
HTŞ’nin Alevi Katliamı, Kendi İktidarını Tahkim Etmenin Aracı
Bugün Suriye’de yaşanan, dün diğer komprador devletlerin kuruluşunda yaşanmıştır. Yaşanan durum, yeni bir olgu değildir. Kompradorlaşmaktan başka çaresi olmayan yerel sermaye sınıflarının başvurdukları ilk şey, halkın üzerinde baskı kurmalarıdır.
12 Mart 2025
Eski DAİŞ mensubu, gerici El Nüsra Cephesi kurucusu ve El Kaide’den kopma selefist Golani ya da burjuva basının şişirme ismi ile Ahmet Eş Şara’nın dilinden dökülen tehdit sözleri, Suriye’nin sahil kentlerinde Alevi katliamlarının devam edeceğenin işaretlerini verdi.
Alevilerin yoğun yaşadığı bölge halkının HTŞ rejiminin katliam ve talanına karşı özsavunma gerçekleştirmesi, Golani yönetiminin takviye güçler göndermesine yol açtı. Golani’nin “Bazıları yeni Suriye’yi test etmeye çalışıyor” çıkışının ana teması, halkın katliamlara karşı sessiz kalmaması ve direniş sergilemesidir.
Bölgede yaşanan katliamlar hakkında verilen bilgiler, SOHR (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi) kaynaklı. Bunun dışında sosyal medya üzerinden birçok bilginin dolaştığı ancak bunların teyide muhtaç olduğu bilinmektedir. Sadece SOHR verileri ile bakıldığında 500’ü aşkın insanın katledildiği basına yansımıştır. Bu sayı, katliam için saldıran HTŞ güçleri ve bölge halkının toplam kayıpları olarak veriliyor.
Son verilere göre 300’den fazla Alevi halkından insanın katledildiği bildirildi. SOHR’un verdiği bilgi, Alevilerin büyük oranda infaz edildiğini yönünde. SOHR, “Kurbanların büyük bir çoğunluğu Savunma ve İçişleri Bakanlığı ile bağlantılı unsurlar tarafından infaz edildi” ifadeleri ile bölgede yaşanan katliamları kamuoyuna duyurdu.
“Eski Rejim kalıntıları” mı, HTŞ’nin halkı bastırma hamlesi mi?
Şam yönetimine göre bölgede yaşanan katliamlar, “eski Rejim kalıntılarına yönelik operasyonlarda mukavemet gösteren Rejim suçluları“. Ancak gerçekte yaşanan ise, 8 Aralık’tan beri Şam’ı elinde tutan selefist akım HTŞ’nin bu süreci halkı bastırmak için kullanmak istemesidir.
Bunun en temel itici faktörü ise elbette katledilenlerin Alevi inancına mensup olmasıdır. Hem BAAS Rejimi’nin destekçileri olarak kamuoyuna sürekli bilgi pompalanmakta, diğer yandan DAİŞ sürecinde yaşanan iç savaşta Sunnilere katliam yapıldığı ve bunun baş sorumluluları olarak Şii ve Alevi halkı gösterilmektedir. “Yeni” Şam Rejimi’nin Alevi katliamlarına “meşruluk” kazandırma siyasetinin ana halkasını oluşturmaktadır.
Daha şimdiden eski rejim unsuru Tümgeneral İbrahim Huveyce’nin Lazkiye’nin Ceble kentinde yakalandığı haberi ile meselenin “BAAS’a karşı bir oprasyon” olarak lanse edilme çabaları, bölgede yaşanan katliam gerçekleğini perdeleyemiyor. Lazkiye, Tartus, Humus kentleri ve kırsalı ile tüm sahil kent bölgesi, HTŞ tarafından “operasyon bölgesi” olarak belirlendi ve katliamların odağında ise özellikle Tartus ve Lazkiye kırsalında yaşayan Alevi halk bulunuyor.
Bu alanda yaşanan çatışmalarda bölge halkının HTŞ’ye karşı önemli bir direniş gösterdiği görülüyor. Alan hakimiyetini sağlamada başarısız kalan HTŞ güçlerinin giderek daha fazla sivil katliama ve talana başvurmasının arka pencerisinde, “gücünün test edildiği” tedirginliği bulunuyor. SOHR, bugüne kadar HTŞ’nin 200 civarında kaybının olduğunu duyurdu. Özellikle Lazkiye kırsalı olan Ceble kenti çevresi direnişin en güçlü segilendiği alan olarak öne çıktı.
