Parlayan Herşey Altın Değildir ya da Putin’in Stalin “Sevgisi”

 Parlayan Herşey Altın Değildir ya da Putin’in Stalin “Sevgisi”

Stalin’in mücadelemize bıraktığı miras Rus şovenistlerinin, Putin yardakçılarının ellerine avuçlarına sığdırabilecekleri bir şey değildir.

13 Ağustos 2025

Geçtiğimiz ay Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) bir kongre gerçekleştirdi.

Bu kongreye Putin’in en üst düzey kurmaylarından bir temsilci de katılmış, hükümetin “komünist” partiye olan ilgisini ve memnuniyetini kongrede kürsüden ifade etmiştir. Öyle ki yine bu kongrede RFKP, günümüzde gittikçe artan anti-Sovyetizme karşı mücadele kararı alarak, başta Josef Stalin olmak üzere Sovyet tarihinin ve figürlerinin hatırlatılmasına ilişkin bir program oluşturmuştur.

Biz biliyoruz ki Sovyetler Birliği’nin tarihi kahramanlıkla, fedakarlıkla, azimle ve başarıyla dolu bir tarihtir; aynı zamanda Rus şovenizmine bulanmış revizyonizmin, bürokratik yozlaşmanın ve sosyal emperyalizmin de tarihidir. Günümüzde RFKP ve şürekası  (Hatta Putin gibi oligarklar) ikinci grubun öz evladıdır. Hatta bu gedik içerisinde dünyanın dört bir yanında çeşitli “komünist” partiler de inşa edilmiştir.

Günümüzde hala revizyonizmin ve ulus şovenizminin sözcülüğünü sürdürmektedirler.

Stalin’in ölümünün ardından partiyi ele geçiren Kruşçev(Hruşçov) kliği ilk iş olarak Stalin’in bir kişilik kültüne dönüştüğünü belirtmiş ve bu durumun ortadan kaldırılması gerektiğine ilişkin tartışmalar başlatmıştır. Aynı zamanda revizyonizmin parça parça parti programına yerleştirildiği bu süreçte Sovyetler Birliği’nin varlığı ve devrimci potansiyeli adım adım sabote edilmiş ve “barışçıl geçiş”, “parlamento yoluyla sosyalizm” gibi Ekim Devrimi ile taban tabana zıt yaklaşımlar ortalığa saçılmıştır.

İşte geçtiğimiz ay yapılan RFKP kongresinde Stalin’e ilişkin bu karar doğru bulunmayarak geri alınmış ve Stalin’in anti-Sovyetizme karşı olan mücadelede önemli bir figür olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Peki RFKP Rus şovenizminin soytarısı değil midir ki?

Kruşçev’in Sahte Komünizmi

Kruşçev, proletaryanın burjuva diktatörlüğü ve burjuva seçim yasaları altında parlamentoda istikrarlı bir çoğunluk kazanabileceğini savunur.

Kapitalist ülkelerde işçi sınıfının, emekçi köylülüğü, aydınları, tüm vatansever güçleri etrafında toplayarak, oportünist unsurları(!) kararlılıkla geri püskürterek, halkın çıkarlarına karşı çıkan gerici güçleri yenilgiye uğratacak ve parlamentoda istikrarlı bir çoğunluk elde edecek konumda olduğunu söylüyor.

Ve böylece proletaryanın parlamentoda çoğunluğu kazanması halinde, bunun devlet iktidarının ele geçirilmesi ve burjuva devlet mekanizmasının yıkılması anlamına geleceğini savunuyor. Bu da ülkede güçlü bir devrimci hareketin varlığı durumunda, parlamentoda çoğunluğu kazanmak ve onu halkın iktidarının bir organına dönüştürmek, burjuvazinin askeri-bürokratik aygıtını yıkmak ve parlamenter biçiminde yeni, proleter bir halk devleti kurmak anlamına gelmektedir.(!)

Kruşçev böylece Lenin önderliğinde Bolşeviklerin yıllarca hem ideolojik hem de askeri biçimde mücadele verdiği tüm birikimleri kenara koyarak küresel kapitalist sisteme kendisini entegre etmeye çalışmıştır. Bernstein ve Kautsky’nin yaklaşımlarını hortlatarak revizyonizmin kitabını baştan yazmıştır.

Kruşçev’in revizyonizminin tarihsel konumunu görebilmek için revizyonizmin önceki savunucularına göz atmak gerekir.

Bernstein’in Marksizm’e ihanetinin en ayırt edici özellikleri, yasal parlamenter yolu savunması ve şiddetli devrime, eski devlet mekanizmasının yıkılmasına ve proletarya diktatörlüğüne karşı çıkmasıydı. Bernstein, kapitalizmin barışçıl bir şekilde “sosyalizme dönüşebileceğini” savunuyordu. Modern burjuva toplumunun siyasi sisteminin “yok edilmemesi”, sadece daha da geliştirilmesi gerektiğini ve yüz yıl önce kanlı bir devrim gerektirecek reformları, bugün oy kullanma, gösteriler ve benzeri baskı araçlarıyla gerçekleştirilebildiğini belirtiyordu.

