Meşruiyetleri Emperyalizme Bağımlılık, Fıtratları Halk Düşmanlığıdır!

Meşruiyetleri Emperyalizme Bağımlılık, Fıtratları Halk Düşmanlığıdır!

Son aylarda dünya çapında yaşanan gelişmeler ve özellikle kitle hareketleri, Çin Devrimi’nin önderi Başkan Mao’nun “Gök kubbenin altındaki kaos: Vaziyet harika!” sözünü hatırlatmaktadır.

8 Ekim 2025

Endonezya, Nepal, Filipinler, Madagaskar, Doğu Timor ve Peru’nun ardından Kuzey Afrika ülkesi Fas’ta da kitleler kendiliğinden bir şekilde kapitalist sistemin politikalarına, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk ile sosyal hizmetlerdeki çöküşe karşı kitlesel protesto ve ayaklanmalar yaşandı.

Bu ülkelerde yaşanan eylemler, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülke halklarının ve özellikle gençlik kitlelerinin kendilerine dayatılan yaşam, çalışma ve “geleceksizlik” koşullarına isyanı olarak gelişti. Özellikle gençlik kitlelerinin, sosyal medya platformlarını da yoğun olarak kullanarak hareket ettiği bu isyanlarda, halka karşı örgütlenmiş devlet kurumları yakıldı ve tahrip edildi.

Protesto eylemlerinde yüzlerce kişi katledildi ve binlerce kişi yaralandı.

Endonezya’da milletvekillerine verilen yüksek konut ödenekleri yüzünden başlayan protestolar, ülke geneline yayıldı. Başkent Cakarta’da ordu devreye girdi ve çatışmalarda en az 6 kişi hayatını kaybetti. Nepal’de hükümetin sosyal medya platformlarını engellemesi ve yolsuzluk iddialarının ardından gençlerin önderliğindeki protestolar sonucu, Başbakan istifa etti. Polisle çatışmalar sonucu en az 72 kişi öldü, iki binin üzerinde kişi de yaralandı. Parlamento binası başta olmak üzere hükümet binaları ateşe verildi.

Filipinler’de “sel kontrol projelerindeki yolsuzluğu” protesto eden on binlerce kişi sokaklara çıktı ve polisle çatıştı. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu protestoculardan 206 kişi, “araç yakmak, taş ve molotof kokteyli atmak ve yakındaki bir moteli yağmalamak” gerekçesiyle gözaltına alındı. Madagaskar’da ise halk elektrik ve su kesintileri nedeniyle isyan eti. Özellikle gençlerin kitlesel olarak katıldığı eylemlerde polis, gösterileri bastırmak için plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullandı. Öfkeli kitleler 1.4 milyon nüfuslu Madagaskar başkentinde mağazaları, bankaları ve zenginlerin evlerini ateşe verdi.

Cumhurbaşkanına yakın olduğu bilinen üç politikacının evine de protestocular tarafından saldırı düzenlendi. Sokaklarda bariyerler oluşturulurken polisle çatışmalar yaşandı. Ordu devreye girdi ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ayaklanmada 22 kişi katledildi ve yüzlerce kişi yaralandı.

Güneydoğu Asya’nın en genç nüfuslu ve en yoksul ülkelerinden birisi olan Doğu Timor’da ise milletvekillerine ömür boyu emekli maaşı sağlayan yasa tasarısı, kitlesel protestoların ardından geri çekilmek zorunda kaldı. Hükümet, öğrencilerin liderliğindeki kitlesel gösterilerin ardından devlet görevlilerine yönelik kimi ayrıcalıklar içeren yasadan geri adım atmak zorunda kaldı.

Peru’da da halk ve özellikle gençlik kitleleri, yolsuzlukları ayyuka çıkmış burjuva devletin, gençlere “özel emeklilik” fonunu zorunlu kılan yasayı çıkartması nedeniyle sokaklara indi ve cop ve biber gazıyla saldıran polisle çatıştı. Kitlelerin başkent Lima’daki başkanlık ve kongre binalarına yürümek istemesiyle çıkan çatışmalar sonrası ülkenin Yüksek Mahkemesi ve polis karakolları yakıldı. Protestolarda polislerin saldırısıyla çok sayıda kişi yaralandı ve gözaltına alındı.

Son olarak Fas’ta sağlık ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi talebiyle başlayan eylemlerde bir polis karakoluna girmeye çalışan iki eylemci kolluk güçleri tarafından vurularak katledildi. Gençlerin yoğun olarak katıldığı eylemlerde Fas “Adalet” Bakanlığı binası ateşe verildi. Eylemlerde en az 300 kişinin yaralandığını, 400’den fazla kişinin de gözaltına alındığı ifade edilmektedir.

