
Kapitalist Emperyalist Merkezlerde Sınıf Mücadeleleri
Fransız emperyalist burjuvazisinin “reform” adını verdiği bu saldırısına karşı Fransız işçi sınıfı ve emekçiler defalarca sokaklara çıktılar. Milyonlarca işçi ve emekçinin aylar süren bu eylemlerinde binlerce emekçi, polis terörüne maruz kaldı, yüzlercesi tutuklandı.
7 Eylül 2025
Emperyalist tekeller arasındaki rekabetin artmasına paralel, kapitalizmin ekonomik krizi emperyalist kapitalist ülkelerde enflasyonun yükselmesi yaşamın pahalılaşmasına neden olurken, barınma, ısınma, ulaşım giderleriyle gıda başta olmak üzere temel tüketim maddeleri fiyatlarının artmasına neden olmuştur.
Bu durum karşısında emperyalist kapitalist merkezler başta işçi sınıfı olmak üzere çalışan emekçi kesimler, var olan yaşam koşullarını korumak için sokaklara çıkmışlardır.
Öyle ki bu durum “Avrupa’da anti-kapitalist isyan” ya da “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Sınıfın dönüşü” olarak tanımlanmıştır.
Emperyalist burjuvazinin, krizi kendi sınıf çıkarlarına zarar vermeden atlatma ve dahası faturayı işçi sınıfı ve emekçi halka ödetme politikasında, kendi hukuki kurallarını bile baypas etmesinin ve dolayısıyla en demokratik burjuva demokrasisinin bile son tahlilde bir sınıf diktatörlüğü olduğu gerçeğinin somut örneği Fransa’da yaşanmıştır.
Fransız emperyalist burjuvazisi, kapitalist kriz ve kâr oranlarının düşmesi karşısında, işçi sınıfı ve emekçilerin emeklilik haklarına yönelik, “reform” adı altında bir saldırı başlatmıştır. “Reform” denilen ve emeklilik yaşını ve prim ödeme gün sayısını artırmaya yönelik saldırının göstermelik de olsa burjuva demokrasisinin parlamentosuna sunulmaması ve doğrudan yasalaştırılması burjuvazinin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından ve dahası en demokratik burjuva devletinin dahi burjuva diktatörlüğü olduğunu ve gerektiğinde kendi yasalarını bile uygulamadığını göstermektedir.
Fransız emperyalist burjuvazisinin “reform” adını verdiği bu saldırısına karşı Fransız işçi sınıfı ve emekçiler defalarca sokaklara çıktılar. Milyonlarca işçi ve emekçinin aylar süren bu eylemlerinde binlerce emekçi, polis terörüne maruz kaldı, yüzlercesi tutuklandı.
Özellikle enerji fiyatlarının artışının ardından Portekiz’de işçi ve emekliler ücret artışı, temel tüketim ürünleri fiyatlarının sınırlanması ve tekellere ek vergi konması talepleriyle düzenlenen büyük bir gösteri gerçekleştirildi.
Benzer şekilde İspanya’da havayolu işçileri ücret ve asgari ücret artışı ve taşerona son verilmesi talepleriyle greve çıktılar.
İngiltere’de işçi sınıfı ve emekçiler kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına karşı greve gittiler, meydanlara çıktılar. Demiryolu işçilerinin 30 yıl aradan sonra başlattığı greve, 50 yıl aradan sonra sağlık emekçilerinin grevi eşlik etti. İngiliz işçi sınıfı ve emekçileri, pek çok iş kolunda çalışma ve ücret koşullarının iyileştirilmesi amaçlı uzun süreli ya da birkaç kez tekrarlanan uyarı grevlerine gitti. Bu grev ve eylemelere katılımın yoğun olması, İngiltere’de sınıf mücadelesinin tüm hızıyla sürdüğünü göstermektedir.
Almanya’da da işçi sınıfı ve emekçiler, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, gasp edilmeye çalışan haklarına karşı grevler yaptılar, sokaklara çıktılar. Başta demiryolu işçileri olmak üzere ulaşım işçileri ve kamu emekçilerinin, ücretlerine zam ve daha iyi çalışma koşulları talepleriyle gerçekleştirdikleri grev ve eylemler, işçi sınıfının üretimden gelen gücünü bir kez daha gösterdi.
Emperyalist tekellerin merkezlerinin yoğun olarak bulunduğu ABD’de de işçi sınıfının mücadelesinde artış eğilimi yaşandı. İşçi sınıfının mücadelesi, konaklama ve gıda hizmetleri, eğitim, sağlık, ulaşım ve taşımacılık, otomotiv gibi sektörlerde yoğunlaştı. Bu mücadelenin 2023 yılında da devam etmesi beraberinde “iş durdurmalar bir norm haline gelebilir” yorumlarının yapılmasına, dahası “grev çağı” gibi başlıkların atılmasına neden oldu. Sağlık sektöründe çalışanlar, ABD tarihinde en büyük sağlık çalışanı grevini gerçekleştirdiler.