Lenin diyor ki; “Bernsteinciler, Marksizmi doğrudan devrimci yönü hariç kabul ettiler ve kabul etmeye devam ediyorlar. Parlamenter mücadeleyi belirli tarihsel dönemler için özellikle uygun bir silah olarak görmüyorlar, aksine “güç”, “ele geçirme”, “diktatörlük” gibi kavramları gereksiz kılan temel ve neredeyse tek mücadele biçimi olarak görüyorlar.” (Kadetlerin Zaferi ve İşçi Partisi’nin Görevleri, Toplu Eserleri, Cilt 10, Lenin)

Kautsky, Bernstein’ın uygun bir halefi idi. Bernstein gibi, o da parlamenter yolu aktif olarak duyurmuş ve şiddetli devrim ile proletarya diktatörlüğüne karşı çıkmıştı. O, burjuva demokratik sistem altında “sınıf çatışmalarının çözümü için silahlı mücadeleye yer kalmadığını” ve “şiddetli bir siyasi devrim vaaz etmenin saçma olacağını” söylemişti.

Lenin’i ve Bolşevikleri “hamile bir kadını dokuzuncu ayda değil, beşinci ayda doğurması için şiddet kullanan sabırsız bir “ebe”ye benzeterek eleştiriyordu.

Lenin, Kautsky’ye dair çok şey yazmıştır. Yine de basitçe alıntılayalım; “Sadece alçaklar ya da ahmaklar, proletaryanın burjuvazinin boyunduruğu altında, ücretli köleliğin boyunduruğu altında yapılan seçimlerde çoğunluğu kazanması ve ardından iktidarı ele geçirmesi gerektiğini düşünebilir. Bu, aptallığın ya da ikiyüzlülüğün doruk noktasıdır; eski sistem ve eski iktidar altında oy kullanmayı, sınıf mücadelesi ve devrimin yerine geçirmektir.” -(İtalyan, Fransız ve Alman Komünistlere Selamlar, Toplu Eserleri, Cilt 30, Lenin)

Lenin, Kautsky’nin parlamenter yolunun “en saf ve en kaba oportünizmden başka bir şey olmadığını: eylemlerinde devrimi reddedip, sözlerinde kabul ettiğini” keskin bir şekilde belirtir. Der ki “Proletaryanın devrimci diktatörlüğü kavramını, ezilen sınıfın ezicilerine karşı devrimci şiddetini ortadan kaldırmak için bu şekilde “yorumlayarak”, Kautsky, Marx’ı liberal bir şekilde çarpıtma konusunda dünya rekoru kırdı.”

Sınıfımızın Tarihi

İşçi sınıfı hareketinin tüm tarihi bize işte bu ayrımları tüm çıplaklığıyla göstermektedir.

Şiddetli devrimin, proleter devrimin evrensel bir yasası olarak kabul edilmesi ya da kabul edilmemesi; tarih boyunca, hatta özellikle yakın tarihimizde görüyoruz ki içinde bulunduğumuz kapitalist-emperyalist sistemde en temel demokratik ve insani hareketler bile burjuva devlet aygıtları tarafından ezilmekte ve etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Burjuva devlet aygıtına revizyonistlerce atfedilen bu barışçıl nitelik her gün ve her saat boşa düşmektedir. Tüm silahları ve yasalarıyla tetikte bekleyen burjuva devletler, emekçileri cephelere, insanlık dışı koşullarda ve ücretlerde yaşamaya, her türden gericiliğe ve şovenizme karşı ölmeye ve öldürmeye mahkum etmektedir.

O halde diyebiliriz ki, burjuva devlet bir an dahi barış içinde olmamıştır ve doğası gereği olamayacaktır.

Bu yüzden eski devlet aygıtının yıkılmasının ve burjuva diktatörlüğünün yerine proletarya diktatörlüğünün getirilmesinin gerekliliği; Marksizm ile her türlü oportünizm ve revizyonizm arasında, proleter devrimciler ile proletaryadan kopan tüm hainler arasında her zaman bir ayrım noktası olmaktadır.

Marksizm bize devletin kendisinin bir şiddet biçimi olduğunu öğretir. Devlet aygıtının ana bileşenleri ordu ve polistir. Tarih, tüm egemen sınıfların iktidarlarını sürdürmek için şiddete bağlı olduklarını gösterir. Proletarya elbette iktidarı barışçıl yollarla ele geçirmeyi tercih eder.

