ABD Emperyalizmi Orada Duruyor, Değişen Sadece Tekellerin Temsilcileri
“Başkanlık sistemiyle yönetilen ABD’de her seçimde başkanın ya Demokrat ya da Cumhuriyetçi bir adaydan seçilmesinden başka bir seçenek yoktur. İki parti de ABD emperyalizmin en gerici, en şoven ve en saldırgan partilerini oluşturuyor. “
9 Kasım 2024
ABD’nin önümüzdeki dört yılını belirleyecek seçimi D.Trump kazandı. D.Trump, seçim propagandası boyunca vaat ettiklerini kuracağı ekibiyle hayata geçilmeye çalışacak. Bunun tam olarak hayata geçmesi biraz da dünyadaki gelişmelerle ilişkili. Dünyada savaş tehlikesinin giderek artığı bir süreçte, D.Trump’ın sözde ”savaş karşıtı” söylemleri ne kadar gerçekçi bunu da yaşayarak göreceğiz.
ABD seçimlerine dünya neden bu kadar ilgi gösteriyor? Bunun birkaç nedeni var. Birincisi ABD, gerilemesine, güç kaybetmesine ve ekonomik olarak krizde olmasına rağmen hala dünya liderliğine oynayan ve “lider olarak” kabul edilen emperyalist bir güç. İkincisi, bu güç, dünya politikasını belirlemede fazlasıyla dikkate alınıyor. Emperyalist blok başlarından biri olarak, yanında tuttuğu diğer güçler, ABD’nin yeni politikalarının ne olduğuna bakıyor. Üçüncüsü, doların hala dünya ticaretinde belirleyici bir yerde durması. Tüm bunlar biraraya geldiğinde hem ABD’nin rakipleri hem de ABD’nin yanında saf tutanlar bakımından ABD seçimleri bu güçleri yakından ilgilendirmektedir.
Ezilen mazlum dünya hakları için ABD seçimlerinin sonucu bir haberden öteye çekmeyen bir içerikte. Zira, seçimi hangi aday kazansa da, bu, ABD emperyalizminin saldırganlığını değiştirmeyen bir yerde duruyor.
Başkanlık sistemiyle yönetilen ABD’de her seçimde başkanın ya Demokrat ya da Cumhuriyetçi bir adaydan seçilmesinden başka bir seçenek yoktur. İki parti de ABD emperyalizmin en gerici, en şoven ve en saldırgan partilerini oluşturuyor. Kendi tüzel kişiliklerinde ”Cumhuriyetçiler muhafazakar, Demokratlar daha ılımlı ve yumuşak” görünse de, aralarındaki fark sadece niceldir. ABD sisteminde Başkan belirleyici bir yerde duruyor. Özellikle dış politika ABD başkanları tarafından belirlenir ve onun adıyla da anılır.
5 Kasım 2024 tarihinde yapılan ABD başkanlık seçimini Cumhuriyetçi aday Donalt Trump, rakibi Demokrat Parti adayı Kamala Harris’i açık farkla yenerek ikinci kez başkanlık yarışını kazandı. D.Trump 279, Kamala Harris ise 233 delege kazandı. ABD seçim sisteminde tüm eyaletlerden 270 delege kazanan aday, başkanlığı da kazanmış sayılıyor.
Kampanya döneminde bir önceki seçimi kazandığı halde başkanlığın kendisine verilmediğini söyleyen D.Trump, “bu seçimde de kazanmaması halinde” farklı bir yola başvuracağını ileri sürerek meydan okudu.
D.Trump, 2020 yılında Demokrat aday Joe Biden karşısında girdiği seçimi az farkla kaybetmişti. Seçime “hile karıştırıldığı” gerekçesiyle, taraftarları ABD kongresini basarak polisle çatışmışlardı. Trump, seçim yenilgisini kabul ettikten ve yeniden aday olacağını ilan ettikten sonra, dört yıl boyunca seçim çalışması yaptı. 5 Kasım 2024 tarihinde yapılan başkanlık seçimi kazanarak ikinci kez ABD 47. başkanı oldu.
