Emperyalist Arası Hegemonya Dalaşında Sular Isınıyor!
Emperyalist-kapitalist sistemin, dünya ölçeğindeki krizi daha ağır semptomlar gösterdikçe, emperyalistler arasındaki güç, nüfuz ve çıkar dalaşı da gelişecektir.
9 Temmuz 2024
Rusya’nın Ukrayna işgaliyle yeni bir düzleme taşınan ve tansiyonu düşmeyen savaşın derinleştirdiği emperyalistler arası çelişki ve çatışmalar, Ortadoğu’da yaşanan yeni gelişmelerle daha da ısınıyor.
Suriye’de 2011’de başlayan, vekalet savaşı olarak adlandırılan çatışma ve hesaplaşmalarda ifadesini bulan çıkar dalaşının çapı, Ukrayna savaşı ile daha geniş bir alana, aynı zamanda rakip güçlerin doğrudan karşı karşıya geldiği bir noktaya taşınmış oldu. 3. yılına girmiş olan Ukrayna savaşı iki tarafında geri adım atmadığı ancak her ki tarafın da istediği bir başarı/zaferi elde edemediği bir düzlemde sürgit devam ediyor.
AB/NATO, buradaki savaşla Rus emperyalizminin askeri-lojistik gücünü yıpratmayı ve savaş kabiliyetini test etmeyi amaçlarken Rusya ise rakiplerine karşı caydırıcılığını dünyaya ilan etmeyi amaçlıyor. Ukrayna’da özellikle Rus emperyalizmi nükleer savaş kartı ve tehdidini hasımlarına gözdağı vermenin aracı olarak kullanılıyor.
Gerek yerini Mark Rutte’ye bırakan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in gerekse de Putin’in nükleer silahlara atıf yapmaları çelişkilerin geldiği aşamaya da işaret ediyor. Emperyalist güçler bir taraftan rakiplerine ve elbette onların kamuoyuna gücünü göstermek adına psikolojik savaş yöntemlerine sarılırken bir yandan da savaşın şimdiki parantezde kalması gerektiği konusundaki mesajları karşılıklı veriyor.
Yani bir taraftan savaş, diğer taraftan da müzakere sürüyor.
Putin, Ukrayna’ya NATO tarafından uzun menzilli ve hassas silahların tedariki kartına karşılık sahip oldukları nükleer silah kapasitesini öne sürerek ve menzili başka bir kıtaya ABD’ye çekerek karşılık veriyor. Rus emperyalizmi cephede, Ukrayna gömleği giymiş AB/ABD/NATO güçleri ile savaşırken aynı zamanda bu güçlerin kendisini tecrit etme politikasına karşı da mücadele etmeye çalışıyor. Rus emperyalizminin, ilkin İran, sonrasında Kuzey Kore ile askeri güç birliğine gitmesi aynı zamanda Çin ile yakınlığını giderek daha kurumsal ve yapısal bir zemine taşıması da bu hamleye karşı bir adım olarak görülebilir.
Kukusuz ABD seçimlerinde Biden’ın kaybedip Trump’ın başkan seçilmesi durumunda kartların yeniden dağıtılabileceğini söylemek de mümkün. Putin’in Ukrayna/ABD’ye yönelik daha kalıcı bir söylemi/stratejiyi seçimlerden sonra gündemine alması mantıklı görünüyor.
İsrail’in işgal ve soykırımı
Emperyalist savaş belli bir dengede sürerken kuşkusuz tek çatışma noktası burası da değil.
Filistinli direniş örgütlerinin Siyonist İsrail’e yönelik 7 Ekim hamlesinin ardından başlatılan işgal ve katliam saldırılarıyla buna eşlik eden soykırım, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyada süregelen emperyalist hegemonya dalaşını etkileyen bir süreci açığa çıkardı.
İşgale karşı Filistin direniş örgütlerinin mücadelesi sürerken geçen süre içinde çatışmanın çemberine İran da dahil oldu ve de tarihte ilk defa topraklarından ateşlediği füzelerle İsrail’i vurdu. Siyonist İsrail’in işgaline karşı direnişin temposunu giderek yükselten Hizbullah ise, denklemdeki bir başka önemli aktör olarak savaş ve çatışmayı başka bir boyuta taşıyabilecek bir dinamiği bağrında taşıyor.
Siyonist İsrail, Gazze’deki soykırım operasyonlarını bir yandan sürdürürken işgal ve saldırganlığın ağırlık noktasını ABD emperyalizminin desteğiyle Lübnan’a doğru kaydırıyor. Yakın zamanda Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ABD ziyaretinin temel gündemi de buydu. 25 Haziran’da Pentagon’daki görüşmede, Ortadoğu’da ‘büyük şeytan’ İran’ın, İsrail’i doğrudan tehdit eden vekil güçleri Hizbullah/Lübnan’ı hedefe koyan bir strateji üzerinde durulduğu açık. İsrail’in, Hizbullah’la doğrudan bir savaşa, İran’ın füze ve SİHA’larını önleyen Amerikan-İngiliz liderliğindeki koalisyonun güvencesini almadan girmeyeceği de bir gerçek.
