33 yıllık ömrünü düşmana yönelik vuruşuna ramak kalmışken noktalayarak şehit düşen Dilek yoldaşımız, 34. yılını geride bırakan partisinin bayrağını, kuruluş yıldönümü vesilesiyle gerçekleştireceği eylemlerle zirvelerde tutma görevini, hiç kuşkusuz yerine getirmiş oluyordu. Yoldaşımız, zaten partisinin en zorlu görevlerini başarma konusunda, tarihimizde sembolleşmiş bütün yoldaşlarımıza layık bir şekilleniş içinde faaliyet yürütüyordu. Halk ordusunun hem komutanı hem savaşçısı olarak uzun yıllardır can bedeli bir mücadelenin nice safhalarına adını yazdıran yoldaşımız, büyük mirasımızı zenginleştirenlerimizdendi.
Sınıf mücadelesinde anlık tereddütlere dahi yer olmadığını bilen; aksamaların, yenilgilerin, yanılgıların, gerilemelerin doğallığının bilincinde olan; bulunduğu koşullarda nice ihanet ve zorlu engelleri yaşayan yoldaşımız, proletarya partisinin rehberi olan Marksist-Leninist-Maoist ideolojinin aydınlığında yol alıyordu.
Tıpkı proletarya partisinin 34 yıllık tarihi boyunca toprağa düşen ve kalbimize, beynimize gömülen yüzlerce şehit yoldaşımız gibi Dilek yoldaş da ölümü komünizme giden yolda demokratik halk devrimi mücadelesine tabi kıldığı için, hiçe sayarak yaşadı. O nedenle, ne daha önceki karşılaşmaları ne de bu seferki “kucaklaşması” onun için “sürpriz” oldu.
Yoldaşımızı kaza sonucu şehit vermenin acısı daha büyüktür. Acımızı derinleştiren husus, uğradığımız kayıpta kendi payımızın da olmasıdır. Ancak sınıf mücadelesinde bunun da olduğunu/olabileceğini biliyoruz. Geçmişte de bu şekilde kayıplar verdik. Meral Yakar, Ali Yılmaz ve sonrasında burada sayamayacağımız bazı yoldaşlarımız kaza sonucu veya sonrası şehit düştüler. Şunu özellikle vurgulamamız gerekiyor ki, nasıl gelişirse gelişsin, her kazada bir biçimde insan unsurunun pay(lar)ı vardır (tedbirsizlik, ihmal, kontrolsüzlük, teknik yetersizlik/eksiklik, dikkatsizlik vb.).
Düşmanın doğrudan katkısının olmaması, yoldaşımızın kaybındaki esas sorumluluğun adresini değiştirmez. Dilek yoldaş, komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist diktatörlüğünün yıkılması ve demokratik halk iktidarının kurulması için faaliyet yürütüyordu. Böyle bir ideal taşımasaydı, ölüm riski olan bir eylem içinde yer almaz ve neticede yaşamını yitirmezdi. Düşman tarafından kaza olayından yola çıkılarak “kendisine verdiği zarar”dan söz edilmesi, ya da bu yönde yorum yapılması, alçakça bir çarpıtmadır.
Dilek yoldaş, proletarya partisinin 34 yıllık tarihi süreci boyunca atlattığı nice badirelerden sonra geldiği aşamada önüne koyduğu bir dizi kritik görevin bilinciyle mücadele ediyordu. Sınıf mücadelesinin içinden geçilen zorlu dönemde, proletarya partisine yüklenilen önemli sorumlulukların başarılmasında, gerilla savaşına süreklilik kazandırılması için izlenen çizginin gereği olarak gerçekleştirilen eylemlerin, komutanı ve savaşçısıydı.
Dilek yoldaş, işlerin genel olarak yolunda gittiği, sorunların nispeten az yoğunlukta seyrettiği dönemlerin, kısacası “iyi günlerin devrimcisi” değildi. Görev ve sorumlulukların üst üste yığıldığı, işlerin kat be kat arttığı, düşman saldırılarının ciddi ölçüde yoğunlaştığı, iç ve dış sorunların büyük bir yoğunluğa ulaştığı bir dönemin, kısacası “kötü günlerin devrimcisi” idi. Kaçaklığı değil, aksine, mücadeleye daha fazla atılmayı seçenlerden oldu.
Proletaryanın bayrağını taşımak şerefli ve fakat zorlu bir iştir. Mücadelenin kesintisizliğini sağlamak da sanıldığı kadar basit değildir. Bunu, her türlü tasfiyecilik ve yılgınlığın kol gezdiği şartlarda üstlenebilmek iyice zordur. Parti bütün karşı devrimci akımlara, engellere ve saldırılara göğüs gererken, kadroları, militan ve savaşçıları büyük bir özveriyle çalışmak durumundadır.