Her dört yılda bir yapılan başkanlık seçimlerinde, seçimlerin en şeffaf olduğu ülkelerden biri olarak gösterilen ABD’de birçok seçim hilesinin yapıldığı biliniyor. Oy kullanırken, kimsenin kimlik bildirmemesi, oyları sayan seçim makinelerinin şirketlere ait olması, mektupla gelen oyların korunmaması seçimin pek de şeffaf olamadığını gösterirken, bir eyalette oyların yüzde elliden fazlasını alan partinin tüm temsilciler meclisi adaylarını kazanması da ABD seçimlerinin anti-demokratik yönünü oluşturuyor.
ABD seçimleri demokratik değil. Seçim sonunda sadece iki partiden biri; Cumhuriyetçiler ya da Demokratların kazanması, onun dışında hiçbir partinin ya da bağımsız adayın kazanma şansının olmadığı bir seçim demokratik olamaz. Temsilciler meclisi ve senatoda da sadece demokratlar ve cumhuriyetçilerden oluşuyor.
Basın ve yayın kuruluşları da ya cumhuriyetçilerin adayını ya da demokratların adayını desteklemektedir. Son seçimde de büyük basın ve yayın kuruluşları ve büyük tekellerin biri kısmı Harris’i bir kısmı ise Trump’ı destekledi. Örneğin son seçimde Trump’ı destekleyen Elon Musk’un sahip olduğu X platformunun Trump’ın lehine sayısız yalan haber yayınladığını ortaya koyuyor.
Gazete Duvar’da yayınlanan 7 Kasım 2024 tarihli haberde “Dijital Nefretle Mücadele Merkezi’nin raporuna göre, Musk’ın paylaşımları seçim dönemi boyunca platformdaki tüm siyasi reklamların toplamından iki kat fazla görüntülenme aldı.
Ayrıca, Musk’ın paylaşımlarının seçim dönemi boyunca platformdaki tüm siyasi reklamların toplamından iki kat fazla görüntülenme sağladığı belirtildi ve bu, yaklaşık 24 milyon dolar (22 milyon euro) harcama yapmış kampanya reklamlarına denk geliyor. Araştırmalar, Musk’ın Ocak ayından bu yana X’teki paylaşımlarını Trump yanlısı içeriklerle destekleyecek şekilde X’in algoritmasını değiştirdiğini ortaya koydu. Temmuz ayından itibaren Musk’ın paylaşımlarının görüntülenme sayısının yüzde 138, retweet sayısının yüzde 238 ve beğeni sayısının yüzde 186 arttığı kaydedildi. Paylaşımların çoğu Cumhuriyetçi adayı desteklerken, Demokrat aday Kamala Harris’in eleştirildiği içerikler de bulundu. Araştırmacılar, bu bulguların Musk’ın hesabını orantısız bir şekilde tercih eden ve etkileşim avantajı sağlayan algoritmik bir değişimi işaret edebileceğini belirtti. Bu durum, Musk’ın X’in tarafsızlık iddialarını sorguluyor. Musk, Twitter’ı satın aldıktan sonra 2022’de algoritmaları değiştirmek için bir ekip kurmuştu” denilmektedir. Bu da göstermektedir ki, ABD’de de klikler arası bir mücadelenin her seçim döneminde kıyasıya sürdüğünü göstermektedir.
Donalt Trump’a seçimi ne kazandırdı?
D.Trump, 2016 yılında kazandığı seçim programını bu seçim döneminde aynı şekilde tekrarladı. Trump, iklim değişikliğinin bir ”aldatmaca olduğunu” söyleyerek, 2017 yılında bu sözleşmeden imzasını çekmişti. Bu dönemde aynı politikayı sürdüreceğini savunmaktadır. Göçmenlere karşı “cadı avına” ara vermeyeceğini seçmenlerine vaat etti. İlk seçildiği 2016 yılında ABD, Meksika sınırına en uzun duvarı yine D. Trump yaptırmıştı. Bu politikasını daha da sertleştirerek devam edeceğini tüm seçim boyunca defalarca dile getirdi. D.Trump, göçmenler için sertleştireceği bu politikanın içinde ”ABD’ye girecek kişilerin ideolojik taramadan geçirilmesi, ABD’de doğan çocuklara vatandaşlık hakkının tanınmaması, göçmenlere sağlık haklarının kısıtlanması”nı programının ana gündemlerinden biri yaptı.
