(Mehtap’ın bir yoldaşına yazdığı mektuptan… Mehtap Kara (Hatice) yoldaş, bu satırları 2006 barınağında yazmış. )
Merhaba,
Belki de sana mektup yazacağımı beklemiyordun. Aslında gecikmiş bir mektup. Bundan iki yıl önce yeni tutuklandığın ilk dönemlerde sana yazmayı düşünüyordum. Fakat biraz kendi duyarsızlığım biraz da koşullar vs. şeyler yazmamı engelledi. Bugün sadece sana değil birkaç kişiye daha mektup yazdım. Geçen gün zaman ne kadar da çabuk geçmişti. Sen tutuklanalı tam iki yıl oldu. Daha dün gibi geliyor. Bilemiyorum belki sana daha uzun gelmiştir. Yeni bulunduğun mekandan kaynaklı olarak. Fakat orayı kendine zindan etmeyecek birisi olduğunu biliyorum. Yani duvarlar ve uygulanan diğer yöntemler seni etkilememelidir. İnsan hiç hücreye sığar mı? Beden dört duvar arasında olabilir ama düşünceler dünyayı dolaştığı oranda –duvarların dışına ulaşıp başkaları ile bütünleştiği oranda- düşünceler üretip, geliştirdiği, yenilendiği oranda insan hücreye sığmaz. Sana ve diğerlerine yapılanları yaşadıklarınızı gazetelerden takip ediyoruz. Onurluca yaşamanın insan gibi yaşamanın mücadelesi her yerde verilir. Senin de bunu sonuna kadar sürdüreceğinden eminim. Gonzalo’ya bak, yıllardan beri tek başına her şeyden tecrit etmişlerdi. Ama Gonzalo’yu yok edemediler. O çıkarıldığı mahkemede ilk günkü kadar coşkulu ve inançlı olarak haykırdı şiarlarını…
Bir ara mektup yasağı uyguluyorlardı. Okuduğum kadarıyla bir ara sana gelen kurutulmuş çiçekleri vermiyorlarmış. Belki de bu mektubumu da vermeyecekler. Ama nafile, neyi yok edebildiler ki, kışın ölü yüzünün –bembeyaz örtüsünün altında yaşam yok oluyor mu? Tabi ki olmuyor. Çiçekler koparıldıkları zaman yok oluyorlar mı? Olmuyorlar. Köklerine ve toprağa sıkıca sarılarak inadına inadına yeniden büyüyorlar. Çiçekler yok edilse bile ki toprakta yaşam son buluyor mu? Tabi ki bulmuyor.
Yani beslendiği zemine-ideallerine sıkı sarılanlar güzel günlere olan inancını sürekli güçlü kılanları fırtınaya tipiye dayanma gücü olanları en çetin ve uzun kış koşulları yok edemez. Son teknoloji ile üretilmiş silahları olduğu halde ve sayıca çok kalabalık oldukları halde emperyalistler Irak halkının onurluca yaşam isteğini engelleyebiliyorlar mı? Hayır engelleyemiyorlar. İnsana yaraşır şekilde yaşamalıdır. Köle olarak değil.
(…)
Nasılsın, sağlığın nasıl? Bizler iyiyiz. Özel anlamda iyiyiz ama genel olarak ise tabi ki acılarımız-sevinçlerimiz, özlemlerimiz ortak. Bahar genelde yeniden canlanmayı-coşkuyu ifade eder. İnsanın içi içine sığmaz baharda. Tabiat en güzel elbiselerini giyiyor ve güneş gülen yüzünü gösterir. Ama bu baharda coşku ile hüznü birlikte yaşıyoruz. Birçok baharda yaşadığımız devam etmek istiyor. Ama bu her şeyin gerçek olduğunu ve bu gerçeklerin de yeni olabileceklerini de önceden biliyoruz. Fakat insan yine de birçok şeyin olmasını istemiyor.
