Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
“Özgür bir gelecek için bu yolda yürümek zorundayız. Düşünsel ve hareket tarzı bakımından sistemin işçi ve emekçileri uysal birer modern köle haline getirmeye çalıştığı her kirli silaha karşı, devrimci bir silahla yanıt vermek bir tercih değil, zorunluluktur.”
28 Eylül 2024
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Yine güncel bağlamda parçalı da olsa, işçi sınıfı ve ezilenler cephesinde belli bir hareketlilikten söz edebiliriz. Aslında bu tablo belli yönleriyle uzun yılların resmini de yansıtmakta. Yoğunlaşan işçi eylemleri, köylüler cephesinde gelişen protestolar, toplumun farklı kesimlerinde demokratik hak ve özgürlükler temelinde artan talepler vb.
Elbette ki, tüm bu baskıların, yokluk ve yoksullukların yaratıcısı burjuva egemenlik sistemidir. Bundan dolayı en sıradan demokratik talepli eylemin karşısına sistemin jandarması ve polisi dikilmekte. Yargı kurumları hemen devreye girmekte. Tabii ki, bu yaşananlarda bir terslik yok. Asıl mesele tüm bu sorunların kaynağı olan sisteme karşı mücadelede sergilenen parçalı duruştur. Çünkü işçi ve emekçilerin birliği sağlanmadıkça, Kürt ulusunun ulusal demokratik taleplerine karşı var olan ön yargılı yaklaşımlar aşılmadıkça, egemen sınıfların “Böl, yönet” politikaları hayat hakkı bulmakta zorlanmayacaktır.
Haklı talepleri karşısında saldırıya maruz kalan bir işçi veya köylünün yanıtı “Niye biz terörist miyiz” veya bize “Bize neden terörist muamelesi yapılıyor” olduğu müddetçe egemen sınıfların ırkçı milliyetçilik propagandaları halkların birliğini bir virüs gibi kemirmeye devam edecektir. Çünkü bunu diyen işçi, köylü genel manada Kürt halkının, devrimci ve komünistlerin haklı ve meşru mücadelelerini “terörist” bir faaliyet olarak görmektedir. Yani sistemin ırkçı-milliyetçi, dini gerici propagandalarının etkisi altındadır. Ve faşist iktidarın, diğer burjuva muhalefet partilerinin dini gericilikte, ırkçı milliyetçilikte bu denli yarışmaları burjuva-feodal egemenlik sisteminin selameti içindir. Bu gericilik dalgası, bilimin ışığıyla, devrimci ve komünistlerin “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin” enternasyonalist şiarıyla yürüttükleri mücadeleyle alt edilebilir. Onun için ezilenler cephesinde uğultuların yükseldiği, çaresizlik içinde çarelerin arandığı her yere, devrimci müdahalelerde bulunarak ezilenlerin birliğini sağlayacak pratiklerde yoğunlaşmalıyız. Ezilenlerin düşünüş ve hareket tarzında devrimci temelde bir değişim yaratılmadığı müddetçe geniş emekçi yığınlar gericiliğin yaydığı karanlığın, ırkçı milliyetçiliğin propagandaları etkisinde kurtarılamaz.
Elbette ki basit bir görevden söz etmediğimizin farkındayız. Ama özgür bir gelecek için bu yolda yürümek zorundayız. Düşünsel ve hareket tarzı bakımından sistemin işçi ve emekçileri uysal birer modern köle haline getirmeye çalıştığı her kirli silaha karşı, devrimci bir silahla yanıt vermek bir tercih değil, zorunluluktur.
Çürümüş sistemin çürük argümanları
AKP iktidarı, burjuva egemenlik sistemindeki çürümeyi gün geçtikçe daha da derinleştiriyor. Hiç kuşkusuz tarikat ve cemaatlerin sistemin kurumlarında artan etkisi, günlük toplumsal yaşamda da bir karşılık bulmaktadır.
Özellikle devletin dini kurumlara ve bu kurumların gölgesinde mantar gibi biten vakıflara sunmuş olduğu ekonomik destekler bu alanda büyük bir pastanın oluşmasına yol açmıştır. Pastanın olduğu her yerde rekabet-çatışma vardır.
İktidar var olan kitle desteğini korumak diğer bir anlatımla oy deposunu güvence altına almak için din ve ırkçı milliyetçiliği bir teminat olarak görüyor. Yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan milyonları ırkçı milliyetçi propagandalarla, ahiret korkusuyla kontrol etmeye çalışıyor.
AKP milletvekili eski savunma bakanı Hulusi Akar’ın eğitimin amacının “Bilgi edinmek değil, Allah korkusunu öğretmektir” sözleri bir gerçeğin itirafı niteliğindedir. Çünkü Allah korkusuyla, sömürü ve zulüm düzenlerini devam ettirmek siyasal İslamcıların önceliklerinden biridir. Her yerde imam hatip okulları açan, diğer bir ifadeyle eğitim, sağlık alanında bilime dayanan her düşünceye karşı sergilenen düşmanlık, orta çağ zihniyetinin ürünüdür. “Kindar ve dindar gençlik” de ancak bu karanlık bataklıktan beslenerek çoğalabilir. Artan tacizler, tecavüzler, kadın düşmanlığı, sokaklarda işlenen cinayetler, bu sistemin ideolojik, siyasal, kültürel cephedeki çürümüşlüğünün önemli oranda toplumun farklı kesimlerini de sarıp sarmalamasından başka bir şey değildir.
Elbette ki burjuva egemenlik sistemindeki “dindarlık ve kindarlık” politikaları, AKP iktidarıyla başlamadı. Yüz yıllık cumhuriyet tarihinde her zaman diğer dinlere ve inanç gruplarına karşı yok sayıcı-saldırgan bir pratik izlemiştir.
Yine TC devleti hiçbir zaman gerçek manada laik bir devlet olmamıştır. Bu ne kadar gerçek bir olguysa, dinin devlet kurumlarında, sosyal yaşamda hiçbir dönem bu denli etkin olmadığı da bir o kadar gerçektir. Tabii ki, bu durumda bölgenin nesnel koşullarının da rolü vardır. Bu tehlikeye işaret etmek, aynı zamanda dünden farklı bir tutum içine girmeyi de gerekli kılmaktadır.