Yeni ve genç bir emperyalist güç olarak ortaya çıkan Çin’de ise resmi İşçi Sendikaları Federasyonu’nun dışında sendikal örgütlenme yasak olmasına, örgütlenme ve greve çıkma girişimlerine izin verilmemesine rağmen ülke çapında işçi eylemleri ve grevlerinde artış yaşanmaktadır. Örneğin Çin İşçi Bülteni’nin verilerine göre 2022 yılında gerçekleştirilen grev ve protestolar 830 iken, 2023 yılının ilk 6 ayında grev ve protestolar 741’e ulaşmıştır. İşçi sınıfının eylemleri; imalat, inşaat, hizmet, taşımacılık ve lojistik sektörlerinde yoğunlaşmıştır.
Ayrıca Çin’de resmi işçi sendikasının dışında da işçi komiteleri aracılığıyla grevler düzenlendiğine tanık olundu. Bunun bir örneği taşımacılık iş kolunda ülkenin en büyük gıda dağıtım platformlarından olan Meituan’da çalışan dağıtımcı kuryelerin, kötüleşen çalışma koşulları ve düşük ücretlere karşı düzenlediği grevdi.
Guangdong eyaletinin Shanwei ve birkaç kentinde daha kentinde yüzlerce kurye iş bıraktı. Çin İşçi Bülteni, Guangdong eyaletinde bulunan Shanwei’de, Meituan gıda dağıtım sürücüleri tarafından Mart ve Nisan aylarında üç grevin kayda geçtiğini bildirdi. Çin işçi sınıfının -etkisi dünya çapında da görülen- bir diğer direnişi ise Foxconn Fabrikası’ndaki işçi mücadeleleri oldu. Fabrikanın emperyalist tekel Apple’ın dünyanın en büyük fabrikası olması da bu etkide rol oynadı. Tayvan firması Foxconn’un Çin’deki fabrikasında, “kötü çalışma koşulları” ve “işçi intiharları”yla gündeme giren işçi direnişi, işçilerin polisle çatışmayı da kapsayan protestolarıyla başladı ve başarıyla sonuçlandı. Başkan Mao’nun ölümünden sora kapitalist yolcuların iktidarı ele geçirmesiyle sosyal emperyalist bir güce dönüşen Çin’in “yeni burjuvazi”ne karşı işçi sınıfı mücadelesi sürmektedir.
Çin işçi sınıfının ve kitlelerin mücadelesi içinde Başkan Mao’nun posterlerinin taşınmasından Enternasyonal Marşı’nın söylenmesine ve Marks ve Engels yoldaşlara atıf yapılmasına kadar bir dizi örneğin yaşanması, kitlelerin sosyalizm deneyimini halen bilinçlerinde taşıdıklarını göstermektedir. Özellikle gençliğin yüzünü işçi sınıfına dönmesi ve işçi sınıfı mücadelesine destek vermesi gibi gelişmeler dikkat çekicidir.
Genel olarak sürecin bize gösterdiği, “gelişmiş ülkeler” denilen kapitalist ülkelerde başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitlelerinin hareketliliğinin ve sınıf mücadelesinin çeşitli biçim ve içeriklerde sürdüğüdür.
Emperyalizme bağımlı ülkelerde sınıf mücadeleleri
Emperyalist tekeller arasındaki rekabet ve yer yer silahlı çatışmaya dönüşen pazar kavgası, emperyalist mali sermayenin tahakkümü altında olan yarı-sömürge, yarı sömürge/kapitalist, yarı-feodal ülkelerde daha fazla yaşanmaktadır. Emperyalist tekeller arasında rekabet; emperyalizme bağımlı ülkelerde askeri darbelere neden olmuş, bunun yanında Ukrayna’da savaşa dönüşmesinin getirdiği enerji fiyatlarında artış gibi nedenler emperyalizme bağımlı ülkelerde hakların yaşam ve çalışma koşullarını olumsuz etkilemiştir.
Bu ülkelerde işçi sınıfı ve emekçi halklar, başta ekonomik olmak üzere, sistemin kendilerine dayattığı ya da yaşamak zorunda oldukları koşullar nedeniyle isyan etmişler, sokaklara ve meydanlara çıkarak, grev ve gösterilerle tepkilerini göstermişlerdir. Bu ülkelerde halkın tepkisi ve öfkesi, hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelelerinde bir kaldıraç olarak kullanılmıştır. Emperyalist sermayeye bağımlı bu devlet yönetimleri halk kitlelerinin eylemlerini şiddet kullanarak bastırmaya çalışmışlardır.