Ailen ziyaretine gelebiliyor mu? Yaşadıkları yer de uzak herhalde sık sık gelemiyorlardır. Sana tepkililer mi? Özellikle halanın kızına benim de tanıdığım aile var ya onların selamlarını iletebilir isen sevinirim. Çok değerli insanlardı. Onların kıza mektup da yazmıştım ama sen ulaştırmamıştın. Keşke ulaştırsaydın. Şimdi ulaştırabilme şansım hiç yok, çünkü adreslerini bile bilmiyorum. Ama kendilerini/yaptıklarını unutmadım. Hatırlar isen bir ara birlikte fotoğraf çektirip göndermeyi düşünüyorduk. Belki de bana çok hayırsız diyorlardır. Yine tekrarlıyorum eğer fırsatın ve imkanı olur ise onlara özellikle de kızlarına selamlarımı iletirsen iyi olur. Kendilerini hiç unutmadım.
(…)
“Grup Şiar” Belki ismini önceden duymuşsundur. Yurt dışında çalışmalarını sürdüren bir grup. Onlar kaset çıkardılar. Güzel bir kaset. Aşkın’ın kendi sesinden okuduğu şiirini koymuşlar ve onlar üzerine Ese üzerine, Irak-Filistin üzerine parçaları var. Türkçe, Lazca, Kürtçe, Zazaca parçalar var. Arapça bir şiir okuyor Filistinli birisi, Filistin için yaptıkları parçanın içinde. Bazılarında biraz batı müziği havası var. Günceli de yakalayabilmişler. Bilmiyorum dinleme koşulun var mı yok mu? Herhalde dinleyemezsin, çoğu parçanın söz ve müziği de kendilerine ait. İlk kasetleri olmasına rağmen güzel olmuş.
Şu anda yanımda tanıdığın bazı arkadaşlar var. Kimisi kitap okuyor, kimisi bir şeyler yazıyor. Onların da sana selamları var. Seni sıkıca kucaklıyorlar.
(…)
İnsanın kendine güvenmesi güzel bir şey ama insan kendisine güvenirken eksikliklerinin-zaaflarının olduğunu da unutmamalıdır. Kendisini hiç hatasız olarak değerlendirmemeli ve kendisinin de bilmediği birçok şeyin olabileceğini unutmamalı. Eğer bir kişi kendisinin her şeyi bildiğini düşünür ise o kişi hem öğrenmeye kendisini kapatır hem de hiç hata yapmayacağını düşünürler. Çünkü o en iyisini biliyordur ve yaptıkları da her zaman doğrudur. Çoğu zaman “bir şey olmaz” diye düşünür. Anlatılan, sürekli vurgu yapılan olanca pratikten öğrenmez. Niye öğrensin ki çünkü zaten o her şeyi biliyor ve yaptığı birçok şey doğrudur. En iyisini kendisi biliyordur. O zaman niye insanlar bile bile önemli hatalar yapıyorlar? Niye insanlar “boş veriyorlar”. Kendine güven önemlidir ama bu güven kendimizi mükemmel olarak değerlendirmemize neden olmamalı ve Bedreddin’in dediği gibi “bir köpekten bile öğreneceksin bilmeliyiz”. Bir de öğrenme özellikle ders ve deneyimlerden hatalardan, başkalarının pratiklerinden öğrenme yönünde eksikliklerimiz var. Onları hatırladığımız bazı şeyleri yazma ihtiyacı duyuyorum. Öğrenmek yaşam devam ettiği sürece devam edecek bir şeydir. Ama her şeyden önce insan kendisinde eksiklik görecek ki öğrenebilsin. Kendisinde eksiklik görmeyen bir insan çok kitap okusa-çok gazete okusa çok konuşsa, tartışsa bile fazla bir şey öğrenemez. Zaten o her şeyin en iyisini biliyordur. Tabi ki öğrenmemenin başka nedenleri de var. Sadece yukarıda saydığım şeyler değil. Bu sadece bir yönü, bazı zamanlarda önemli olan –öne çıkan bir yönü.
