Çiftçi Eylemleri Üzerine!
“Net bir deyimle, çiftçiler ülke içinde tüccarların, hallerin, marketlerin, bankaların, tefecilerin sömürüsüne maruz kalırken; diğer taraftan emperyalist tekellerin ve kompradorların sömürüsüne ve yağmasına maruz kalıyorlar.”
7 Eylül 2024
Ülkemizde artan yoksullaşma her safhada tırmanıyor. Bir avuç sömüren ve talan eden kesim giderek katbekat zenginleşirken, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflar ve tüm halk katmanları ise iyice yoksullaşmış durumdadır. Bunun sonucu işçiler, esnaflar, memurlar, emekliler ve küçük çiftçilerin durumu iyice kötüleşti. İşsizlik, yoksulluk, enflasyon uç noktaya tırmandı. Kısacası krizin tüm faturası hep halka çıkarıldı. Katmerleşen ekonomik ve siyasi sorunlar hep halka yüklendi. Faşizmin düzene muhalif kesimler üzerindeki baskı ve saldırıları en üst mertebeye tırmandı. Kısacası Türkiye tarihinde sömürü ve faşizm günümüzde en katmerli boyutlara çıkmış durumdadır.
Bu durum, uluslararası emperyalist sistemin neo-liberalizm ve küreselleşme kisvesiyle yürürlüğe koyduğu ve uyguladığı sömürü ve baskı mekanizmasının sonucudur. Nitekim işçi sınıfının sosyal hakları bu minvalde alınan kararlar sonucu gasp edildi, sömürüsü daha da artırıldı, emeklilerin maaşları düşük tutuldu, işsizlik tırmandı, çiftçilerin aleyhine kararlar alındı. Bu sömürü ve gasp bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde daha azılı seviyelerde uygulandı. Nitekim bunun sonucu topraksız köylüler ve küçük çiftçiler üzerindeki sömürü ve baskı da had safhaya tırmandırıldı. Neo-liberalizmin kararları ile bağımlı ülkeler, bir dönemler ihraç ettikleri tarım ürünlerini artık emperyalist ülkelerden ithal etmeye başladılar. Ve ülke tarımını önemli oranda emperyalist tekeller ve komprador firmalara devrettiler. Kısacası bağımlı ülkelerdeki tarım emperyalistlerin çok uluslu şirketlerine (ÇUŞ) peşkeş çekildi.
Bu tarım politikası, Türkiye’de de uygulandı. Köylüler ve küçük çiftçiler giderek yoksullaştı hatta topraklarını bırakıp şehirlere göç ettiler. Uygulamaya konan “kentsel dönüşüm projesi” ile çiftçilerin sömürüsü ve mülksüzleşmesi günümüzde had safhaya tırmandırıldı. Nitekim artan sömürü sonucu, iflas eden ve toprakları gaspa zorlanan küçük çiftçiler ülkenin dört bir yanında eylemler yapmaya başladılar…
Çiftçilerin üretimdeki mali harcamaları giderek artıyor. Buna karşın ürünler tüccar tarafından düşük fiyata alınıyor. Çiftçilere ödenen para giderlerini karşılamıyor. Öyle ki, mazot, gübre, ilaç gibi tarımsal girdi fiyatları hızla yükselmesine karşın, ürünlerin fiyatı düşük tutuluyor ve harcanan giderleri karşılamıyor. Karşılamadığı gibi girdilerdeki artış, gelirdeki artış oranının 10 katını aşmış durumdadır.
Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, sadece Haziran ayında tarımın girdi fiyatları yıllık bazda yüzde 47.56 artmış durumda. Haziran verilerine göre yıllık enflasyon ise TÜİK’e göre yüzde 71.60 seviyesine, ENAG’a göre ise yüzde 113.08’e çıkmıştır. Görüldüğü gibi tarımdaki girdi fiyatları ve enflasyon hayli yükselmiş durumdadır. Bunun üzerine küçük çiftçilerin ürettiği ay çiçeği, mısır, pamuk, buğday, arpa, domates, biber, kayısı ve diğer sebze ve meyve türleri düşük fiyata alınıyor. Bu yıl tarım ürünlerinin fiyatları geçen yıla göre daha düşmüştür. Böylece hasadı yapılan ürün zarar ediyor, hububat ve sebze fiyatları geçen yılın gerisinde kalıyor. Bunun sonucu çiftçiler giderlerini karşılayamıyor ve zarar ediyorlar.