Birçok ülkede halk kitleleri kendilerine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına, yolsuzluklara, akaryakıt ve gıda fiyatlarının artışına karşı isyan edip tepkisini gösterirken, bu isyan ve eylemlerin komünist bir önderlikten yoksun oluşu beraberinde süreç içinde kitlelerin bu hareketinin sönümlenmesine neden olmuştur. Birkaç örnek üzerinde durarak, işçi sınıfının ve ezilen dünya haklarının sınıf mücadelelerinin, emperyalizme bağımlı ülkelerde aldığı biçimlere değinmek yerinde olacaktır.
Örneğin eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri’nden biri olan Kazakistan’ın, kapitalist restorasyonla birlikte, Nursultan Nazarbayev adında bir komprador oligarkın “aile çiftliği”ne dönüşmesi karşısında, 2022 yılının hemen başında işçi sınıfı ve halk kitlelerinin isyan ettiklerine tanık olduk. Yolsuzluğun ve hırsızlığın ayyuka çıktığı ve devletin kurucu başkanı olan Nazarbayev’in kızlarıyla damatlarının da dolar milyarderi olduğu Kazakistan’da, yakıt fiyatları ikiye katlanınca petrol işçilerinin grevleriyle başlayan protestolar, diğer sektörleri kapsadı ve kısa süre içinde, ülkenin kuzey ve doğu eyaletlerine de yayıldı. Polisle çatışan eylemciler Almatı’da kent yönetim binasını ele geçirdi. Devlet yakıt ve temel gıda ürünlerine düzenleme getirirken, aynı gün halka ateş açmayı reddeden askerlerin yerine özel kuvvetler devreye sokuldu ve açılan ateşle çok sayıda kişi öldürüldü.
OHAL ilan eden yeni Başkan Tokayev’in yardım istediği Rusya, “barış gücü” adı altında ülkeye asker gönderdi. Başkan ve Nazarbayev dönemi tüm yetkililerinin istifasını, parti ve sendika kurma hakkının tanınmasını ve baskıların sona erdirilerek siyasi mahkumların serbest bırakılmasını isteyen halkın ayaklanması zor aracıyla bastırıldı. Nazarbayev tasfiye edilerek yerine bir başka komprador oligark olan Tokayev getirildi.
Kazakistan’a benzer bir ayaklanma, 2022 Mart sonunda Güney Asya ülkesi Sri Lanka’da yaşandı. Sri Lanka halkı elektrik kesintileri, akaryakıt ve temel gıda maddeleri ithalatının kısıtlanmasıyla fiyatların aşırı yükselmesi ve petrol istasyonlarıyla marketler önünde kuyrukların artması üzerine ayaklandı. Genel grevler ülkede yaşamı durdurdu.
Halk “Diktatör Gota” sloganlarıyla başkanlık sarayını bastı. Sri Lanka devlet başkanı Gotabaya Rajapaksa hükümeti düştü. Pek çok hükümet yetkilisinin arabaları ve evleri de bu süre içerisinde ateşe verildi.
Akaryakıt ve gıda maddeleri fiyatlarına yapılan zamlara karşı sokağa çıkan bir başka halk ise Ekvador halkı oldu. Ekvador’un devlet başkanı Guillermo Lasso, ekonomi politikaları nedeniyle yaşanan ekonomik kriz ve maden şirketlerinin çıkarlarını gözeten politikalarına karşı halk, Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu’nun (CONAIE) çağrısıyla 13 Haziran’da 11 bölgede sokağa çıktı. Ekvador devleti OHAL ilan edip, halkın gösterilerini “darbe girişimi” olarak tanımladı. Eğitime ayrılan bütçenin artırılması, akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi ve gıda ürünleri fiyatlarının kontrol altına alınması talepleriyle 18 gün süren ve biri asker 7 kişinin öldüğü gösteriler, benzin fiyatlarında % 5’lik indirim ve diğer hizmetlerin iyileştirilmesi sözü verilmesiyle sona erdi. Emperyalist tekeller arası rekabetin bir diğer yansıması ise ezilen bağımlı ülkelerde darbeler ve darbe girişimleri olarak ortaya çıkmıştır.
Bunların yoğun olarak yaşandığı yer Afrika kıtası olmuştur. Afrika kıtası halklarının, emperyalist sömürgeciliğe karşı zengin bir mücadele tarihi vardır.
Dünya genelinde yaşanan askeri darbelerin ezici çoğunluğunun Afrika’da gerçekleştirilmiş olması, “kara kıta”nın emperyalistler arası rekabetten doğrudan etkilendiği anlamına gelmektedir.
