
Direniş ve mücadele belleği taze!
Ortaklaşma ve yardımlaşma ruhu, her ne kadar yıllardır bu köylere uğrayan olmadıysa da, tazeydi.
7 Ağustos 2025
22 Temmuz’da Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ne katılmak üzere yola çıktık. Bu yolculuğumuzla sadece festivale katılmayı değil, aynı zamanda bölge halkıyla etkileşime geçip Dersim’de 50 yıllık geleneğin mirası olan bağları yeniden canlandırmayı hedeflemiştik.
Bu mirasın ağırlığı ve heyecanıyla çıktığımız yolda ilk durağımız şehir merkezi oldu. Otobüsten indikten sonra birkaç saatlik boşluğumuzda merkez esnafıyla konuşma, çevreyi gözlemleme ve ilk izlenimlerimizi oluşturma fırsatını yakaladık. İlk izlenim, en azından merkez özelinde, bir festival havasının olmadığı yönünde oldu.
İlk etkileşime geçtiğimiz esnaf, şehre gezmeye mi geldiğimizi sordu. Ona festivale geldiğimizi söylediğimizde ise festivalin varlığından habersiz olduğunu ifade etti.
Bu habersizlik durumu merkezin tamamına da hakimdi. Şehrin herhangi bir gününü andıran akışı, festivalin merkezde açılış yaptığı günde de devam etti. Demokratik kitle örgütleri ve sosyalist yayınevlerinin açtığı stantlara günün sonuna kadar neredeyse hiç uğrayan olmadı.
Bu durgunluğun çeşitli sebeplerini saymak mümkün. Yüzeyde, önceki yıllarda belediyenin festivale sağlamış olduğu desteğin kayyum tarafından geri çekilmesi sebebiyle gerçekleşen zayıflıktan kaynaklanıyor gibi görünüyordu.
Festivale izin neredeyse son dakikada çıkmıştı ve bu şehir dışından gelecek katılımcıları kısıtlamıştı. Belediye desteğinin çekilmesi ve etkinlik bütçesinin kısıtlı oluşu, önceki yıllarda gelen sanatçıların bir kısmının gelmemesine sebep oldu.
Halkla konuştuğumuzda ise festivalin organizasyonuyla alakalı sorunların sıkça dillendirildiğine rastladık. Çok da iyi ayarlanamamış bir etkinlik programı, gün gün etkinlik ve eylemlerdeki çakışmalar yüzünden katılımı ciddi anlamda kısıtladı.
Festivalin hemen öncesinde yaşanıp geç de olsa çözümlenmiş olan “Zaza Women Music Project” tartışması da Dersim’de anadili Zazaca olan toplamın tepkisini çekmişti.
Akşam saatlerine doğru polisin “standart prosedür” adı altında stantımızdaki kitapları kontrol etmesi esnasında yaşanan engelleme ve saldırı sebebiyle ifadeye çağırıldık.
Her ne kadar ismi “standart” olsa da, kontrollerde hiçbir sıkıntısı olmayan kitaplara sıkıntılar uydurulması, bize polisin geliş amacının çok farklı olduğunu gösterdi.
Zaten beklediğimiz bir tehlike olması, kontrollü hareket edebilmemizi sağladı ve olurken çevredeki gençlerden destek aldık. Bir sıkıntı olması durumunda yanımızda olacaklarını, yaşanan hukuksuzluğa bizimle birlikte karşı çıkacaklarını, yani yalnız olmadığımızı hissettirdiler.
Gözaltındaki arkadaşımızın geri dönmesiyle merkez stantlarındaki günümüz son buldu.
Dersim’de geçirdiğimiz vakit boyunca olabildiğince halkla iletişimde olmayı amaçladık.
Tanıdığımız insanlar vesilesiyle kaldığımız evler hem çevre evlerle de iletişimimizi güçlendirdi, hem de onların ve çevrelerinin bizden beklentilerini öğrenirken kendi siyasetimizi anlatmamız için bir fırsat oldu.
İlk kaldığımız gece Pertek’te bir köydeydik. Bir hayli yorgun olmamıza ve onların da bunun farkında olmasına rağmen, konuşma istekleri ağır basıyor olmalı ki saatlerce oturduk.
Bu oturma, kendi düzenlerini de bozan noktada duruyordu; haliyle gösterdiklerinden daha önemli buluyor olmalılar bu ziyareti diye düşünmeden edemedim.
Yoldaşlarla birlikte yaşamak, bizim dışımızda var olan farklı düzenlere uyum sağlamaya çalışmak, karşılaştığımız en belirgin zorluklardan biriydi. Kendimizi misafir gibi hissettirmemek için düzeni hızlıca kavrayıp, ailenin sahip olduğu beklentilere göre hareket etmek gerekiyordu.
Yeri geliyor, ev sahipleri bizi misafir olarak gördüğü ve bizim de öyle olduğumuzu hissetmememiz için çay bile koymamıza izin vermiyorken; yeri geliyor, sabah 5’te kaldırıp tereyağı, çökelek yapımına yardım etmeye izin verebiliyorlardı.
Sınırlar çizilmeye çalışıldığında, kendimizi misafir görmediğimizi belli edecek şekilde hareket etmemiz önem arz ediyordu.
