Emperyalistlerin dayanak noktası; gericilik ve şovenizm
Sıkışan Erdoğan-Bahçeli kliği şimdilerde ise Kürt ulusal sorunu çerçevesinde “yeni süreç” adımları atma hevesindedirler. Ancak kendi karakterleri gereği bu “yeni sürecin” de başarısız kalacağı ortadadır.
30 Ekim 2024
İsrail’in Filistin halkı üzerinde gerçekleştirdiği soykırım devam etmektedir. Bu soykırıma ek olarak Lübnan da işgal edilmektedir. Soykırımın sınırları bu anlamda genişletilmiş durumdadır. İsrail’in her açtığı cepheyi NATO cephesi olarak değerlendirdiğimizde, şimdiye kadar iki cephenin diğer emperyalist kliğe karşı açıldığı ortadadır. Ukrayna’da açılan birinci cepheyi, Ortadoğu’da İsrail üzerinden açılmış durumdadır.
İlkinde Rusya çembere alınmakta iken, ikincisinde hedef ilk olarak İran’ın Ortadoğu’da ki etki alanlarını mümkün mertebe daraltılması, olanak dahilinde İran’ın direk zayıflatılması amaçlanmaktadır. İlk cephede Rusya yıpratılmakta, ikincisinde ise İran ve İran ile aynı eksende duran Yemen ve Suriye ile Filistin direniş örgütleri ve Hizbullah hedef tahtasına oturtulmuştur. NATO’nun açılan bu cephelerde önemli aşamalar kaydettiği ortadadır.
Bir sene öncesine oranla kıyaslandığında Çin ve Rusya’nın Ortadoğu, Kafkasya, Afrika ve Doğu Avrupa’da belli oranda yıpratıldığını görmek gerekir. Askeri saldırı ve yok etme stratejisinin yanı sıra ciddi oranda bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Bu aşamada açılan her iki cephede de halklar birbirilen kırdıtılmaya devam ediliyor.
NATO’nun bir diğer cephesi, yani 3. cephesi ise Tayvan hattı olacaktır. Bu hatta açılacak bir cephe artık 3. emperyalist paylaşım savaşının somut hale geleceğine işaret edecektir.
Dinsel ve ulusal farklılıkları, emperyalistlerin dayanak noktası olmaktan çıkaralım
Ortadoğu’da emperyalistler arası dalaş, bölge halkı içerisindeki çelişmelerden dinsel olanı, Sünni -Şii çelişkisini öne çıkartmıştır. Tek tek istisnalar dışında Sünniler ve Şiiler arasında bir bloklaşma kendisini daha fazla görünür kılmaktadır.
Bu bloklaşmayı derinleştirenler elbette bölgede suyun başını tutan işbirlikçi devletlerdir. İran molla rejiminin Şii eksenine karşı, gerici Arap devletlerinin ve faşist TC’nin (burada komprador burjuvaları, feodal ağaları, bürokrasiyi ve feodal kalıntıları olarak okunması gerekir) genel olarak Sünni temelde halkları kendi arkalarına yedekleme gayretleri mevcuttur. Bu anlamda yaşanan çelişki her geçen gün özellikle Arap halkı içerisinde derinleştirilmektedir.
Öyle ki, İsrail’in gerçekleştirdiği soykırımdan çok, birçok Sünni kesim Nasrallah’ın katledilmesine sevinebilmektedir. DAİŞ’in yarattığı etki minvalinde tersi durum Şii kesim içerisinde de mevcuttur. Halkın içindeki bu çelişkilerin derinleştirilmesi, esas halkanın gözden kaçırılması için özellikle Suudi Arabistan, Katar, BAE, Mısır vb. devletlerin güçlü etkileri mevcuttur. Gerici Suudi krallığının dini Hac törenleri esnasında, Filistin’de yaşanan soykırım hakkında her türlü siyasi konuşmaları yasaklamasının temel hedefi, halkın haklı öfkesinin önüne geçmektir. En temel halkanın burada yattığını her geçen gün daha fazla hissetmekteyiz.