Bu ülkelerden birisi ardı ardına askeri darbelerin yaşandığı Sudan’dır. Nisan 2019’da gerçekleşen askeri darbenin ardından 4 ay süren bir ayaklanmaya dönüşen kitle hareketi, darbenin başını çeken güçlerin kitle hareketine önderlik edenlerin bir kısmını yanlarına çekmesiyle kurdukları “Geçici Egemenlik Konseyi” aracılığıyla bastırıldı. Ekim 2021’de gerçekleşen ikinci darbeyle, darbeciler iktidarlarını sağlamlaştırsalar da, çok geçmeden Nisan 2023’te iktidar klikleri arasında çatışma başladı.
Sudan’da iktidar klikleri arasında yaşanan çatışmalar, altın madenleri açısından zengin olan ülkenin yeraltı kaynaklarının paylaşımı ve ABD-AB emperyalistleri ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesinden bağımsız değildir. Afrika’da Burkina Faso’da Fransız emperyalizmiyle ilişkili olan bir grup asker 2022 Ocak’ında fakirliği ve yolsuzluğu, “cihatçı teröristlerle başarısızlığı” gerekçe göstererek gerçekleştirdikleri darbeyle yönetime el koydu.
Darbelerin arkasında elbette Fransa ile Rusya emperyalistlerin ülkedeki hakimiyet mücadelesi vardı.
Mali, Çad, Gine, Nijer ve diğer Afrika ülkelerinde darbelere son bir örnek, Fransız sömürgesi olan Gabon’da yaşandı. Darbe, Fransız ve Rus emperyalistlerinin mücadelesinin bir ürünü olarak şekillenmiştir. Afrika kıtasına Rusya ve Çin emperyalistlerinin son dönemde artan sermaye yatırımları beraberinde, bu kıtadaki emperyalist sermayeyle ilişkili hakim sınıf klikleri arasında iktidar mücadelelerine neden olmaktadır.
Peru’da Peru Komünist Partisi önderliğindeki Halk Savaşı’nın yenilgisinden sonra ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını neo-liberal ekonomik politikalarla emperyalist mali sermayenin sömürüsüne daha fazla açan ve böylelikle Peru halkının yoksullaşmasını sağlayan Peru hakim sınıfları, halkın öfke ve tepkisini “solcu” bir adayı başkan seçerek dindirmek istemişlerse de, kısa bir süre sonra darbeyle onu uzaklaştırmışlardır. ABD emperyalizmi destekli Peru hakim sınıflarının gerçekleştirdiği darbeye karşı halk direnmeye çağırılmıştır. Bu çağrıya yanıt olarak sokaklara çıkan halka devlet güçleri saldırmış, katliam yapmış ve darbeyi protesto edenleri bastırmak için OHAL ilan edilmiştir. Peru’da son yaşananlar, emperyalizme bağımlı ülkelerde seçimlerin formaliteden olduğunu kanıtlamasının yanında, halkın içine düşürüldüğü yoksulluğa ve açlığa karşı tepkisinin düzen içi çözümlerle giderme politikasının da sınırlarını göstermiştir.
Bu süreçte ezilen dünya haklarının gündeminde olan bir başka ülke ise İran olmuştur. Her ne kadar İran’da 2022 Eylül’ünde başlayan halk hareketini, kadınlara dayatılan “başlarını örtme” zorunluluğu ve saçı göründüğü için tutuklanan Jina Mahsa Amini’nin gözaltında öldürülmesi tetiklemiş olsa da, İran’da kitlelerin hareketi sadece bununla sınırlı kalmamıştır. M.Amini’ni rejim güçleri tarafından öldürülmesine karşı kitlelerin eylemleri, İran’ın bütün şehirlerine yayılarak bir ayaklanmaya dönüşmüştür.
Üniversite ve liselerde öğrenci ve öğretmenler boykotlar düzenlerken, petrokimya, rafineri, gıda, gaz, demir-çelik ve lastik vb. işçilerinin fabrikalarında işçi konseyleri kurarak haftalar süren grevleri yaşanmıştır. Halk hareketi, Jina Mahsa’nın ölümü nedeniyle başladı ancak dayanakları çok genişti. İran halkının isyanının arka planında “batı emperyalizmi”nin ülke üzerinde yaptırımlarının ağırlaştırdığı kapitalist ekonominin tıkanıklıklarıyla rejimin sosyal uçurumu derinleştiren gerici ekonomi politikaları ve zorbalığı, yüksek oranlı işsizlik, sürekli artan gıda fiyatları, özelleştirmeler başta olmak üzere neo-liberal reformlar ve yolsuzluklar tepkilerin nedenleri arasındaydı.
