Partizan’dan LGBTİ+ Atölyeleri: Kavramlardan Tarihe, Lubunya Mücadelesi

 Partizan’dan LGBTİ+ Atölyeleri: Kavramlardan Tarihe, Lubunya Mücadelesi

Partizan’ın düzenlediği bu iki haftalık atölyeler, yalnızca kavramları tartışmaya açmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye ve dünya tarihini birlikte düşünmenin, ortak direniş deneyimlerinden öğrenmenin kapısını araladı.

28 Ağustos 2025

Partizan geçtiğimiz haftalarda iki hafta süren iki ayrı LGBTİ+ atölyesi düzenleyerek LGBTİ+ mücadelesine yakından bakma imkânı sundu. Atölyelerde hem temel kavramlar tartışıldı hem de Türkiye ve dünyada LGBTİ+ hareketinin tarihsel süreçleri, sokaktaki deneyimleri ve bugün gelinen nokta ele alındı.

Atölyelere gazeteciler, LGBTİ+lar, Partizan çevresinden katılımcılar ve farklı toplumsal mücadelelerden devrimciler dâhil oldu. Böylece yalnızca bir eğitim programı değil, aynı zamanda farklı deneyimlerin kesiştiği, kolektif öğrenmenin ve tartışmanın öne çıktığı, katılımcıların çoğunluğunu Lubunyaların oluşturduğu bir buluşma gerçekleşti.

İlk Atölye: Kavramların yakından bakıyoruz

İlk buluşmada LGBTİ+ hareketine dair temel kavramlar ele alındı. LGBTİ+ kavramlarının tartışmaya açıldığı atölyede, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, heteronormativite, cisnormativite gibi kavramlar üzerinden hem politik hem de gündelik yaşam deneyimleri tartışıldı.

Yoğun katılımla geçen atölyede kavramların yanısıra bugün LGBTİ+larla kurulan iletişim ve oluşturulan dile dair de tartışmalar yürütüldü. Katılımcıların sorularının ve eleştirilerinin dinlendiği ilk atölyede farklı kavramların farklı kimlikleri ifade ettiği ve her farklılık için ortak bir dil üretilmesi gerektiği vurgulandı.

LGBTİ+larla kurulan dilin erkek egemen devlet dilin bir yansıması olduğu vurgusunun da ön plana çıktığı atölyede, cinsiyetsiz iletişim kurmanın yöntemleri üzerine düşünüldü. Katılımcılar, kavramların yalnızca tanımlardan ibaret olmadığını; aksine toplumun baskı mekanizmalarını ve direniş pratiklerini anlamada önemli bir işlev gördüğünü vurguladı.

İkinci Atölye: Türkiye’de lubunya hareketinin tarihsel seyri

İkinci buluşmada odak noktası tarihsel süreç oldu. Dünyada Stonewall isyanlarından başlayan queer direniş çizgisi aktarılırken, Türkiye’deki deneyimlerle kesişme noktaları tartışıldı.

Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin tarihsel akışına da bağlandı. 1980’lerde darbe sonrası trans kadınlara yönelik zorla saç kesme, sürgün ve polis şiddetinden; 1987’de Bülent Ersoy’a getirilen sahne yasağına ve bunun 1988’de kaldırılmasıyla açılan görünürlük tartışmalarına kadar pek çok örnek konuşuldu.

Kavramların gündelik hayatta nasıl karşılık bulduğunu görmek, bu tartışmayı daha canlı hale getirdi. 1990’larda Lambdaistanbul ve Kaos GL’nin kuruluşu, HIV/AIDS tartışmalarının gündeme gelişi, seks işçilerinin ve trans kadınların polis şiddetine karşı verdikleri direniş konuşuldu.

2000’lerden itibaren örgütlenmelerin dernekleşme süreçleri, Onur Yürüyüşleri’nin büyümesi, 2013 Gezi İsyanı’nın ardından lubunyaların kitlesel görünürlüğü tartışmaların merkezindeydi. Katılımcılar, Gezi’nin sadece LGBTİ+ların değil, tüm toplumsal muhalefetin dönüm noktası olduğuna dikkat çekti.

Ancak aynı dönemde Türkiye gündeminde LGBTİ+ların hedef haline getirildiği, “aile yılı” söylemi üzerinden kriminalize edildiği örnekler de konuşuldu. Özellikle 2015 İstanbul Onur Yürüyüşü’ne yönelik polis saldırısı ve sonrasında Ankara’da getirilen süresiz yasak, atölyede bir kırılma noktası olarak ele alındı.

Dünyada LGBTQ+ Hareketi: İlk örgütlenmelerden bugüne

Türkiye deneyiminin yanı sıra atölyelerde, dünyadaki LGBTİ+ hareketinin tarihsel süreci de tartışıldı. Katılımcılar, Avrupa ve ABD merkezli mücadele deneyimlerinin nasıl doğduğunu, nasıl kitleselleştiğini ve Türkiye’deki direnişle nasıl kesiştiğini değerlendirdi.

