Müslüman Kadınlar Arasında Bir Örgütlenme Deneyimi Olarak Sovyet Özbekistan’ı

Müslüman Kadınlar Arasında Bir Örgütlenme Deneyimi Olarak Sovyet Özbekistan’ı

“Öz-örgütlenme, özerk kadın örgütleri gibi tartışmalar bizlere son 30 yılın tartışmaları gibi sunulmakta. Bundan 100 yıl önce, Ekim Devrimi’nin ateşi tüm dünyayı kasıp kavururken komünist kadınlar bu ihtiyacı görmüş ve henüz tüm dünyada kadın özgürlük mücadelesi çok zayıfken buzu kırıp yolu açmışlardı.”

25 Ağustos 2024

Ezilenlerin tarihi, ezen sınıflara karşı verilen mücadelelerin zafer ve yenilgilerle dolu bir haritasıdır.

Bu harita bugün farklı koşullarda mücadelelerini sürdüren kadınların kurtuluş yoluna ışık tutmaktadır. Emperyalist saldırganlığın şiddetlenerek arttığı son yıllarda sokakları, meydanları, dağları ve kampüsleri terketmeyen kadınların kurtuluşu mücadelesi bugün şüphesiz 100 yıl önceye kıyasla çok büyük bir sıçrama gerçekleştirmiştir.

Hem kitleselliği hem kazanımları hem de yaygınlığı anlamıyla bugün farklı bir boyutta olsa da kadınlar ataerkinin farklı yüzleriyle mücadelelerini sürdürmeye devam etmektedir.

Öz-örgütlenme, özerk kadın örgütleri gibi tartışmalar bizlere son 30 yılın tartışmaları gibi sunulmaktadır. Bu şüphesiz sınıf mücadelesine saldırının ve idealist bakış açısının bir sonucudur. “Sınıf mücadeleleri bitti, kapitalizm içinde yaşanılabilecek tek sistemdir, devrimler çağı kapandı” gibi propagandalarla ezilenlerin mücadelelerinin sınıf mücadelesinin nehriyle buluşmasını engellemek isteyen ataerkil emperyalist kapitalist sistem, kadınların mücadele tarihini tozlu raflarda unutulmaya terk etmek istiyor.

Ancak bundan 100 yıl önce, Ekim Devrimi’nin ateşi tüm dünyayı kasıp kavururken komünist kadınlar bu ihtiyacı görmüş ve henüz tüm dünyada kadın özgürlük mücadelesi çok zayıfken buzu kırıp yolu açmışlardı.

Jenotyel, tecrübelerden yoksun biçimde ataerkinin ideolojik-politik saldırıları altında kadınların ezilmişliğinden haklılığını alarak devrim yolunu yürüdü.

Jenotyel bu yolu yürürken elbette birçok farklı deneyimi de biriktirdi. Özellikle Orta Asya’da, feodalizmin ve dini baskının çok güçlü olduğu bir coğrafyada kadınların kurtuluşunun sınıf mücadelesinden hiç de bağımsız biçimde ele alınamayacağını en sert biçimde deneyimledi.

Özbekistan örneği bu anlamıyla oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Özbekistan’da toplum çok muhafazakar, dindar, ataerkil ve feodaldi. Kadınlar tamamen örtülüydü ve çoğunun sadece bir erkek eşliğinde toplum içine çıkmasına izin veriliyordu.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) bu bölgede oldukça zayıftı, özellikle Özbek kadınlar partide neredeyse hiç yer almıyordu. Jenotyel’in 1919-1920’de kurulması, partinin Özbekistan’da kadınlara yönelik çalışmalarının da başlangıcı oldu.

Yüz yıl önce, Sovyet Özbekistanı’nın bir köyünde, Ekim Devrimi’nden kısa bir süre sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kadın örgütü Jenotyel, bir kadın derneği açmış ve bölgenin çoğunluğu Müslüman olan kadınların komünist devrime ulaşmasını sağlamaya, onları örgütlemeye ve böylece kadınların özgürleşmesini teşvik etmeye ve aynı zamanda devrimci süreci güçlendirmeye çalışmıştır.

Jenotyel, Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi içinde bir örgüt olarak kurulmuştur. Alexandra Kollontai, Inessa Armand ve diğer kadın devrimciler Jenotyel’in kuruluşunu şiddetle savunmak zorunda kaldılar çünkü o dönemde Komünist Partide kadın işçilerin örgütlenmesinin özerk yapılara ihtiyaç duymadığı, bunun sosyalist devrim sırasında gerçekleşeceği varsayımı hala geçerliydi.

