İsrail’in soykırımı ve Arap devletlerinin tutumu…
“Filistin Direnişi gibi güçlü bir damara ve geçmişe sahip bir direnişin devletlerle anlaşması, uzlaşması, ittifak kurması yanlış olmayıp; direnişi güçlendirdiği sürece onaylanabilecekken; devletlerin dış politika eklentisine dönüşerek, direnişin belini kırabilmektedir.”
31 Ağustos 2024
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te yaptığı saldırının ardından bugüne kadar yaşamını yitiren Filistinli sayısı 40 bine ulaştığı halde Arap devletleri, hala etkili bir tavır ortaya koymamıştır.
Yıllardır Filistin’i destekliyormuş gibi yapan Arap devletleri, Filistin Devleti’nin kuruluşunu da hiçbir zaman doğrudan ve cesurca desteklememişlerdir. Filistin’deki Müslümanlarla aynı dini ve etnik kimliklere sahip olan Arap devletleri, Filistin sorununu kendi tabanlarını konsolide etmek, askeri-politik güçlerini artırmak veya rakip devletleri zayıflatmak için kullanmaya devam etmektedirler. Milyonlarca Filistinli mülteciyi de ucuz işgücü olarak kullanıp zenginliklerine zenginlik katmaktadırlar.
Müslüman çoğunluğa sahip Türk devleti, Siyonist İsrail devletini Ortadoğu’da ilk tanıyan devlet olurken; 1976’da Mısır, 1993’te Ürdün Haşimi Krallığı İsrail devletini resmi olarak tanımıştır. Her üç devlet de bu resmi tanıma karşılığında ABD emperyalizminden yüklü miktarda para ve silah aldığı gibi Ürdün hala yıllık 3 milyar dolar askeri yardım alıyor. 1970 yılında, Filistinli militanlara sınırını kapatan ve Filistinli katliamı gerçekleştiren Ürdün, İsrail’le 1993’ten beri ekonomik ilişkilerini sürdürmüş ve 7 Ekim sonrasında İran’ın İsrail topraklarına yaptığı füze saldırısında topraklarını -İsrail’in savunulması için- ABD emperyalizmine kullandırtmıştır.
Mısır, Nasır’ın ölümünden sonra Rus Sosyal Emperyalizminin himayesinden çıkıp ABD emperyalizminin himayesine geçmiş ve İsrail yanlısı politikayı bugüne kadar sürdürmüştür. Müslüman Kardeşler, Hamas, İslami Cihad gibi örgütlerin rekabet alanını sürekli daraltan Mısır, İsrail’in en önemli istihbarat kaynakları arasında yer almaya devam ediyor. Gazze’nin İsrail dışına açılan tek sınır kapısı olan Refah Sınır Kapısı’nı sık sık kapatan Mısır, 7 Ekim sonrasında da bu sınır kapısını hemen kapatarak katliama verdiği zımni desteğin, açlık krizine evrilmesini sağlamıştı.
Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) devletleri olan S.Arabistan, Katar, BAE, Bahreyn, Kuveyt ve Umman 2020’den sonra İsrail’i resmen tanıyarak Filistin direnişine büyük bir darbe indirmiştir. Bu darbenin yarattığı avantajı, Hamas’ı yok etmek için kullanan İsrail, 7 Ekim saldırısını da bu hedefi için temel gerekçelerden birisi olarak kullanmış ve katliamı bu eksende meşrulaştırma çabasına girmiştir. KİT devletlerinin hiçbirisi, İsrail’in hedefine ulaşmak için on binlerce Filistinliyi katletmesine yönelik güçlü bir ses çıkartmamıştır. KİT devletlerinin tümü, ABD emperyalizminin hegemonyası altındadır ve zenginliklerini bu emperyal güce olan bağımlılıklarıyla koruyorlar. Zenginlik ve güç için, din kardeşi dediği Filistinlilerin katledilmesine, aç-susuz bırakılmasına ses çıkartmadıkları gibi, İsrail Devleti’nin meşruiyetini artırmak için hazırlanan yeni bir ticari yol projesine hemen onay verdiler. Çin emperyalizminin Kuşak Yol Projesi’ni zayıflatmak ve İsrail’in Ortadoğu’daki etkinliğini artırmak amacıyla Hindistan, BAE, S.Arabistan, Ürdün, İsrail ve Yunanistan hattına kurulması planlanan yeni ticari yol için KİT devletleri, kesenin ağzını açtılar. Dahası Doğu Akdeniz’de yeni keşfedilen ve milyarlarca metreküpü bulan doğalgazdan pay alabilmek için Gazze’nin toplam imhasına ses çıkartmıyorlar.