Ancak tarihsel kanıtlar, gerici sınıfların iktidarı asla gönüllü olarak bırakmadıklarını ve devrimci kitle hareketini bastırmak ve iç savaşı kışkırtmak için her zaman şiddeti ilk kullananların onlar olduğunu, böylece silahlı mücadeleyi gündeme getirdiklerini göstermektedir. Lenin, “tarihte tek bir büyük devrim bile iç savaş olmadan gerçekleşememiştir ve tek bir ciddi Marksist bile kapitalizmden sosyalizme geçişi iç savaş olmadan düşünmemiştir” demiştir.

Marksist-Leninist silahlı devrim teorisine, proletarya önderliğindeki proleter devrimi ve halkın demokratik devrimi gibi yeni deneyimlere dayanarak, Mao Zedung yoldaşın “iktidar namlunun ucundadır” şeklindeki ünlü sözünü hatırlamak gerekir.

“Emperyalizm döneminde sınıf mücadelesindeki deneyimler bize, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin silahlı burjuvazi ve toprak sahiplerini ancak silahların gücüyle yenebileceğini öğretir; bu anlamda, tüm dünyayı ancak silahlarla dönüştürebileceğimizi söyleyebiliriz.” – Savaş ve Strateji Sorunları, Seçme Askeri Yazılar, Mao Zedung

Özetle, şiddetli/silahlı devrim proleter devrimin evrensel bir yasasıdır. Bu, Marksizm-Leninizmin temel ilkesidir. Kruşçev, Marksizm-Leninizme bu en önemli konuda ihanet etmektedir.

Üçkağıtla Tarih Çarpıtılamaz

Bu revizyonist hamlenin ardından açılan ideolojik gedikten içeriye liberalizm sızmış ve SBKP devrimci niteliğini ve potansiyelini yitirmiştir.

“Soğuk savaş” denilen süreçte SBKP Rus şovenizmini benimsemiş, sosyal emperyalizmle işgalci ve halk düşmanı politikalar izlemiş ve kendi ideolojik buhranını dünyanın birçok ülkesinde temsil edecek partiler kurmuş ya da partileri bu buhrana mahkum etmiştir. Devrimci değerleri, figürleri ve simgeleri kendi Rus şovenizminde harmanlayarak bir kimlik inşa etmiştir.

Öyle ki, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından özellikle Avrupa’da kendini gösteren Rus düşmanlığı, Sovyet imgelerine olan düşmanlıkla el ele ilerlemektedir. Yıkılan Lenin heykelleri, çekiç orak simgeleri, Doğu Avrupa’daki Sovyet eserleri vs. Tabiri caizse at izinin it izine karıştığı bu durum işte Kruşçev revizyonizminin bulantılı halinden kaynaklanmaktadır.

Özellikle “soğuk savaş” sürecinde yaşanan ultra militarizm ve Rus şovenizmi günümüzdeki bu durumun ana sebeplerinden birisidir. Bir diğeri de Doğu Avrupa’da kök salan etnik milliyetçilik ve anti-komünizmdir.

Yıllardır dünyanın dört bir yanındaki her çatışma bölgesine koşmaktan bitap düşen Putin, eline geçen tüm Rus şovenizmini kullanmaktan geri durmamaktadır. Kendisi her ne kadar anti-komünist bir halk düşmanı olsa da, iş Rus şovenizmine geldiğinde Lenin’e ve şanlı Ekim Devrimi’ne göz kırpmaktan imtina etmemektedir. Öyle ya, sonuçta bu devrimi de Ruslar yapmıştır(!). Rus İmparatorluğu, SSCB ve günümüzde Rusya Federasyonu…

Hatta Putin eski SSCB topraklarına ve komşu bölgelerine de bu yüzden göz dikmektedir. Oysa Ekim Devrimi Bolşevik Parti’nin tırnaklarıyla kazıyarak, Çarlık Rusya’sının mazlum halklarının gayretiyle gerçekleşmiş bir sosyalist devrimdir.

Revizyonistler hem tarihi hem de ideolojik metinleri çarpıtmakta bir an bile tereddüt etmezler. Bernstein ve Kautsky örneklerini verdik, ardından Kruşçev de Marx’ı ve Lenin’i olabildiğince çarpıtmış, Stalin’i günah keçisi ilan etmiştir. Revizyonizmin palazlanmasıyla ve SSCB’nin bir “süper” güce dönüşmesiyle partinin içerisinde köklü bir oligark güruhu ortaya çıkmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla beraber bu oligarklar, eskinin komünist parti üyeleri, yeni devletlerin başına çöreklenmiştir.

Devrimcilerin, komsomolların, halkın binbir feda ve gayretle ortaya çıkardığı tüm değerlere bir çırpıda çökmüş ve bu yeni devletlerin zenginleri oluvermişlerdir. Bu da partinin çoktan halk düşmanlarının mevzisi haline geldiğini bize göstermektedir.