Hicaz basınında HTŞ parlatma yarışı
Hicaz merkezli Arap basınının tüm dikkati bölgede yaşanan savaş durumunda. Özellikle Suudi, Katar ve BAE merkezli ajansların ve yayın kuruluşlarının HTŞ lehine 24 saat yayın yaptıkları bir ortamda Arap halkının ve bölge halklarının gerçekleri görmesi büyük oranda zorlaşıyor.
HTŞ’nin bölgeye yaptığı sevkiyatın sürekli görsel basında şişirilmesi, bölge halkına ve Suriye halkının bir bütününe “gözdağı” olarak okunması yanlış olmayacaktır. HTŞ, Arap burjuva-feodal basını tarafından yeni Suriye rejim gücü olarak takdim edilmekte, gücü “test edilmeden” halkların teslim olması dayatılmaktadır.
Basının ağzından dile gelen elbette bölge gerici devletlerinin siyaseti olduğunu bilmek gerekir. Faşist TC devletinin HTŞ ile olan münasebeti bilinmektedir. Yanısıra Katar, Suudi, BAE vb. devletler Golani Rejimi’ni ayakta tutmak için çaba harcamakta, bunun için tüm yatırımlarını (sömürme girişimlerini) Suriye’ye çevirmek istediklerini vurgulamaktadırlar. Selefist Suudi devletinin HTŞ’nin katliamları karşısında sessizliğini bozması, yeni rejimin “bu testten” ağır kayıplar aldığını göstermektedir.
Suudi devleti, resmi olarak “Suriye güvenlik güçlerine karşı yapılan terör eylemlerini kınadığını” açıkladı. Bu elbette HTŞ’ye destek veren diğer gerici ve işbirlikçi bölge devletlerinin de istem ve arzularını dile getiriyor.
Katliamlar, soykırım niteliğinde
Şam’ı elinde bulunduran Eş Şara yönetiminin, katliama giderken direnişle karşılaşması ve bu “testten” ağır kayıplar alması, selefist güçleri daha büyük katliamlara yönlendiriyor.
Bölge halkı üzerinde uygulanan zulüm giderek büyüyor ve DAİŞ katliam süreçlerinin ötesinde daha büyük dezenformasyonlarla süreç yönetilmeye çalışılıyor. Katliamların büyük boyutlara ulaşması ve direnişte gösterilen gelişmeler karşısında BM’nin açıklama yapma zorunluluğunu ortaya çıkması, sürecin vahametini de ortaya koyuyor. Golani’nin yeni takviye göndermesi ile önümüzdeki süreçlerde katliamlar giderek boyutlanacak ve soykırım yaşanma durumu ortaya çıkacaktır.
Daha şimdiden yaşanan katliamların bir soykırım çerçevesinde ele almak yanlış olmayacaktır. Katledilen yüzlerce insan sistematik olarak salt Alevi oldukları için katledildi, göçe zorlandı ve tüm mülkleri yağmalandı. Son veriler 150 kadar ailenin Lübnan’ın kuzeyine sığınabildiklerini ortaya koymaktadır. Katliamlarla beraber büyük bir talan hareketi paralelinde yürütülmektedir. HTŞ güçlerinin ganimet avcılığına girişmeleri Golani’nin ağzından “fazla ileri gitmemeleri” şeklinde telaffuza mahzar oldu.
Bu durum dahi bölgede yaşananların hangi boyutta ele alındığını göstermektedir. DAİŞ’in önceki süreçte ele aldığı yöntemler bugün bizzat bir “devlet rejimi” sıfatıyla ve daha ağır silahlarla halka yaşatılmaktadır. Dünün “teröristleri” bugünün “devlet başkanı ve erki” olarak piyasaya sürülmesi ile bölge halkı üzerinden yaşanan soykırım nitelikli vahşetin uluslararası arenada “resmileştirilmesi” söz konusu olmaktadır.
Ancak tarihi gerçekler, bölgede halka yönelik büyük bir katliamın yaşandığını, burada esasta Alevi inancına mensup halkın soykırım ile karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Bu durum bölge nezdinde sınıf mücadelesinin karakteristik özelliğini yeniden yansıtıyor.
Ezen ve ezilenlerin savaşımı HTŞ’nin “test siyasetinin” özüdür
“Yeni” tipte Şam rejimi olarak pazarlanan Golani yönetiminin, “yeni” oluşmaya gayret gösteren gerici ve işbirlikçi nitelikteki Suriye burjuva-feodal kesimlerin temsilciliğini üstlendiği ve bunu büyük bir iştahla uygulamak isteğini Sahil’deki katliamlarında ispatlamaya çalışıyor.
“Yeni” burjuva-feodal kesimlerin, tüm ülkede tek hakim olduklarını ispatlama çabalarının yanısıra, sahil bölgesinin tüm yeraltı yer üstü zenginliklerine “çökme” gayreti taşıdığını görmek gerekir.
