Cem ve Barış yoldaşların ardından… “Gülüşün mor bakışlı dağlara düştü”

SAMSUNG CAMERA PICTURES

Ölüm, ölümle yenilir

işte bu kadar!

insanlığın yaşaması için

ölmeyi bilmek gerek.

binlercesi ölmeli ki,

milyonlarcası yaşasın

ölmek kolay

yeter ki

insanlar canlansın, yaşayabilsin!

Önder Mehmet Demirdağ yoldaşın ve dört Partizan yüreğin şehit düştüğü ayda, yani Kasım ayında şehit düştün Cem yoldaş. ’97 yılı şehitlerimizin “Haydi Karadeniz’e, savaşa!” sloganına ses verdin. Küçük yaşınla, Partizan yüreğinle yoldaşlarının bıraktığı bayrağı sen devraldın. Zorlu süreçlerde inadına kavgayı seçtin ve “Ben de buradayım” dedin. Partine olan bağlılığın, devrime olan inancınla kavganın kızıllığında selama durdun. 1 Kasım 1999 tarihinde Tokat’ın Erbaa ilçesinde düşmanla girdiğiniz çatışmada yeşermek için toprağa düştün Barış Aslan yoldaşla.

Cem Ergüldü’nün şehit düştüğünü öğrenen ailesi, Tokat’a giderek cenazeyi 4 Kasım sabahı İzmir’e getirerek Tepecik morguna kaldırdı. “Cenazeyi gece gömeceksiniz” yönlü baskı ve tehditlere rağmen ailenin “hayır hiçbir güç bize cenazemizi gece gömdüremez” cevabı karşısında geri adım atan polis, bu sefer de evi abluka altına alarak aileyi yalnızlaştırmaya çalıştı.

Cenazeyi 4 Kasım günü saat 10.30’da kaldırmayı düşünen ailesi, yine polisin yoğun baskıları sonucu saat 09.00’da kaldırmak zorunda kaldı. Daha önceki baskı ve tehditlerinde başarılı olamayan polis, bu sefer de mahalle halkının cenazeye yoğun bir ilgi göstermesini hazmedemeyerek, cenazeye katılımı düşürmek için bir an önce kaldırılması yönünde baskı yaptı. Bundan dolayı uzak yerlerden cenazeye katılmak isteyen birçok dostu ve yoldaşı cenazeye yetişemedi. Polisin bu yönlü baskısına rağmen cenazeye katılım yoğundu.

Saat 09.00’da Tepecik morgundan alınan cenaze, buradan her tarafı jandarma tarafından yoğun abluka altına alınan Buca Yeni Mezarlığı’na götürüldü. Mezar girişinde cenaze arabasından indirilen tabut, yaklaşık 500 metre uzaklıktaki mezara omuzlarda taşınarak götürüldü. Yoldaşın naaşı toprağa verildikten sonra yoldaşları tarafından getirilen çiçekler mezara bırakıldı ve mezarlıktan ayrılındı.

 

Can yoldaşım Cem’e; Ufaklığımıza…

Ufaklık; bilirsin uzun bir aradan sonra yoldaşlarla buluşmak insana büyük bir coşku ve mutluluk verir. Ben de uzun bir aradan sonra değişik bölgelerden gelen yoldaşlarla kucaklaşmanın coşkusu ve mutluluğu içerisindeydim. İşte şehit düşüşün tam da yoldaşlarla buluşma ve kucaklaşma coşkusu içerisindeyken bizlere ulaştı. Bu haber bütün yoldaşları bir suskunluk içerisine sürükledi. Komutan Ayfer ile Kemal ve Münire yoldaşların düşüşleri de böyle bir ortamda ulaşmıştı. O zaman olduğu gibi bu sefer de bu haber canımızdan can almış ve bizi üzmüştü. Ama bu duygularımızın tali yönüydü. Çünkü her şehidimizde olduğu gibi sizlerin düşüşü de tüm yoldaşlarda olduğu gibi faşizme olan öfkemize öfke kattı.