Inessa Armand, Jenotyel’in ilk önderi, devrim içinde kadınların kurtuluşunu ve haklarını savunan tutkulu ve inançlı bir devrimciydi. Örgüt 10 yıl boyunca Sovyetler Birliği’nin farklı bölgelerinde çalışarak devrimci fikir ve uygulamaları en ücra köşelere kadar yaymayı ve çok sayıda kadını örgütlemeyi başardı.

Bunu yaparken, ataerkinin çok güçlü olduğu muhafazakar bir toplumda pek çok zorlukla karşılaştılar ve kadınların devrimdeki ve toplumdaki konumu için her cephede mücadele etmek zorunda kaldılar.

Bu çalışmaya parti içinde, parti ile toplum arasında ve toplum içinde çelişkiler damgasını vurdu. 1930’da Komünist Parti Merkez Komitesi tarafından, “yeterince özel adım atılmadığı” gerekçesiyle Jenotyel kapatıldı. Jenotyel, 10 yıllık çalışmaları sırasında önemli deneyimler kazanmış ve daha sonraki devrimci kadın örgütlerinin yolunu hazırlamıştır.

Kadın devrimine enternasyonal bir rol model

Yaklaşık yüz yıl önce katı Müslüman geleneklerin ve feodal koşulların damgasını vurduğu Sovyet Özbekistanı’ndaki devrimci toplumsal süreçlere bakarsak, bu gelişmeyi gözlemleyebiliriz. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kadın örgütü “Jenotyel”, 1921’den itibaren bu bölgede faaliyet göstermiş ve kadınların özgürleşmesi için bir katalizör görevi görmeye ve kadınların öz-örgütlenmesini başlatmaya çalışmıştır.

Bu dönemde ve bu bölgede pek çok şey farklıydı ama yine de mülksüz sınıflardan kadınların kurtuluşu için verilen mücadeledeki tartışmalarda, zorluklar ve başarılarda bazı benzerlikler görülebilir.

Örneğin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kadınları, bu bölgenin kadınları arasında özel bir örgütlenme ve ajitasyona ihtiyaç olduğunu erkenden fark ettiler. Mülksüz kadınlar örgütlenebilir ve devrimci faaliyete başlayabilirlerse, önemli ve etkili bir gelişme ortaya çıkacaktı. Bu gerçek son yıllarda çeşitli mücadelelerde doğrulanmıştır.

Bu bilgiyle çalışmalarına başladılar, birçok başarı elde ettiler ancak bazı gerilemeler de yaşadılar.

Sovyetler Birliği’nin Rus bölgelerinden farklı olarak, Özbekistan’daki Jenotyel, örgütlenme ve kitle faaliyetlerini iş konseyleri/işyerlerinin delegasyon koltukları temelinde inşa etmediler. Ancak kadın dernekleri ve kadın dükkanları aracılığıyla ağır baskı altındaki kadınlar için erişilebilir bir yer inşa etmeye çalıştılar.

Bu mekânlarla, kadınların -kocalarının bilgisi dâhilinde de olsa- gelebilecekleri ve gelenekleriyle açık bir yüzleşmenin olmadığı bir alan açabildiler. Ayrıca kadın dernekleri, kadınların çocuk bakımı, sağlık bakımı, çamaşır yıkama gibi ihtiyaçlarını doğrudan karşılıyor ve buralarda eğitim veriyorlardı.

Muhafazakar toplumdan gelen kadınların komünist fikirlerle temas ettiği alanlar açtılar. Ayrıca, kadınları parti içinde örgütlemek büyük bir zorluktu. Az sayıda da olsa bazı kadınlar partiye katıldı. Kültürel farklılıklar nedeniyle kadınlara temas etmek oldukça zordu.

Jenotyel’in bir yandan farklı bölgelerden metinlerin yayınlandığı ve özellikle partiye yakın kişilere hitap eden genel gazeteleri vardı ancak aynı zamanda Özbekistan’ın yerel dilinde, özellikle yerel halk için bir gazete de yayınladılar. Bu gazete tartışmaları ve bilgileri topluma taşıyabildi ve Jenotyel’in çalışmalarını destekledi.