Üstelik ürettikleri ürünleri satamıyorlar. Bir taraftan, tarım ürünleri ÇUŞ şirketleri üzerinden Türkiye’ye ithal ediliyor, diğer taraftan ülkedeki ürünler tüccar tarafından ucuza alınıyor. Böylece çiftçiler hem zarar ediyor hem ürettikleri ürünler ellerinde kalıyor.
Son süreçte yaşanan çiftçi eylemleri
Bu durum üzerine çiftçiler eylem yapmaya başladılar. Çiftçiler Ağustos ayında ülkenin dört bir yanında sokaklara döküldüler. Traktörleriyle konvoylar oluşturdular. Yolları kapadılar. Kısacası yaşadıkları sömürü ve talan sonucu giderek yoksullaşan, baskı ve yaptırım altına alınan çiftçiler ülke çapında eylem başlattılar. Durumlarını ülke çapında dile getiren etkin eylemler yaptılar. Çeşitli illerde taleplerini dile getirdiler. Hatta mevcut yönetime karşı öfkelerini haykırdılar.
İlk eylem 1 Ağustos’ta İzmir’in Kınık ilçesinde yapıldı. Salçalık domates üreten köylüler, önce kilosu 5 TL olarak belirlenen fiyatın, 2 TL altına düşmesi üzerine sokaklara döküldü. Traktörlerle yolları kapayarak Hükümet Meydanı’na kadar yürüdüler. Onlara karpuz, patates gibi ürünler üreten çiftçiler de katıldı. Alana “Çiftçileri öldürdünüz, cenazeyi kaldırın” yazılı tabut bıraktılar. Domatesin tarla fiyatının 3 yıl öncesinden de düşük olduğunu dile getiren çiftçiler, “Maliyetlerin 15 kat arttığı yerde ürünlerimizi neredeyse bedavaya veriyoruz. Çok zarar ettik. Ne ziraat odaları ne kooperatifler ne ilçe tarım, hiç kimse bizim yanımızda değil. Çiftçinin değil sadece bürokrasinin yanındalar” diyerek öfkelerini dile getirdiler.
Böylece başlayan çiftçi eylemleri giderek hızla ülkenin dört bir yanına yayıldı. 4 Ağustos’ta Antep’te fıstık üreticileri Barak Ovası’nda traktörlerle yola çıktılar ve tüccarların açıkladığı fiyatları protesto ederek getirdikleri fıstıkları yola döktüler.
8 Ağustos’ta Bursa’da Mustafakemalpaşa ve Karacabeyli çiftçiler de aynı taleplerle yollara döküldüler. Bursa-Balıkesir karayolunu kapattılar. “Çiftçiye uzanan eller kırılsın”, “Hükümet istifa” sloganlarıyla tepkilerini ve öfkelerini dile getirdiler.
11 Ağustos’ta Malatya’da kayısı üreticileri Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) önünde sokağa döküldüler. Onlar da diğer tarım üreticileri gibi hem öfkelerini hem taleplerini ilettiler.
12 Ağustos’ta da Balıkesir’in çeşitli illerinden yola çıkan domates, kavun, karpuz, mısır üreticileri de aynı minvalde yollara döküldüler. Traktörlerle Bandırma Aksakal mevkiinde toplandılar. Onlar adına konuşan Bandırma Ziraat Odası Başkanı “Sözleşmeli üretim karşılığında salçalık domates için sanayiciler tarafından 3.75 TL taahhüt verildi ama açık piyasada fiyatlar düştüğü için sanayici alımları yavaşlattı. Serbest piyasada sanayi tipi domatesin kilogram fiyatı 1.5-2 TL arasında değişiyor. Bu durum üretici aleyhine işliyor” diyerek şikayetlerini ve isteklerini dile getirdi.
13 Ağustos’ta çiftçiler Burdur’da ve Manisa’da eylem yaptılar. Onlar da ürettikleri ürünler için belirlenen düşük fiyata karşı çıktılar. Belirlenen fiyatlarla giderlerini karşılayamayacaklarını belirttiler. Diğer illerdeki çiftçiler gibi traktörlerle yola koyuldular. Onlarda “Hükümet İstifa” sloganıyla öfkelerini haykırdılar.