Öte yandan sadece emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkelerde kitleler, yoksulluğa, işsizliğe, yoksulluğa ve geleceksizliğe karşı hareket halinde değil. Emperyalist merkezlerde de grev ve eylemler sürmektedir. Örneğin Fransa’da burjuva hükümetin yasa tasarısına karşı genel grev ilan eden işçi sınıfı ve halk meydanları doldurmakta ve polisle çatışmaktadır. Kapitalist merkezlerde kitleler sadece daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için sokaklara çıkmamaktadır. Örneğin İtalya’da “Filistin halkına destek” gibi politik bir talep için bir günlük genel grev gerçekleştirilmiştir. İşçi sınıfı limanlardan İsrail’e gemi yüklemesine blokaj uygulamıştır.

İtalya’da yaşanan genel grev siyonist İsrail’in, Gazze’ye yönelik ablukayı protesto eden ve yardıma giden Küresel Sumud Filosu’na yönelik saldırıyı protesto etmek için gerçekleştirildi. Siyonist İsrail, uluslararası alanda emperyalist kapitalist devletlerin kendisine verdiği koşulsuz desteğe rağmen enternasyonal proletaryanın ve dünya halklarının nezdinde, katil ve soykırımcı bir devlet olarak tanınmış durumdadır.

İşçi sınıfı ve dünya halkları, bir yandan kendilerine dayatılan politikalara isyan ederken diğer yandan ise katledilen ve soykırıma uğratılan Filistin halkının yanında durmaya devam etmektedir. Nitekim Sumud Filosu’nun İsrail ordusu tarafından alıkonulmasının ardından yeni bir Özgürlük Filosu, 11 gemi ve 200’den fazla katılımcıyla Gazze’ye doğru yola çıkmış durumdadır.

Emperyalizmden icazet alanların, meşruluğu yoktur!

Uluslararası alanda Filistin bağlamında bu gelişmeler yaşanırken, Türk hakim sınıfları ve onların sözcüleri de her zamanki gibi kıblelerini ABD emperyalizmine dönmüşler ve efendilerinden icazet almanın peşine düşmüşlerdir.

Efendileri D.Trump ile görüşmek için kırk takla atan Türk hakim sınıflarının içinde bulunduğu durumu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio şu sözleriyle açık etmektedir: “Sonunda bir çözüm gerektiğinde Beyaz Saray’a gelmek isterler. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu hafta Başkan’la görüşmek için Beyaz Saray’a geliyor. Hepsi, Trump’ın sorunu çözmesini istiyor. Hala devam eden toplantılarımız var ve ülke liderleri bu toplantıların bir parçası olmak için yalvarıyor. ‘Başkanın elini sıkmam için 5 dakika verir misiniz?’ ” demektedir. (24 Eylül)

Özetle ABD Dışişleri Bakanı, “Erdoğan Trump’a yalvardı ve Trump ile görüşmek isteyen de Erdoğan” demektedir. Nitekim TC Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın uzun süredir beklediği, başta uçak alımı olmak üzere çeşitli tavizler vererek onay aldığı ABD Başkanı D.Trump’la görüşmesinin amacını ise ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack açıklamaktadır: “[Erdoğan] 71 yaşına geldi. [Türkiye] bir demokrasi ama otoriter gibi. Başkan Trump dahice bir şekilde ‘çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim’ dedi. Şu an bu oluyor. Bence bunun sonucunda büyük değişiklikler göreceksiniz.” (25 Eylül)

Emperyalist sözcülerin bütün bu açıklamaları, TC devletinin başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist sermayeye bağımlı yarı-sömürge yapısıyla doğrudan ilintilidir. TC devletinin kuruluşundan itibaren emperyalizme bağımlı bir devlet örgütlenmesi olduğu ve Türk hakim sınıflarının bütün o “bağımsızlık”“yerli ve milli” propagandalarının altı boş olduğu, bizzat emperyalist efendilerinin açıklamalarında net bir şekilde ifade edilmiş durumdadır. Türk hakim sınıfları ve onların her türden partisi, iktidar olmak için emperyalist efendilerinden onay almak zorundadırlar. Türk hakim sınıfları açısından bu sadece siyaseten bir meşruiyet arayışından öte, emperyalist sermayeye ekonomik, askeri, teknolojik vb. bağımlılıkla ilgilidir.