D.Trump, büyük tekellerin verdiği vergiyi aşağıya çekmeyi vaat etti. Trump bunu ”ABD şirketlerinin ve varlıklı Amerikalıların çıkarlarını” korumak olarak açıklıyor. Trump, 2017 yılında % 21’den % 15’e çektiği kurumlar vergisini daha da aşağıya çekme sözü verdi.
Trump, ”uluslararası ticaret konusunda, Amerikan çıkarlarına zararlı olduğu”nu ve bunu ”dünya piyasalarına” güvenmemek olarak açıklıyor. ABD’ye girecek yabancı mallara % 10 ile % 20 arasında gümrük vergisi koyacağını seçim programına aldı. Avrupalı emperyalist güçler ve özellikle de Almanya, “D.Trump seçilirse ekonomimiz bozulur” diyerek Kamala Harris’i desteklemeleri bundandı.
D.Trump’ın gümrük vergilerini artırmakla hedeflediği ülkelerden biri de Çin. Çin ekonomik olarak yükselen, ABD’de pazarına bir şekilde etki yapan bir ülke. Çin’in ABD pazarındaki etkisini kırarak, önceliğin ABD tekellerinde olmasını isteyen D.Trump, gümrük vergilerini yükselterek bunun önüne geçmek istiyor.
D.Trump’ın seçilmesi durumunda vaat ettiği bir diğer uygulama da LGBTİ+lara tanınan hakların yürürlükten kaldırılması. Trump, “LGBTİ+ları koruyan yasayı” geri çekeceğini ve ”federal fonlara son vereceğini”, ”devlet kurumlarındaki çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programları”na son vereceğini savunuyor.
D.Trump, ”Federal bürokratların rolünü ve ekonomik sektörlerdeki düzenlemeleri azaltmayı”, ”ABD enerji üretimini daha da artırmayı, bunun için tüm federal arazilerin keşif için açılması dahil fosil yakıtların üretiminin önündeki engellerin kaldırılmasını” programına alan D.Trump, ”federal çalışanı kamu hizmeti çalışanı korumaları sınıflandırarak” işten çıkartmayı planlıyor.
D.Trump, ”faiz oranlarını belirleyen ve bağımsız bir kuruluş olan ABD Merkez Bankası’nın (FED) daha fazla başkanlık yetkisine tabi olması gerektiğini” savunmaktadır.
D.Trump, eğitim alanında, üniversitelerin daha fazla merkeze bağlanmalarını ve denetlenmesini savunarak, ”üniversitelere hakim olan ‘Marksist manyaklara ve delilere’ karşı ‘gizli silah’ olarak” tanımladığı bir girişimle ”üniversitelerin akredistasyon (bir yüksek öğretim kurumunun veya programının belirli standartları ve kalite ölçülerini karşılayıp karşılamadığını değerlendiren, bu değerlendirmeyi belgeleyen ve sürekli kalite gelişimini amaçlayan bir süreç-bn) süreçlerini devralmayı” planlıyor.
D.Trump, ABD ordusunun daha fazla güçlendirilmesini savunuyor. ”Orduyu genişletme ve Savunma Bakanlığı harcamalarını kemer sıkma çabalarından koruma” sözü vererek, ordunun daha güçlendirilmesi için ”yeni bir füze kalkanı” yapılmasını programına almış bulunuyor.
Seçim öncesi D.Trump’ın ”Ukrayna savaşını bitireceğini” söylemesiyle, bir anda savaş karşıtı ilan edildi. Trump gelirse “savaş biter” gibi iyimserlikler, gizli bir Trump “hayranlığını” da körüklemiş oldu. Emperyalist bir savaş elbette emperyalistlerin dışında kimsenin çıkarına değildir. Ancak, bu iyimser söylem emperyalizmin ne olduğundan koparılarak dile geldiğinde anlamsız bir yerde duruyor.
