
Güncel Emperyalist Rekabet: Trump–Putin Zirvesi
Putin’in “Trump olsaydı bu savaş çıkmazdı” açıklamaları ya da Trump’ın Putin’i “güçlü lider” olarak övmesi, burjuva medyanın, dramatik bir manipülasyonundan ibarettir.
27 Ağustos 2025
Emperyalist sistem, yaklaşık 150 yıldır kapitalizmin tekelci aşamasında işleyen bir sömürü ve paylaşım düzeni olarak, tarih sahnesinde yerini aldı. Lenin’in 1916’da kaleme aldığı “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eseri, mali sermaye ile sanayi sermayesinin kaynaşmasını, pazarların bölüşümünü ve kapitalist devletler arası rekabeti emperyalist sistemin belirleyici dinamikleri olarak ortaya koydu. 1870–1914 arası süreç, kapitalizmin emperyalizme evrilmesinin maddi temellerini atarken, 20. yüzyıl bu sistemin savaşlar, krizler, buhranlar ve yeniden yapılanmalarla ilerlediği bir dönem oldu.
Mevcut sistem her 25–30 yılda bir kendini; ekonomik, askeri ve siyasi olarak yeniden yapılandırmış; bu dönüşümler kimi zaman ekonomik, kimi dönemlerde işgal savaşlarıyla olmuştur. Örneğin (1914 ve 1945) fiili savaş, işgal ve paylaşım dönemleri olarak tarihe geçmiştir. Ardından devam eden ekonomik kriz süreçlerinde, mevcut tıkanıklığı aşmak için de, emperyalizm deri değiştirerek, “Yeni Dünya Düzeni”, “küreselleşme” ve “neo-liberalizm” gibi kavramlarla, yeniden ekonomik, askeri ve politik olarak yapılandırılmış ve ezilen halklara pazarlanmıştır.
21. yüzyılda ise, çok bloklu kapitalist-emperyalist düzen, aşırı kâr ve sömürü hırsı içinde, ABD, Rusya, Çin ve AB gibi emperyalist güçlerin rekabeti üzerinden yeni çatışma ve ittifak hatları oluşturmuştur. Bu bağlamda, Trump–Putin zirvesi, güncel emperyalist rekabetin somut bir yansımasıdır. Ancak günlerdir; burjuva medya üzerinden, bu zirvenin pohpohlanarak anlatılması, şirin gösterilmesi, ezilen halkları, manipüle etmenin bir aracı olmuştur. Burjuva medya, liderlerin diplomatik başarılarını öne çıkarırken, emperyalist pazar çatışmalarını görünmez kılmış, üstünü örtmüştür. “Barışın öncüleri”, “tarihi fırsatlar” gibi söylemlerle halklara gerçekleri anlatma değil, lider merkezli hayranlık ve milliyetçilik teşvik edilmiştir. Putin’in “Trump olsaydı bu savaş çıkmazdı” açıklamaları ya da Trump’ın Putin’i “güçlü lider” olarak övmesi, burjuva medyanın, dramatik bir manipülasyonundan ibarettir. Bu bağlamda, egemenlerin sömürü, baskı ve talan düzenini gizlemek için yoğun bir çaba sarf edildi/ediliyor. Oysa ülke liderleri bireysel karizmalarıyla değil, temsil ettikleri sınıflarla anlamlandırılır. Yani D.Trump, (Georgi Dimitrov’un sözleriyle) “finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyal diktatörlüğü”nü temsil ediyor.
Bu sınıfın temsilcisi olarak D.Trump, ABD son başkanlık seçimlerinde, “America First” (Önce Amerika) sloganıyla, temsil ettiği sınıfın uygulamaya koyduğu neo-liberal, küreselleşme vb. politikalara karşı; daha korumacı, daha milliyetçi ve daha saldırgan bir politika izleyen liderdir. Aynı zamanda ABD egemen burjuvazisinin çıkarlarını eksiksiz savunurken, diğer yandan, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olan, sendikalaşmaya karşı da savaş açmıştır. Göçmenlere karşı yaptığı ırkçı politikalar neticesinde, dünyadaki göçmen karşıtı politikalara güç vermiştir. Emek sömürüsü üzerinden palazlanan bu egemenler güçler, işçi sınıfını sendikasızlaştırarak bölmüş, diğer yandan daha çok sömürü için, sermaye kesimine vergi teşviklerinde kolaylıklar sağlamıştır.