Örneğin TC Dışişleri Bakanı H.Fidan’ın “yerli üretim” KAAN uçağı için gereken motorların ABD’den alınamadığını açıklaması da bu bağımlılıkla doğrudan ilgilidir. H.Fidan; “KAAN’ın motorları ABD Kongresi’nde bekliyor, onların lisansı durmuş durumda” demektedir. (27 Eylül) Özetle Türkiye’de son yıllarda özellikle “savunma” sanayi adına propaganda edilen üretimin gerçekte emperyalistlere bağımlı olduğu, emperyalistlerden onay alınmadan bu türden üretimlerin yapılamayacağı söylenmektedir.

Dahası bu bilinen bir şeydir. Nitekim bu gerçek bir yıl önce, bu tartışmalar ortada yokken net olarak ifade edilmiştir: “Benzer bir durum ‘Milli Muharip Uçak KAAN’ için de geçerlidir. Motoru ABD emperyalistlerine ait olan bu uçak Türkiye’nin ilk ‘yerli ve milli’ savaş uçağı olarak propaganda edilmektedir. Uçabilmesi için asıl gerekli olan parçanın dışarıdan ithal edildiği uçak, iktidar tarafından ‘yerli ve milli’ olarak propaganda edilmektedir. Kabul etmek gerekir ki, bunda da başarılı olmaktadır.” (Komünist, Sayı 79 Aralık 2024, sayfa 109-110)

Dolayısıyla Türk hakim sınıfları içeride ve dışarıda izledikleri politikada başta ABD olmak üzere emperyalizme bağımlıdırlar. Bu bağımlılık ve yarı-sömürgelik koşulları nedeniyle bütün hakim sınıf partileri meşruiyetlerini emperyalist efendilerinden almak zorundadırlar. Emperyalist merkezlerden alınan bu icazet karşılığında ise içeride ve dışarıda emperyalist çıkarlara hizmet etmekle yükümlüdürler. Gerek içeride ve gerekse de dışarıda “anti-emperyalist”“bağımsızlıkçı” bir tutum almaları mümkün değildir.

ABD’nin Ortadoğu “barış”ı: Daha fazla katliam ve sömürü!

Nitekim başta R.T.Erdoğan olmak üzere meydanlarda ve TV ekranlarında, Filistin için hamasi nutuklar atan, “Gazze için yatıp kalkan” burjuva siyaset zevatı, ABD ziyaretlerinde, ABD emperyalizminin “Gazze Çatışmasını Sonlandıracak Kapsamlı Planı” olarak adlandırdığı ve ABD’nin Filistin halkını teslim alma, Gazze’yi manda haline getirme “anlaşması”na onay verdikleri anlaşılmaktadır.

TC devletinin Filistin ulusal sorununda ikiyüzlü politikası bilinmez değildir. Siyonist İsrail’in Filistin halkına yönelik katliam saldırıları sürerken bile İsrail’le ticareti kesmeyen ve bu anlamıyla soykırım suçuna ortak olan Türk hakim sınıfları, Filistin davasını kendi çıkarları için araçsallaştırmayı sürdürmektedirler.

TC devletinin geleneksel politikası olan “Filistin’e dua, İsrail’e gemi” ısrarla sürdürülmektedir. İsrail ordusunun Küresel Sumud Filosu’na saldırısı sırasında bile Türk limanlarından kalkan gemiler İsrail limanlarına doğru yol aldığı görülmüştür. İsrail’e petrol sevkiyatı ise cüzi bir komisyon karşılığında kesintisiz bir şekilde sürdürülmektedir.

Gelinen aşamada ABD Başkanı D.Trump aralarında TC’nin de olduğu devletlerin Filistin’e dair bu “anlaşma”, “bütün ülkeler bu planı imzaladı” diyerek açıklamakta ve “Eğer bu son şans anlaşması sağlanmazsa, daha önce kimsenin görmediği bir cehennem Hamas’ın üzerine inecektir. Orta Doğu’da barış olacak, ne şekilde olursa olsun” diyerek tehdit etmektedir. (3 Ekim)

ABD emperyalizmi, D.Trump aracılığıyla İsrail’in başta Gazze olmak üzere Filistin ve Ortadoğu üzerindeki hakimiyeti anlamına gelecek kendi barışını “Ya anlaşmayı kabul edersiniz ya da cehennemi yaşarsınız” diyerek dayatmaktadır.

Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin barışının ne anlama geldiğini işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları kendi toplumsal ve tarihsel pratiklerinden fazlasıyla deneyimlemişlerdir. Bu “barış” daha fazla katliam, sömürü, baskı ve zorla yerinden etme olarak şekillenecektir.

