Bir anneyi düşünün. Oğlunu arıyor…
Oğlu devrimci, oğlu Kaypakkaya’nın yoldaşı…
Gözaltına alınmış birkaç zaman önce, ama haber yok. Kapı kapı geziyor. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın karanlık günlerinin korku duvarları kâr etmiyor, annenin oğlunu cesurca aramasına…
Sonra…
Bir morga götürüyor ve önüne bir cenaze veriyorlar. “Al, bu oğlun” diyorlar. Sımsıkı sarılıyor oğluna… Ama o an, kalbinin zayıf da olsa attığını ve teninin sıcaklığını fark ediyor.
İnanmıyorlar kadına ama bir doktorla netleştiriyorlar, öldü diye morga kaldırılan bu cenazenin aslında ölmediğini… Sonra hastaneye kaldırılıyor annenin oğlu.
…
İşte o oğul, Hasan Bayrak… 31 Ocak sabahı kalp krizi geçirerek ölümsüzlüğe yürüyen Hasan, morgdan çıkarıldığı günden bu yana bir yanı felçli hayatını onurlu bir şekilde sürdürmenin en kararlı ve en temiz örneğini sergiliyor.
Hasan henüz 20’li yaşlarının başındayken, eczacılık bölümü öğrencisiyken Proletarya Partisi’nin bir kadrosu olarak devrimci faaliyetin içerisinde yerini alır. 12 Eylül gelip çatmıştır ama faaliyet beklemez, her şeye rağmen en güzeli, en devrimcisi hayata geçirilmelidir. İnatçı ve aksidir Hasan bu konuda.
Proletarya Partisi’nin genel sekreteri Süleyman Cihan’ın harıl harıl arandığı günlerde yakalanır Hasan. Faşizmin cellatlarının kanlı işkence tezgahlarında en ağır işkencelere maruz kalır.
Ama Hasan, İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşıdır. O ki, 90 gün işkencede kalsa da ağzını bıçak açmaz bir cengaver, devrim önderidir. İnatçıdır Hasan, Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeyen” geleneğinin en asil sürdürücüsü olarak istenilen isimleri de, istenilen yerleri de vermez.
Cellatlar “Senin de sonun Süleyman Cihan gibi olacak” diye tehdit ediyorlar.
Ama inatçıdır Hasan! Tek ses çıkmıyor.
İşkenceci cellatlar öldü diye morga gönderiyorlar Hasan’ı, ama bilmiyorlar inatçıdır Hasan, ölüme de direniyor.
…
Hasan Bayrak, morgda yaşadığı öğrenilip hastaneye kaldırılmasının ardından kısa bir süre sonra hapishaneye gönderilir. Ömür boyu işkencenin kanıtı olan felçli yanını ölene kadar üzerinde taşır. Hapishaneden çıktıktan sonra yarım kalan yükseköğrenimini bitirir.
“Devrime bağlılığın dürüst, samimi, hilesiz eşsiz bir örneğiydi”
Sosyal medya hesabından Hasan’a ilişkin bir yazı paylaşan Hasan Hayri Aslan onu şöyle anlatır: “Hasan’ı 12 Eylül darbesinden çok kısa süre önce tanımıştım. Partili bir kadroydu. Her konuda ve her hal ve durumda insanın yüreğine hoş bir güven ve sıcaklık yayardı. Devrime bağlılığın dürüst, samimi, hilesiz eşsiz bir örneğiydi. Tuttuğunu koparan, üstlendiği her görevi canı pahasına yerine getiren, yaratıcı, gözüpek, sahiden yiğit bir insandı. Aynı zamanda naif ve nazikti; farklı fikirlerini ifade ederken bile karşıtını incitmemeye büyük özen gösterirdi. Ciddiydi de; boş konuşmaz, devrim sorunlarında laubaliliğe kesinlikle düşmezdi ve hoş da görmezdi. Çoğumuza göre genç bir yoldaştı. Kimimiz ona ‘genç’. Kimimiz ‘asker’ derdik, ama hepimiz onu kendi canımızdan bir parça bellerdik!”
“İbrahim Kaypakkaya ve TKP/ML geleneğinin yüz akı”
Yine sosyal medya hesabından Hasan Bayrak’ın babasının öldüğü dönemde hapishanede olduğunu ve bunu nasıl metanetle karşıladığını anlatan İbrahim Ünal da onu şu sözlerle anlatıyor:
“Geleneğimizin yiğit evladı;
İşkencecilerin öldü diye koydukları morgdan çıkıp geldin. Yatalak haldeyken bile cezaevinde, sarsılmadan direniş hattında durdun. Aksiliklerin vardı, inatçıydın Hasan. Bu özelliğin işkencecilere, zalimlere, adaletsiz ve vicdansızlara karşı mücadelende de ön plandaydı; o yüzden bu huylarını da sevdim.
Ailen de sana büyük saygı duydu. Dayanışmanın çok anlamlı örneklerini gösterdiler ama sen yine de engelli halinde emeğinle yaşamını örgütleme mücadelesinden hiç vazgeçmedin. Siyasi mücadelen, direnişin ve sonraki yaşamın tertemiz kaldı. İşin bu yanı senin açından ölçülemez bir değer ve büyük bir zenginliktir. Bizim açımızdan ise çok anlamlı bir örnek olmalıdır.
Mücadelenle, direnişinle, duruşun ve yaşam tarzınla, Lekesiz tertemiz insan oluşunla İbrahim Kaypakkaya ve TKP/ML geleneğinin yüz akısın.”