Bölgede halk içinde yaşanan bir diğer çelişme ise ulusal minvalde yaşanmaktadır. Genel olarak Arap burjuvazinin egemenliği çerçevesinde geliştirilen Arap milliyetçiliği, gerçek anlamda halkın kurutuluşu olmadığı gibi, çeşitli milliyetlerde ezilen bölge halkını birbirine kırdırtmanın siyaseti haline gelmiştir. Bu aynı zamanda Türk ve İran kompradorlarının ve feodal güçlerinde elinde koz olarak kullanılagelmiş, şovenizm yüzyıldır bu bölgede iyiden iyiye derinleştirilmiştir.
Bugün açısından bakıldığında bu çelişkinin özellikle Kürt ulusuna ve azınlıklara olan yaklaşımda kendisini ortaya koyduğu açıktır. Bu çelişme egemenlerin elinde halka karşı güçlü bir enstrüman olarak kullanılmaktadır. Halk içinde güçlü bir şekilde etki yaratmaktadır. Ezilen bir Kürdün, “Soykırıma uğradığımızda Filistin neredeydi?”, tersinden soykırıma uğrayan bir Arap’ın “Kürtler bizi arkamızdan hançerledi” ya da bir Türk işçisinin “Kürtler ve Araplar emperyalizme hizmet ediyorlar” deyimleri, her kesimde şovenizmin ne denli keskin olduğunu göstermektedir. Bu söylemler, işbirlikçi burjuva diktatörlüklerinin yüz yıldır uyguladıkları şovenizmin bugüne yansımalarıdır.
Yeni bir emperyalist pazar savaşı arifesinde derinleştirilen bu politikalara karşı, enternasyonalist proletaryanın “birlik-mücadele-zafer” şiarının her geçen gün daha bir anlam kazandığını ve önemli hale geldiğini görmek gerekir.
Halkın öfkesini doğru yöne kanalize etme
Tüm parçalanmışlığa rağmen, halklar içerisinde emperyalizme ve işbirlikçi rejimlere karşı halk içerisinde öfkenin mayalanmaktadır.
Halkın öfkesinin doğru temelde örgütlenmesi olasılığına karşı, bölge gerici devletlerinin İsrail ile amaçta sıkı ilişkilenmeler kurmaktadır. Ancak öfkenin mayalanması devam ettikçe, bu durum emperyalistleri, yerel tetikçi ve uşak devletleri daha fazla tedirgin etmektedir. Bundan kaynaklı olarak tüm yerel egemen güçler bir savaş olasılığına karşı kendilerini hazırlamakta, esas olarak savaş süresince kendilerine karşı biriken öfkeyi farklı yönlere saptırmak ve bastırmak istemektedirler. Bunun en fazla gayretini faşist TC develtinde görmekteyiz.
Türk devletinin Kürt ulusal sorunu kapsamında içine girmek istediği yeni “yönelim” bir çok kesimde yankı uyandırmaktadır. Ancak önceki dönemlerde yaşanan tecrübeler, olası yeni “sürecin” daha temkinli ele alınacağını gösteriyor. Nereye varacağı meselesinden ziyade bu “yeni yönelim”i koşullayan etmenlere bakmakta fayda vardır.
TC’nin çıkmazları
İlk olarak TC iktidarının bir çıkmaz içinde olduğunu görmek gerekir. Ekonomik krizin her geçen gün yoksullaşmayı derinleştirmesi, işçi sınıfı ve emekçiler nezdinde giderek daha fazla direnişle karşılanmaktadır. Devrimci mücadelenin yeterli bir müdahaleyi örgütlemeyi yapamadığı bu sürece rağmen ortaya konan direnişler, TC egemenlerini yeterince tedirgin etmektedir.
Bir diğer etmen ise emperyalistlerin bölgede uyguladıkları kanlı siyasetin etkileridir. Bu minvalde özellikle savaşın derinleştirilmesi ile birlikte, İsrail ve İran’ın TC karşısında geliştirebilecekleri siyasetlerdir.
Özellikle Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Rojava ekseninde yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmelerin TC egemenlerinin aleyhine olmaması için bir “yönelim”e girilmiştir.