Dersim’e geldiğimiz 3. festivalin ise Hozat’ta gerçekleşen 2. günde öğle vakti, Merxo (Cevizlidere) köyünde açılmak istenen madene karşı gerçekleştirilecek basın açıklamasına katılmak üzere yola çıktık.
Yol üstünde Ovacık’a bağlı birkaç köye uğrama fırsatımız oldu. Yayın vermek için indiğimizde, sorgulayan endişeli suratlar, genel olarak Partizan’dan geldiğimizi söylediğimizde yumuşadı ve yerini gülümsemeye bıraktı.
Geçmişte mücadele yoldaşlarımızın sıkça uğradığı yerler olan bu köylerde bellek hâlâ taptazeydi.
Ortaklaşma ve yardımlaşma ruhu, her ne kadar yıllardır bu köylere uğrayan olmadıysa da, tazeydi. Bundan önceki ve sonrasında da karşılaştığımız birtakım eleştiriler dile getirildi; sadece yılda bir kez festival kapsamında uğranıyor olması, ekoloji mücadelesinin yeterince sahiplenilmemesi, örgütleme çalışmalarının zayıflığı…
Bu, istisnasız uğradığımız her köyde duyduğumuz eleştirilerdi. Bunlara karşın verebileceğimiz en iyi cevap, bizim gözümüzden geçmiş süreci anlatıp özeleştiri vermek oldu.
Bölgede devlet eliyle beslenen ve şehir merkezini yaşanmaz noktalara getiren çeteleşme ve çeteler arası hesaplaşmaya ve hatta bunun yerel kültüre etkisinde devrimcilerin eksikliğine dair birtakım eleştiriler de aldık.
- günün başında bize katılmış ve bölgeyi bizden iyi tanıyan arkadaşımızla birlikte akşama doğru Hozat stantımızı açtık.
Özellikle konserlerin başlaması ile birlikte alandaki kalabalık, merkezle kıyaslanamaz hâle geldi. Bunda Hozat’ın devrimci mücadelede tarihsel yerinin ve düşünsel mirasının da elbette payı var.
Stantımıza gelen rağbetle birlikte gazete dağıtabilecek ortamı yakaladığımızı düşündük ve ciddi sayıda YDG ve gazete dağıtımı yaptık. Dağıtım yaparken karşılaştığımız farklı profillerde insanlar vardı.
Gençlerden, özellikle liseli hatta ortaokullu olanlar, oldukça ilgiliydi ve güçleri yettiğince yardım da etmek istediler.
Orada olduğumuz süre boyunca bir kere polislerin stant kontrolü, bir kere de gazete dağıtımı esnasında gazete kontrolü oldu.
Geç saatlerde stantımızı toplayarak, bölgede ilişkileri olan arkadaşın ilişkilerinde birinin evinde kaldık. Gece sohbetimizde ve sabah ayrılana kadar, önceki gece de karşılaştığımız gibi çevreden insanlar gelip bizi dinlemek, bizimle konuşmak istedi.
Bu konuşmalarda Türkiye’de değişen dinamikleri nasıl yorumladığımızı, sosyo-ekonomik tahlilimizi ve bunun faaliyete yansımalarını ve çözüm sürecine dair düşüncelerimizi duymak istediler. Bu üç konu, gittiğimiz her yerde en çok konuşulan ve siyasetimizin merak edildiği mevzular oldu.
- gün, programdaki olağandışı boşluğu köylere uğrayarak, Beşlerin ve Özgüç Yalçın yoldaşların mezar ziyaretlerini yapıp kalan zamanda da dinlenerek geçirdik.
Merkezde yapılan foruma uğramak istedik fakat karşılaştığımız tablo, çok sönük bir forum oldu. Hatta oturan kitlenin en az yarısının da sivil polis olduğunu fark ettik.
Akşamında daha erken bir saatte, uzak bir köyde kalmak için yola çıktık. Ev sahipleri, geçmişten ve yapıldığını düşündüğü hatalardan bahsederken, her ne kadar eleştiriyorsa da bunu dışarıdan bir göz olarak değil, bir parçası olarak yapıyordu ki konuşurken duygulanıp ağladı.
Sonraki sabah dönüş yolumuzda, yerleşim alanından uzak bir noktada oturup dinlenip genel durumumuzu değerlendirme fırsatımız oldu. Bu dinlenme esnasında, yerleşimden bu kadar uzak bir yolda, su başında fotokapan olduğunu fark ettik.
Dersim’e giriş yaptığımız andan itibaren gördüğümüz şey, devletin faşist, baskıcı ve asimilasyoncu kimliğini yansıtan; adım başı kimlik kontrolleri, şehit mezarları yakınında takip, vatandaştan çok sivil polis dolu sokaklar ve köy diplerine koyulmuş karakollar oldu.
Yol üzerinde yaptığımız değerlendirmede, kendi geri yanlarımız ve yanlışlarımızla yüzleşme fırsatı elde ettik. İçimizden bütünüyle atamadığımız, topluma bir kene gibi yapışmış, soluduğumuz havaya işlemiş geri yanlarla karşı karşıya kaldığımızda, her ne kadar kendimizi haklı olarak ileri noktada görüyor olsak da; bu ileri olma durumu, aslında o sorundan bütünüyle kurtulduğumuzu göstermiyor.
Dersim’in madenlerle emperyalist şirketlerce talan edilmesine karşı durmak için daha fazla örgütlenmeli ve mücadeleyi yükseltmeliyiz.