Ocak ayı devrim ve komünizm şehitlerini anma haftası vesilesiyle bir açıklama yayınlayan TKP/ML-GYDK, “Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyordu; bu geleceği halk savaşı ile kazanmak partimizin boynunun borcudur ve şehitlerimize verilmiş komünist sözümüzdür. Bunun için ‘hayatımız yeter de artar’” dedi.
Elimize e-posta yoluyla ulaşan bir habere göre Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)-Geçici Yurt Dışı Komitesi (GYDK) Proletarya Partisi’nin Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan ettiği Ocak ayının son haftası öncesi bir açıklama yayınladı. Açıklamada “Ocak ayı, hem partimiz ve hem de Uluslararası Komünist Hareket açısından özel bir önem ve anlamla yüklüdür. Partimizin mirasçısı olduğu TKP’nin kurucusu yoldaş Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı bu ayda Kemalistler tarafından katledildiler. Uluslararası Komünist Hareketin önderi yoldaş Lenin bu ayda aramızdan ayrıldı. UKH’in en kalifiye temsilcileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu ayda Alman tekelci burjuvazisinin silahlı güçleri tarafından hunharca katledildiler. Partimizin en değerli kadroları, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Atilla Özkan bu ayda şehit düştüler. Ve de partimizin önderi, kurucu-kuramcısı, yoldaş İbrahim Kaypakkaya bu ayda düşman güçleri tarafından tutsak edildi. İşte tam da bu nedenden dolayı partimiz TKP/ML Ocak ayının son haftasını Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan etti 1978 yılındaki ilk parti konferansında” denildi.
“Şehitlerimiz aynı zamanda onların deneyimlerinden ders çıkarma sürecidir”
“Bu yılki Parti ve Devrim Şehitlerimizi anma süreci öncesi, kuşatılmış kale konumundaki Aliboğazı’nda 8 yoldaşımızın, en elverişsiz koşullarda, havadan ve karadan oluşturulan kuşatma ve yoketme saldırısında, günler süren çatışma sonucu Kasım’ın son haftasında şehit düşmesinin derin ve içten acısını yaşadığımız, düzene karşı ise gerçek bir öfkeyle dolup taştığımız bir döneme denk geldi” denilen açıklamada Aliboğazı’nın burjuva-feodal faşist devletin bağrına saplanmış bir kama olduğuna, geçit vermediğine, gerillayı bağrında gizlediğine dikkat çekildi.
“Yoldaşlarımız, sarsılmaz bir kararlılık ve gözüpeklikle savaşarak şehit düştüler ama, sonrakilere, yoldaşlarına, ilham alabilecekleri yüce bir direniş mirası bıraktılar. ‘Sekizler’in adları Aliboğazı’na kandan ve ateşten harflerle yazıldığı devasa bir direniş destanı olarak geçecektir partimiz TKP/ML’nin tarihine. Yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik statümüzün kendine özgü özellikleri ve özgünlüklerinde şu bir gerçektir ki; devrim ancak, sayısız şehitlerinin omuzlarında yükselebilir. Devrimimizin özel gelişme yolu, ısrarla ve inatla bunu emrediyor. Ve bu yol, başka şeylerin yanında, aynı zamanda bizi bir arada tutan çimentodur da” denildi.
Açıklama “Geçtiğimiz yüzyılın devrimler tarihinin de işaret ettiği gibi, bizimkisi gibi bir ülkede,
devrimci şiddet devrimimizin temel biçimidir. Bu da, ‘silahların eleştirel gücünde ısrarlı’ partimize zorlu ve büyük görevler yüklüyor. Partimiz TKP/ML, faşist iktidara karşı, uzun süreli savaş üzerinden giriştiği zorlu ve amansız kavgada, tarihsel hareketin yönü üzerinde etkide bulunarak savaşçı parti kimliğiyle uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşında ısrar ediyor. Ve Demokratik Halk Devrimi yolundaki her adımı, parti şehitleri kervanına yenilerini ekliyor. Zira ‘zafer hiçbir zaman kendi kendine gelmez; her zaman söküp alınır’; ağır bedeller, sayısız şehitler pahasına da olsa” şeklinde devam ederken şehitlerin yitim sürecinin aynı zamanda onların deneyimlerinden doğru dersler çıkarma süreci de olduğuna dikkat çekildi.
“Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyor”
Çelişme ve çatışmaların ağırlık merkezinin Ortadoğu ve Türkiye’ye kaydığı bu süreçte, kapitalist sistemin krizin kaosu içinde yolunu şaşırdığına vurgu yapan GYDK, açıklamasını “Sermaye kendi gelişmesinin taşıdığı kaçınılmaz çelişme ve uzlaşmazlıkların baskısı altında gitgide güçten düşüyor. Dünya pazarının sınırlı kapasitesiyle, kapitalizmin üretken olanaklarının aşırı büyümesi arasındaki derin uçurumun felaketli sonuçları, sistemi her yerinden zincire vuruyor. Artı-değer avcıları zorda; sistemin dikişleri tutmuyor. Güç alanlarını genişletmek için müdahil oldukları Ortadoğu ve Kürt coğrafyası ise ateşle sarsılıyor. Türkiye ve Türkiye Kürdistanı, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tarihinin en pervasız saldırganlığıyla karşı karşıya. Darbe girişimi, devletin dümenindeki Tayyip ve AKP için, ülkeyi yeniden dizayn etmede ‘Tanrının bir lütfu’ oldu. Ötekileştirilen herkes potansiyel suçlu. Nefes almanın bile yasaklandığı bir süreçtir yaşanan. Tek bayrak, tek millet, tek devlet üzerinden azgın Türk milliyetçiliğinin, ortaçağ küfü dini gericilikle harmanlanarak pompalandığı bu özgün mecra, koyu bir faşizmin hüküm sürdüğü yaygın bir ‘sürek avı’dır; işçiye, emekçiye, özellikle Kürt’e, komünist, devrimci ve ilericilere ve onların örgütlenmiş kurum ve güçlerine, Selahattin Demirtaş ve diğerleri örneğinde olduğu gibi seçilmiş vekillere bile yönelebilen” şeklinde sürdürdü.
Girilen dönemin Proletarya Partisi açısından tarihsel fırsatların, olanakların ve görevlerin üst üste bindiği bir mecra olduğuna vurgu yapan GYDK açıklamasında şunlara da yer verdi:
“Eğer tarihin akışının yarattığı bu ender olanı, yanı başımızda akıp giden bu süreci karşılamada üstümüze düşeni, yeni ve özgün koşullara yanıt verebilecek biçimde yenilenmeyi başarabileceğimiz yeni taktikler ve pratik politikamızdaki zenginliklerle karşılayabilirsek, fırtınaya yön verebileceğiz ve bu, davamızı büyüterek, partimizi çekim merkezi haline getirir. Faşist iktidarın ülkenin her santimetrekaresinde topyekün azgınca bir saldırıya giriştiği bu yeni dönem, yaygın ablukayı dağıtmak için Kürt ulusal hareketi ve devrimci güçlerle bir blok, bir anlaşma ve bir ittifakın, bilhassa “savaş ittifakının”, sınırları, politik amaç ve hedefleri berrakça saptanmış eylem birlikleri üzerinden tarihsel bir sorumluluk ve zaruret halini aldığı bir dönemdir.
Hemen yanı başımızdaki Kürt ulusal hareketi ve onun toplumsal tabanında uzun zamandan beridir saflar yeni mücadele düzenine girmiş ve mücadele barışçıl evreden bir üst evreye, mücadelenin silahlı biçimleri evresine varmış bulunmaktadır. Bu biçimi dayanak noktasına dönüştürmek ve Kürt ulusal hareketinin girdiği bu yönelimle gücümüz yettiğince ortak paydada buluşmak, tarihsel sorumluluğumuzdur. Mücadelenin silahlı biçimlerinin, koşulların zorlayıcı baskısıyla her zamankinden daha fazla kendisine yolu açtığı bir mecrada bulunuyoruz. Ve bu biçim, en yalıtılmış kitlelerde bile fevkalade karşılık buluyor. Mücadelenin atardamarı, şimdilik, faşist abluka altındaki Türkiye Kürdistanı’nda atmaktadır. Faşist rejim, imha ve inkarla ve topyekün bir kuşatma ve yok etme savaşıyla bu damarı kesmek istemektedir.”
Başta Rojava olmak üzere Kürt coğrafyasının Türk faşist devleti ve cihatçı selefi grupların vahşi saldırıları altında olduğuna vurgu yapan GYDK “Bu damara kan taşımak hem tarihsel sorumluluğumuz ve hem de çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçi kardeşliğinin, ulusal sorundaki politikamızın sınandığı pratik ilişkiler alanıdır da. Marx’ın İrlanda örneğine yaslanarak konuşursak eğer, bu tarihsel sorumluluk, aynı zamanda ve esas olarak da proletarya ve müttefiklerinin, burjuva-feodal faşist iktidara karşı devrimci mücadelesinin çıkarları bakış açısı bunu gerektirdiği içindir de. Bu çıkarlar halk savaşını besler, büyütür; ona derinlik ve genişlik kazandırır; yeni dünyaya açılan kapıyı aralamada katalizör olur. Tersi; ‘gerçeğe karşı günah işlemek olur’” dedi.
Açıklama “Şehitlerimizi andığımız bu mecrada onların devrim ruhuyla dolu azmi ve savaşı sürdürme cüret ve cesareti, “başarırız”ı yaşamın yaşayan gerçeği haline getirme pratik kararlığı, bu partiyi yenilmez kılmada her şeydir. Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyordu; bu geleceği halk savaşı ile kazanmak partimizin boynunun borcudur ve şehitlerimize verilmiş komünist sözümüzdür. Bunun için ‘hayatımız yeter de artar’.” sözleriyle son buldu.