Emperyalizme, Devlet Terörüne Karşı, Yaşasın Halkların Direnişi
“Bugün Ortadoğu ve yakın çevresinde Kürt, Filistin ve Ermeni halkları başta olmak üzere TC, Siyonist İsrail devleti, bölge gericiliğinin ve emperyalizmin saldırıları altında büyük acılar çekmekte.”
23 Mayıs 2024
Hatırlanacağı gibi, yerel seçim sürecinde bazı Kürt politikacıları, seçim sonrasında yeniden “çözüm” sürecine dönülmelidir temelinde açıklamalarda bulunmuşlardı. Tabi ki, bu çağrılar mevcut iktidaraydı. Ama iktidar ortağı MHP, “Kürt”, “Kürdistan” söylemlerini duyunca aklına, silah ve yok etmek geliyor. Dolayısıyla AKP’nin yeniden “açılım” demesi için öncelikle ya MHP’den kurtulması gerekir -ki bunun maliyeti oldukça yüklü- ya da kendine yeni bir ortak bulması gerekir.
TC tarihine baktığımızda burjuva partileri arasındaki ilişkilerin her türlü kirli ortaklığa açık olduğunu görebiliriz. Onlar arasındaki ilişkilerde asıl olan insani değerler değil, burjuva klik çıkarlarıdır. Sorun Kürtler, devrimciler, baskı altında olan inanç grupları olunca, burjuva çöplüğünden beslenen bu egemen sınıfların siyasi sözcüleri aynı noktaya bakarlar. Kamuoyuna dönük farklı tonda açıklamalarla aynı düşmanlık türkülerini söylerler. Örneğin, TC devletinin Kürt halkına dönük içerde ve dışarda “terörizme” karşı mücadele yalanlarıyla sürdürdüğü saldırılar konusunda tüm burjuva partileri hemfikirdirler.
Nitekim Erdoğan’la, Bahçeli arasında “soğuk rüzgarlar” esiyor yorumlarının yapıldığı bir dönemde Bahçeli’nin “DEM Parti kapatılmalıdır” açıklamasına, Erdoğan başta olmak üzere, iktidarın kimi sözcüleri farklı tonda bu açıklamalara eşlik ettiler. Pratik olarak da yürütülen kayyum tartışmaları, parti binalarına, evlere yapılan baskınlar, gözaltıları vb. kapsamlı saldırılar birarada yaşanmakta. Tüm bunlar bize AKP’nin bu konuda MHP’den çok da farklı düşünmediğini gösteriyor.
Dahası sıkça sözü edilen “açılım” süreci özünde bir tasfiye süreciydi. Mevcut iktidar bu süreci adım adım işletmeye çalıştı. Yani ortada sorunun asgari düzeyde çözümüne dair bir çaba da yoktu. Dolayısıyla yeni bir “çözüm” güncel bağlamda yeni bir oyalama demektir. Her şeyden önce sorunun “çözümü” taraf olanı muhatap almakla başlar. Oysa mevcut iktidar Kürt halkının iradesini temsil eden her kuruma “terörist” muamelesi yapıyor. Zindanlar Kürt politikacılarıyla, aydınlarıyla dolu. Coğrafi olarak Kürtlerin bulunduğu her bölge saldırı altında. Türk devleti ve bölgedeki suç ortakları işlemiş oldukları cinayetlere her gün yenisini ekliyor. Özet olarak, havada uçaklar, helikopterler, karada Kürt halkını yok etmek, teslim almak için harekete geçirilen eli kanlı katiller.
Kürt ulusal sorunu bağlamında Erdoğan’ın Irak ziyaretini ve bölgedeki muhtemel gelişmeleri yukarıdaki gerçekleri gözardı ederek değerlendirirsek, yanlış sonuçlara varmamız kaçınılmazdır. Bu nedenle gün gerçekleri olgularda arama ve bu gerçekler ışığında pratik devrimci görevlerimizde yoğunlaşma günüdür.