Pentagonda hesaplar, bir taraftan İran’ın bölgedeki etkinliğini kıracak ancak diğer yandan savaşı kabul edilebilir bir düzeyde ve daha sınırlı bir alanda tutacak bir senaryo etrafında yürüyor. Bu noktada Siyonist İsrail’in daha saldırgan bir politikayı savunduğu ancak ABD’nin uluslararası ölçekte dengeleri gözeterek daha “sakin” bir tutumu savunduğu söylenebilir. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in “Hizbullah’la savaş kolaylıkla bölgesel bir savaşa dönüşebilir ve bu nedenle diplomasi en iyi yoldur” söylemi de bahsettiğimiz bu kaygıların bir ürünü olsa gerek. ABD’nin bölgeden kastının Ortadoğu olduğu ise aşikâr. Bu çerçeveden bakıldığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın İsrail için eğitim üssü ve fırlatma rampası olan Güney Kıbrıs’ı hedefe koyması daha anlaşılır olmaktadır.
İkiyüzlü TC!
TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da üçüncü dünya savaşına yönelik açıklamalarının çıkış noktasını da bu söylem oluşturuyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise “Savaşa müdahil değiliz” sözleriyle Nasrallah’ın suçlamasını kabul etmese de Gazze’ye yönelik istihbarî ve askeri uçuşların Güney Kıbrıs’tan yapıldığı herkesin malumu. Amerikalıların Gazze sahiline kurduğu yeni liman da Kıbrıs’la ilişkili, ki burası süregelen işgalde hala İsrail tarafından kullanılıyor.
Fidan’ın “Yunanlılara da söyledik, Orta Doğu’daki savaşlara bu şekilde müdahil olduğunuz zaman bu ateş gelir, sizi de bulur. Zaten biz de aynı coğrafyadayız, gelir bizi de bulur” açıklamaları ise tam anlamıyla ikiyüzlülük örneği.
Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik işgaline İncirlik ve Kürecik radar üsleriyle doğrudan istihbarat desteği veren ayrıca askeri-lojistik ekipman temin eden milyarlarca dolarlık ticaret yapan TC’nin barış sözcüğünü ağzına almaya hakkı yok.
Siyonist İsrail’in temel hedefinin, Hizbullah ile ateşkes sağlanamaz ise Gazze’deki işgal tamamlandıkça namlunun ucunu Hizbullah’a/Lübnan’a çevirmek, savaşı buraya taşımak ve Hizbullah’ı bölgeden püskürtmek olduğu anlaşılıyor. Ancak ateşkes çağrılarına karşılık Hizbullah ise “Önce Gazze’de ateşkes” tutumunu takınırken diğer yandan Hayfa üzerinde uçurduğu İHA’dan aldığı görüntüleri paylaşarak kaslarını gösteriyor.
Savaş kapasitesini gösteren Hizbullah beri yandan masada pazarlık çıtasını yükseltmeye çalışıyor.
Çatışma alanlarında emperyalistlerin konumunu korumak ve sağlamlaştırmak adına yeni hamleler geliştirdiği görülüyor. Sözgelimi, Putin’in uzun süre sonra Kuzey Kore ziyareti başta Çin olmak üzere İran’la kurduğu iş birlikleri ve ittifaklar ayrıca 23 ülke ülkenin bileşeni olduğu BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) gibi oluşumlar üzerinden attığı adımları dikkate almak gerekiyor.
Ortadoğu’da emperyalist NATO/ABD’nin, savaş arabası Siyonist İsrail eliyle İran’ı zayıflatmak adına, bölgedeki vekillerini vurma stratejisinde konjonktürel gelişmelerin sunduğu imkânlarla dünden daha cüretli adımlar atmaya hazırlanması, önümüzdeki günlerde Ukrayna dışındaki cephelerde de emperyalist savaş ve çatışmaların büyüme ihtimalini güçlendiriyor.
Emperyalist-kapitalist sistemin, dünya ölçeğindeki krizi daha ağır semptomlar gösterdikçe, emperyalistler arasındaki güç, nüfuz ve çıkar dalaşı da gelişecektir. Avrupa’da egemenler eliyle sistemli bir politika olarak önü açılan ırkçı- milliyetçi partilerin yükselişi de bu çatışma sürecine hazırlık olarak görülmeli.
Kuşkusuz emperyalistlerin tüm emelleri, ezilen dünya halkları, işçi sınıfı ve emekçiler için daha fazla yoksulluk açlık ve sefalet, yıkım ve ölüm getirecektir. Buna karşı koymanın ilk adımı, işçi sınıfı ve ezilenlerin bulundukları ülkelerdeki egemen sınıflara yönelik direnişi büyütmesi olacaktır!