Filistin’i daima desteklediğini ifade eden Fas ve Cezayir bile ABD emperyalizminin desteği uğruna Gazze katliamına karşı güçlü bir tepki koymadı. Bu tabloda Müslüman kimliğiyle öne çıkıp Filistin’e desteğini sürekli ifade eden AKP hükümetinin 7 ay boyunca İsrail Ordusu’na yakıt sattığı ve milyarlarca dolarlık ticaretini kesmediği ortaya çıktı. “Ticaret başka savaş başka” diyen bir AKP’li bakan, paranın yüzünün, kan ve katliamdan daha değerli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. “Bir damla petrol bir damla kandan değerlidir” diyen zamanın hegemon devletlerinin zihniyeti, güçlenme hayali kuran zayıf devletlerde de hâkim olduğundan dolayı, Gazze katliamına dair tutarlı bir devlet tavrı görmek mümkün değildir.
Ancak bu tutarsızlıkların sürmesinde Filistin Direnişi’nin en önemli/etkili bileşenlerinin, devlet merkezi direniş tarzının da etkisi olduğu söylenebilir. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasından bu yana etkili olan üç ana akımın (ulusalcı, dini, Marksist) en önemli temsilcileri arasında yer alan El Fetih (ve FKÖ), Müslüman Kardeşler (1987 sonrası Hamas) ve FHKC, daima Arap devletleri ile İran veya Türkiye gibi Arap olmayan Müslüman çoğunluklu devletlere yaslanmışlardır. Bu devletlerin dış politikalarına sık sık eklemlendikleri gibi Lübnan İç Savaşında olduğu gibi işgalci konumdaki Suriye Devleti’ne karşı savaşmak bir yana; onun katliam ve saldırılarına bile ses çıkartmayı, direnişin zayıflaması olarak gören bir algı hâkimdi. Bu devlet merkezci çizgiyi sürdüren Hamas, KİT devletlerinin yanısıra İran ve Katar’a yaslanarak direnişi güçlendirebileceğini umut etti. Ancak devletlerarası güç dengelerinin bir eklentisine dönüşmekten kendini kurtaramadığı gibi, bu devletlerle tutarlı bir ilişki geliştirdiği de söylenemez.
İsrail Devleti’ni işgalci ve sömürgeci olarak gören Hamas, bütün İsrailli yerleşimcilerin/vatandaşların bu işgale ortak olduğunu savunup, iki devletli çözüm ve barış için mücadele eden İsraillileri de düşmanlaştırırken, dünya kamuoyunun desteğini ve yaslandığı devletlerin desteğini zayıflatmıştır. Bu sebeple Gazze’deki katliama, ilk başlarda çok az tepki olmuştu. Tepki ve protestolar, katledilen çocuk ile kadın sayısı ve yıkılan ev sayısı artınca büyümüştür.
Hamas’ın politik zafiyetini derinleştiren FKÖ’nün öncü gücü El Fetih ise 2006’daki seçim mağlubiyetinin de hazımsızlığıyla, İsrail Devletinin adeta vahşi gibi hareket ederek Hamas’a saldırmış ve direnişi pasifize etmeyi merkezi görev saymıştır. Bunun karşılığında her yıl ABD emperyalizmin ve AB devletlerinden yüz milyonlarca dolar alan El Fetih, Batı Şeria’daki –deliş deşik edilmiş- “egemenliğini” korumak adına kadim Filistin Direnişi’ni zayıflatıp İsrail Devleti ve ABD emperyalizminiye endeksleyen bir hatta sokmaya çalışmaktadır. El Fetih, Gazze katliamını da sadece kınamakla yetinmiştir.
Dolayısıyla Filistin Direnişi gibi güçlü bir damara ve geçmişe sahip bir direnişin devletlerle anlaşması, uzlaşması, ittifak kurması yanlış olmayıp; direnişi güçlendirdiği sürece onaylanabilecekken; devletlerin dış politika eklentisine dönüşerek, direnişin belini kırabilmektedir. Hamas, KİT devletlerinin tümünün İsrail Devleti’ni resmen tanımasıyla aldığı darbeden ders çıkartmak yerine; devletlere daha fazla bel bağlayan politik hattını sürdürerek, bölgenin ve dünya halklarının desteğine yoğunlaşmayı ihmal etmiştir.
Bir direnişin içsel gücü kadar dış desteği, özellikle Filistin sorunu gibi adeta küreselleşen bir sorunda çok önemlidir. Dolayısıyla direniş hattı ve eylem çizgisi bu iki gücü (içsel ve dışsal gücü) koruyup güçlendirme ekseninde örülmelidir. Türkiye’deki devrimci-demokratik hareketlerin de eleştiri ve desteklerini bu eksene kanalize ederken, daha güçlü sesle/tepkiyle Filistinlilere destek vermesi hem insani/vicdani hem politik açıdan önemlidir. Filistin sorununun çeşitli türden politik hareketleri bir araya getirebilme potansiyeli, daha geniş tabanlı, destek ve teşhir hareketi geliştirmek için kullanımalıdır.