Ancak belirtmek gerekir ki revizyonizm SBKP’nin dağılmasıyla tarihin çöplüğüne atılmamıştır. Günümüzde Çin Komünist Partisi de kapitalist yolcuların egemenliğindedir. Çin Komünist Partisi ve Çin Halk Cumhuriyeti tarihi de derslerle dolu ve revizyonistlerin yönetimi ele geçirdiği bir süreçtir. Bu da bir başka yazının konusu olmak üzere geniş bir başlıktır.

Aynı şekilde Hindistan Komünist Partisi (Marksist), Yunanistan Komünist Partisi, Fransa Komünist Partisi, Alman Komünist Partisi, Rusya Federasyonu Komünist Partisi vb. parlamenter, şovenist, burjuva iktidarına yedeklenmiş ve onu yeniden üreten, devrimci mücadelelerin yanında tarihin yanlış tarafında durmak dışında misyonları olmayan yapılardır. En iyi ve anlaşılır örneğe gelecek olursak, herhalde bu hem Mustafa Kemal’i hem de Mustafa Suphi’yi göğsünde taşımak isteyen Türkiye “Komünist” Partisi olurdu.

Bu yapıların bürolarına gittiğimizde muhtemelen duvarlarında Stalin’in resmini göreceğiz. Oysa Stalin Çarlık’la mücadele ettiği kadar işte bu eğilimlerle de mücadele etmişti. Stalin özverinin ve azmin kendisinde vücut bulduğu, samimi bir devrimciydi. Gürcü bir aileden gelerek, Kafkasya’nın çok uluslu coğrafyasında Çarlığa kök söktürmüş, işçi sınıfının ve yoldaşlarının saygı ve hayranlığını kazanmıştır.

Tarih en yetkin tanıktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hem uluslararası komünist harekette hem de halkların devrimci mücadelelerinde engin deneyimler kazanılmıştır. Başarılı olduğu kadar başarısız da deneyimler olmuştur. Tüm ülkelerin komünistleri ve devrimci halkları bu tarihsel deneyimlerden doğru sonuçları çıkarmalıdır.

Stalin’in mücadelemize bıraktığı miras Rus şovenistlerinin, Putin yardakçılarının ellerine avuçlarına sığdırabilecekleri bir şey değildir. Aynı şekilde Lenin’in, Mustafa Suphi’nin mirası da Kürt düşmanı, Kemalizmin bando takımı Türkiye “Komünist” Partisi’nin ne cebine ne de göğsüne sığabilir.

Sonsöz

Her zaman, işçi sınıfını ve halk kitlelerini devrime önderlik etmek için proletarya partisinin tüm mücadele biçimlerini ustaca kullanabilmesi ve farklı biçimleri birleştirebilmesi, mücadele koşulları değiştikçe bir biçimi diğerine hızla ikame edebilmesi gerektiğini savunmalıyız.

Barışçıl ve silahlı, açık ve gizli, yasal ve yasadışı, parlamento ve kitle mücadelesi gibi tüm mücadele biçimlerini ve hem ulusal hem de uluslararası mücadeleyi ustaca kullanabilen bir parti, ancak bu şekilde her koşulda yenilmez olabilir.

Çin devriminin ya da Ekim Devrimi’nin zaferi, uluslararası proleter mücadelenin tarihsel deneyimlerinden ders alan komünistlerin devrimin kendine özgü özelliklerine uygun olarak tüm mücadele biçimlerini ustaca ve kapsamlı bir şekilde kullanmasının sonucuydu. Silahlı mücadele devrimde başlıca mücadele biçimi idi, ancak diğer mücadele biçimleri kullanılmasaydı devrim zafer kazanamazdı.

Revizyonizm, tarihin çarkını, devrimin çarkını asla durduramaz. Kendileri devrim yapmayan revizyonist liderler, gerçek Marksistlerin ve devrimci halkın devrime kalkışmasını asla engelleyemezler. Lenin, ‘Proleter Devrim ve Dönek Kautsky’ adlı eserinde, Kautsky’nin dönekleştiğinde, Alman Marksist Liebknecht’in işçi sınıfına yaptığı çağrıyı şöyle ifade ettiğini yazmıştır: “Bu tür ‘liderleri’ bir kenara itmek, onların aptallaştırıcı ve aşağılayıcı propagandasından kurtulmak, onlara rağmen, onlar olmadan ayaklanmak ve onların başlarının üzerinden geçerek devrime doğru ilerlemek!”

Neredeyse yüz seksen yıl öncesinden yoldaşların yazdıklarıyla yazıyı bitirelim:

“Komünistler görüşlerini ve niyetlerini gizlemeye tenezzül etmezler. Amaçlarına ancak şimdiye kadarki her türlü toplum düzeninin zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın hakim sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır. Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” (Komünist Manifesto, 1848)