Özgürleşmenin prangası olarak ekonomik bağımlılık

Bu dönemde Özbekistan’da üretim neredeyse hiç gelişmemişti ve pek çok ürün diğer Sovyet ülkelerinden gelmekteydi.

Jenotyel, ekonomik bağımlılığın zincirlerini fark etmiş ve bir yandan kadın dernekleri ve kadın dükkanları aracılığıyla kadınlar için düşük eşikli bir erişim yaratmaya, diğer yandan da geniş kapsamlı sağlık danışmanlığı, çocuk bakımı, iş fırsatları, kamusal çamaşırhane, ideolojik ve pratik konularda eğitim ve daha fazlası aracılığıyla kadınlar için güvenli bir bağımsızlık ve örgütlenme çerçevesi oluşturmaya çalışmıştır.

Jenotyel’in ikinci başkanı Alexandra Kollontai kadın dernekleri deneyimini “Dernekler, kadınların kendi faaliyetleriyle Sovyet projesine dahil oldukları ve komünizmi kendi içlerinde geliştirmeye başladıkları okullardı” şeklinde değerlendirmiştir. Bu tecrübe, aileleri küçük adımlarla dönüştürüyordu.

Buralar genel kooperatiflere bağlıydı ve kadınlara korunaklı bir ortamda ekonomik bağımsızlık yolunda ilk adımlarını atma ve aileyle açık bir çatışmaya girmeden kendilerini örgütleme fırsatı sunuyordu. Aynı zamanda onlara yeni hakları öğretildi ve bunlar bir dönüşüm aracı olarak kullanıldı.

Örneğin yeni yasalar temelinde kadınlar için eşit işe eşit ücret ve işe erişim hakkı yaratılmış, böylece onlara ilk etapta ekonomik olarak boşanma imkanı sağlanmıştır.

Jenotyel’in yerel aile yapılarıyla ilgili çalışma deneyimi bize, özellikle muhafazakar bölgelerde kadınların topluma katılma imkanını açmanın yeterli olmadığını, dönüşüm ve özgürleşme için düşük eşikli, somut durumu hesaba katan bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu ve bu yaklaşımın sadece ideolojik eğitime değil, kadınların acil ekonomik ihtiyaçlarına da dayanması gerektiğini göstermektedir.

Eğitim, propaganda ve pratik deneyimin karşılıklı etkileşimi sayesinde dönüşüm gerçekleşebilir. Örneğin, bir köyde kadın hakları eğitimi yapılıyorsa ve aynı zamanda bu kadınlar doğrudan eşlerine bağımlıysa, neredeyse hiçbir değişim gerçekleşmez.

Ancak kolektif üretim varsa ve kadınlar ev dışında bu işe erişebiliyorsa ya da kolektifleştirilmiş toprak kadınlara veriliyorsa ve onlar da bu toprağı birlikte işliyorsa, bu yeni olanaklar sunar.

Bilinci şekillendiren varlıktır, özgürleşme ve bağımsızlığın yeni kazanılmış olanakları deneyimlenmelidir ve özgürleşme bu deneyimler aracılığıyla gerçekleşir.

Aile mevcut sistemin değerlerini korur ve savunur

Toplumsal ilişkiler, sistemin devamlılığı için oldukça önemli yerde durmaktadır. Bu nedenle de tarihin başından bugüne sözlü ve yazılı yasalarla bu ilişkiler çeşitli kalıplar almışlardır.

Özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve üretim ilişkilerinin buna göre şekillenmeye başlaması ile birlikte aşiret ve aile sistemi de biçim değiştirmiş ve ataerkil bir boyunduruk altına girmiştir. Kapitalizmin en yüksek aşamasına geçtiği emperyalist merkezlerde aile ilişkileri belirli bir çözülmeye uğramış gibi görünse de son yıllarda yaşanan gelişmeler göstermektedir ki aile kurumu kapitalizm içinde tam anlamıyla çözülemez.

Ücretsiz bakım emeği bu sistemin en temel sömürü kaynaklarından birisidir. Bununla birlikte feodalizmin nispeten güçlü olduğu yerlerde aşiret ve aile benzeri bu yapılar bir yandan belirli kolektivist yaklaşımlar sergileyip kültür ve geleneklerini savunurken, aynı zamanda muhafazakar, ataerkil değerleri de korumaktadır.