Ufaklık, düşüşünü haber alır almaz cenazene katılmak için yola çıktım. Bir yoldaşla 24.00 arabasına binip İzmir’e doğru yol alıyoruz… Benim örgütlü mücadeleye katıldığım ilk zamanlardı ve İzmir’de görevlendirilmiştim. İlk tanıdığım yoldaşlardan biriydin. Suskun ve utangaç bir yoldaşımızdın. Böyle olmasına rağmen, Partiye ve yoldaşlarına yönelik kara çalmalarda bu halinden eser kalmaz, var gücünle Partiyi ve yoldaşlarını savunmaya başlardın. Senin mücadeleye ve Partiye olan bağlılığın örnek alınacak nitelikteydi.

Ufaklık, yine Mehmet Demirdağ’ın şehit düşüşü seni o kadar etkilemişti ki, önder yoldaşı her andığında gözlerin dolardı. Ve bana “Kirvem önder yoldaşın bu düşüşü hepimize bir çağrıdır ve bizler bu çağrıya cevap olmalıyız” demiştin. Bunu her fırsatta dile getirirdin. Yine 18 Mayıs anmasında sen ve arkadaşların YDG şiir grubu olarak şiir dinletisi vermiştiniz. Şiir okuma sırası sana gelmişti. Ve sen kendini şiire o kadar kaptırmıştın ki sanki Mehmet Demirdağ ile birlikteydin, onunla birlikte Karadeniz’de bir çatışmada düşmanın üzerine kurşun yağdırıyordun. Şiirin sonunda Demirdağ ismini öyle bir telaffuz etmiştin ki, yine gözlerin dolmuş ve salonu tıka basa dolduranların duygularını şaha kaldırmıştın. Ve ben; sahneye fırlayıp, seni sımsıkı kucaklama isteğimi zor zapt etmiştim. Ufaklık, seni o anmadan sonra bir daha göremedim. Bir yoldaşa sorduğumda, sorumu geçiştirmişti. Bundan anladım ki; sen Demirdağ’ın çağrısına cevap olmuştun.

Cem yoldaş, cenazene katılmak için yaptığım yolculukta seni düşünürken, karşı yönden gelen arabaların farları ve yağmurun yağmasıyla bu düşüncelerden bir an kopuyorum. Seninle yoğunlaşan düşüncelerim bu sefer sileceklerin yağmurla olan mücadelesine kayıyor. Yağmur damlaları durmadan ve ısrarla otobüsün camına doluşuyor. Ve silecekler de bu yağmur damlalarını inatla alaşağı ediyor. Ve ben bu ilginç mücadeleyi bizim, düzene karşı verdiğimiz mücadeleye benzetiyorum. Nasıl ki patron-ağalar bizim Demokratik Halk Devrimi’ne varmamızı en vahşi yöntemlerle engellemeye çalışıyorlarsa, yağmur damlaları da otobüsün hedefine varmasını yavaşlatmaya çalışıyor. Yağmur damlaları belli bir süre otobüsün camında yoğunluk kazansa da, en sonunda sileceklere yeniliyor ve otobüs zamanında hedefine varıyor.

Ufaklık, sen nasıl ki Mehmet Demirdağ’ın çağrısına cevap olduysan, sizlerin çağrısı da halk evlatları arasında cevap bulacaktır. Sen rahat uyu can yoldaşım…

***

Gülüşün mor bakışlı dağlara düştü

Hüzün ve acı ve direniş yayıldı

Dalga dalga dört bir yana

Haber yüreğimizi yaktı

Kanatlarımızı kırdı

Dayanamadık, ağladık

Affet bizi,

yüreğimize acımızı hapis etmedik diye…

Şimdi söze nasıl başlamak gerekir? Sana dair ne söylemek gerekir? Seni nasıl anlatabilirim ki? Gökyüzünde bir yıldız mı düştü desem bir dağ parçası mı gitti desem? Yoksa yüreğimin bir parçası mı, kanadı mı desem? Yaşamın acı olduğunu söyledik, bu kadar olacağını bilmezdim. Şimdi düşmanın yanında yatan cansız bedeninle bile, düşmanın korkulu rüyası olmaya devam ediyorsun.

Sen zirveleri hedefleyen yürüyüşe giderken, ölümü göze alarak gittin. Gülerek gittin. Gülmek, şartlar ne olursa olsun gülmek; sana özgü bir şeydi. Saf, temiz, çalışkan, içten biri olarak çok kısa zamanda Hamburg’un sevgilisi oldun. Feto ismi şehit düşen Fethi yoldaşımızdan kalmaydı sana. Yalnız isminle değil, davranışlarınla, hareketlerinle devrime, partiye bağlılığınla da onlar gibi olmak istiyordun. Hep şehitleri kendine örnek alırdın.