İşçi ve halk hareketi karşısında uzun süre aciz kalan gerici İran rejimi, bilinen bir kara propagandaya başvurarak “dış güçler” yalanını ileri sürdü ve halkın Amerikan karşıtlığını kullanarak hareketi bölme ve yatıştırma politikası izledi. Umduğunu bulamayınca da tutuklamalarla, göstericilere yönelik silah kullanma ve idamlarla halk hareketini bastırmaya yöneldi. Gösterilerde, aralarında çocukların da olduğu 524 kişi katledildi.
Son olarak emperyalist tekellerin daha fazla kâr elde etmek için üretim süreçlerini yarı-sömürge ülkelere kaydırmasının bir ürünü olarak emperyalist tekstil tekellerine, fason üretim merkezi haline dönüştürülen Bangladeş işçi sınıfının mücadelesine değinmek gerekir. Dünyanın en büyük ikinci hazır giyim üreticisi olan Bangladeş’te on binlerce tekstil işçisi 23 Ekim 2023’ten itibaren, polisin tüm saldırılarına rağmen “sefalet ücreti”ne karşı protesto gösterileri ve eylemler gerçekleştirdiler.
Ülkede çoğunluğu kadınlardan oluşan 4 milyon işçinin çalıştığı 3.500 kadar tekstil ve konfeksiyon fabrikası bulunmaktadır. Bu fabrikalar esas olarak emperyalist tekellerin fason üretimini gerçekleştirirken, işçilerin temel ihtiyaçlarını karşılamaya dahi yetmeyecek bir “asgari ücret” vererek sömürüyü daha katmerli hale getirmek istiyorlar. Tekstil işçileri, yaşam maliyetlerindeki keskin artışın kendilerini ailelerini geçindirmeye yetmediği gerekçesiyle grev yaptılar. Gerçekleşen eylemlerde en az dört işçi polis tarafından katledildi.
Yine Bangladeş’te 1971’deki Bağımsızlık Savaşı’na katılanların ailelerine kamu sektöründe kontenjan ayrılmasına karşı geçtiğimiz yıl, üniversite öğrencilerinin haftalarca süren ve yüzlerce öğrencinin katledildiği eylemler, Başbakan Şeyh Hasina’nın helikopterle ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı.
Devrimci ve komünist hareketin durumu
20. yy’ın sonlarında sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler, modern revizyonistlerin yüzlerindeki sosyalist maskeyi çıkarıp atması ve açıktan kapitalizme geçmeleri sonrasında; emperyalist kapitalist sistem “sınıflar mücadelesi”nin bittiğini propaganda etmiş ve “tarihin sonu”nun geldiğini iddia etmişti.
ABD emperyalizmi emperyalist tekellerin sözcüsü olarak “dünyanın tek hakimi” olarak ilan edilmişti. Bu süreçle birlikte uluslararası alanda devrimci ve komünist harekete yönelik tasfiye saldırısı da başlatılmıştı. İdeolojik alanda, “ideolojilerin öldüğü” propagandasıyla devam ettirilen bu süreç aynı zamanda kültürel, askeri vb. her alanda tam bir karşı-devrimci saldırı olarak sürdürüldü. Ne var ki “kapitalizmin zaferi” denilen şey, kapitalizmin kendi iç işleyişi gereği mümkün değildi.
Özel mülkiyetin doğasından kaynaklı olarak sermaye merkezileştikçe tekelleşmenin yaşanması ve bunun da zafer ilan eden emperyalist tekellerin kendi arasındaki rekabeti artırması beraberinde ABD öncülüğünde ilan edilen emperyalist tekellerin “barışı” ve “tek kutuplu dünya”nın yerini, yeni emperyalist tekellerin ve bunların sözcüleri olan genç emperyalist devletlerin ortaya çıkmasıyla son buldu. 20. yy’ın sonlarında ilan edilen “tek kutuplu dünya” yerini emperyalist kapitalist sistem temel olmak üzere “çok kutuplu dünya”ya bıraktı. Bu durum uluslararası alanda emperyalist kapitalist sistemin hareketini belirledi.
Çeşitli emperyalist devletlerin önderliğinde kamplar şekillendi. Emperyalist tekellerin sözcüleri olan devletlerin oluşturduğu bu kampların birbirleriyle mücadelesi ortaya çıktı. Emperyalist tekeller görece zafer ilan ettikleri bu süreçte uluslararası planda işbölümünü yeniden örgütlediler. Kapitalist devletler, sosyalist sistemin varlığı ve işçi sınıfının mücadelesi karşısında uyguladıkları ve “sosyal devlet” adını verdikleri politikaları adım adım değiştirmenin, işçi sınıfının ve emekçi halkın kazanımlarını gasp etmenin adımların attılar.
