“Karşı Devrimci Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur”

 “Karşı Devrimci Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur”

“Kendi sınıfımız ve müttefiklerimizin çıkarları doğrultusunda bir özgürlük yürüyüşü örgütlemediğimiz müddetçe, kölece bir yaşam sürdürmeye mahkumuz”

24 Mart 2025

Faşist AKP-MHP koalisyonunun “iç cepheyi” tahkim etme planları istenilen düzeyde yürümüyor.

Faşist iktidarın hedeflediği şey, ırkçı milliyetçi propaganda eşliğinde bütün burjuva muhalefetini arkasına alarak Orta Doğu’da nüfuz alanını daha da genişletmektir. İktidarın burada önceliği dış tehdit yalanlarıyla Rojava’da Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etmektir.

Çünkü, TC, Kürtlerin varlığını kendisi için bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle ne Türkiye Kürdistanı’nda ne de Kürt coğrafyasının diğer parçalarında kendi denetimleri dışında Kürtler adına herhangi bir statünün oluşmasını düşmanca buluyorlar. Bu ırkçı-saldırgan politikalarına meşruluk kazandırmak için yalnız egemen sınıfların diğer kliklerinin desteğini almak da yetmiyor. Emperyalist efendilerinden de izin alması gerekiyor. Ve içte daha geniş bir kitle desteğine ihtiyaç duyuyor.

Faşist iktidarın son süreçte başta Kürt halkına dönük olmak üzere “demokrasi”, “özgürlük” vb.’ne dair kurmuş olduğu tüm cümleler, içte estirilen faşist terörü, dışta yürütülen işgalci ve saldırgan politikaları maskelemeye dönük beyhude bir çabadan ibarettir.

Ebetteki, ikna gücünden yoksun bu ikiyüzlü söylemin ömrü de kısa olur. Yaşanan da budur. Şöyle bir hafızamızı yoklayalım, son süreçte egemen sınıf klik sözcüleri tarafından dile getirilen “yumuşama” söylemleri, “Kürt ulusal sorununun çözümüne” dair, eskiden sarf edilen sahte söylemlerin yeniden piyasaya sürülmesinden başka bir şey değildir.

Gelinen aşamada, egemen sınıf sözcülerinin güçlülüğe dair yaptıkları tüm gürültü kirliliği de Türk devletinin emperyalizme olan bağımlılığını ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla bir uşağın bölge siyasetinde emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanma, bölüşülen pastadan pay alma oranı da, ancak uşaklığının ağırlığı kadar olur.

Yine emperyalizme bağımlılık ilişkisi, iktisadi anlamda dünyada yaşanan ekonomik krizin etkilerini daha derinden hissetme anlamına gelir. Dahası Türk devleti yalnız ekonomik olarak derin bir kriz içinde değildir. Siyasal olarak da bir yönetememe krizi yaşanmaktadır. Şimdi de erken seçim tartışmaları, R.T.Erdoğan’ın, AKP’nin parti kongrelerinde “oylarımız düşüyor” minvalinde konuşmalar yapması var olan tabloyu da özetler nitelikte.

Keza an itibariyle, işçi ve emekçiler için, yoksulluk ve sefalet, günlük sosyal yaşamın bir parçası olmuş durudadır. Çünkü siyasal iktidar, ekonomik krizin tüm faturasını işçi ve emekçilere yüklemek istemektedir. Ve bununla da kalmayarak geniş emekçi yığınların yaşadıkları bu zorlukları, ırkçı-milliyetçi-dinci propaganda ve ahiret masallarıyla unutturmaya-perdelemeye çalışmaktadır. Tüm bunların yetmediği ve toplumsal tepkinin giderek arttığı yerde ise, devreye devlet terörü girmektedir. Son süreçte yaşanan gözaltılar, tutuklamalar bu gerçekliğin somut ifadesidir.

Faşist iktidar, zorbalıkla enflasyonu düşüremez, işsizliği ve yoksulluğu azaltamaz. Emperyalizme bağımlılık ilişkisini gizleyemez. Ve bu tablo, emperyalist kapitalizmin aşırı kâr sömürüsünün bir eseridir. Tüm bu karşı devrimci politikaların sürdürülmesi karşı devrimci zorla mümkün olabilir. Emperyalistler ve uşaklarının yaptığı da budur. O halde temel sorun karşı devrimci zoru, devrimci zorla alt etme sorunudur.

Her kim ki, burjuva egemenlik sisteminin kendisine reva gördüğü bu sömürü ve zorbalık çarkından kurtulmak istiyorsa “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” şiarını uygun olarak, devrimci saflarda örgütlenmelidir. Çünkü her şey sınıfsaldır. Kendi sınıfımız ve müttefiklerimizin çıkarları doğrultusunda bir özgürlük yürüyüşü örgütlemediğimiz müddetçe, kölece bir yaşam sürdürmeye mahkumuz.