Ve bir gün sessiz ve sedasız bir şekilde çok sevdiğin insanlardan ayrılarak mor bakışlı dağların doruklarına uzanan yola tutuldun. Yol uzun ve engebeliydi. Ezilen dünya halklarının zaferi bu yolun sonundaydı. Yolun her kilometresinde bir şehidimizin cesedi vardı. Bu yola koyulmak, bu uzun yürüyüşü göze almak herkesin işi değildi. Yaşamı sevmek, onurlu bir yaşam için canını verenlerin adım atabileceği bir yoldu. Yani kavganın kıyısında köşesinde değil, kendini kavganın ateşine atıp, barutla oynamayı göze alanların yürüyebileceği bir yoldur bu. Hiç kem küm etmeden, şartlar ne olursa olsun, yürümeyi göze alanların yolu…

Yani “o büyük güne” uzanan yoldur bu yol.

Sen hazırdın, bu yolculuğa başlamaya. Devrim için, partin için her türlü fedakarlık ve özveriye hazırdın. Umutları büyütmeye, umutlara umut katmaya hazırdın. Umudun salt başkaları tarafından yeşertilmesini beklemenin yalnız olduğunu bildiğin için, umudu yeşertenlerin yanına koştun. Onların nasırlı ellerine ellerini verdin.

Gerçekten de yaptığın iş kolay değildi. Hiçbir çıkar gözetmeksiniz, kavganın göbeğine koşmak… Sen gülerek, bir de sırt çantanı yanına alarak, bu alana gittin. Çünkü bunca yoldaşımızın direnişine tanık olmuş dağlara, nehirlere, yırtık elbiseleri vücutlarına siper olmuş çocuklara, açlıktan nefesi kokan yaşlılara sevdalıydın. Sen yaşamın adı olan kavgaya sevdalıydın. Çünkü sen “iş olsun” diye saflara katılan değil, bir şeyler yapmak istediğin için vardın.

Hem kararlı, hem güneş kadar temiz bir yoldaş… Hem coşkulu, hem bir çocuk kadar saf ve temiz. Yüreğin sımsıcak ve sevgi doluydu. Yoldaşlık ilişkileri ve paylaşım noktasındaki duruşun örnek alınması gereken diğer bir özelliğindi. Yoldaşlık ilişkilerinin birçoğu tarafından dejenere edilmeye çalışıldığı, yurtdışı koşullarında sen gerçek bir yoldaştın.

Umutlarımızın yıkılmaya çalışıldığı, suyumuza, ekmeğimize, geleceğimize göz koyulduğu bir ortamda saflarımıza geldin. Acılarımıza, sevinçlerimize ortak oldun. Yaşamında umut, sevinç, güzellik vardı. Yalnız onlar değil, örnek alınması gereken bir dizi özelliklerin vardı. Partiye, halka, devrime bağlılığın ne olduğunu öğrettin bize. Korkusuz, pazarlıksız kendini sundun.

Ve Kasımın bir şafağında kara maskeli zebanilerle girdiğin bir çatışmada güneşe türkü oldun. Gök kubbenin altında hüküm süren bunca sömürüye, haksızlığa karşı yaşamını feda edecek kadar fedakar olman, yaşamın kadar ölümünü de yüce kılmıştır.

Sevgili Feto’cuğum (Barış Aslan) yaşam; tüm acılar ve kayıplara rağmen mücadele devam ediyor. Yaşam, siz değerli şehitlerimizin özveri ve fedakar davranışlarıyla daha da güzelleşiyor. Anılarınızla, kavganızla beynimizde, yüreğimizde de yaşamaya devam edeceksiniz. Dünya döndükçe, siz yaşayacaksınız. Ve sizlere olan özlemimiz her geçen gün dağ gibi büyüyecektir. Sen direnişin umutlu türkülerini Karadeniz’in dağlarına yayarken, Kasım’ın bir şafağında; rüzgarların kanadına binip o büyük sevdayı yüceltme kavgasında şehit düşenlerin yanına gittin. Bu çemberi kırıp, karabulutları dağıtanların yanına gittin. Çok iyi biliyorum ki, kurşun acısını bedeninde hissederken, hiçbir pişmanlık duymadın. Belki erken gitmenin acısını yüreğinde hissettin, belki bundan dolayı yüreğin biraz buruktu, ama hiçbir zaman pişmanlık hissetmedin. Her ne pahasına olursa olsun, koruduğun onurunu birlikte alıp, onurlu insanların yanına gittin.