20. yüzyılın başında Avrupa’da eşcinsellik üzerine ilk dernekleşme çabaları görülse de, bunlar genellikle kısa süre içinde baskılarla kapatıldı.

Stonewall İsyanı

1969’da New York’ta Stonewall Inn barına yapılan polis baskınına karşı verilen direniş, modern LGBTİ+ hareketinin miladı olarak ele alındı. Trans kadınların, Drag Queenlerin, Drag Kinglerin ve seks işçilerinin öncülüğünde başlayan bu sokak isyanı, yalnızca ABD’de değil, tüm dünyada örgütlenmelerin önünü açtı. Atölye katılımcıları, Stonewall’un Türkiye’deki 1980 sonrası trans kadın direnişleriyle benzerlikler taşıdığını vurguladı.

Her iki örnekte de en çok baskıya uğrayanların aynı zamanda direnişi örgütleyenler olması dikkat çekildi.

Onur Yürüyüşlerinin doğuşu

Stonewall’un yıldönümünde düzenlenen ilk yürüyüşler zamanla bir gelenek haline geldi. Onur Yürüyüşleri yalnızca bir anma değil, politik bir meydan okuma olarak gelişti. ABD’den Avrupa’ya yayılan bu yürüyüşler, 1990’lardan itibaren Türkiye’de de gündeme geldi.

Atölyede özellikle 2003 İstanbul Onur Yürüyüşü’nden bugüne yaşanan süreç tartışıldı. Bir yanda dünyanın birçok ülkesinde evlilik eşitliği yasalaşırken, Türkiye’de yürüyüşlerin dahi yasaklanıyor olması, devletin LGBTİ+lara karşı kurduğu düşmanca hattın bir göstergesi olarak okundu.

HIV/AIDS tartışmaları

1980’lerde tüm dünyayı etkileyen HIV/AIDS krizi de atölyelerin gündemindeydi. ABD’de ve Avrupa’da hükümetlerin sessizliği, LGBTQ+ topluluklarını kendi dayanışma ağlarını kurmaya itti. Bu süreçte sağlık hakkı talebi, queer hareketin en güçlü politik hatlarından biri haline geldi.

Türkiye’de 1990’larda başlayan HIV/AIDS tartışmalarının da benzer şekilde damgalama ve dışlama üzerinden yürütüldüğü konuşuldu. Seks işçilerinin ve trans kadınların bu süreçte hedef haline getirildiği, sağlık hakkının queer mücadelenin merkezinde yer aldığı vurgulandı.

Atölyede KaosGL’nin çıkarmış olduğu dergiler üzerinden örnekler verilerek o döneme dair vurgular yapıldı.

İsmi konmuş savaş ve dayanışma

Atölyelerde en çok üzerinde durulan güncel mesele, LGBTİ+ hareketinin bugün maruz kaldığı sistematik baskılar oldu. Katılımcılar bu durumu “ismi konmuş bir savaş” olarak tarif etti. Devletin yasakçı politikaları, nefret söylemleri ve polis şiddeti; lubunyaların yaşam alanlarını daraltırken, hareketi kriminalize etmeye çalışıyor.

Atölyede Stnowall’dan Gezi’ye, Gezi’den Eryaman’a kesişimsel mücadelenin önemine vurgu yapıldı. Beyaz ayrıcalıklı sınıfların siyahilere uyguladıkları ötekileştirme ve yok sayma politikalarının LGBTİ+lar içinde söz konusu olduğu ve onur yürüyüşlerinin kesişimsel mücadele deneyimleriyle başladığına vurgu yapıldı.

Ezen ulusa karşı yürütülen mücadelenin ancak başka ezilenlerin bir araya gelerek ve deneyimlerini aktararak güç kazanacağı belirtildi.

Gezi İsyanı’nda sıklıkla bahsedilen ve atıfta bulunulan atölyede; devrimcilerin LGBTİ+larla ortak bir payda da mücadele ettiği, ortak düşmana karşı birarada kalabilmenin yollarının arandığı belirtildi.

Devrimcilerin LGBTİ+ mücadelesinin dışında değil, merkezinde var olması gerektiğine atıfta bulunulan konuşmalarda, katılımcılar, hem özne hem de devrimci olarak farklı gibi görünen ve iktidar tarafından sistematik bir biçimde kriminalize edilen kesimlerin birarada mücadele etmesi gerektiği dile getirdi. LGBTİ+ların özgün sorunlarının var olduğu gerçeğinin de dile getirildiği tartışmalarda, bu özgün sorunların da bir arada çözülebileceği hatırlatıldı.

Atölyelerde güçlü bir kararlılık hissi öne çıktı

Lubunyalar sokağı terk etmiyor, direnişin ön safında olmaya devam ediyor. Dayanışma ağları, farklı toplumsal hareketlerle kurulan bağlar ve yeni örgütlenme biçimleri, geleceğe dair umutlu bir çizgi sunuyor.

Partizan’ın düzenlediği bu iki haftalık atölyeler, yalnızca kavramları tartışmaya açmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye ve dünya tarihini birlikte düşünmenin, ortak direniş deneyimlerinden öğrenmenin kapısını araladı.