Türk devletinin Irak Kürdistanı’na dönük yeni saldırı dalgası 16 Nisan’da başladı ve devam ediyor. Yani Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil ziyaretleri de bu saldırılar eşliğinde gerçekleşti. Bir yanda kâğıt üzerinde de olsa karşılıklı olarak yapılan ekonomik ve ticari anlaşmalar, diğer yanda bu anlaşmalar eşliğinde Irak Kürdistan topraklarına peş peşe düşen bombalar. Asılda Türk devleti için öncelikli olan bu bölgelerdeki varlığını kalıcı hale getirmektir. Bu planı hayata geçirmek içinde Irak hükümetine, KDP’nin suç ortaklığına, işbirliğine ihtiyaç duyuyor. Hem askeri anlamda hem de işgalci konumuna uluslararası planda meşruluk kazandırma bakımından. Ve ekonomik, ticari olarak Irak devletiyle yapmış olduğu tüm anlaşmaları da esas olarak bu mantık çerçevesinde ele alıyor. Bunun için Türk devleti Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde kurduğu barajlarla dün olduğu gibi bugün de Irak ve Suriye’yi yalnız susuz bırakmakla tehdit etmiyor, aynı zamanda su miktarında yaptığı sınırlamalarla bunu pratik olarak uyguluyor.
Türk devletinin KDP ile ilişkisi uzunca bir döneme dayanmaktadır. Ve bu alana ilişkin politikasında bu gücü belli oranda hesaba katmakta. Basına yansıdığına göre an itibariyle Türk devletinin Irak coğrafyasında 4 askeri üssü ve 90 saldırı noktası bulunmaktadır; bunların çoğu da Kürt toprakları içindedir. Bu nedenle bölgede yürütülen karşı devrimci faaliyetlere KDP’nin sunmuş olduğu destek, hafife alınabilecek bir destek değildir. Bu desteği ABD emperyalizminden bağımsız olarak düşünemeyiz. Arkasına ABD emperyalizminin desteğini alan Türk devletiyle işbirliği içine giren bir KDP, PKK hareketine karşı yapılabilecek her türlü saldırıya destek verir. Geçmişte PKK güçleriyle yaşamış oldukları çatışmaları hesaba kattığımızda, fiili olarak da bu çatışmanın bir parçası haline gelmesi ihtimal dahilindedir.
Keza İran’ın, Türk devletinin bölgeye dönük yeni hamleler karşısındaki tutumunu belirleyecek olan da güçler dengesi ve bölgesel çıkarlarıdır. Yine İran devletinin PKK hareketine karşı tutumu da biliniyor. Ama aynı İran devleti, aynı zamanda Ortadoğu’da TC ile rekabet halinde. Başta Suriye politikası olmak üzere birçok konuda farklı cephelerde mevzilenmekteler. Güncel bağlamda İran devleti İsrail Siyonizmi ile fiili bir çatışma içinde, Türk devletinin ticari gemileri ise, İsrail limanlarında demirlenmekte. Tabi ki, bölgesel çıkarlar bazında kimi zaman bu iki ülkede ortak pratik duruşlar sergilemekte. Bu durumun PKK’ye karşı mücadelede geçmişte olduğu gibi gelecekte de yaşanması asla şaşırtıcı olmayacaktır. Özellikle İran devletinin Suriye ve Irak’taki konumlanışı bu yönlü gelişmeler için güçlü işaretler içermekte.
Türk devletinin bu saldırgan ve işgalci politikalarına karşı mücadele etmek tüm ilerici, devrimci-demokratik güçlerin görevidir. Dolayısıyla bu güçlerin bu yönlü yaptığı her çağrı, her açıklama değerlidir. Ama asıl olan bu çağrılara uygun pratik bir tutum sergilemektir. Bugün Ortadoğu ve yakın çevresinde Kürt, Filistin ve Ermeni halkları başta olmak üzere TC, Siyonist İsrail devleti, bölge gericiliğinin ve emperyalizmin saldırıları altında büyük acılar çekmekte. Yaşanan tüm acılara rağmen halkın kahramanca direnişi, yeni büyük direnişler, proleter kalkışmalar için umut vermekte. Bu gerçeği ön görmek, an itibariyle ateş çemberi içinde olan direniş zincirinin halkalarıyla ilişkilenmek, dayanışmada bulunmak ertelenemez bir görevdir.