(Hamburg’dan bir yoldaşın)

***

 

Vasiyetimdir

“… Ve şimdi artık TİKKO gerillasıyım. 65 milyon insanın öfkesini taşıyorum. Halkıma, Partime, yoldaşlarıma sahip çıkacağıma kanımın son damlasına kadar söz veriyorum.

Partimden, yoldaşlarımdan şunları istiyorum: Bu onurlu mücadelede şehit düşmek de var, eğer şehit düşersem, cesedim düşmana geçmezse, uygun bir yere (dağlara) gömülmesini ve yoldaşlarıma, aileme vasiyetim olduğunu söylemenizi istiyorum. (Barış Aslan)”

1 Kasım 1999 tarihinde iki yoldaş daha şehitler kervanına katıldı. TKP/ML TİKKO Karadeniz Bölge Komutanlığı, Hızaralan çatışması ve şehitlerine ilişkin, Kasım 1999 tarihli bir açıklama yayınladı. Açıklamada:

“Çeşitli inanç ve milliyetlerden halkımız! Devrimciler! Yoldaşlar!” şeklinde başlayan bildiri, çatışmanın nasıl geliştiğini anlatarak devam ediyor.

“1 Kasım 1999 tarihinde Tokat’ın Erbaa ilçesi Hızaralan Deresi mevkiinde düşmanın hain pususu sonucu çıkan çatışmada iki yoldaşımız şehit düştü. Akşam saatlerinde başlayan ve elverişsiz koşullara rağmen bir saat süren çatışmada düşmanın kayıpları hakkında bilgi alınamadı.

Düşmanın hain pususunda üzerlerine yağan binlerce kurşun karşısında elverişsiz koşullara rağmen teslimiyet yerine kızıl kurşunları ve bu kurşunlara yön veren bilinç ve yürekleriyle direniş bayrağını dalgalandırmayı görev bilerek ölümsüzleşen yoldaşlarımız; Partimiz TKP/ML’nin ileri sempatizanı, Halk Ordumuz TİKKO’nun alt düzeyde komutanlarından Barış Arslan (Hakan) ve Partimiz TKP/ML’nin orta sempatizanı Halk Ordumuz TİKKO’nun savaşçısı Cem Ergüldü (Ünal) yoldaşlardır.”

Bu süreçte halk savaşçısı olarak yaşamanın, savaşmanın ve şehit düşmenin ne anlama geldiği üzerinde duran komutanlık; “Yaşadığımız coğrafyadaki siyasal konjonktür doğru değerlendirildiğinde bu direnişin anlamındaki derinlik daha iyi kavranabilir. Yoldaşlarımızın ölümüne direnişi savaş gerçekliği içinde basit bir muharebenin olası doğal sonucu olarak değerlendirilip geçiştirilemez. Yaşadığımız coğrafyadaki toplumsal sorunların çözümü, sorunların kaynağını oluşturan egemenlerden bekleme yanılgısına düşüldüğü koşullarda pişmanlık yasasından itirafçılaştırmaya, her gün yinelenen gerillaya yönelik “teslim ol” çağrılarına, pohpohlanan reformizme kadar egemenlerin yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde devrim cephesine dayattığı teslimiyet karşısında direniş çizgisinin bayraklaştırılması ve kızıl bayrağın doruklarda dalgalandırılmasının somut örneklerinden birisidir yoldaşlarımızın düşman karşısında baş eğmez tutumları. Zindan cephesinden gerilla cephesine kadar sınıf mücadelesinin tüm alanlarında dayatılan teslimiyet karşısında sınıf mücadelesinin tüm alanlarında olduğu gibi gerilla cephesinden verilmiş en kesin, en net yanıtımızdır yoldaşlarımızın ölümüne direnişleri” değerlendirmesiyle birlikte, halk savaşçıları Barış Aslan ve Cem Ergüldü hakkında bilgi veriyor.