde çok yönlü incelemeler yapmak; tüm bu tartışma ve incelemelerden, daha ileri bir pratik için somut sonuçlar ve dersler çıkarmak.

Buydu onun tarzı. Kitle çizgisini ve kitlelerden kitlelere ilkesini önemseyen tahlilci bir insandı. Okuyan, kitleler içinde çalışan, inceleme yapan, iğne ile kuyu kazan insanları diğerlerinden hemen ayırır, ilişkilerini onlarla geliştirirdi.

Son olarak 19-20 Mayısta-İstanbul’da düzenlenecek “68’in 50. yılında ‘Gerçekçi ol imkânsız görüneni iste’; 68 ve Kaypakkaya” başlıklı sempozyumda konuşmacı olacaksınız.  68’in tarihsel mirası özellikle de OHAL’le derin bir karanlığa mahkûm edilmek istendiğimiz şu koşullarda bize ne anlatır…

M. Oruçoğlu- 68 bu koşullarda bizlere geçici çözümleri, sistemin deliklerini yamamayı, reformları değil, doğrudan devrimi öneriyor. Devrimcilik, 68’in bir yaşam tarzı, devrimler ise onun yaşam yolu üzerinde geçilmesi gereken aşamalardı. Onları günümüze taşıyan, canlı kılan da işte budur. Yaşam, iki ana bacağıyla, evrim ve devrim bacağıyla yürüyor. İnsan var olsun veya olmasın, bu yürüyüş sürecektir sonsuzluk aleminin bağrında…