Bir diğer sorun ise TC egemenlerinin kliklerden oluştuğu gerçekliğidir. Bahçeli-Erdoğan kliğinin olası gelişmeler karşısında yeterince direngen olmaması gerçekliği, bir diğer kliğin çok hızlı bir şekilde iktidara taşınması anlamına gelecektir. İki klik arasında ki ayrım çok derin bir ayrım değildir. Önümüzdeki süreçte TC içinde klik çatışması derinleşecektir. Bu anlamda Erdoğan-Bahçeli kliği hem diğer kliğe karşı, hem de özellikle Kürt ulusal sorunu ekseninde yaşanan savaşta yenilginin derinleşmesini önleme adına, çevresini yeniden tahkim etmek istemekte, “içeride kısmi barış havası” estirmek niyetindedir.
Buradaki amaç Erdoğan kliğinin amaçladığı anayasa değişikliği, iktidarı yeniden dizayn etme, Erdoğan’ın yeniden iktidarda kalma olanağını yaratma ve sonuç olarak ezilen kesimleri baskı altında tutabilmek için devletin yeniden güçlü kılınmasıdır. Türk Komprador burjuvazisinin temel eğilimi bölgede yayılma stratejisi iken, içeride daha güçlü bir baskı aygıtı yaratmaktır. Bundan dolayı bölgedeki emperyalist dalaşlara daha aktif bir katılım çizgisi izleyecek, emri altındaki çeteleri daha aktif kullanarak özellikle Irak ve Suriye’den daha fazla pay kapmak isteyecektir. Ancak burada Rus emperyalizmi destekli Suriye ve İran devletlerinin güçlü karşı pozisyonları vardır.
Türk komprador burjuvazisinin bu eğilimi çerçevesinde Erdoğan-Bahçeli kliğinin geliştirmeye çalıştığı “normalleşme”, “çözüm”, “kardeşleşme” vb. adımları, Mart yerel seçimlerinden sonra sık dile getirmesi bir siyasetin gereğidir. Seçimlerden sonra diğer klikle “normalleşme”, Suriye ile “görüşme” adımları atılmak istendi, ancak başarısız girişimler olarak kaldı. Sıkışan Erdoğan-Bahçeli kliği şimdilerde ise Kürt ulusal sorunu çerçevesinde “yeni süreç” adımları atma hevesindedirler. Ancak kendi karakterleri gereği bu “yeni sürecin” de başarısız kalacağı ortadadır.
Birlik-mücadele-zafer!
Türk devletinin bu hamleleri karşısında esas olarak askeri savaş stratejisinin yanı sıra psikolojik savaşın ve özellikle ideolojik savaşın yürütüldüğünü görmek gerekir.
Atılan son adımların özünde, ideolojik olarak bir saldırı yapıldığını, TC egemenlerinin temel karakteristik özellikleri gözlerden saklanmaya çalışılmaktadır. Ezilenlerin kurtuluşu için güçlü bir sınıf mücadelesi yaratılmak zorunda olunduğu gerçekliği, gözlerden saklanmak istenmektedir. Zira tüm egemen güçler gibi TC egemenleri de, bölge halklarının artan öfkesinin nelere sebebiyet verebileceğini kestirememekte, bu sürece esasta bu minvalde müdahale etmeye çalışmaktadırlar.
Ortadoğu’da ezilen halk kitlelerinin emperyalizme olan öfkelerini örgütlemek, geleceği kazanma kavgamızın en önemli yanıdır. Özellikle halkın birliğini dumura uğratan tüm siyasetlere karlı proletarya enternasyonalizmini amansızca savunmak ve propagandasını yapmak ertelenemez bir görevdir. Çeşitli milliyetlerin özgünlüklerini hesaba katarak, halkın birliğini güçlendiren bir siyaseti ördüğümüz sürece mücadelenin gelişmesi ve zafer kaçınılmaz olacaktır.
Bu durumda “geleceğimizi kazanmak için, örgütlenelim/örgütleyelim!” yönelimine uygun olarak, “birlik-mücadele-zafer!” sloganı etrafında halk yığınlarının örgütlenmesi bir görev olarak önümüzde durmaktadır.