
“Terörsüz Türkiye”, İmha ve İnkarın Diğer Adıdır
“Emin olun ki, eğer Acem size bal veriyorsa, mutlaka içine zehir katmıştır.” (Qazi Mihemed)
22 Nisan 2025
Kürt kaynaklarına göre yukardaki sözler Qazi Mihemed’in son vasiyetidir. Kürt coğrafyasını bölen ve hala üzerinde hakimiyetlerini sürdüren faşist-gerici devletler ve emperyalist efendilerinin, Kürtlere karşı izlemiş oldukları inkârcı-yıkıcı ve ikiyüzlü politikalara baktığımızda, bu söylem, Kürtlerin, Kürdistan coğrafyası üzerinde egemenlik kuran devletler ve emperyalist efendileriyle olan tarihsel ilişkilerini özetler niteliktedir. Diğer bir anlatımla, Kürt tarihi, uğranılan ihanetlerin, yapılan sahte barışların, hile ve entrikaların, tüm bunların yetmediği yerdeyse devreye sokulan katliam ve sürgünlerin tarihidir. Bu coğrafyada yalnızca “bal’a zehir” katılmamıştır, söylenen her tatlı söze de kan karıştırılmıştır.
Tüm bunlar yaşanan ve de yaşanmakta olan gerçeklerdir. Bu nedenle olası büyük felaketleri önlemek için geçmiş acı tecrübeler, halk deyimiyle, yeni dönemde “kulağımıza küpe olmalıdır.” Keza, savaş, barış karşıtı bir söylemdir. Ama ezilen dünya halklarının, ulusların, baskı altında olan inançların özgürleşmesine, demokratik haklarını garanti altına alınmasına hizmet ediyorsa, bu haklı bir savaştır. Yani savaşın yaratmış olduğu yıkıcı sonuçlardan hareketle, “barış” adı altında, mevcut sömürü ve soygun düzeninin devamının savunulması kabul edilemez. Eğer “barış” adına atılan imza, mevcut bağımlılık ilişkisinin farklı biçimlerde sürmesine hizmet ediyorsa, ezilen halklar ve uluslar açısından asıl yıkıcı olan, bu politikanın ta kendisidir. Bu politika, yeni haklı savaşları kaçınılmaz kılar. Bundan kuşku duyanların, tarihin sayfalarına objektif olarak bir göz atmaları yeterlidir.
Evet, savaşlar yıkıcıdır, bunun böyle olması devrimcilerin bu soruna hümanist bir çerçevede yaklaşmasını gerektirmez. Çünkü, insanlık tarihi, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen arasında süren bir mücadele tarihidir. Bu hesaplaşmada ezen ve sömürenlerin çıkarlarına hizmet eden her savaş haksız savaştır. Ama ezilen halkların, ulusların çıkarlarına hizmet eden, kurtuluşunu sağlayan savaşlar haklı ve meşru savaşlardır. Haklı ve meşru savaşlara itiraz etmek, mevcut burjuva egemenlik sisteminin ve kölelik ilişkisinin sürdürülmesi demektir. Dolayısıyla bu sınıfsal ayrımı yapmadan, haklılık ve haksızlığı göz ardı eden hiçbir toptancı yaklaşım kabul edilemez. Dahası bu yaklaşımlar üzerinde gerçek manada bir barış inşa edilemez.
Gerçek barış, sömürücü egemen sınıfların iradesini kıran, halkların ve ezilen ulusların kurtuluşunu sağlayıp özgürlüğe kavuşturan haklı savaşlarla sağlanır.
Egemenlerde oyun çok!
Türk egemen sınıflarında, aldatma üzerine kurulmuş oyun çoktur. Osmanlı’dan miras kalan bu politikalar, günümüzde ırkçı milliyetçilikle harmanlanarak, deyim yerindeyse zirve yapmış durumdadır. Son dönemde egemenler cephesinde yargı yoluyla yaşanan iç hesaplaşma ve bu hesaplaşmalar sürerken Kürt siyasetçilere dönük başta iktidar ortağı MHP olmak üzere, o cephede sergilenen sahte gülücükler, yeniden bize “Osmanlı’da oyun çoktur” söylemini hatırlattı. Acem’in balında ne kadar “zehir” varsa, bunların gülücüklerinde de o kadar hile ve entrika vardır. Bunların “barış”tan anladıkları, karşılarında iradesi kırılmış, kırıntılarla yetinmeyi kabullenmiş bir muhatapla yapılacak “anlaşmadır.” Hâlihazırda bu durum, “Terörsüz Türkiye” formülasyonuyla sloganlaştırılmıştır. Tabii ki, burada sözü edilen, devlet terörü değildir. Kürt ulusal hareketinin haklı ve meşru mücadelesidir. Bu nedenle her fırsatta “PKK kendisini feshettiğini açıklamalıdır” diyorlar. Eğer bu adım atılırsa “terör bitmiş”, Kürt ulusal sorunu da “çözülmüş” olacaktır. Bu sayıklamalara Türk egemen sınıflarının sözcüleri de inanmıyor. Ama kamuoyuna dönük yapılan bu açıklama ve çağrılarla gerçek amaçlarını gizleyerek, estirilen devlet terörüne meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar.
Yargı yoluyla CHP’ye dönük yürütülen saldırılara baktığımızda, bu çağrıların hangi amaçla yapıldığını anlama bakımından daha somut ip uçlarına ulaşmak mümkündür.