Putin ise, SSCB’nin dağılmasının ardından oluşan Rusya’nın devlet aygıtını etkin kullanan kapitalist modelinde, enerji merkezli bir oligark sınıfın temsilcisidir. Gazprom, Rosneft gibi dev şirketlerin çıkarlarını koruyan Putin, askeri gücü dış politikasında doğrudan bir araç olarak kullanan klasik emperyalist reflekslerle hareket etmektedir. Gürcistan, Kırım, Suriye ve Ukrayna’daki militarist saldırı ve işgaller, Rusya’nın emperyalist bir ülke olarak, mevcut sistemde nüfuz alanını genişletme girişimlerinin birer parçasıdır.
Bu anlamda, Putin-Trump görüşmesi, iki farklı emperyalist blokun/gücün karşılıklı çıkarlarını tartıştıkları bir paylaşım zirvesi olmuştur. Bu gerçekler ışığında, yazılanlar ve söylemler, ezilen kitlelerin gerçek çıkarlarıyla örtüşmemektedir. Ne Amerika halkının ne Rusya halkının ne de diğer coğrafyalardaki ezilen dünya halklarının bu görüşmelerden bir çıkarı yoktur. Her iki lider de sınıfsal nitelikleri nedeniyle, emek ve halk düşmanıdır. Sermayenin politik temsilcileri olarak, ezilen halklar arasında, dayanışmayı, milliyetçilik ve şovenizm siyasetiyle parçalayıp, halkların enternasyonal mücadelesini bastırarak engellemektedirler.
Uzlaşmalar geçici ve taktiksel çatışma, rekabet ve stratejiktir
2018’de Helsinki’de yapılan ve 2025’te Alaska Anchorage Askeri Üssü’nde gerçekleşen Putin–Trump görüşmeleri, emperyalist güçler arasında süren çok yönlü pazarlıkların bir devamıdır. Özellikle, bu görüşmelerde öne çıkan konular; yeni pazar alanlarında, enerji kaynakları, nadir elementler, askeri üslerin konumu ve durumu, siber güvenlik, jeo-politik sınır alanları ve uluslararası yaptırımlar gibi meseleler üzerinde dünyayı yeniden paylaşmak için yapılan emperyalist zirvelerdir. Ancak emperyalist güçlerin, bazı konular üzerinde uzlaşıya varmaları, sadece geçici ve taktikseldir. Asıl olan ise çatışma, rekabet ve stratejik düşmanlıktır. Bu nedenle, emperyalist zirveler hiçbir dönem barış getirmemiştir.
Diğer yandan, zirvelerin yapıldığı, Anchorage gibi sembolik yerlerin seçimi ise, eski savaş anılarını canlandırarak, saldırgan politikalarına “barışçıl” bir hava kazandırmaya çalışmaktır. Fakat asıl olan gerçeklik, bu zirveler emperyalist savaşların başka politikalarla yürütülmesi için yapılan görüşmeler olmuştur. Ortadoğu, Ukrayna, Kafkasya gibi çatışma ve savaş bölgelerinde, halklar acı çekerken, egemen güçler bu krizleri sermaye için fırsata çevirmektedirler. Bu anlamda, emperyalist politikalar ile uluslararası sistemi kendi lehine yeniden inşa etme rekabeti hız kazanmıştır. Putin’in askeri hamleleri ve Trump’ın ekonomik baskıları, emperyalist güç dengesinin yüzünü ve niyetini açığa çıkarmıştır.
Sonuç olarak; emperyalist savaş ve sömürünün ortadan kaldırılması, egemen sermayenin temsilcileri ile değil, aksine işçi sınıfının ve ezilen halkların anti-emperyalist ve enternasyonal mücadelesiyle mümkün olacaktır. Barbar sömürü sistemine karşı gerçek çözüm, işçi sınıfının ve ezilen halkların uluslararası dayanışmasıyla, sınır tanımayan mücadelesinden geçer. Dolayısıyla anti-faşist, anti-emperyalist mücadeleyi büyütmek, anın acil görevidir.