HTŞ, “testten” başarılı çıkarak ezilen halka karşı temsil ettiği kesimlerin üstünlüğünü sağlama çabasındadır. Diğer yanı ile temsil ettiği kesimlerin bölgede yeni güç olarak öne çıkması ve sermayelerini güçlendirmesi için sahil kentlerine gözünü dikmiştir.
Elbette daha güçlü çıkması halinde bir sonraki hamlelerin Rojava ve Dürzilerin yaşadıkları coğrafya olacağını herkes bilmektedir. Ancak kompradorlaşma gayreti içinde olan “yeni” Şam egemenlerinin güçlerinin sınırlı olduğu, buna yön veren ideolojik-politik hattın, gerici karakterinin “kapsayıcı” olamama niteliğinin de, Suriye ezilen halkı ve dünya ezilen halkları nezdinde kabul edilmeyeceği ortadadır.
Dahası gücünü ispatlayamamış bir Şam yönetiminin de emperyalistler nezdinde yeterli desteği görmeyeceği tehlikesi ortadadır. Bu durum karşısında gerici HTŞ güçleri ve temsil edilen hakim sınıflar, ne pahasına olursa olsun sahil kentlerinde katliamlarına devam etme dürtüsü taşıyacaklardır. Ancak bölge halkının uzun süren bir de direniş geleneği bulunmaktadır.
Tarihsel olarak bölge mezhep savaşlarına birçok kez sahne olmuştur. Sunni-şii çelişmesi ve özel olarak sunni-alevi çelişkisi egemen sınıflar tarafından kullanılmış, halk içinde düşmanlık derinleştirilmiştir. Tarihsel olarak Fatımilerden, Nusayrilere ve Fransız mandası tarafından oluşturulan Alevi devletine kadar bölgede yaşayan Şii-Alevilerin bir tarihi, bunun yanı sıra Emevi-Abbasi hattında bugünkü Sünni nitelikteki devlet yapılanmalarına kadar da Sünni kesimlerin bir tarihi söz konusu olmuştur.
Her iki kesimde de hakim sınıfların mevcut mezhepsel çelişkileri öne alarak kendi sınıf çıkarları gereği halkları bir silah olarak kullanmaları durumu bugüne kadar devam edegelmiştir. Son olarak BAAS rejiminin Alevi halkını, Sünni halka karşı istismar ederek kullanması karşısında bugün Aleviler soykırım ile karşı karşıya kalmıştır.
BAAS’ın tüm günahları Alevi halkına fatura edilmektedir. Esasta durum Suriye hakim sınıflarının Aleviler şahsında tüm halka bir gözdağı vermesi, kendi iktidarını tahkim etmek ve emperyalist güçlerle bunun üzerinden daha ileri bir işbirliği gerçekleştirme amacını gütmesidir.
Bugün Suriye’de yaşanan, dün diğer komprador devletlerin kuruluşunda yaşanmıştır. Yaşanan durum, yeni bir olgu değildir. Kompradorlaşmaktan başka çaresi olmayan yerel sermaye sınıflarının başvurdukları ilk şey, halkın üzerinde baskı kurmalarıdır. Bunun ilk adımı da çoğu zaman büyük katliam ve soykırımlarla gerçekleşmektedir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, hakim güçlerin İttihat ve Terakki eliyle Ermeni Soykırımı gerçekleştirmelerinin arka planında ne yatıyorsa, bugün Suriye’de yaşanan gelişmelerin arka planında da aynı gerekçe vardır. “Yeni” Suriye’nin hakim sınıfı, gücünü ispatlamaya çabalıyor, ABD-İngiliz emperyalizmi ile ilişkileri derinleştirmek istiyor. Yaşananları, TC’nin kuruluş süreci ile karşılaştırdığımızda birçok niteliksel benzerlik ortaya çıkmaktadır.
Suriye’de halkın ortak mücadelesi noktasında büyük çabaların ortaya konulması gerekmektedir. Egemenlerin ekmeğine yağ süren mezhepsel ve ulusal çelişkilerin aşılması, sınıf mücadelesi içinde gelişen proleter güçlerin sağlam ve net siyasetleri ile aşılabilir.
Ezen güçlerin şovenist politikalarına karşı sınıf mücadelesi perspektifinin gelişebilmesinin en temel halkası, halk içindeki çelişmeleri doğru tarzda ele alınmasıdır. Zira ezilenlerin katliamlar, sömürü ve yoksulluk karşısında ilelebet sessiz kalmaları beklenemez.