Öte yandan ABD emperyalizminin “barış”ının bölgede pratikleştirecek olan devletlerden birisinin de TC devleti olduğu anlaşılmaktadır. ABD Başkanı D.Trump ile TC Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın görüşmesinde bu “barış”ın dikte edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim D.Trump’ın açıklamasından sonra Hamas’ın yanıtı “anlaşma”yı kabul ettiğini ilan etmek oldu. Bu konuda başta TC devleti olmak üzere Katar gibi bölge gerici devletlerinin “aracı” rol oynadıkları ve Hamas’a bu “anlaşma”yı kabul etmesi için baskı yaptıkları anlaşılmaktadır.

Belirli gündemlerde yoğunlaşma ve devrimci çizgide ısrar

Ne var ki, Filistin mücadelesi bir ulusal mücadeledir ve sadece Hamas’tan ibaret değildir. Çok geçmeden Ortadoğu’da “ABD barışı”nın gerçek yüzü ve İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğu açığa çıkacaktır.

Özellikle TC devletinin ve Türk hakim sınıflarının “ABD barışı”ndaki gerici ve ikiyüzlü politikasının altı ise mutlaka çizilmelidir. Dünyanın her yerinde Filistin ile dayanışma eylemleri yapılırken bu eylemlere saldıran iki ülkeden (diğeri Almanya) biri TC devleti olmuştur.

Türkiye’nin başkentinde Filistin ile dayanışmak için yürüyenlere saldırarak gözaltına alan faşist bir pratikten bahsettiğimiz açıktır. Bu anlamıyla TC devleti söz konusu olduğunda siyonist İsrail’i uzakta aramamak gerekir. TC faşizmi ile İsrail siyonizmi, Ortadoğu’da emperyalist çıkarların bekçisi, bölgesel saldırganlığın adresi ve gericiliğin kaleleri olarak örgütlenmişlerdir.

Bu nedenle Türkiye koşullarında güncel olarak Kürt ulusal hareketi cephesinden dillendirilen “demokratikleşme” söylemlerinin altı boştur. AKP-MHP iktidarının “terörün tasfiyesi” yaklaşımı ile Kürt ulusal hareketinin “barış ve demokratik toplum” hedefi arasında tam bir karşıtlık söz konusudur. Nitekim R.T.Erdoğan meclis açılışında yaptığı konuşmada; “Türkiye, içindeki Kürtlerin ana vatanı olduğu kadar sınırları dışındaki Kürtlerin de en büyük, samimi ve güvenilir hamisidir, kardeşidir, zor günlerde kapısı çalınan ilk sığınağıdır” demektedir. (1 Ekim)

TC devleti bir kez daha Kürtleri bir ulus ve dahası eşit birer vatandaş olarak değil, “hamilik yapılacaklar” olarak görmektedir. Dolayısıyla 1 Ekim’de meclis açılışında yaşanan tablonun Kürt Ulusal Hareketi’nin TC devletiyle “demokratik entegrasyon” söylemiyle uyuşmadığı açıktır. Ne var ki buna rağmen DEM Parti milletvekillerine yönelik bir fotoğraf karesi üzerinden “eleştiri” adı altında linç girişimi örgütlemek ve dahası bu vesileyle bir kez daha Kürt ulusuna yönelik sosyal şovenizmi köpürtmek kabul edilemez.

Burjuvazinin kendi zemininde bulunmak, mecliste politika yapmak ister istemez bu türden karşı karşıya gelmelerin ve fotoğraf vermelerin kaçınılmaz olarak ortaya çıkması demektir. Bu resmin nasıl verildiği de elbette önemlidir. Ortaya çıkan görüntüler, devrimci temelde, sağduyulu-sorumlu bir yaklaşımla da eleştiriyi hak etmektedir.

Koşulların ağırlığına rağmen uluslararası alanda kitlelerin isyanları ve protestoları bir gerçeğe işaret etmektedir. Emperyalist-kapitalist sistem açlık, yoksulluk ve yolsuzluk üretmektedir. İşsizlik ve geleceksizlik özellikle gençlik kitleleri açısından isyan nedeni olmaktadır. Emperyalistler ve onların bölgesel gerici güçleri “güçsüz”dürler. Kitleler üzerinde rıza üretmekte zorlanmaktadırlar. Filistin direnişi buna örnektir. Bu anlamıyla kendi bağımsız çizgimizde ısrar ve belirlenmiş gündemlerde yoğunlaşma perspektifiyle yol almaya devam etmeliyiz. Filistin direnişiyle dayanışma eylemleri bu anlamıyla öğreticidir ve benzer çalışmaların süreklileştirilmeye ihtiyaç duyduğu açıktır.