Kapitalizmin kendi doğasının ürettiği kapitalist krizleri ve kâr oranlarının düşmesini, “neo-liberal” politikalar adı altında, üretim süreçlerini emperyalizme bağımlı ülkelere kaydırarak çözmek istediler. Böylelikle emperyalizme bağımlı ülkelerde, başta yoğun artı-değer sömürüsü olmak üzere kendisi açısından kâr kaybına neden olan bir dizi maliyetten kurtulmak amaçlanıyordu. Emperyalizme bağımlı, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarı-feodal ülkeler, emperyalizmin “neo-liberal” politikalarıyla, emperyalist sermayenin tam bir talanına maruz bırakıldı.
Bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynakları, emperyalist sermayenin daha fazla kâr elde etmesi amacıyla daha fazla yağmalandı. Bu durum emperyalizme bağımlı ülke halklarının daha da yoksullaşmasına neden oldu. Emperyalist tekellerin bu “yeni” yönelimiyle emperyalist kapitalist merkezlerde, “sosyal devlet” politikalarını adım adım değiştirmesi, işçi sınıfı ve emekçi halkın kazanımlarının, burjuvazinin çıkarları uğruna gasp edilmesi beraberinde emperyalist kapitalist merkezlerde “küreselleşme karşıtı” adı verilen, çeşitli “anti-kapitalist” reformist hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu hareketler gerçekte kapitalist sistemin kendisine değil de sonuçlarına itiraz ediyorlardı.
Emperyalist kapitalist merkezlerde komünist partilerin zayıflığı ve örgütsüzlüğü bu hareketlerin, sınıf mücadelesi içinde doğru temelde örgütlenmesini engelledi. Sosyalizm maskeli modern revizyonizmin ve Troçkizm’in de bunda rolü büyüktü. Bu süreçte emperyalizme bağımlı yarı-sömürge, yarı-sömürge/kapitalist, yarı-feodal ülkelerde ise, emperyalizmin uluslararası işbölümünü yeniden örgütlemesine paralel, bu ülkelerde yaşanan değişim ve dönüşümler, çeşitli sınıfların temsilcilerinin mücadelelerine yol açtı.
Kimi ülkelerde küçük burjuva devrimci örgütlerin mücadelesinin yanında, komünist partilerin örgütlü olduğu ülkelerde de mücadelelerin sürdürüldüğünü kaydetmek gerekir. Bu süreç içinde aynı zamanda ezilen uluslar da çeşitli biçim ve içeriklerde mücadelelerini sürdürdü.
Meksika’daki Zapatistalardan Sri Lanka’daki Tamil Kaplanlarına ve Ortadoğu coğrafyasında Filistin Ulusal Hareketi’nden Kürt Ulusal Hareketi’ne kadar bir dizi anarşist, reformist, devrimci örgüt mücadelelerini sürdürdü. MLM hareketler açısından bu süreç Peru Komünist Partisi’nin yükselttiği Halk Savaşı’yla yanıtlanmış olsa da, PKP’nin önderi Gonzalo yoldaşın tutsak edilmesi ve ardından da Peru devriminin yenilgiye uğramasıyla kesintiye uğradı. Peru devrimini takip eden Nepal devriminin iktidarı alma aşamasında önderliğinin ihanetiyle sınıf işbirlikçi bir çizgiye kayması komünist hareketin bir başarısızlığı olarak kayda geçti. Bu ihanetin ardından komünist hareket bugün yeniden örgütlenme içerisindedir. Son olarak Nepal’deki komünist hareket Nepal Devrimci Komünist Partisi (NDKP) olarak birleştiğini duyurdu.
Hindistan’da komünist hareket 21. yy’ın başlarında birleşti ve özellikle kırsal alanlarda kitleler içerisinde örgütlenmesini sağlamlaştırdı. Filipinler’de ise komünist hareket istikrarlı bir şekilde mücadelesini sürdürdü.
Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ise Hindistan’da sınıf mücadelesine önderlik etme ve Halk Savaşını yükseltme mücadelesi içinde, Hindistan devletinin çeşitli kampanyalar adı altında sürdürdüğü karşı-devrimci saldırılarına başarılı bir şekilde yanıt verdi ve mevzilerini korudu. Hint gericiliğinin komünist hareketi kırsalla sınırlama politikası doğrultusunda HKP (Maoist)’in şehir faaliyetlerine yönelik karşı-devrimci saldırılar artırıldı ve pek çok tutuklama yapıldı. Yanısıra Kaagar adı altında yürütülen karşı-devrimci operasyonda HKP (Maoist)in Merkez Komitesi üyeleri ve Genel Sekreteri olmak üzere çok sayıda merkezi ve eyalet düzeyindeki kadrosu katledildi.