17 Ağustos gününde ise Maraş’ta domates ve biber üreticileri traktörlerle konvoy oluşturdu. Maraş-Antep yolunu trafiğe kapayarak getirdikleri domatesleri yollara döktüler. Çiftçiler “Yüksek maliyetle üretilip, düşük fiyatta ürününü satan çiftçimizin sesi olmak için toplandık. Maraş çiftçisi zor durumdadır. Geçen yıl ay çekirdeğini 40 liraya satarken bugün 25-30 lira fiyat biçilmektedir. Mazot 20 lirayken bugün 42 lira olmuştur. İşçi yevmiyesi 400 lirayken bugün 800 lira olmuştur” diye açıklama yaptılar.
18 Ağustos’ta Aksaraylı çiftçiler, Aksaray-Adana karayoluna çıktılar. Girdi maliyetlerinin artışına ve ürünlerin enflasyon karşısında olan değer kaybına “Sadaka değil, terimizin karşılığını istiyoruz” diyerek taleplerini dile getirdiler.
Haklı ve meşru çiftçi eylemleri ayrıca 19 Ağustos’ta Eskişehir’de, 20 Ağustos’ta Afşin’de, 21 Ağustos’ta Konya’da, 21 Ağustos’ta Karacabey-Bursa’da yapıldı.
Böylece Türkiye tarihinde belki de ilk kez bu denli yoğun ve kitlesel çiftçi eylemleri yapıldı. Bir ay içinde çeşitli illerin kırsal alanları giderek yoksullaşan ve giderek tasfiye edilmeye çalışılan çiftçilerin eylemlerine sahne oldu. Dikkat çeken bir diğer nokta, bu eylemlerin genelde işbaşındaki AKP yönetiminin etkin olduğu ve seçimlerde birinci parti olarak çıktığı yerlerde yapılmasıdır. Önceleri sömürüyü ve baskıyı yeterince göremeyen, yeterince hissetmeyen ezilen sınıflar, sömürünün ve baskının giderek artması ve edindikleri belli deney ve tecrübeler sonucu oluşan tepkilerini, hoşnutsuzluklarını ve öfkelerini pratikte gösterirler. Nitekim ülkemizdeki son eylemler bunun göstergesidir. Artan sömürü, yoksullaşma, gasp, talan yoksul çiftçileri Türkiye’nin çeşitli illerinde sokaklara dökmüştür.
Gasp edilen topraklara karşı mücadele
Yukarıda değindiğimiz gibi yoksul çiftçiler üzerindeki baskı ve sömürü had safhaya tırmanmış durumdadır. Çiftçiler ürettikleri ürün fiyatlarının iyice düşürülmesi sonucu hep zarar ediyorlar. Diğer taraftan bankalardan ve tefecilerden aldıkları parayı ödeyemez duruma gelmişlerdir. Bunun üzerine borçlarını ödeyemediği gerekçesiyle topraklarına, üretim aletlerine, mal varlıklarına el koyma kararları çıkarılmaktadır. Böylece gasp edilen çiftçi toprakları yerli burjuvaziye ve emperyalizmin çok uluslu şirketlerine havale ediliyor. Bu topraklar emperyalist tekeller tarafından tarım sektöründe kullanıldığı gibi, maden arama sektöründe de kullanılıyor.
Nitekim son yıllarda gasp edilen bu topraklar adeta sömürge ülkelere has sömürüye maruz kaldı. Örneğin Erzincan’ın İliç ilçesindeki köylülerin topraklarını, cüzi para karşılığı kendi mülkiyetlerine geçiren emperyalist maden firması ve yerli işbirlikçilerin altın arama hırsı faciaya neden oldu. 3 Şubat 2024’te siyanürlü toprak depolanan yerde heyelan kayması sonucu, siyanür geniş bir çevreye yayıldı. Siyanür yayıldığı toprakları zehirledi, altüst etti. O topraklarda yaşayan halkı böylesi bir tehlikeye attı.
Altın ve diğer maden aramaları, ülkede çiftçilerin mülksüzleştirildiği birçok toprakta yapılmaktadır. Daha net bir deyimle, çiftçiler ülke içinde tüccarların, hallerin, marketlerin, bankaların, tefecilerin sömürüsüne maruz kalırken; diğer taraftan emperyalist tekellerin ve kompradorların sömürüsüne ve yağmasına maruz kalıyorlar. Bu sömürü çarkı, emperyalizmin neoliberalizm yaftası altında ülkeye dayattığı “yapısal uyum programları” ve “ekonomik krizle mücadele adı altında uygulanan ekonomik programla” hayata geçiriliyor.