Kendine iyi bak, hem fiziki hem siyasal hem ideolojik olarak, biz de iyi bakacağız. Bir gün seninle yeniden en güzel mekanlarda buluşmak, kucaklaşmak ümidiyle seni tüm coşkumuz ile kucaklıyor ve öpüyoruz. Eğer bulabilirsem sana kurutulmuş çiçekler göndereceğim. Belki yine vermezler! Umarım eline geçer, mektuplaştığın başka tanıdıklar var ise ortak tanıdıklarımız onlara da selamlarımızı iletirsen iyi olur. Şimdi tutsak olan tanıdığımız kişilerin hiçbirisi sohbetlerimizden eksik olmuyorlar, mektup yazmadık ise onları düşünmediğimizden değil. Koşullar, olanaklar vs. birçok şeydendir. Onlara da bu düşüncelerimizi iletirsen seviniriz. Birçoğuna fırsat buldukça yazacağız. “Seni seviyoruz”
Elif Hasret Karslı
(Elif, Mehtap yoldaşın İstanbul faaliyetindeyken kullandığı parti adıdır.)
…
(Mehtap yoldaşın 2006 baharında bir yoldaşına yazdığı mektuptan…)
Merhaba;
Bu merhabayı başta tanıdığım … yoldaşlar olmak üzere hepinize diyorum…
“Gözden uzak olunca, gönülden de oluyor” derler… Bu tabi ki genel bir doğru değil. Sadece uzun süre sizden mektup alamadığım için sitem edebileceğim bir cümle olarak geldi aklıma… Bizleri birbirimize yakın tutan her zaman en güzel yanlarımızla hissettiğimiz aynı mekanda olmasak bile benzer şeyleri düşünüp hissettiren önemli ve ortak şeylerimiz var… Bir başka yş’a yazdığım mektupta yazmıştım, size de yazıyorum. Şu kelimeler var ya “oradaki bizimkiler efkarlansa, buradaki bizimkiler sigara yakar”. İşte bu cümle aramızdaki ilişkiyi anlatıyor. Fazla lafa da gerek kalmıyor.
… neler yapıyor? Gerek kendisi açısından gerekse de genel anlamda önemli süreçler yaşadı. Çok şey kazandığını düşünüyorum. Yaşadıklarından sonra yeniden orada içimizde olması önemlidir… Hepimiz için geçerli olan bir şeyi belirtmek istiyorum: öğrenmesini bilmeliyiz. Bu yönlü çok eksikliklerimiz oluyor. Sürekli de vurgu yapıldığı halde özellikle pratiklerimizden başkalarının pratiklerinden, hatalarından fazla öğrenemiyoruz diye düşünüyorum. Başkalarının yaşadığı pratikler, değişik örnekler sürekli anlatıldığı halde bizler benzer hataları eksiklikleri yapıyoruz… yş anımsar herhalde, sürekli şu ifade edilirdi. “Özellikle kendinizin yaşaması gerekmiyor. Başkalarının yaşadıklarından öğrenin.” Sürekli de örnekler anlatılırdı. Ama anlatıldığı halde bireyler benzer eksiklikleri yaparlardı. Fakat öğrenmesini bilenler daha olumlu ve geliştirilmiş pratikler sergiliyorlar.
Bugünü çoğunlukla mektup yazmaya ayırdım… Yanımda bildiğin yş’ların bir kısmı var. Onların da sana selamları var. Biri radyo dinliyor, biri volta atıyor… Bahar geldi. Bilirsin baharın bizler için önemini, içi içine sığmaz insanın. Artık kapalı yerler dar gelir insana. Kimse kolay kolay içeriye girmek istemez. Özlemlerimiz ve umutlarımız iyice artar. Şu an etraf yeşil ve rengarenk elbiselerini giymiş durumda. Her yer yağlı boya tabloya benziyor. Güzelliklerle birlikte acılar da yaşanıyor baharda, hem de çok derin acılar. Tıpkı 99 baharında, 2003 baharında ve bu baharda yaşandığı gibi. Alışamıyor insan acılara ve zaten alışamaz da. Ve kabullenemiyor insan zaten kabullenemez de. Nasıl ki bizler yaşıyor isek, bizlere bu acıları yaşatanların benzer acıları yaşamasını istiyor insan, yaşayacaklar da… Garip Şahin’in “töre” şiirini anımsarsanız anlarsınız anlatmak istediklerimi.