Filipinler’de de, Filipinler Komünist Partisi’ne yönelik Filipin devletinin artan karşı-devrimci saldırıları mevcut. ABD ve Çin emperyalistlerinin artan çelişkisine paralel, ABD emperyalizminin Çin’i çevreleme siyasetinde Filipinler’in jeo-stratejik önemi, Filipinler’de ABD askeri üslerinin kurulmasını ve dahası Filipinler gericiliğinin daha fazla ABD emperyalistlerine bağlanmasını doğurmuştur.
ABD’nin Filipinler üzerinde artan etkisi beraberinde Filipinler devletinin komünist harekete yönelik saldırılarını daha da artırmış durumdadır. Bu saldırılarda Filipinler Komünist Partisi kayıplar vermiştir.
Sonuç olarak;
Bütün bu olgu ve gelişmeler, emperyalist-kapitalist merkezlerde ve emperyalizme bağımlı ülkelerde işçi ve emekçilerin zor koşullarla karşı karşıya olduğunu, ancak koşulları değiştirmek için mücadele eğiliminin giderek güç kazandığını gösteriyor.
Emperyalist kapitalist merkezlere işçi ve emekçiler genel olarak “yaşam standartlarını”, yaşam ve çalışma koşulları korumak için grevler ve gösteriler gerçekleştirirken, emperyalizme bağımlı ülkelerde işçi sınıfı ve emekçiler, artan gıda ve enerji fiyatlarından, açlık ve yoksulluğun derinleşmesinden, iktidar yolsuzluklarına kadar bir dizi nedenden dolayı sokağa çıkmakta, yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek için grev yapmakta, eylemler gerçekleştirmektedirler.
Uluslararası alanda tek tek ülkelerde bu tür eylemlerin yanında örneğin İsrail’in Gazze’ye ve Filistinlilere yönelik katliam saldırılarında olduğu gibi doğrudan siyasal taleplerle eylemler de gerçekleştirilmektedir. Bazı ülkelerde işçi sınıfı bu taleple iş bırakır, İsrail’e sevkiyat yapan gemilere yükleme yapmayı reddederken, dünya halklarının büyük çoğunluğu, sokaklara çıkarak, İsrail’i protesto etmişler, “kendi” hükümetlerinin politikalarına karşı çıkmışlardır.
7 Ekim 2023 sonrasında İsrail Siyonizminin ve emperyalizmin bütün medya kampanyalarına rağmen 80’den fazla ülkede, İsrail’i kınayan ve Filistin halkını destekleyen eylem ve gösteriler yapıldı.
Özellikle Kazakistan, Sri Lanka halkının ve son olarak Bangladeş işçi sınıfı ve halkının eylemlerinin bize gösterdiği gerçek şudur: İşçi sınıfı ve ezilen dünya halkları isyan etmekte ve mücadelelerini sürdürmektedir. Sınıf mücadelesi dünya çapında çeşitli biçim ve içeriklerde sürerken, emperyalist kapitalist merkezlerde yükselen işçi sınıfı grevleri ve kitle gösterileri, emperyalizme bağımlı ülkelerde Kazakistan ve Sri Lanka’da olduğu gibi halk isyanlarına dönüşmekte, Bangladeş’te olduğu gibi işçi sınıfının günlerce süren grev ve eylemleri, devlet güçlerinin silahlı müdahalesi ve katliamlarına rağmen sürmektedir.
Halk isyanları, bu isyanlara önderlik edecek gerçek bir komünist partisinin eksikliğine işaret etmektedir. Kazak halkının isyanı komünist bir parti önderliğinden yoksun olduğu için, kısa bir süre sonra, ülke dışından askeri güç takviyesi ve hakim sınıf kliklerini birbirlerini tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Benzer durum Sri Lanka’da da yaşanmıştır.
Halk isyan etmiş, başkanlık sarayı başta olmak üzere devlet iktidarının önemli merkezlerini ele geçirmiş, hakim sınıfların temsilcilerini doğrudan hedef almıştır. İktidarda bulunanlardan bazıları istifa edip, yurtdışına kaçmıştır. Sri Lanka’daki halk isyanı da komünist bir parti önderliğinde gelişmediği için, işçi sınıfı ve halkın iktidarıyla sonuçlanamamıştır.