Dünde yaşanamayacağının bilince çıkarılamadığı koşullarda, yarınların yaratılamayacağı açıktır. Dünümüzü, diğer bir deyişle tarihimizi yaratanlar, geçmişle değil gelecekle yaşayarak süreçlerine damga vurdular. Dönemlerinin görevlerini o anlayışla bilince çıkarıp mücadele yürüttüler. Onların sayesinde proletarya partisi, 34 yıllık bir tarihi deneyim biriktirdi ve kuşakları kapsayan bir mücadele geleneği yarattı. Görevimiz, bunu zenginleştirerek çok daha büyük adımlar ve atılımlarla ileriye taşımaktır.
Bunun yeterince bilince çıkarılamadığı görülmektedir. Ortadaki tablonun işaret ettiği gerçeklik, içinden geçilen sürecin önemini kavramak bir yana, asgari düzeydeki görevlerin yerine getirilmesinde bile önemli zafiyetlerin sergilenebildiği yönündedir. Bunun esasen sınıf mücadelesinin keskinleşen yüzünde bariz bir karşılığı elbette bulunmaktadır. Kısa sürede aşılması gereken bu durum, bir yandan en zorlu görevlerin başarıldığı koşullarda, herkes için düşündürücü olmalıdır.
Dilek yoldaş için düzenlenen cenaze törenine katılım son derece düşük olmuştur. Bazı özel durumlar dışında, genelde cenaze törenlerine katılım konusunda son yıllarda düşüş yaşansa da, bu gerçekliğin ne devrim mücadelesinin gidişatı ile açıklanması ne de faaliyetin durumu ile izahı söz konusudur. Tam tersine, sınıf mücadelesinin giderek keskinleşen ve derinleşen çelişkiler üzerine oturan akışı ile bu zeminde hareketini ve örgütlenmesini yoğunlaştırmaya çalışan proletarya partisinin genel resmi buna uygun değildir.
Katılımın düşüklüğü, diğer bir deyişle kitleselliğin sağlanamayışı ile ilgili ayrıntılı değerlendirmeye burada girmeyi uygun bulmuyoruz. Şu kadarını söylemek gerekiyor ki, şehit yoldaşlarımızın uğurlanması sınıf mücadelesindeki asli görevlerimizden biri olarak kavranmak zorundadır. Zira, cenaze törenlerimiz mücadelemiz açısından en anlamlı sayfaları oluşturmaktadır. Dosta ve düşmana en güçlü mesajların verildiği kürsüler bu esnada kurulur. Şehit düşen yoldaşımız şahsında, bütün şehitlerimize verdiğimiz devrim sözü bir kez daha tekrarlanır ve zafer andımız burada içilir.
Şehit yoldaşımıza “son” görevimizin yerine getirildiği cenaze törenleri, bütün gücümüzle ve en iyi biçimde düzenlenmelidir. Bizim törenlerimiz, yasak savma türünden, sembolik cinsten, “ölü gömme” işlemi değildir. Düşmanın her türlü saldırısı ve tehdidi altında, tüm riskler göze alınarak gerçekleştirilir. En geniş katılımın sağlanması, “sahiplenme faktörü” açısından cenaze törenlerinde bilhassa önemlidir. Bu nedenle de geçmişten bu yana, cenaze törenlerinin kitlesel olmasına özen gösterilmeye çalışılmıştır.
Meselenin katılan ya da katılmayan açısından ideolojik açılımında ise sınıf mücadelesine yaklaşım vardır. Sorun en çarpıcı biçimde, devrim ve halk için şehit düşen yoldaşının yanında saf tutma sorunudur. Onun mücadelesini destekleme, ona sahip çıkma, onun bayrağını devralma sorunudur. Onun düşüncelerini paylaştığını söyleme, ona saygı duyduğunu belirtme, onun yanında olduğunu açıklama, onun yalnız olmadığını haykırma sorunudur. Cenaze törenine katılma ya da katılmama arasındaki açık saflaşma noktaları bunlardan oluşmaktadır. Niyet ne olursa olsun, nesnel durum budur.
Proletarya partisi, şehit yoldaşını kitlesel bir cenaze töreni ile uğurlayamadığı için esas olarak kendisini sorumlu tutacak ve yargılayacaktır. Asıl sorumluluğu başkasında aramayacaktır. Doğrusu da budur. Ancak, herkes kendisini sorgulamayı da bilmelidir. Gerçeklerle ve gerçekliğimizle yüzleşmeden bir adım bile ilerleyemeyeceğimizin bilincinde olmalıyız. Böyle hareket ettiğimiz takdirde, sınıf mücadelesindeki duruşumuzu koruyabilir, hata ve zaaflarımızdan dersler çıkarıp eksiklerimizi kapatabiliriz.
Dilek yoldaş, bayrağı sadece düşmanın müstahkem mevkilerine değil, aynı zamanda bütün yoldaşlarının tek tek ayaklarının dibine de dikmiştir. Herkes onu eline alıp, layık olduğu biçimde taşımakla yükümlü olduğunu unutmamalıdır!
* 21 Nisan-4 Mayıs 2006 tarihli İşçi Köylü gazetesinde yayımlanmıştır.