Görünen o ki, iktidardaki İslamcılık soslu ırkçı-faşist klik, mevcut iktidarını sürdürmek için birden fazla hamleye ihtiyaç duymaktadır. Birinci hamle, başta E.İmamoğlu olmak üzere, kimi CHP belediye başkanlarını tutuklayarak, burjuva muhalefetine, iktidarın uygulamalarına itirazı olan toplumun tüm kesimlerine göz dağı vermektir.
İkinci hamle, tam böylesi bir süreçte, Kürt ulusal hareketine karşı göstermelik de olsa daha ılımlı bir tavrın sergilenmesidir. İktidar, Suriye başta olmak üzere bölgedeki oyun planının bir parçası olmasının yanısıra içeride de bu hamleyle CHP’ye dönük yürütülen gözaltı ve tutuklamalara karşı, demokratik Kürt siyasetinin olası tepkilerini sınırlamak, bu saldırı sonra açığa çıkan ve çıkacak olan halk direnişini Kürtler cephesinden yalnız bırakmak istemektedir. Aynı zamanda bu saldırılarla birlikte, görüşme halinde oldukları Kürt ulusal hareketine gözdağı vermeyi de amaçlamaktadırlar. “Terörsüz Türkiye”, “terörsüz Ortadoğu”, “PKK kendisini feshetmelidir” vb. söylemlerin iktidar bloğu tarafından bu dönem sıkça dile getirilmesi bir rastlantı değildir. Ya kurulan planın bir parçasıdır ya da kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler neticesinde verilen sözlerin yerine getirilmesine dönük yapılan çağrılardır. Elbette ki, bu bilgilerden yoksun oluşumuz kesin bir tanımlamada bulunmamızı engellemektedir.
Kitlelerin öfkesi, Sarayın duvarlarını sarstı!
Ama bu süreçte şu gerçeklerin altını çizmek mümkündür: İktidarın yargı yoluyla burjuva muhalefet kliğine karşı planlamış olduğu saldırı, sokaklara çıkan yüz binler tarafından önemli oranda bozuldu. Planın bozulması hem burjuva muhalefete hem de genel manada toplumsal muhalefete moral kazandırdı. Deyim yerindeyse, yıllardır faşist terörün altında olan ve her geçen gün lokması küçülen, gelecek kaygısıyla yaşayan on milyonların öfkesi, Sarayın duvarlarını sarstı. Ayrıca gençliğin bu direnişteki rolü tartışılmazdır. Burjuva muhalefetini de iktidar bloğunun tehditlerine karşı ayakta tutan, sokakların gücüydü. Bu süreç objektif olarak şu gerçeklere de ışık tuttu: Haklar mücadeleyle kazanılır. Yüzlerce gencin tutuklanmasına, işkence görmesine rağmen protestolar sürdü. Ve bu protestoları sürdüren geniş kitleler, bir kez daha pratik tecrübeleriyle sokakların, siyasetin yapıldığı en meşru alanlar olduğunu gördü.
Sonlandırırken bu sürecin Kürt hareketi ile Türk devleti arasında yapılan görüşmelere etkisi üzerine dönecek olursak: Her şeyden önce yaşanan ekonomik krizden, artan devlet teröründen dolayı, siyasal iktidar hem içerde hem de dışarda daha çok yalnızlaştı. Bu yalnızlık hali, hem iç siyasette hem de bölge siyasetinde iktidarı Kürtlere dönük biçimsel düzeyde de olsa farklı söylemlere yöneltebilir. Hiç kuşkusuz bu yöneliş öze ilişkin değil yani Kürtlerin haklı ve meşru olan demokratik taleplerinin kabulünü içermiyor. Ama Kürt dinamiğini oyalayan, beklenti içine sokan kimi hamleler yapmaktan da geri durmayacaklardır. Sözgelimi, A.Öcalan ve İmralı’daki diğer siyasi tutsaklara bayram vesilesiyle verilen görüşme izni, başta MHP olmak üzere AKP vekillerinin mecliste DEM Parti’yle bayramlaşmaları vb. Tüm bu çaba, Kürt kamuoyuna görüşmeler sürüyor mesajını vermek amaçlıdır. Güncel bağlamda bu mesajlar aynı zamanda “sokaklarda sürmekte olan protesto hareketleriyle aranıza mesafe koyun” gerçekliğini de içeriyor. Çünkü imha ve inkâr siyasetindeki ısrar, “böl-yönet” taktiğini uygulamayı da gerekli kılar. Burada asıl olan söylem değil, eylemdir. “Kent Uzlaşısını” suç sayan bir zihniyet, Kürt ulusal sorununun çözümüne samimi yaklaşabilir mi? Tabii ki hayır.
Yarım çeyrek yüzyıla yaklaşan AKP’li devletin, en iyi yaptığı şeyin tüm imkan ve kurumlarıyla kendisine “karşı” olan kesimlerin bir araya gelişini engellemek, popüler söylemle ifade edersek, “muhalefeti dizayn etmek” olduğunu ilk iktidara geldiği süreçten bu yana defalarca yaşadık. Cumhuriyet’in ilanından bu yana devletin özellikle ordu ve yargısındaki katı Kemalist, ulusalcı faşist kliğe, daha sonra devletin her köşesine yerleştirdiği Fetullah Gülen hareketine, bugün ise AKP-MHP iktidarından usanmış ve çıkış yolu arayan halk kitlelerinin belli bir oranda yüzünü çevirdiği CHP’ye karşı hep biriyle diğerine karşı ittifak ederek “başarılarının” devamını sağladı. Bu süreçlerin hepsinde kuşkusuz temelden karşı oldukları, işçi sınıfı ve halk kitleleriyle devrimci örgütlenmeler ve Kürt ulusal hareketi oldu. Bundan sonra da böyle olacak, eşyanın tabiatına uygun olarak.