Bu ülke halklarının isyanlarının ezilen dünya halklarına verdiği esaslı derslerden birisi de emperyalizm tarafından baskı altında tutulan, yarı-sömürge koşullara sahip ülkelerde bile silahlı halk ayaklanması yoluyla devrimin mümkün olduğudur. Kazakistan’da ve Sri Lanka’da bir devrimin gerçekleşmemiş olması bu dersi geçersiz kılmamaktadır. Aksine burada temel meselenin bir kez daha öncünün örgütlenmesi meselesi olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla komünistler üzerlerine düşen tarihsel rolü oynamalıdır. Günümüz koşulları birbirlerinden kopuk uluslararası komünist partilerin aralarında ilişkileri geliştirmelerini, uluslararası durumu tahlil etmelerini, sorunları masaya yatırmalarını ve alternatif stratejik-politik-örgütsel belirlemeler yaparak dağınıklığa, kendiliğindenciliğe, birbirlerinden kopukluğa müdahale etmelerini ve mücadeleyi daha ileri taşıyacak MLM hattında nesnel kararlar almalarını da emretmektedir.
Emperyalistler arası kutuplaşma ve pazar savaşının günümüzde daha agresif hal alması bunun daha zorunlu kılmaktadır. Nasıl ki her örgütlenme bir ihtiyacın ürünüyse, uluslararası alanda günümüz koşulları da enternasyonal örgütlenmeyi dayatmaktadır. Bu aynı zamanda yeni bir komünist enternasyonalin zeminini oluşturacaktır. Bu örgütlenme daha önceki komünist enternasyonal deneyimlerinden ve özellikle DEH tecrübesinden öğrenmelidir. Elbette ki bu örgütlenme ve mücadele her komünist partisinin kendi ülkelerindeki mücadeleyle birlikte yürütülmelidir.
İşçi sınıfının ve dünya halklarının tek tek ülkelerde gerçekleştirdiği eylemlerin yanında uluslararası düzeyde sınıflar mücadelesinin bu seyri her bir ülkede ileri işçi ve emekçilere, işçi sınıfının öncülerine, komünistlere tarihsel görevlerini oynama görevini yüklüyor.
Özellikle emperyalist bir paylaşım savaşı tehlikesinin gündemde olduğu bir dönemde, emperyalist kapitalist merkezlerde komünist parti ve örgütlenmelerin, bir paylaşım savaşına göre hazırlanması önemlidir: “Savaş meselesine gelince, kapitalist ülkelerdeki Komünist Partileri kendi ülkeleri tarafından yürütülen emperyalist savaşlara karşı çıkarlar. Eğer böyle savaşlar patlak verirse, bu Partilerin siyaseti, kendi ülkelerindeki gerici hükümetlerin yenilgiye uğramalarını sağlamaktır. Komünist Partilerinin vermek istedikleri tek savaş, hazırlanmakta oldukları iç savaştır.”
Emperyalist tekellerin artan rekabetinin, emperyalist tekellerin sözcüsü devletler arasında yeni ittifak ilişkilerine ve kamplaşmalarına yol açtığı, emperyalist kamplar arasında çelişkinin keskinleştiği bir sürecin içindeyiz.
Emperyalist tekeller arasında çelişkinin keskinleşmesi yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlığı da içermektedir.
Bu bağlamda;
1- Dünyada ekonomik kriz dalgası giderek derinleşmekte ve genişlemektedir. 2008 yılında başlayan kriz, kısa süreliğine yönetilmeye çalışılsa da emperyalist sistem, krizi atlatabilmiş değildir. Pazarların yeniden paylaşılması mücadelesi derinleşmektedir. Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki rekabet, hakimiyet ve üstünlük mücadelesi hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
2- Gelinen aşamada emperyalistler arası bloklaşma ve saflaşma daha da belirgin hale gelmiştir. ABD-İngiltere ve Avrupa Birliği bir blok; Çin sosyal emperyalizmi ve Rusya emperyalizmi bir diğer bloku oluşturmaktadır.
3- Süreğen krizini çözemeyen emperyalist ülkeler, süreçlerini savaşla çözme yönünde attıkları adımları hızlanmıştır. Emperyalist paylaşım savaşı tehlikesi giderek artmaktadır. Emperyalist güçler, askeri olarak her geçen yıl silahlanmaya ve savaşa daha fazla ağırlık vererek hazırlanmaktadırlar. Faşist partilerin iş başına gelmesi, ırkçılığın giderek tırmanması, yabancı ve göçmen düşmanlığının artması, demokratik ve sosyal haklarda sınırlandırmalar, antidemokratik yasaların ardı ardına çıkartılması savaşa hazırlık olarak okunmalıdır.
4- Dünyadaki ve Ortadoğu’daki gelişmeler açık olarak göstermiştir ki savaşın baş kışkırtıcısı ABD ve İngiliz emperyalizmidir.
5- Emperyalist savaşa karşı dünya çapında ve kıtalarda anti-emperyalist cephelerin kurulması komünist, devrimci ve tüm savaş karşıtı güçlerin önemli gündemlerinden biri haline gelmiştir.