Merhaba yoldaş,
(…)
Şiddet; bir canlıya ya da bir canlılar topluluğuna yönelik olarak fiziksel, sosyal, psikolojik, ekonomik ve siyasal açıdan zarar vermek amacıyla zor kullanmak, baskı uygulamaktır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi şiddet sadece bir canlıya ya da canlılar topluluğuna (ben burada konu olarak insan ve insan topluluğu olarak ele alacağım) onların fiziksel bütünlüğünü zedeleyecek ya da bozacak şekilde zor kullanmak ya da baskı uygulamak değildir. Fiziki zararın yanında her türlü sosyal, psikolojik ve siyasal olarak zarar vermek amacıyla uygulanan baskı ve zor şiddettir.
Eğer şiddet sadece bir insanın fiziksel olarak zarar görmesi olarak tanımlar “kırık var mı, kan akmış mı, gözü çıkmış mı” gibi insanlığın evriminde tarih öncesi süreçlerde kalmış olması gereken bir değerlendirmeye tabi tutarsak ilerici-demokrat-devrimci gibi tanımlamalarla aramıza mesafe koymamız gerektiği gibi İNSAN olmanın hangi basamağında durduğumuzu da kontrol etmemiz gerekir. Zira zeminden fazla yukarıda değiliz demektir. Bununla beraber “psikolojik işkence”yi bu bakış açısıyla nasıl anlatabiliriz? Herhangi birini bulunduğu mekândan istem dışı çıkarmaya zorluyorsak ve bunu yapmadığı takdirde “fiziksel zorla” çıkarılacağını kişiye/kişilere hissettiriyorsak “kolundan tuttuğumuz gibi” kapının önüne koyuyorsak bunun adı şiddettir. Televizyonlarda taciz ve tecavüz mağdurlarına mahkemelerin verdiği “fiziksel bütünlüğü” bozulmamış kararındaki anlayışla kan yok, kırık yok o zaman şiddet yok anlayışı aynı yola çıkar. Bu tür mahkeme kararları tolumda etik-ahlak-insanlık kavramları etrafında tartışılmıştır/tartışılmaktadır. Kendine devrimci-demokrat-ilerici diyen insanlar bu mahkeme kararlarına nasıl yaklaşıyorsa şiddet olayına tanımına da aynı şekilde yaklaşmak zorundalar.
Bunlarla beraber bir meskeni, meskenin asli unsurlarını dışarı zorla çıkararak “işgal etmek” ve bu işgale devam etmek “zor” unsurunun sürekliliğini sağlamak demektir. O meskenden/mekândan çıkarılanlar kendilerine ait olan yeri almaya geldiklerinde karşılarına dikilinileceğinin ve ne olursa olsun verilmeyeceğinin kanıtıdır. Bu durum da, şiddetin artırılarak devam etmesidir.
Yukarıda belirttiğim gibi “psikolojik işkence” diye bir kavram var. Ulusal ve uluslararası (sadece uluslar arası demek daha doğru sanırım) kamuoyunda bu kavram –aynı zamanda hekimler/psikiyatrist-psikolog ve konunun uzmanları arasında kabul gören doğru olduğu ispat edilen ve devrimci-demokrat insanların çok iyi bildiği ve maruz kaldığı şiddet biçimidir. Bu şiddet/işkence türünde hiçbir şekilde fiziki saldırı yoktur, kan yoktur-kırık yoktur. Tehdit, korkutma, yıldırma, şantaj psikolojik olarak tahribat ve yıkım esastır. Fiziksel saldırı olmamasına rağmen saldırın her an olacağı hissi yaratılarak kişinin yıldırılması, iradesinin kırılması ve teslim alınmaya çalışılması esastır. Gözaltına alınan pek çok insan psikolojik şiddet/işkence gördüğünü beyan etmiştir. “Kan yok, kırık yok o zaman şiddet yok” diyenler ya devrimci tarihi bilmiyorlar ya bu tür şiddete maruz kalmış insanlarla karşılaşmamışlar, ya hiç kitap okumuyorlar ya da yoldaşları Machirelli.