Lenin’in de döne döne vurguladığı gibi emperyalizm sömürgecilik, talan, sömürü, savaş ve katliam demektir. Emperyalizm değişmeyen bu karakteri 200 yıldır devam ediyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerin, bir üst aşamaya, kapitalizmin son aşaması emperyalizme ulaşmalarıyla dünya üzerindeki hakimiyetleri daha fazla artmaya başladı. Dünyanın paylaşılması tamamlandıktan sonra emperyalistler arası rekabet devam etti. Geriden gelen emperyalist ülkeler pazarlardan pay istemeye başladılar. Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, bu rekabetin doğrudan sonucu olarak patlak verdi. 100 milyona yakın insan bu iki savaşta öldü, milyonlarca insan sakat kaldı.
ABD emperyalizmi Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşından galip çıkan ülkelerden biriydi. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Sosyalist Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlıkta başı çekti. NATO’nun kurulmasına ön ayak oldu. ABD, adın adım dünya hakimiyetini eline geçirdi. Tüm kıtalara askerlerini yerleştirdi.
ABD, dünyada eli kanlı ülkelerden biridir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında Japonya’ya iki defa atom bombası attı. Binlerce insanı katletti. Bu travmayı yaşayan insanlar uzun yıllar bunun etkisinden kurtulamadı. Çocuklar sakat doğdu.
ABD, dünya üzerindeki hakimiyeti arttıkça, işgaller yapmaya hız verdi. Ortadoğu başta olmak üzere işgaller yaptı, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde kendi yandaşı hükümetlere ve askeri güçlere sayısız darbeler yaptırdı. Ülkemizde 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini bizzat ABD planladı.
ABD, birçok gerici ve faşist örgütlerin kurulmasına ön ayak oldu. Taliban ve IŞİD ABD’nin kurduğu örgütlerin başında geliyor. IŞİD’in Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliamlar hala hafızalarındaki yerini koruyor.
Yakın zamanda Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı Avrupalı emperyalistlerle birleşerek savaşın bir tarafı oldu. ABD, İsrail’i destekleyerek, silah ve para desteği vererek binlerce Filistinlinin katledilmesinden sorumlu ülkelerden biridir.
Tüm bu gerçekler bize, ABD’nin başına kim gelirse gelsin, ABD’nin dış politikasının değişmeyeceğini göstermektedir. Gelenlerin aralarında nüans farklarının olması bir şeyi değiştirmiyor.
En iyimser olarak gösterilen Obama’nin iş başına geldikten sonra iki dönem nasıl bir dış politik yürüttüğünü dünya yakından gördü.
ABD’nin 43. ve 44. Başkanı seçilen Barack Obama, seçildikten sonra ılımlı biri olduğu, ”dünya barışından” yana biri olduğuna ilişkin iyimserlik havası estirilmişti. ABD tarihinde ilk defa bir siyahinin seçilmiş olması bu iyimser havasının estirilmesinin nedenlerinin başında geldi. Ancak burada birçok çevrenin unuttuğu, Barack Obama’nın da bir sınıfın temsilcisi olarak iş başına geldiği idi. Barack Obama ABD emperyalizmin başkanı olarak iş başına geldiğinde kendinden önceki başkanlardan farklı bir şey yapmadı. Seçimi kazanmak için iş başına geldiğinde “herkesin sigortalı yapılması, yoksulluğa ve işsizliğe son vereceğini” vaat etmesine rağmen bunları dahi başaramadı. ABD ekonomisi, Obama döneminde en kötü dönemini yaşadı. İşsizlik % 8’in altına düşmedi. Obama iş başına geldiğinde Afganistan’daki