Özellikle kadınlar benzeri yapıların sıkı kontrolü altındadır. Aileler ataerkil bir şekilde örgütlenmiştir.

Savaş ve ekonomik zorluklar nedeniyle muhafazakar ve kadın düşmanı uygulamalar yeniden üretilmektedir. Bu, örneğin çocuk evliliklerinde gözlemlenebilir. Resmi yasaklama ve eğitim çalışmalarına rağmen çocuk evlilikleri, özellikle de kız çocuklarının evliliği neredeyse hiç azalmamıştır.

Aileler kızlarının erken yaşta evlendirilmesini maddi rahatlama için bir fırsat olarak görmekte, genç kadınları “koruma” gerekçesiyle bu tür uygulamalara devam etmektedirler. Devrimin ardından Özbekistan’da da durum aşağı yukarı böyledir. Bu durum kadınların çeşitli biçimlerde prangalarından kurtulmasının ve özgürleşmesinin önünde büyük bir engel oluşturmuştur.

Jenotyel’in açtığı kadın dernekleri bir yandan yeni Sovyet Anayasasında kazanılan kadın haklarını kavratmaya çalışırken diğer yandan da ataerkinin bu temel kurumunun her türlü saldırısına maruz kalmıştır. Ancak üretim ilişkilerindeki değişimle birlikte bu ilişkilerde belirli bir çözülme olmuşsa da daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği’ndeki geriye dönüşlerle birlikte geriye dönüşler gerçekleşmiştir.

Hesaplaşma ve kopuş şüphesiz devrimin olduğu topraklarda farklı dengeleri barındırsa da SBKP’nin deneyimleri de göstermektedir ki, hesaplaşma ve kopuşun gerçekleşmediği durumlar büyük geriye dönüşlerin önünü açmaktadır.

Bir dönüşüm aracı olarak yasalar

Özbekistan toplumundaki ataerkil geleneklere, diğerlerinin yanı sıra Jenotyel tarafından yeni Sovyet yasalarıyla karşı çıkılmıştır. Çok eşlilik, çocuk evliliği, başlık parası ve zorla evlendirme suç sayılmış ve boşanma her iki taraf için de bir hak haline gelmiştir.

Jenotyeller arasında toplumun dönüşümünde hukukun rolü hakkında bir tartışma vardı. Örneğin, aile yasalarıyla ilgili olarak Lenin 1918’de İşçi Kadınlar Kongresi’nde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Mücadeleyi çok keskin bir şekilde yürütürsek, sadece halkın hoşnutsuzluğunu uyandırabiliriz; bu tür mücadele yöntemleri halkın dini çizgiler boyunca bölünmesini sürdürme eğilimindedir, oysa bizim gücümüz birliktedir”.

Öte yandan Alexandra Kollontai, diğerlerinin yanı sıra, kadınların yeni elde ettikleri haklara ilişkin bilginin geniş çapta yaygınlaştırılabileceğini ve kadınların özgürleşmesinin temellerinden biri olarak hizmet edebileceğini savunuyordu.

Yeni yasaları eski şeriat yasalarına karşı bir saldırı olarak gören Kollontai, kadınlara bu yasalarla yüzleşmeleri için gerekli araçların verilmesini istiyordu. Bu amaçla, Jenotyel eğitimler vermiş ve mahkemelerde kadınlara destek olmuştur. Aldıkları bu desteklerle kadınların haklarını savundukları, yüzleşmeye girdikleri ancak ailenin veya sosyal çevrenin tepkisine hazırlıklı olmadıkları ve yeterince desteklenmedikleri durumlar da olmuştur.

Geleneklerin ele alınması ve dönüştürülmesi konusundaki zorluklara 1927 yılında başlatılan örtünme kampanyası da dahildir. 8 Mart 1927’de Merkez Komite, Özbekistan ve Kırgızistan’daki kadınlara peçelerini çıkarmaları ve böylece kamuya ve işyerlerine erişimlerini kolaylaştırmaları çağrısında bulunan bir kampanya başlattı.

Bu kampanya, 5 Yıllık Plan’ın bir parçası olarak başlatılmıştı ve kadınların sanayide örgütlenmesini teşvik etmeyi amaçlıyordu. Bunu yaparken, çoğunlukla erkeklere eşlerinin başlarını açmaları için baskı yapmaları çağrısında bulunulmuştur.