Şiddeti meşru ve meşru olmayan şiddet olarak karşıtlarına ayırarak değerlendirmek en doğru yöntem olacaktır. Meşru şiddetin ne olduğunu ve kimlere karşı uygulandığını konumuz gereği burada tartışmayacağım. Meşru olmayan şiddet noktasında söylenecek tek şey “suç” kapsamına girdiğidir. Yoldaşlar arasında, konusu yoldaşlar olan suç; değerlere, ilkelere, var olan tüzük ya da yasalara, devrimci ahlaka bağlılığın; en hafifinden, azlığından kaynaklanır. Kısacası, ideolojik olarak yaşanan gerileme ve kırılmanın ürünüdür. Serbest çeviri ile Lenin “hatalara yaklaşımı Komünist Partisinin ciddiyetini gösterir” demektedir. Bu cümleye ek olarak; suçun nasıl anlaşıldığı onunla savaşmak için geliştirilecek politikaları doğrudan etkilemektedir cümlesiyle birlikte değerlendirmemiz konumuzu anlamak için daha verimli düşünmemizi sağlayacaktır. Gelecekle ilgili toplumsal ve bireysel tasarrufta bulunma iddiasında olan insanların suçu ve suçla savaşma yöntem ve bu yöntemde tutarlılıkları politik olarak hedefledikleri gelecek iddiasında samimi ve tutarlı, ideolojik olarak “net” olup olmadıklarının göstergesidir. Davranışlar nasıl karakterleri belirlerse bunun tam terside geçerli ve doğrudur; Karakterler de davranışları belirler. Diyalektik acımasızdır.
Sosyolojik olarak suç türleri içinde “Duygusal suçlar” bölümünde “Nefret suçu” ayrı bir başlıktır. Nefret suçu; cinsel, dinsel, etnik, vb. olarak “farklı” olana karşı işlenen tüm psikolojik, fiziki, saldırı ya da her an fiziki saldırıya uğrayacak iması vb. şiddetten başka bir şey değildir. Alevi olan birinin kendisinin Alevi olduğunu açıklayamaması, ibadethanelerin ibadethane olarak kabul görmesi, ötekileştirme vb. “baskı ve zor” unsurlarını içerir. Bu içerikten kaynaklı olarak “şiddet” unsuru kendisini gösterir. Bu tür örneklerin sayısı artırılabilir.
Yaşadığımız topraklarda “mahalle baskısı” diye ifade edilen şey sosyal, psikolojik ve siyasi, ekonomik şiddetten başka bir şey değildir. İnsanlar, dinleri, cinsel kimlikleri, etnik kökenleri, siyasi tercihleri, mezhepleri vb.den dolayı “korku” içinde yaşamaya zorlanmışlar ve bu durum toplumsal bir baskı olarak varlığını kurmuş, korumuş ve geliştirmiştir.
Herhangi bir yoldaşa kötü bir sözün bile suç olduğu ve belli bir yaptırımın olduğu bir durumda fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik ve siyasal baskı ve zor unsurunu devreye sokmanın “suç” olmadığını söylemek suça “ortak” olmaktan başka bir şey ifade etmez. Toplumsal tasavvurlarında samimi olmak ve hatalara karşı yaklaşımdaki tutarlılık “söylenen sözlerin” doğruluğundan geçer. Söz, eylem diyalektiği, özne-yüklem, teori-pratik tutarlılığı (kısaca praksis) kim olduğumuzun kanıtıdır. Devrimcilere, yoldaşlara karşı şiddet kullanmak, şiddeti kullananları “aklayıp paklamaya çalışmak”, bu davranışları “meşrulaştırmak” sahip çıktığı iddia edilen tarihin dinamitlenmesidir. Aynı zamanda gelecekte (belki hemen yarın) yoldaşlara ve yoksul emekçi halklara karşı uygulanacak şiddetin kapılarının sonuna kadar açılmasıdır. Her suç, değerler, ilkeler, devrimci ahlak ve MLM ideolojik çerçevede mahkûm edilmeli, hesabı sorulmalıdır. Her hareketlerimizi/davranışlarımızı değiştirmeli-dönüştürmeliyiz hem de karakterlerimizi değiştirmeli-dönüştürmeliyiz. Tabi ki bu dönüşümü olumlu olan/doğru olan yönünde yapmalıyız. Sınırsız ve sınıfsız bir dünyayı yaratma mücadelesinde kendi hatalarımıza karşı takındığımız tavır samimiyetimizi ve ideolojik duruşumuzu belirleyecektir. (…) (Bir Tutsak Partizan)