Sizin durumunuzu gazetelerden de takip etmeye çalışıyorum. Genel anlamda cezaevlerini kastediyorum. Nerede olursa olsun, insan onuru ile yaşamalıdır. Sizlerin de sürekli bunun çabası içinde olacağınızdan eminim. Hepimiz birbirimizin umudu, güç kaynağı, en güzel yanları değil miyiz? Tabi ki sadece birey olarak değil. Sahip olduğumuz düşüncelerimiz, ortak değerlerimiz, ideallerimiz ve güzel yarınlara olan inancımız oluyor.
Zaman çok hızlı geçiyor. Birçok şey, yani geride kalan birçok süreç daha dün gibi geliyor insanın aklına. Ama önemli olan geçen bu zamanın her dakikasını kim olduğumuzu unutmadan geçirmektir. Karşımızdakinin kim olduğunu, ideallerimizi unutmadan geçirmektir. Ama olmuyor mu unuttuğumuz anlar? Hem de çok oluyor. Sorunları çözüm yöntemlerinde düştüğümüz eksiklikler, kendi geriliklerimizden-zaaflarımızdan kaynaklı çıkan sorunlar, birbirimize tahammülsüzlüklerimiz, yaşadığımız darlıktan dolayı küçücük sorunları abarttığımız ve yine geri yanlarımızdan dolayı kim olduğumuzu unuttuğumuz pratiklerimiz oluyor. İki zıt kutup tabi ki bir arada ve birbiriyle sürekli mücadele içinde olacaktır. Birey bu çatışmada kendisine müdahale ettiği sürece, geri yönler değil proleter yanlar kazanacaktır. Önemli olan bireyin o müdahaleyi elden bırakmamasıdır.
Bazen insanlar aynı mekanları paylaştıkları zaman birbirleriyle ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşıyorlar. Yaşanmaması abes olur. Ama bazen bu sorunlar yaşanırken kim olduğumuzu, karşımızdakinin kim olduğunu unutuyoruz. Yani kendimizle mücadeleyi –kendimize müdahaleyi bir kenara bırakıyoruz. İşte asıl sorun da burasıdır. Buraları düzeltmek ve güçlendirmek gerekir. O zaman ilişkilerimiz daha olumlu bir rotaya girer, çözüşümüz daha doğru yöntemlere kavuşur diye düşünüyorum. Ve birbirimizden ayrıldıktan sonra da “ah keşke yanımda olsaydı, ah keşke şöyle davranmasaydım” dediğimiz çok oluyor ve pişmanlıklar duyuyoruz. “Ah keşke” dememek için kendimize çokça müdahale etmeliyiz. Hiç kimse bulunmaz ve mutlak hatasız değildir. Bu bir kervandır ve bu kervana birileri gelir birileri gider, çoğalır-azalır, sürekli değişim halindedir. Geriye daha çok olumlu ve olumsuz pratikler kalır, onlar anlatılır.
… Umarım mektubum elinize geçer. Cevabını da bekliyorum. Geç de olsa bekliyorum. Fırsat buldukça yazmaya çalışırım… Hepimiz tüm coşkumuz ve güzel günlere olan inancımız ile sıkıca kucaklıyor ve öpüyoruz. Kendinize çok iyi bakın ve onurluca yaşamanın mücadelesini nerede olursanız olun, elden bırakmayın, hiçbirimiz bırakmayacağız. Size küçük bir şiir gönderiyorum:
“bir grup insanız,
Karlar üstünde
Köylere umut taşıyoruz
Ve köylerden sırtlanıp
Umuda hasret insanların düşlerini
Yeni yeni umutlar getirmek için,
Diyar diyar dolaşıyoruz.
Ve dolaştığımız her diyardan
Güzel umutlar yükleniyoruz.”
Sevgilerimle
Hatice Meral