askeri operasyonlara hız verdi. İran üzerindeki baskıları artırdı. Obama, kendisinden önceki başkanlar gibi iş başına geldiğinde ”terörü önleme” adı altında, George W.Bush’un ortaya koyduğu politikayı olduğu gibi devam ettirdi. İran üzerindeki baskıları artırdı. İnsansız hava araçlarıyla ABD karşıtı örgütleri ve rakiplerini gözetleme ve dinleme programlarına hız verdi. Kuzey Kore üzerindeki baskıları daha da artırdı. Arap Baharı denilen ve birçok ülkede ABD’nin destek ve gözetiminde başlayan ayaklanmaları tezgahladı. Libya’da Kaddafi’yi devirmek için ABD hava kuvvetlerinin operasyon yapmasına izin verdi. Afganistan’da ABD askerlerinin sayısını 100 bine çıkartan da oydu. Suriye’de Esad’ı devrime hedefiyle İŞİD yol veren de Obama’ydı. Barack Obama, iş başına geldiğinde, ”ABD karşıtı ülkelerle ön koşulsuz görüşeceğini” vaat etmişti. Fakat bunu hiçbir zaman yapmadı. Barack Obama, yumuşama ve diyalog adı altında Küba’yı teslim almak istedi. “Küba’yla diyaloğa açık olduğunu fakat ticaret ambargosunu ancak Küba’nın siyasi değişim geçirmesi halinde” kaldıracağını açıklayan da Obama’ydı. Bu Küba’nın koşulsuz ABD’ye teslim olması anlamına geliyordu. İşte, 2007 yılında iş başına gelen ”kurtarıcı” Obama her iki dönemde de yeri geldiğinde kadife eldiveni çıkartarak demir yumruğunu böyle gösterdi.
2016 yılındaki Obama için söylenen “barışçı ve uzlaşıcı” söylemi, 2024 seçim dönemi boyunca D.Trump içinde fazlasıyla söylenmeye başlandı. Ancak, D.Trump bir savaş karşıtı değildir. D.Trump “güç üzerinden” hedeflerine ulaşmayı 2016 yılında seçildikten sonra da defalarca gösterdi. Askeri harcamalarda her NATO ülkesinin milli gelirin % 2’sini harcaması zorunluluğunu tüm NATO ülkelerine dayattı. Katar’ı tehdit ederek milyarlarca silah satışı gerçekleştirdi. Birçok Körfez ülkesine “para verirseniz sizin için savaşırız” diyen de oydu.
Önümüzdeki yıllar bunu daha fazla yapacağı bilinmeyen bir durum değil. Ukrayna savaşının bitirip bitirilmeyeceği sadece ABD’nin vereceği bir kararla olmayacaktır. Bu, savaşa dahil olan ülkeler karar almadan Ukrayna savaşı son bulmayacaktır. ABD, ekonomik krizi atlatmanın bir yolu olarak Ukrayna’ya para yardımını azaltması savaşın bitmesi anlamına gelmiyor. Ukrayna savaşının bitmesi dünyadaki gelişmelerden ayrı değildir.
D.Trump’ın seçimi kazanmasından sonra birçok ülke ardı ardına D.Trump’a kutlama mesajları yayınlarken, kimi devlet başkanları ve temsilcileri ise doğrudan telefon açarak kutlamalarda bulundu. Bu mesajlarla birçok ülke D.Trump’la çalışma arzularını dile getirirken, R.T.Erdoğan ise “dostum D.Trump” diyerek kendisini kutlaması, ABD’nin yanındayız açıklaması olarak okunmalıdır. D.Trump’ın seçilmesine belki de en fazla “sevinen” Rusya oldu. Rusya, “Ukrayna savaşının bitmesi için herkesin bunun takipçisi olması” çağrısında bulunarak D.Trump sözünü yerin getirip getirmediğini takip etmeye çağırdı.
D.Trump’ın seçimi kazanmasında iç ve dış etkenler belirleyici olmuş olabilir. İçte kötüleşen ekonomik krizden çıkışın yolu olarak daha fazla korumacı ekonomik politika, dış etken olarak “savaşa karşı” olma ve İsrail Filistin savaşının bitirilmesi söylemleri D.Trump’a seçimleri kazandırsa da, D.Trump’ın yol haritası esas olarak ilk 100 günde daha görünür olacaktır.