Nitekim çiftçilerin sömürüsüne doymayan emperyalistlerin ve Türk hakim sınıflarının temsilcisi R.T.Erdoğan komutasındaki AKP hükümeti, çitçiler aleyhine yeni bir karar daha aldı. “İşlenmeyen tarım arazilerinin tarımsal amaçlı olarak kiraya verilmesi” kararı, 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe kondu. Bu karara göre iki yıl işlenmeyen ve kullanılmayan tarım arazileri bakanlık tarafından kiraya verilecek. Arazinin kiralanmasını ve kira miktarı devlet tarafından belirlenecek. Her ne kadar alınan karar, çitçinin iki yıl sonra üretim yaptığında toprağını işletmesini öngörse de pratikte, gelirle gider arasında katbekat zarar eden çiftçi açısından bunun pek de mümkün olmadığı aşikardır. Böylece yoksul çiftçilerin toprakları ilhak edilecek. Çifti, kullandığı toprağından arındırılacak. Erdoğan yönetimindeki AKP hükümeti tarafından alınan bu karar ile çiftçiler tasfiye edilecek.
Böylece ucuza kiralanan topraklar kapitalistlere, çok uluslu şirketlere (ÇUŞ) peşkeş çekilecek. Nasıl ki, Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da yoksul ülkelerin toprakları emperyalistlere kiralanıyor, onların hizmetine sunuluyorsa, ülkemizde de küçük köylülüğün sahip olduğu topraklar, günümüzün iyice azgınlaşan uluslararası kapitalizm ve uşakları tarafından gasp ediliyor, el konuyor. Son alınan kiralama kararı bunun daha hızlandırılmasını, daha pekiştirilmesini öngörüyor.
O zaman giderek tırmanan sömürü, gasp, talan, baskı ve saldırılara karşı mücadele verilmelidir. Mücadele daha üst evrelere tırmandırılmalıdır. Tüm ezilen sınıflar ile ezen sınıflar arasındaki çelişkiler yumağı nasıl ki açılıyorsa, mücadelenin nesnel koşulları da o denli gelişiyor. Ezilen sınıfların da sisteme karşı öfkesi tırmanıyor. Bunu bizzat ülkemizde görüyoruz. Her geçen gün daha sömürülen, daha katmerli baskı ve tahakküme maruz kalan kitlelerin tepkileri de giderek kabarıyor. Kürt ulusu, Aleviler, emekçi kadınlar da bu baskı ve zulme maruz kalıyorlar. Bu durum iyice yoksullaşan, iyice sömürülen yoksul çiftçiler için de geçerlidir.
Bunun için çiftçilerin verdiği mücadele daha örgütlü düzeye çekilmelidir. Son yaptıkları eylemlerle, gösterilerle, traktörlerle yollara, sokaklara etkin bir şekilde çıkarak, öfkelerini haykırarak, potansiyel güçlerini gösteriyorlarsa; bu kendiliğinden mücadelelerini örgütlü mücadeleye dönüştürmelidirler. Ancak o zaman haklı ve meşru taleplerle yürüttükleri mücadele etkin olur.
Bunun için üretici ve tüketici kooperatifleri kurulmalı, daha geliştirilmeli. Ürettikleri ürünleri -tüccarların ve spekülatör kesimlerin etkinliğinden çıkarak- bu kooperatifler üzerinden tüketim pazarlarına iletmelidirler. Diğer taraftan güçlerini birleştirerek planlı, programlı mücadele vermelidirler. Bu doğrultuda örgütlü mücadele vermelidirler. Elbette ki güçlerini diğer emekçi sınıflarla birleştirmeli ve daha koordineli, daha eşgüdümlü mücadele yürütmelidirler.
Burada devrim perspektifiyle hareket eden yapılara da görevler düşmektedir. Onlar da bir an önce çiftçilerle bağ kurmalı, onların mücadelesinde yer almalıdır. Deney ve tecrübeleriyle bu minvalde yer almalılar. Ne zamanki onlarla bağ kurulur, mücadele ancak o zaman ileriye taşınabilir.