Başlangıçta birkaç bin kadın bu çağrıya yanıt verirken, toplumdan gelen şiddetli tepki, katılımcı kadınların % 90’ının 3 ay içinde yeniden örtünmesine yol açtı. Aynı zamanda, kampanyayı destekleyenlerin örtülü yaptırımlarından ve dini gelenekleri savunanların açık şiddetinden korktukları için bazı bölgelerdeki kadınların tepkisine yol açmıştır.

Nadyejda Krupskaya kampanya ve dini sertleşme yaklaşımıyla ilgili tartışmaları şu şekilde değerlendiriyordu: “Basitçe din karşıtı olamayız. Din ile doğrudan karşı karşıya gelmek iyi bir şey üretmeyecektir. Eğer bu mücadeleyi bir savaş olarak görüyorsak, o zaman topyekün bir savaş değil kademeli bir mücadele vermeliyiz.”

Dışarıdan dayatılan, geleneklerle aşırı saldırgan bir yüzleşmenin, tepkilere karşı gerekli önlemler alınmadan, yeterli ön örgütlenme yapılmadan girişilen bir yüzleşmenin gelişmeler için bir tehlike olduğu sonucuna varılmıştı.

Mücadele devam ediyor

Faşist ve emperyalist saldırılarla ezilen halkların gelenekleri ve kültürleri yok edilmek, hegemonik kültür yaygınlaştırılmak isteniyor.

Türkiye gibi gerici devletler ve emperyalistler bu amaçla diziler, dini propaganda ve daha birçok yolla yeni girişimlerde bulunmaya devam ediyor. Aynı zamanda toplumsal proje, kültür ve tarihin savunulması ile egemenler tarafından yayılan ve toplumda yeniden üretilen baskı ve sömürü biçimlerinin dönüştürülmesi bir gerilim alanıdır.

Bu gerilim alanında, Jenotyel’in çalışmalarının tarihinden de öğrenebileceğimiz gibi, dönüşüm araçları adım adım geliştirilmeli ve erişilebilir hale getirilmelidir; böylece örgütlenme, özgürleşme ve aynı zamanda savunma insanların kendisinden gelir.

Jenotyel’in kurucularından Konkordiya Samoylova’nın dediği gibi, “Kadınların özgürleşmesi (…) kendi ellerinin eseri olmalıdır.”

Bu bağlamda, çalışma teoriyle sınırlı kalmamalı, devrimci sürecin gelişebilmesi için üretim ve mülkiyet ilişkileri ele alınmalıdır. Bu yalnızca kadınların toplumdaki özgül durumları için değil, bir bütün olarak toplum için geçerlidir.

Kadınların gerçek kurtuluşu için erkeklerden ekonomik bağımsızlık ve dolayısıyla kapitalizmin yok edilmesi bir koşuldur. Bu bağlamda, model olarak kullanılması gereken kapitalist merkezlerdeki kadınların sözde bağımsızlığı değildir, çünkü bu özgürlük değil, sadece kapitalist üretim ilişkilerine dahil olmanın bir başka biçimidir.

Hak kazanma mücadeleleri kadınların kurtuluşu açısından yalnızca nefes boruları olmakla kalmamaktadır.

Hakların kazanılması mücadelesi, devrim okulu işlevi görmektedirler. Ancak bu mücadelelerin üretim ilişkilerini kökten değiştirecek daha radikal bir dönüşümle buluşmasını sağlamak amacıyla ajitasyon ve propaganda çalışması güçlendirilmek zorundadır.

Aleksandra Kollontai “Yeni Kadın” eserinde toplumsal dönüşümün ekonomik dönüşümle nasıl da iç içe geçtiğini en açık biçimiyle ve somut örnekleriyle ele alırken bu durumu net bir biçimde ifade etmiştir.

Daha önceki devrimlerin komünleri ve kooperatifleri incelenebilir, komünal üretim yönlendirilebilir ve yoğunlaştırılabilir ve sınıf mücadelesi kapitalist ve emperyalist saldırılara karşı tabandan örgütlenebilir. Jenotyel’in çalışmaları bu konuda öğretici bir örnek olarak görülebilir.

Kuruluşundan kapatılışına kadar geçen 10 yıllık sürede Jenotyel deneyimi, bizlere ataerki karşıtı kültür devrimlerinin sürekli biçimde gerekliliğinin devrimin vazgeçilmez bir parçası olduğunu göstermektedir.