Hepimiz biliriz ki ölüm doğanın bir yasasıdır.
Bazı ölümler vardır insan ister istemez kabullenir. Bazı ölümler de vardır ki kabullenmesi zor gelir insana.
Zülfü yoldaşımızın ölümü de bizlerin kolay kolay kabullenemeyeceği bir ölümdür. O kabına sığmayan coşkusu, kararlılığı, cesareti ve fedakarlığıyla örnek alınması gereken komünist inançla silahlanmış bir kişiliğe sahipti.
O 1953 yılında Elazığ-Karakoçan’da yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrenimini Bingöl Sanat Enstitüsü’nde tamamladı. Ailesinin içinde bulunduğu ekonomik koşullar onun İstanbul’a gitmesine neden oldu. Bu bir anlamda sınıf bilincinin gelişiminin de sıçrama tahtası olacaktı.
İstanbul’da Otomarsan fabrikasında iş hayatına başladı. Bu dönem onun sınıf bilinciyle geliştiği bir dönemdir. Öyle ki Vehbi Koç’un parasız olarak kendisine vereceği bursu elinin tersiyle itebilecek yetkinliğe sahipti. Tüm Maden Sendikası’nda örgütlenir. Bu dönemler aynı zamanda sınıf mücadelesinin keskinleştiği, devrimci durumun yükselme gösterdiği dönemlerdi. Kendisi sendikal mücadele verirken diğer yandan işçi sınıfını kurtuluşa götürecek olan Proletarya Partisi’nin siyasi düşünceleriyle tanışır. İbrahim Kaypakkaya ve diğer şehit düşen yoldaşların yaşam ve mücadeleleri onu etkiler. Artık bulunduğu fabrika hücresinde üzerine düşen görevlere dört elle sarılmaktadır. Bir yandan da ikamet ettiği 1 Mayıs Mahallesi’nde halkın sorunlarıyla yakından ilgilenir. Gece gündüz demeden devrimin, mücadelenin propagandasını yapar. 12 Eylül faşist cuntasının baskılarından nasibini alır. İşini bırakmak zorunda kalır. Kısa bir hapishane yaşamı geçirir. Bir müddet sonra 1982 yılında yurtdışına çıkar. Bu dönem onun bazıları için kaçıp kurtulma diye niteledikleri bir dönem değil, aksine kabına sığmayan coşkusu, enerjisiyle bulunduğu her alanda devrimin propagandasını yaptığı, verilen her görevi seve seve üstlendiği zorluklar karşısında yılgınlığa, pasifliğe düşmeyen azim ve irade mevcuttu kendisinde.
O Avrupa’nın insanlara bir şey vermediğini, tersine kapitalist-emperyalist sistemin insanları yozlaştırdığına inanan, bunun için bir an evvel ülkede gelişen mücadele içinde kendisiyle birlikte yoldaşlarının da yer alması gerektiğini düşünüyordu. Bütün toplantılarda, kişisel tartışmalarda sonuna kadar bunu savunmuş, ülkeye giden her yoldaşını coşkuyla anmıştır.
Ülkedeki hapishane direnişçileriyle her yönlü dayanışmayı kendine görev saymış, faşist diktatörlüğün devrimci tutsakları zorla zindana kapatamayacağını, kapatsa bile devrimci direncin hapishane duvarlarını yıkıp parçaladığını duydukça attığı sevinç çığlıklarını ve o anki ruh halini anlatmak zor olacak. O her zaman kolektif faaliyeti savunmuş, kenarda-köşede kalmış devrimcileri amansızca eleştirmişti.
Kendisinin yurtdışında da ekonomik durumunun iyi olmamasına rağmen gerek ülkede ve gerekse Avrupa’da gelişen her olumsuz olay karşısında duyarlı olmasını bilmiş, aynı duyarlılığı bulunduğu alandaki insanlara aşılamıştır.
Devrim şehitlerinden saygıyla bahseder, onların propagandasını sürekli yapardı. İş yapmakta isteksiz davranan yoldaşlarını eleştirir, kolektif faaliyete önem vermelerini söylerdi.
Onun sıralamaya çalıştığımız bu özellikleri olumlu ve örnek alınması gereken yanlarıdır. O yoldaşları, çevresi tarafından sevilen, sayılan; insanların göremediği zamanlar merak ettiği ve aradığı bir kişiliğe sahipti. 8 Haziran 1993 tarihinde kalbine yenilip aramızdan bedenen ayrılan yoldaşımızı anıyor, anısı ve mücadelesinin örnek olmasını diliyoruz.
Yoldaşları