(Emre Bilgin’in bir yoldaşına yazdığı mektuptan…)
…
Doğal gelişim bir şeyi süreç içinde özümseyerek kavramak demektir. Kişiliğin oluşumu küçük yaşlardan, çevresinin ona gösterdiği tavırla belirlenmeye başlar. Çocuklar çevresinde gördüklerini resim gibi kafalarına işlerler. Onun için çocuklara bağımsız düşünme, yaratıcı olma, haklarını ve ödevlerini bilme yönünde çaba sarfedilir…
Özellikle sevgi ve yaratıcılık kişiliğin sağlıklı gelişiminde en temel iki unsurdur. Topluma küskün olan ve onu sevmeyen bir insan genelde ya içine kapanık olur. Sevgi sevgiyi doğuracağından verdikçe ürer. İnsanın yüreğinin hafiflemesine neden olur. Sevgi verme konusundaki tutuculuk (gittikçe) sevgiyi özel mülkiyete dönüştürür. Halk safında olan insanlar sevilmelidir. Yani halk safında olan bir kimsenin zor durumda olmasını, acı çekmesini ya da zavallı duruma düşmesini istemeyiz. Ona tüm hata ve zaaflarına rağmen yardım etmek isteriz. Ona acıdığımız için değil, olması gerektiği için yaparız. Ona yardım etmek için, ona karşı az da olsa sevgi duymak gerekir. Çünkü insan hiç sevmediği biri için kolunu kıpırdatmak istemez. Bu bir dostsa bile, duygudan yoksun, zorlama bir görev anlayışı olur ki, bu da yapaylığı ve samimiyetsizliği doğurur. Fakat bu demek değildir ki, her insana aynı değeri vereceğiz. Buna başta doğal duygular tepki gösterir. Halk uğruna yaşamı göze alanların yeri her zaman için yüreğimizin başköşesi olmalıdır. Bu anlamda sevgisizlik ortaya olumsuz bir sonuç çıkarır. Sevginin en ufak bir kırıntısını bile duymadığın bir insandan nefret etmek doğal sonuç olur. Nefret ise, ancak karşı-devrimcilere duyulmalıdır.
İnsanlar sevdikleri için yaratıcı olurlar. Yaratıcılık kişinin kendine öz güvenini kazanmasında önemli bir unsurdur. Maddi ve manevi ihtiyaçların sonsuz olduğu bir toplumda yaratıcılık yaşamın her alanı için geçerli bir olgudur. Düşünce, sanat, bilim, kültür ya da maddi üretimin hepsi yaratıcılığa açık olan konulardır… Var olanla yetinmek, yaratıcılığı öldürür. Diyalektiğe değil metafiziğe hizmet eder. Bazı şeylerde var olan yeteneği azami zorlamak belki yaratıcılık için mümkün olmaktadır. Her konuda baştan “ben yapamam” deyip çekilmek sağlıklı bir kişiliğe sahip olmanın önünde engel teşkil eder. Bu tür insanlar genelde var olanla yetinmeye çalışan uyuşuk ve memur anlayışta olan insanlardır.
… Birçoğumuz küçük burjuva ya da feodal düşünen aile çevresinden gelmekteyiz. Bu da doğal gelişimine darbe indirmektedir. Genelde her şeyi büyüklerin bildiği ve onların izinden gidilmesi, empoze edilir bizlere. Belli bir dar çevre ve gelenekler içinde sürdürülen yaşam günün birinde farklı bir yaşamında olabileceği gerçeği ile karşılaşabilir. Bu ya değişik çevrelerle iletişim kurmak ya da değişik basım- yayım ve kitaplarla karşı karşıya gelmekle mümkün olmaktadır. Yani kişi günün birinde kendisinin de insan olduğu, insan olmanın gerektirdiği bir yığın irili-ufaklı hak ve özgürlüklerinin olduğu, yaratıcı olabileceği, kendi yolunu kendisinin çizebileceği, topluma yön vermede etkin olabileceği, yanlış gelenek ve değer yargılarını değiştirebileceği düşüncesiyle karşılaşınca ve de bu düşünceler yüreğindeki özlemlere cevap verdiğinde bu düşünceleri kapar ve toplumdan bunu hayata geçirmesini bekler. Bu noktadan sonra insanlar iki türlü davranış içine girebilir. Bu davranışlar da kişinin kendine yaklaşımı ve çevresinin ona doğru ya da yanlış önderlik etmesinin de rolü vardır.
Birinci davranış; bu davranışı benimseyenler doğru olması gerekende budur) şöyle düşünür: “Ben şimdiye kadar birçok şeyin bilincinde olmadan yaşadım, şimdi toplumdan beklediğim şeyler doğru ve güzel olanlardır. Fakat toplum kendiliğinden ve birden bire değişmeyecektir. Toplumun değişmesi için katkıda bulunmam lazım. Bunun içinde önce kendimi değiştirmeliyim. Kendimi değiştirdiğim oranda da toplumu değiştirmeye çalışmalıyım. Ve bunu benim gibi düşünenlerle birlikte yapmalıyım. Kendimi aşma sürecinde hata ve yanılgılarla düşmemde mümkündür vb.”
Sonradan kazanılan kişiliğe belli bir istikrar kazandırmak ve oturaklı hale getirmek için daha yoğun çaba ve özveri gereklidir. Tüm bunlar da ancak diyalektik düşünmek ve ML bir hat izlemekle mümkündür.
İkinci davranış ise; istenilmemesi gereken bir davranıştır. Bunda da yine kişinin kendi iç dünyasının ve çevresindekilerin doğru önderlik edememesinin etkisi vardır.
Kısacası sağlıklı, oturaklı bir kişiliğe sahip olan herkes yaşamının her anında kendine şu soruları sorar. Ben kimim? Yaşamımda ne yapıyorum, sorumluluklarımı nasıl üstleniyorum? Tüm bunlara olumlu cevap vermek görevimizdir. Sevgi, saygı ve itibar ise bunun karşılığı olmalıdır…
Toplumumuza damgasını vuran feodal, küçük ve burjuva anlayışlar ile bunların karışımından meydana gelmiş, hiçbirini tam olarak özümseyememiş ve her birinden bir parça etkilenen anlayışlardır. İşten en kötü olan da bunlardır. Bu insanlar sürekli bir arayış içinde ve mutsuzdurlar.
Emre Bilgin